Logo

9. Hukuk Dairesi2024/9391 E. 2024/14507 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davacının, ücretinin işveren tarafından eksik ödendiği iddiasıyla açtığı alacak davasının belirsiz alacak davası olarak açılıp açılamayacağı.

Gerekçe ve Sonuç: Davacının, Kurum Yönetim Kurulu kararları ve toplu iş sözleşmesi hükümleri ile son aldığı ücret miktarını bildiği ve ödenmesi gereken ücreti belirleyebilecek durumda olması nedeniyle, dava konusu alacakların belirlenebilir nitelikte olup belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği gözetilerek, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına ve istinaf başvurusunun reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi

KARAR : İstinaf başvurularının esastan reddi

TEMYİZ EDENLER : Taraf vekilleri

İLK DERECE MAHKEMESİ : Ankara 49. İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvuruların esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı Kurum bünyesinde 2010 yılı Nisan ayında uzman yardımcısı unvanı ile işçi statüsünde çalışmaya başladığını, 2013 Kasım ayında uzman olarak atandığını, 2016 Ocak ayında ise Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi Daire Başkanı olarak görevlendirildiğini, davalı Kurumca müvekkilinin ödenmesi gereken ücretinin 2017 yılından itibaren eksik ödendiğini ve 2020 yılı itibarıyla ilave tediye ödemelerinin yapılmadığını, müvekkilinin daire baskanı olarak atandığı zaman daire başkanlarının ücretinin Yönetim Kurulu'nun 2008 ve 2010 yılı kararları gereğince Kurum Başkanının ücretinin %85'i olarak belirlenerek ödendiğini, 2017 yılı Ocak ayından itibaren müvekkilinin ücretinin Hazine ve Maliye Bakanlığının ilgili kanunlara dayanarak yayınladığı 161 sıra sayılı Tebliği'ne aykırı olarak düşürüldüğünü, 2020 yılı Ocak ayından itibaren ise müvekkilinin ücretinin bir kez daha düşürülerek daire başkanları ile aynı düzeye getirildiğini ve hâlen böyle ödendiğini, halbuki davalı Kurumun ücretler konusunda herhangi bir düzenleme yetkisi olmamasına ragmen hiçbir gerekçe gösterilmeksizin bu şekilde düşüş yapıldığını, davalı Kurumun taraf olduğu ve işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinden görüleceği üzere müvekkilinin ücretinin 0,82 ile 0,85 aralığı olarak belirlendiğini müvekkilinin çalışma süresine göre ise zam oranının 0,85 olması gerektiğini, hâl böyle iken müvekkilinin mevcut aylık ücretinin 4 yılı aşkın bir süredir eksik ödenerek mağduriyet yaratıldığını, ayrıca 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun'a (6772 sayılı Kanun) dayalı olarak dönemsel biçimde ödenen ilave tediyenin 2020 son ay taksiti ile 2021 yılına ait 4 adet ilave tediyenin ödenmediğini ileri sürerek eksik ödenen aylık ücret alacakları ile ödenmeyen ilave tediye alacaklarının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; zamanaşımı def'inde bulunduklarını, 15.07.2018 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 256 ve 257 nci maddeleri gereğince 4857 sayılı İş Kanunu'na (4857 sayılı Kanun) tâbi olarak istihdam edilen davalı Kurum personeli ücretlerinin 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye (375 sayılı KHK) ek 11, 23 ve 28 inci maddelerine uygun olarak Bakanlık merkez teşkilatlarında belirlenen emsallerini aşmamak üzere yönetim kurulunca belirleneceğini, anılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin yürürlüğe girmesiyle daha önceki ücret tespitine ilişkin yönetim kurulu kararlarının 2016/94 sayılı sayılı kararla yürürlükten kaldırıldığını Ocak/2020'den itibaren 375 sayılı KHK'nın ek 11, 23 ve 28 inci maddelerine uygun olarak ödemelerin gerçekleştirildiğini, davalı Kurum personelinin bir kısmının ... Sendikasına üye olduklarını 2010 yılında imzalanan toplu iş sözleşmesinde katsayı cetvelinde personelin unvanlarına göre belirlenen taban ve tavan katsayılarına göre ilave tediye ödenmesinin kararlaştırıldığını, emsal Yargıtay ilâmlarında davalı Kurum Kanunu'nun özel kanun olması gerekçe gösterilerek personele taban ve tavan katsayıları dikkate alınmak suretiyle ilave tediye ödenmesi gerektiği yönünde karar verildiğini, 2016 yılından sonra karara bağlanan toplu iş sözleşmesi çerçevesinde Kurum personeline taban ve tavan katsayılarına bakılmaksızın 6772 sayılı Kanun çerçevesinde ilave tediye ödemeleri gerçekleştirildiğini, diğer yandan Sayıştayın 375 sayılı KHK'nın ek 11 inci maddesinin (c) ve (ç) bentleri gereği Kurum personeline ilave tediye ödemesi yapılamayacağı görüşünde olduğunu, bir taraftan davalı Kurum personelinin işçi statüsünde olması, 6772 sayılı Kanun'a tâbi olması, Anayasa'dan kaynaklı sendika üyesi olma hakkına sahip olması, davalı Kurumla bağıtlanan toplu iş sözleşmelerinde ilave tediye ödeneceğine dair hüküm bulunması, diğer taraftan davalı Kurum personelinin mali ve sosyal haklarına ilişkin ayrı bir düzenleme yapılmış olmasının dava konusu uyuşmazlığa sebebiyet verdiğini, bu uyuşmazlığın çözümü için bir düzenleme yapılması gerektiğinin düşünüldüğünü, ancak davalı Kurumun tâbi olduğu mevzuat hükümleri ve yargı kararları gereğince ilave tediye ödemesi yapılmasının bu aşamada mümkün olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; dosya kapsamı ve mevzuat hükümleri kapsamında, 5544 sayılı Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu'nun (5544 sayılı Kanun) 25 inci maddesinin (1) inci bendine uygun şekilde işlemin tesis edildiği, Kurum yönetim kurul kararı ve genel kurul onayı ile sağlanan bu işlemde Kurum organlarının yetkili kılındığı, davalı Kurum tarafından 5544 sayılı Kanun'da yer alan "Başkan, yönetici personel ve diğer personelin ücret, malî ve sosyal hakları; bakanlık genel müdürüne yapılan ödemeleri aşmamak kaydı" şeklindeki düzenlemeye uygun hareket edildiği, uygulamanın kişiye özel olmadığı, genel nitelik taşıdığı, yani davacıya yönelik öznel bir işleminin bulunmadığı, davalı işyerinin kamu tüzel kişiliğini haiz olduğu, Kurum Kanunu'nun özel ve sonraki tarihli olduğu, 5544 sayılı Kanun'un tatbikinde hukuka aykırılığın bulunmadığı, 6772 sayılı Kanun uyarınca ise ilave tediye ücretine hak kazanıldığı ancak bu ödemelerin yapılmadığı, ödemeye yönelik usule uygun bir şekilde evrakın işverenlik tarafından sunulmadığı gerekçeleriyle fark ücret talebinin reddine, ilave tediye ücret alacağının kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuşlardır.

B. İstinaf Sebepleri

1. Davacı vekili; davacının hak ettiği ücretin Kurum yönetimi tarafından keyfi, hukuka aykırı, yetkisiz olarak ve hiçbir gerekçe gösterilmeden 2017 ve 2020 yıllarında düşürüldüğünü ve bu tarihlerden itibaren müvekkilinin eksik ücret ödenmek suretiyle zarara uğratıldığını, davalı Kurumun bu hususta yetkili olduğunu ortaya koyamamakla beraber, eksik ücret ödenmesine de kabul edilebilir bir açıklama getiremediğini, her ne kadar 375 sayılı KHK'nın 11 inci maddesi hükümleri gereğince Mesleki Yeterlilik Kurumu kadro ve pozisyonlarına ilk defa ve yeniden atanan genel müdür, genel sekreter, genel müdür yardımcısı ve genel sekreter yardımcısı unvanlı personel ile uzman unvanlı meslek personeline, ilgili mevzuatı uyarınca ödenen her türlü ücret, aylık, ücret, vs. ve her ne ad altında olursa olsun yapılan diğer ödemeler ile sosyal hak ve yardımlar dâhil bütün ayni ve nakdi ödemelerin toplam net tutarının belirtilen sınırları geçmemek üzere Cumhurbaşkanının yetkilendireceği makamca belirleneceği ifade edilse de davacının bu düzenleme kapsamına girmediğini çünkü ilk defa veya yeniden atanan personel konumunda olmayıp unvanı değişen meslek personeli konumunda olduğunu, iddia edilen mevzuat hükmünün uygulanmasının hukuka aykırı olup eski mevzuata tâbi olduğunu, İlk Derece Mahkemesi tarafından haksız ve hukuka aykırı olarak ilk defa veya yeniden atanan personel olarak değerlendirildiğini, davalı Kurumun taraf olduğu ve işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinden görüleceği üzere ücretinin 0,82 ila 0,85 aralığı olarak belirlendiğini, ilk işe giren personel olmaması sebebiyle ücretin eksik tespit edildiğini ücretinin çalışma süresine göre 0,85 olması gerektiğini, ilave tediye ücretine yasal faiz yürütülmesinin de hatalı olduğunu ayrıca Mahkemece 21.02.2023 tarihinde davanın ıslah edildiği belirtilmişse de davanın ıslah edilmediğini, huzurdaki davanın belirsiz alacak davası niteliğinde açıldığını, 21.02.2023 tarihinde sundukları dilekçe ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 107 nci maddesi gereğince bedel artırım yoluna gidildiğini ve taraflarınca tamamlama harcı yatırıldığını Mahkemenin belirsiz alacak kısmi dava ayrımının dahi farkında olmamasının dosyanın eksik incelendiğinin en açık göstergesi olduğunu beyan ederek İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasını ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalı vekili; 375 sayılı KHK'nın ek 11 inci maddesinin (c) ve (ç) bentlerine göre Sayıştay'ın Kurum personeline ilave tediye ödemesi yapılamayacağı görüşünde olduğunu, bir taraftan Kurum personelinin işçi statüsünde olması, 6772 sayılı Kanun'a tâbi olması, Anayasa'dan kaynaklı sendika üyesi olma hakkına sahip olması, Kurumla karara bağlanan toplu iş sözleşmelerinde Yüksek Hakem Kurulu Başkanlığınca da kararlaştırıldığı üzere personele ilave tediye ödemesi yapılacağına dair hüküm bulunması; diğer taraftan yukarıda belirtilen madde hükümleri ile Kurum personelinin mali ve sosyal haklarına ilişkin ayrı bir mevzuatla düzenleme yapılmış olmasının dava konusu uyuşmazlığa sebebiyet verdiğini, bu uyuşmazlığın çözümü için bir düzenleme yapılması gerektiği düşünüldüğünü, Kurumun tâbi olduğu ilgili mevzuat hükümleri ve mahkeme kararları gereği; Kurum personeline ilave tediye ödemesi yapılmasının mümkün bulunmadığını savunarak İlk Derece Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması istemi ile istinaf yoluna başvurmuştur.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; davacının ücretinin 6495 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun gereği tavan–taban ücrete tâbi olduğu, bu nedenle davacının fark ücret alacağı bulunmadığına dair kabulün yerinde olduğu, davacının ilave tediye alacağına yasal faiz uygulanmasının kanuni düzenlemeye uygun olduğu belirtilerek İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve esas bakımından hukuka uygun olduğu gerekçesiyle taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.

B. Temyiz Sebepleri

1. Davacı vekili; istinaf dilekçesinde ileri sürülen gerekçeleri tekrar ederek Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması istemi ile temyiz yoluna başvurmuştur.

2. Davalı vekili; istinaf dilekçesinde ileri sürülen gerekçeleri tekrar ederek Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması istemi ile temyiz yoluna başvurmuştur.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık; davacının ücretinin Kurum Yönetim Kurulu kararları ve toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre tespiti ile fark ücret alacağı ile ilave tediye alacağının bulunup bulunmadığına dair açılan davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılamayacağı noktasındadır.

2. İlgili Hukuk

1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 13 ve 36 ncı maddeleri ile 148 inci maddesinin dördüncü fıkrası ve 153 üncü maddesinin altıncı fıkrası.

2. 6100 sayılı Kanun'un 24, 25, 26, 31, 33, 36, 106, 114, 115 ve 119 uncu maddeleri ile 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ve 371 inci maddesi.

3. 6100 sayılı Kanun'un "Belirsiz alacak davası" kenar başlıklı 107 nci maddesi şöyledir:

“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.

(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)”

4. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 158 inci maddesi.

5. Anayasa Mahkemesinin 09.06.2016 tarihli ve 2014/819 Başvuru numaralı ... Tatar kararı; 10.02.2021 tarihli ve 2018/2784 Başvuru numaralı Bişar Yusufoğlu kararı; 22.02.2022 tarihli ve 2019/12190 Başvuru Numaralı ... ... kararı.

6. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 03.05.2022 tarihli ve 59914/16 Başvuru numaralı Nalbant ve Diğerleri/Türkiye kararı.

7. İsviçre Federal Mahkemesinin 15.06.2020 tarihli ve 4A_502/2019 sayılı kararı; ... Kantonu Yüksek Mahkemesinin 20.10.2015 tarihli ve LB150038 sayılı kararı.

8. Dairemizin 14.09.2020 tarihli ve 2016/26476 Esas, 2020/7547 Karar sayılı; 31.05.2022 tarihli ve 2022/5909 Esas, 2022/6892 Karar sayılı; 09.02.2022 tarihli ve 2022/829 Esas, 2022/1542 karar sayılı ve 27.12.2022 tarihli ve 2022/6872 Esas, 2022/17896 Karar sayılı ilâmları.

3. Değerlendirme

1. Davalı Kurumda 4857 sayılı Kanun hükümlerine tâbi işçi olarak çalışan davacı, Kurum Yönetim Kurulu Kararları ve toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre ödenmesi gereken ücretinin 2017 ve 2020 yıllarında düşürüldüğü iddiasına dayalı ücret tespiti ile fark ücret ve ilave tediye alacağı talepli işbu davayı belirsiz alacak davası türünde açmıştır.

2. Dairemiz uygulamasına göre belirsiz alacak davasında, davanın açıldığı tarih itibarıyla uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesinden anlaşılması gereken; davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi ya da objektif olarak imkânsız olmasıdır. Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, iddianın ispata muhtaç olması ve bilirkişi raporu alınması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmeli ve şartları taşımayan davanın usulden reddine karar verilmelidir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 14.09.2020 tarihli ve 2016/26476 Esas, 2020/7547 Karar sayılı; 31.05.2022 tarihli ve 2022/5909 Esas, 2022/6892 Karar sayılı; 09.02.2022 tarihli ve 2022/829 Esas, 2022/1542 karar sayılı kararları). İşçilik alacaklarının hangi hâllerde belirsiz, hangi hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu, 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 Esas, 2017/5 Karar sayılı kararı).

3. Anayasa Mahkemesinin ... ..., Başvuru No:2019/12190, 22.02.2022 tarihli kararında ise başvurucunun şartları oluşmadan açtığı belirsiz alacak davasının dava şartı yokluğundan reddedilmesinin -usul hukukundaki imkânlar gözetildiğinde- başvurulabilecek son çare olmadığı, davanın hukuki yarar yokluğundan reddi suretiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

4. Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında, belirsiz alacak davasında davacının hukuki yararının bulunmadığını belirtmenin güç olduğuna değinildikten sonra usulden ret kararı verilmeden önce başvurulacak usuli imkânların mevcut olduğu, şartları bulunmadığı hâlde belirsiz alacak davası olarak açılan davada 6100 sayılı Kanun’un hâkimin belirsiz veya çelişki gördüğü hususları açıklatma yetkisini haiz olduğunu düzenleyen 31 inci maddesi ile dava dilekçesinde talep sonucunun eksik olması hâlinde hâkimin davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre vereceğini öngören 119 uncu maddesi ve dava şartı noksanlığının giderilmesinin mümkün olması durumunda bunun tamamlanması için kesin süre verileceği yönündeki 115 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmünün uygulanması gerektiği belirtilmektedir.

5. Belirsiz alacak davasının usulden reddinden önce başvurulması gerektiği belirtilen 6100 sayılı Kanun’un anılan hükümlerinin söz konusu usuli sorunun çözümünde uygulanma olanağı olup olmadığı önem arz etmektedir. Bu bağlamda belirtilen usul kurallarının Kanun’un amacı ve benimsediği sistematiğe uygun şekilde yorumlanması gerektiği açıktır. Bununla birlikte öncelikle ifade etmek gerekir ki belirtilen usul kurallarının yorumlanması derece mahkemelerinin ve içtihat mahkemesi olan Yargıtayın görev alanına girmektedir. Çünkü bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesinin bir temel hak ihlali iddiasını sadece Anayasa ve temel haklar açısından incelemesine olanak sağlayan bir hukuki çaredir. Anayasa’nın 148 inci maddesinin dördüncü fıkrasında ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49 uncu maddesinin altıncı fıkrasında belirtildiği üzere, kanun yolu denetiminde gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bu nedenle bir yargılamada usul meseleleri hakkında karar verilmesi, maddi vakıaların ortaya konması ve değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve somut uyuşmazlığa uygulanması Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.

6. Anayasa Mahkemesinin ... ... başvurusuna ilişkin kararında yaptığı değerlendirmeler, esasen münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar olup bireysel başvuru yolunda riayet edilmesi gereken inceleme kapsamında değildir (... ... ..., Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve Kararların Medenî Usûl Hukukuna Etkileri, İstanbul, 2022, s.389 vd. ve özellikle s.393, dn.1573).

7. Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcı olmakla birlikte, bu özel bağlayıcı etki sınırsız değildir. Anayasa Mahkemesi kararlarının özel bağlayıcı etkisi Anayasa’nın yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin meselelerle sınırlı olup bu etki, münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken alelade kanun hükümlerinin yorumlanması bakımından geçerli değildir. Zira Anayasa Mahkemesi, genel yetkili en üst derece mahkemesi olmayıp özel bir mahkemedir ve vazifesi de anayasa hukuku meseleleri ile sınırlıdır. Bu nedenle yukarıda ifade edildiği üzere, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinin kapsamını aşan, alelade kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkin olan ve münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken söz konusu değerlendirmelerin bağlayıcı etkisinden söz edilemez. Usul hukuku kuralları çerçevesinde kabulü mümkün görünmeyen söz konusu değerlendirmeler, Yargıtay ve derece mahkemeleri bakımından Anayasa’nın 153 üncü maddesinin altıncı fıkrasında öngörülen bağlayıcılıktan istifade edemez. Hatta belirsiz alacak davasının niteliğiyle bağdaşmayan bu değerlendirmelerin Yargıtay ve derece mahkemelerince kabulü, mevzuatın açıklığı karşısında kanuna aykırı ve hatta keyfî bir uygulama dahi oluşturabilecektir (..., s.561-562, dn.2324).

8. Anayasa Mahkemesi kararlarına bahşedilen bu özel bağlayıcı etkinin gücü ve önemi, bireysel başvuru yolu incelemesinin kapsamının aşılmamasına azami hassasiyet gösterilmesini de gerektirmektedir. Zira Anayasa Mahkemesinin; yetkili olmadığı, sadece derece mahkemelerinin yetkisine giren ve münhasıran kanun yolunda incelenebilecek olan bir konuda karar vermesi, derece mahkemelerinin yetki alanlarına müdahale teşkil edeceği gibi kanunların kanun koyucunun öngörmediği bir şekilde uygulanmaya başlanması tehlikesini de beraberinde getirecektir (..., s.393).

9. Kaldı ki belirsiz alacak davasında aranan hukuki yararın mevcut olup olmadığı ile şartları bulunmadığı hâlde belirsiz alacak davası olarak açılan bir davada 6100 sayılı Kanun’un 31, 115 ve 119 uncu maddelerinin uygulanması gerektiğine ilişkin Anayasa Mahkemesince yapılan yorumlar, aşağıda açıklanacağı üzere sözü edilen düzenlemelere uygun düşmemektedir.

10. 6100 sayılı Kanun'un İlgili Hukuk kısmında yer verilen 107 nci maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası, davacının dava açtığı anda miktar veya değerini tam ve kesin olarak belirleyemediği alacağının tümünün hüküm altına alınması amacıyla açtığı bir dava türüdür (..., Belirsiz Alacak Davası (HMK m.107), Ankara 2011, s.59; ... Simil, Belirsiz Alacak Davası, İstanbul, 2013, s.23, 111). Söz konusu dava, başlangıçta miktarı bilinmese de niteliği itibarıyla tam eda davasıdır (Pekcanıtez, s.31; Simil, s.23, 111).

11. Belirsiz alacak davası açılmak suretiyle davacıya hem maddi hukuka hem de usul hukukuna ilişkin pek çok imkân tanınmaktadır. Söz konusu imkânlar dikkate alındığında davacı ile davalı arasındaki dengenin, davacı lehine bozulduğu görülmektedir. Özellikle usul hukukuna ilişkin sonuçları göz önünde bulundurulduğunda, belirsiz alacak davasının silahların eşitliği ilkesi ile çeliştiği de söylenebilir ( , ... , ... ..., Medenî Usûl Hukuku, Ankara, 2022, s.331). Bu nedenle belirsiz alacak davasının talep sonucunu tam ve kesin olarak belirleyemeyenlere (rakamlandıramayanlara) tanınmış, istisnai bir dava türü olduğu kabul edilir. Belirsiz alacak davası, sadece davanın açıldığı anda alacağının miktarının kesin olarak belirlenmesinin imkânsız veya bunun davacıdan beklenemeyecek olması durumunda açılabilir. Bunun dışındaki hiçbir neden belirsiz alacak davasının açılmasına imkân tanımamaktadır (Simil, s.86-87).

12. Dava şartı, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi ve esasa ilişkin bir hüküm verebilmesi için gerekli şart olarak tanımlanmaktadır Hukuki yarar da açıkça 6100 sayılı Kanun'un 114 üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde genel dava şartları arasında sayılmıştır. Hukuki yarar, dava ikamesiyle mahkemeye yöneltilen talebin esası hakkında incelemede bulunulabilmesi ve esasa ilişkin karar verilebilmesi için varlığı aranan olumlu bir dava şartı olarak kabul edilmektedir (... ..., Ejder ..., ..., ..., Medenî Usul Hukuku, Ankara 2022, s.332, 338; ..., ... ..., ... ..., ... ... ..., Medeni Usûl Hukuku, Cilt II, İstanbul, On Beşinci Baskı, 2017, s.927, 947). Dava hakkı, Anayasa'nın 36 ncı maddesi gereğince herkese tanınmış anayasal temel bir haktır. Bununla birlikte dava hakkına sahip olmak, davada hukuki yararın varlığını göstermez. Zira bir dava şartı olarak hukuki yararın varlığını kabul etmek için davacının, mevcut hukuki durumunu değiştirecek ve iyileştirecek bir hükme ihtiyaç duyması gerekir (..., Davada Menfaat, Ankara, 2009, s.155, 344). Davacının bu ihtiyacı kişisel, güncel ve hukuki nitelikte olmalıdır. Hukuki yararı dava şartı olarak düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 114 üncü maddesinin gerekçesinde de bu husus açıkça vurgulanmıştır.

13. Dava açmakta hukuki yararı olmayan bir kişi dava hakkına dayanarak dava açabilirse de dava, esastan incelenmeden reddedilir. Böylelikle hukuki yarar, haksız dava açmak suretiyle dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturmaktadır. Dava hakkının hiçbir ölçü ve sınırlama olmaksızın kullanılması kabul edilemez. Yargıtay da eskiden beri hukuki yararın dava şartı olduğunu kabul etmekte ve bir kişinin dava hakkına sahip olmasının dava açabilmesi için yeterli olmadığını, ayrıca o kişinin o davayı açmakta hukuki yararının bulunması gerektiğini ifade etmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.05.2001 tarihli ve 2001/443 Esas, 2001/458 Karar sayılı kararında bu husus şu şekilde vurgulanmıştır: “ … Bir kişinin dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Davanın dinlenebilmesi (esasına girebilmesi) için gerekli, şartlardan birisi ve en önemlisi, davacının o davayı açmakta hukuki yararının bulunmasıdır. O kişinin dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı yoksa, davanın bu yönden esasa girilmeden reddi gerekir. Çünkü hukuki yarar dava şartıdır ve mahkeme dava şartlarını kendiliğinden (re'sen) incelenmekle görevlidir. …” (Aynı yöndeki diğer bir karar için bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 15.11.2006 tarihli ve 2006/729 Esas, 2006/723 Karar sayılı kararı).

14. 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesinde talep sonucunu belirleyemeyen alacaklı bakımından bu dava türünde hukuki korunma ihtiyacı, özel bir dava şartı (genel dava şartı olan hukuki yarardan farklı şekilde özel bir hukuki yarar) olarak kabul edilmiştir. Maddenin gerekçesinde bu durum “… Alacaklarının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. ...” şeklinde ifade edilmiştir. Kanun koyucunun alacaklının bu dava türünde hukuki korunma ihtiyacını hukuki yarar olarak değerlendirdiği, hiçbir duraksamaya yer vermeyecek kadar açık ve nettir. Buna göre sadece talep sonucunu belirleyemeyen kişinin bu dava türünde korunma ihtiyacından ve dolayısıyla hukuki yararından söz edilebilir. Başka bir anlatımla talep sonucunu belirleyebilen kişinin, bu dava türünde korunma ihtiyacı bulunmadığından, böyle bir dava açmakta hukuki yararı yoktur.

15. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesinin birinci fıkrasına göre davanın koşullarından biri olarak davacı “hukuki ilişkiyi … belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.” Doktrinde de Türk hukukunda mehaz İsviçre hukukundan farklı olarak, belirsiz alacak davası açan davacının hukuki ilişkiyi göstermesinin zorunlu kılınmasının, belirli alacaklar için de belirsiz alacak davası açılmasının engellenmesi amacını taşıdığı ifade edilmektedir (Simil, s.238-239). Davacının hukuki ilişkiyi ortaya koyması, belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının bulunup bulunmadığını belirler. Çünkü alacağın miktarı belirli ise veya belirlenebilir nitelikte ise davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararı bulunmamaktadır.

16. Eda davalarında hukuki yararın varlığı asıldır. Ancak şüphe hâlinde eda davalarında da hukuki yararın mevcut olup olmadığı inceleme konusu yapılır (..., ... ..., Ejder ..., Medenî Usul Hukuku, Ankara, 2013, s.250). Belirtelim ki 107 nci maddede belirsiz alacak davası açan alacaklının hukuki ilişkiyi belirtmek zorunda olmasının açıkça düzenlenmesi, bu davada davacının dava açtığı anda hukuki yararının bulunup bulunmadığının mahkemece özel olarak incelenmesi gerektiğini göstermektedir. Belirsiz alacak davasında davacının hukuki ilişkiyi belirtmesi, gerçekten dava açtığı anda alacağın miktarının belirli veya belirlenebilir olup olmadığının tespitini sağlamaktadır. Hâkim, talebin miktarının belirlenmesinin imkânsız veya davacıdan beklenemez olduğunu ancak davacının dava dilekçesinde ortaya koyacağı hukuki ilişkiye göre tespit edebilecektir. Bu nedenle belirsiz alacak davası bir eda davası olmasına rağmen bu davada hukuki yararın varlığı asıl olarak kabul edilemez. Mahkeme, özel olarak davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığını incelemek zorundadır. Sonuç olarak belirsiz alacak davası için aranan hukuki yarar, eda davalarında aranan hukuki yarardan farklıdır.

17. Kuşkusuz alacaklının belirsiz alacak davası açmak için eda davalarında aranan genel hukuki yararının varlığı kabul edilebilir. Ancak belirsiz alacak davası için davacının eda davaları için gerekli hukuki yararından farklı olarak bu dava türüne özgü yukarıda açıklanan özel hukuki yararı bulunmalıdır. Nitekim benzer durum tespit davaları için de söz konusu olup kanun koyucu eda davaları için aranan hukuki yarardan farklı olarak tespit davalarının özelliği gereği güncel hukuki yararı özel olarak belirtmiştir (Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), Resmî Gazete 27836, (04.02.2011), Kanun No. 6100, md.106, f.2). Bu da göstermektedir ki kanun koyucu özel durumlar için hak aramak bakımından, bazı özel dava şartlarının gerçekleşmesini aramaktadır. Kanun koyucunun öngördüğü özel dava şartlarını göz ardı edip mahkemeye erişim hakkını belirlemek doğru değildir; aksinin kabulü kanun koyucunun iradesine aykırı olacaktır.

18. Mahkemeye yöneltilmiş bir talepte, hukuki yararın varlığından söz edilebilmesi için, iddia düzeyinde de olsa bir sübjektif hakkın varlığı yanında, buna ilişkin mahkemeye müracaatın hukuki himaye için yeterli ve başvurulan yolun gerekli olması gerekir. Belirsiz alacak davasının açıldığı durumda, bir hak mevcut olduğu gibi nihai tahlilde bir eda davası olması dolayısıyla cebri icraya elverişli bir hüküm ortaya çıkacağı için başvurulan yolun yeterli olduğu söylenebilir. Ancak belirsiz alacak davası açılmasının gerekli olarak değerlendirilebilmesi için davacının talep sonucunu rakamsal olarak ifade edemiyor (veya etmesinin imkânsız) olması gerekir. Dava açtığı tarihte talep sonucunu belirleyebilen davacının, belirsiz alacak davası açması gerekli değildir ve bu nedenle belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararı yoktur.

19. Belirtilmelidir ki salt eda davası niteliğinden hareketle belirsiz alacak davası açan kişinin hukuki yararının mevcut olduğunun kabulü de davanın türüne uygun düşmemektedir. Çünkü genel bir kabul ile eda davalarında hukuki yararın daima mevcut olduğu şeklinde bir sonuca varılamaz. Örneğin, ilâm niteliğinde bir belgeye sahip bulunan kimsenin, belgeye konu alacağı için bir eda davası açması hâlinde, bu davanın da yine hukuki yarar yokluğundan reddi gerekir. Zira kişinin bu yola başvurması gerekli değildir. Görüldüğü üzere salt bir eda talebi de hukuki yararın mevcudiyeti için yeterli olmaz.

20. 6100 sayılı Kanun’un 114 üncü maddesinde dava şartları belirtilmiş olup bunların arasında hukuki yarar da sayılmıştır. Aynı Kanun’un 115 inci maddesine göre sonradan tamamlanması mümkün olmayan dava şartlarının eksikliği hâlinde, davacıya herhangi bir süre verilmeden, davanın usulden reddine karar verilir. Hukuki yarar; eksikliği belirli bir süre verilerek tamamlanabilecek, giderilebilecek bir dava şartı değildir. Davacının yararı kural olarak davanın açıldığı tarihte var olmalıdır. Aksi takdirde, davacının açmış olduğu dava kabule şayan değildir ve hukuki yarar yokluğu nedeniyle esası incelenmeksizin davanın reddedilmesi gerekir. Çünkü dava şartları davanın açıldığı ana göre belirlenir. Hukuki yarar da kanunda dava şartı olarak düzenlendiğine göre hukuki yararın varlığı davanın başında öncelikle incelenecektir. Hukuki yarar eksikliğinin sonradan tamamlanamayacak bir dava şartı olduğu Yargıtayın çok eski yıllara dayanan yerleşik bir uygulamasıdır (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 11.10.2001 tarihli ve 2001/5014 Esas, 2001/9347 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 31.03.2004 tarihli ve 2004/411 Esas, 477 Karar sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 04.02.2002 tarihli ve 2002/385 Esas, 2002/1835 Karar sayılı; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 31.12.1979 tarihli ve 1979/14213 Esas, 1979/15362 Karar sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 01.12.1997 tarihli ve 1997/6509 Esas, 1997/11434 Karar sayılı; Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 06.04.1981 tarihli ve 1981/917 Esas, 1981/2464 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 11.03.1998 tarihli ve 1998/176 Esas, 1998/217 Karar sayılı; Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 06.04.1981 tarihli ve 1981/17 Esas, 1981/2464 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 02.04.2003 tarihli ve 2003/7-256 Esas, 2003/269 Karar sayılı kararları). Ayrıca belirtelim ki dava türü değiştirilerek de hukuki yarar şartı tamamlanamaz. Zaten Kanun’da da dava şartı eksikliğinin tamamlanması genel bir ilke olmayıp “… dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise …” süre verilmesi öngörülmüştür ki Yargıtayın yerleşik uygulaması hukuki yararın bu kapsamda olmadığı yönündedir. Keza yine doktrinde de görüşler bu yöndedir (..., ... Simil, "Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin Belirsiz Alacak Davasına İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi", İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 15, 2016, Sayı 1, Prof. Dr. ...'e ..., s.301; ... vd. s.339; ..., ..., s.975-1024, 1000; Pekcanıtez vd., s.948).

21. Belirli bir alacak ancak tam eda davası şeklinde mahkemeye getirilirse dava açılmasında hukuki yarar olduğu kabul edilebilir. Mahkeme, kanunun öngördüğü koşulları taşımayan ve kendisinin de bu koşulların davacı tarafından tamamlanmasını temin ederek yargılamaya devam etme yetkisinin olmadığı bir davada, yargılama yaparak talebi esastan karara bağlayamaz. Bir başka deyişle mahkeme, kendisine kanunun öngördüğü şekilde yöneltilmeyen bir hukuki koruma talebinin gereğini, her hâlükârda uyuşmazlığın esası hakkında hüküm verecek şekilde yerine getirmek yükümlüğü altında olamaz. Önemli olan davacının tam eda davası açmasında hukuki yararının bulunması değil, belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının bulunmamasıdır. Tam eda davası açılmasında hukuki yarar olsa bile, dava bu şekilde açılmamışsa mahkeme davacıya talebini ve davasını tam eda davasına dönüştürmesi için süre veremez (..., ... ... ..., ... ... ..., "Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davasında Mahkemece Verilecek Karar", ...Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 16, Özel Sayı 2014, Prof. Dr. ...’e ..., s.996)

22. Bu açıklamalar karşısında Anayasa Mahkemesinin ... ... başvurusuna ilişkin kararında yer alan “… Esasen eda davalarında hukuki yararın bulunduğu kural olarak kabul edilir. …belirsiz alacak davasının da bir eda davası olduğu hususu gözetildiğinde bir alacağın belirsiz alacak davasına konu edilmesinde hukuki yararın bulunmadığının söylenmesi güçtür. … Sonuç olarak, belirsiz alacak kapsamına girmediği değerlendirilen bir alacağın belirsiz alacak davasına konu edilmesinde hukuki yararın bulunmadığı yorumu -belirsiz alacak davasının da bir eda davası olduğu hususu dikkate alındığında- makul olarak öngörülebilecek bir yorum olarak değerlendirilmemiştir. …” (... ..., B. No: 2019/12190, 22.02.2022, § 47,51,53) şeklindeki değerlendirmelerine katılmak mümkün değildir. Anayasa Mahkemesinin belirsiz alacak davasına özgü özel hukuki yararı dikkate almadan, salt eda davası niteliğinden hareketle, belirsiz alacak davası açan kişinin hukuki yararının bulunduğuna yönelik değerlendirmesi davanın türüne uygun düşmemektedir. Çünkü belirsiz alacak davası, eda davası olmakla birlikte ayrı bir dava türü olarak kabul edilmiştir.

23. 6100 sayılı Kanun’un 31 inci maddesine göre “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.” Somut olayda olduğu gibi belirsiz alacak davası olarak açıldığı açıkça belirtilen bir davada, dava türü bakımından aydınlatılması gereken belirsiz yahut çelişkili bir durumdan söz edilemez. Bu sebeple sözü edilen hükmün uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Belirsiz alacak davası açan alacaklı, talep sonucunu belirleyemediğini ve bu nedenle belirsiz alacak davası açmak zorunda kaldığını, başka bir ifade ile hukuki yararının varlığını ikna edici bir şekilde ortaya koymalıdır. Bu gereklilik karşısında, 6100 sayılı Kanun'un 33 üncü maddesine dayanılarak dava türünün hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün değildir. Diğer yandan dava türünün hukuki nitelendirmeden hareketle hâkim tarafından değiştirilmesi, 6100 sayılı Kanun'un 24 üncü maddesinde öngörülen tasarruf ilkesi ile 25 inci maddesinde öngörülen taraflarca getirilme ilkesine de uygun düşmez.

24. Diğer yandan, 6100 sayılı Kanun’un “Dava dilekçesinin içeriği” kenar başlıklı 119 uncu maddesinde dava dilekçesinde yer alması gereken unsurlar belirtilmiş; bazı unsurların eksikliği hâlinde davacıya eksikliği tamamlaması için süre tanınacağı, verilen süre içinde eksiklik tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği düzenlenmiştir.

25. Belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılması hâlinde, dava dilekçesinde bir eksiklik söz konusu değildir. Davacı dava dilekçesinde bir talep sonucu belirlemiştir. Davacının belirsiz alacak davası açma hakkı bulunmadığı hâlde, bu davayı açma hakkı olduğunu düşünerek dilekçesinde sadece geçici bir talep sonucuna yer vermiş olması, dilekçede talep sonucunun eksik olarak gösterildiği anlamına gelemez. Böyle bir durumda, aslında belirsiz alacak davasının koşullarının mevcut olmadığını tespit eden mahkeme, talep sonucunu tamamlaması ya da tam olarak belirlemesi için davacıya süre veremez. Zira hâkim kural olarak tarafların talep sonucuyla bağlı olup ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez (HMK md. 26). Taraflarca getirilme ilkesinin egemen olduğu bir yargılamada mahkemenin böyle bir görevi ve yetkisi söz konusu olamaz. Mahkeme, talep sonucunu eksik bildiren davacıdan, sırf onu korumak maksadıyla talebini artırmasını ve tam olarak belirlemesini isteyemez. Aksine davranış, taleple bağlılık ve taraflarca getirilme ilkesiyle bağdaşmaz. Kanun ancak koşulları mevcut olan belirsiz alacak davasında dilekçede geçici bir talep sonucunu belirtmenin yeterli olacağına cevaz vermiş; belirli alacaklar için açılan davada talep sonucunun bu şekilde belirtilmesini kabul etmemiştir. Kanunun dahi vermediği bir hakkı, mahkemenin 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmünü uygulayarak davacıya vermesi kabul edilemez. Belirsiz alacak davasının koşullarını taşımadığı için aslında reddedilmesi gereken bir davada, hâkimin davacıdan davasını tam eda davasına dönüştürmesini istemesi, davacıya yol göstermesi anlamına gelir. Hatta bu durum hâkimin davayla ilgili olarak kanunen gerekmediği hâlde görüşünü açıklaması (HMK md. 36, f. 1, b. (b)) yani ihsas-ı reyde bulunması anlamına geldiği için de hâkimin reddi için bir sebep teşkil edebilir. Tüm bu nedenlerle belirli alacak için belirsiz alacak davası açılan hâllerde, 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmü uygulanamaz ve mahkeme talebini belirlemesi için davacıya süre veremez (..., ..., s.990-991).

26. Diğer yandan, yukarıda belirtildiği üzere 6100 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesi, dava dilekçesindeki bazı eksikliklerin tamamlattırılması ile ilgili olup dava türünün değiştirilmesine imkân veren bir düzenleme değildir. Belirtmek gerekir ki eksikliğin tamamlattırılması ile yanlış açılan davanın doğru dava türüne dönüştürülmesi tamamen farklı hususlardır. Medeni yargılama sistemimizde yanlış açılan davanın hâkim tarafından doğru dava türüne dönüştürülmesine imkân veren bir düzenleme bulunmamaktadır. Öyle ki ıslah ile dahi dava türü değiştirilemez (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 02.03.2021 tarihli ve 2017/432 Esas, 2021/184 Karar sayılı kararı). Hâkim yanlış olanı doğruya dönüştüremez, taraf yerine irade oluşturamaz. Davadaki eksikliği diğer tarafın aleyhine olacak şekilde düzeltemez veya bu yolu açamaz.

27. Özel dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi, dava hakkının ortadan kaldırılması ve dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamında yorumlanamaz. Çünkü özel dava şartı (hukuki yarar) yokluğu nedeniyle usulden reddedilen dava, yukarıda belirtilen kanuni düzenleme uyarınca açılmaması gereken bir davadır. Başka bir anlatımla yanlış açılmış bir davadır. Yanlış dava açanın mahkemeye erişim hakkının kısıtlandığından söz edilemez. Anayasa’nın 36 ncı maddesinde belirtildiği üzere “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Buna göre ancak usulüne uygun açılan bir dava söz konusu olduğunda, mahkemeye erişim hakkından söz edilebilir.

28. Davanın hukuki yarar eksikliği nedeniyle usulden reddedilmesi hâlinde, mahkemeye erişim hakkı sınırlandırılmaktadır; ancak bu sınırlama, davalının adil yargılanma hakkının (silahların eşitliği ilkesi boyutuyla) korunmasına yönelik meşru bir amaç taşır ve ölçüsüz bir sınırlama da değildir. Zira usulden ret kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden, ilgili eksiklik giderilerek söz konusu davanın, doğru bir şekilde yeniden açılması mümkündür.

29. Kanun’daki özel hukuki yararı göz ardı ederek bir tarafın mahkemeye erişim hakkını korumak gerekçesiyle diğer taraf aleyhine sonuç doğuracak şekilde dengenin bozulması, silahların eşitliği, savunma hakkı ve hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmesine de yol açacaktır. Zira belirsiz alacak davasında davacıya henüz somutlaştırıp tam belirtmediği bir alacağı için dava açma imkânı sağlanarak hak arama ve mahkemeye erişimde avantaj sağlanmıştır. Karşı taraf aslında dava açılırken tam olarak bilmediği bir talep sonucu için savunma yapmak durumunda bırakılmaktadır. İşte bu sebeple kanun koyucu davacıya tanınan bu avantaj ve imkânı, özel bir dava şartına bağlamış ve sınırlandırmıştır.

30. Hukuk sistemimiz, davanın usulden reddedilmesi nedeniyle alacağın zamanaşımına uğraması durumunda, davacının mağduriyetini önleyecek bir hukuki çareye de yer vermiştir. 6098 sayılı Kanun'un “Davanın reddinde ek süre” kenar başlıklı 158 inci maddesine göre “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.” Yargıtayın (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi ile 9. Hukuk Dairesi, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi hâlinde davacının 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesinin öngördüğü imkândan yararlanabileceğine karar vermiştir (Yargıtay (Kapatılan)22. Hukuk Dairesi, 29.11.2018 tarihli ve 2018/15434 Esas, 2018/25756 Karar sayılı; 24.10.2019 tarihli ve 2019/7815 Esas, 2019/19996 Karar sayılı; 21.01.2020 tarihli ve 2016/27790 Esas, 2020/825 Karar sayılı; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 28.06.2021 tarihli ve 2021/6019 Esas, 2021/10945 Karar sayılı kararları). Yargıtayın bu uygulaması doktrinde de kabul görmüş ve belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddi hâlinde alacaklının, 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesindeki ek süre içinde usulüne uygun şekilde alacağın tamamı için tam eda davası açabileceği ifade edilmiştir (... Simil, “Yargıtay Kararları Işığında Belirsiz Alacak Davası ve Kısmî Dava ile İlgili Sorunlar”, Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukukunun Güncel Sorunları II, ... ..., İstanbul, 2020, s.111,112). Bu nedenle belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesinin, davacının mahkemeye erişim hakkını engellediğini kabul etmek de mümkün değildir. Davacının, belirli veya belirlenebilir alacağının tamamı için usulüne uygun şekilde tam eda davası açmasına usuli açıdan bir engel bulunmamaktadır.

31. Anayasa Mahkemesine göre “… Dairenin somut olayda başvurucunun yaptığı usul hatasını düzeltilebilecek bir yanlışlık olarak kabul etmemiş olması, 6098 sayılı Kanun'un 158. maddesiyle getirilen imkândan yararlanmasının mümkün görüleceğini kuşkulu hâle getirmektedir. Bu sebeple başvurucunun açacağı yeni bir davanın başarı şansı sunabileceği kanaatine kesin olarak varılamamaktadır. … ” (... ..., § 73). Oysa davanın usulden reddedilmesi, düzeltilebilir bir yanlışlığa işaret eder. Dairenin bireysel başvuruya konu kararında bu yönde olumsuz bir değerlendirmesi de bulunmamaktadır. 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesinde belirtilen “düzeltilebilecek bir yanlışlık” ifadesi, davacının daha sonra usulüne uygun olarak açacağı davada dikkate alınması gereken bir husustur. Davacı usulüne uygun şekilde dava açarak yanlışını düzeltmiş olacaktır.

32. 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesine mehaz teşkil eden İsviçre Medeni Usul Kanunu’nun 85 inci maddesi ile ilgili olarak ... Kantonu Yüksek Mahkemesi, şartları bulunmadığı hâlde açılan belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini belirtmiş; buradaki hatanın, dilekçedeki basit bir şeklî eksiklik olarak kabul edilmek suretiyle İsviçre Medeni Usul Kanunu’nun 132 nci maddesinin uygulanamayacağını ifade etmiş, aynı Kanun’un 56 ncı maddesinde düzenlenen hâkimin davayı aydınlatma ödevinin de uygulama alanı bulamayacağını belirtmiştir (.... des ... ...., 20.10.2015, ...). Söz konusu kararda, dava şartı eksikliğinin bulunduğu davaların, bu nedenle reddedilmesinin usul ekonomisine aykırı olduğu gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesi ve İsviçre Federal Anayasası’nın 29 uncu maddesine dayanılamayacağı ifade edilmiştir. Keza İsviçre Federal Mahkemesi de 2020 yılında verdiği bir kararında, şartları bulunmadığı hâlde açılan belirsiz alacak davasında, hâkimin davayı aydınlatma ödevine dayalı olarak tarafın talebinin düzeltilmesine imkân veremeyeceğini, bunun silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğunu belirtmiş; ayrıca taraf adına doğru bir hukuki himaye talebi formüle etmenin, mahkemenin görevi olmadığını ifade etmiştir (İsviçre Federal Mahkemesi, 15.06.2020, 4A_502/2019).

33. Uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkına, Anayasa’nın 13 üncü maddesi uyarınca kanunla sınırlamalar getirilebilecek olmakla birlikte, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna aykırı olmaması, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyet’in gereklerine uygun olması, hakkın özünü zedelememesi, meşru bir amaç taşıması, açık ve ölçülü olması gerekir (Anayasa Mahkemesi, ... , B. No:2014/819, 09.06.2016, § 37 vd.; Anayasa Mahkemesi, ..., B. No:2018/2784, 10.02.2021, § 30 vd.). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığına vurgu yapmakta ve belli esaslara uygun hareket edilmesi kaydıyla sınırlanabileceğini belirtmektedir: “Mahkeme, mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını ve birtakım sınırlamalara maruz kalabileceğini; mahkemeye erişim hakkı, doğası gereği Devlet tarafından toplumun ve bireylerin ihtiyaçları ve kaynaklarına göre yer ve zaman açısından değişebilen düzenlemelerin yapılmasını gerektirdiğinden bu kısıtlamalara izin verildiğini yineler. Uygulanan sınırlamalar, söz konusu hakkın özünü bozacak bir biçimde veya kapsamda bireyin mahkemeye erişimini kısıtlamamalıdır. İlaveten, bir sınırlama meşru bir amaca hizmet etmediği ve kullanılan araçlar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi olmadığı sürece Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi ile bağdaşmayacaktır (bk. ... / San ..., no. 50956/16, § 156, 2 Mayıs 2019).” (AİHM, Nalbant ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 59914/16, 03.05.2022, § 32).

34. Somut uyuşmazlıkta davacı davalı Kurumda toplam çalıştığı süreyi, Yönetim Kurulu kararlarında ve toplu iş sözleşmelerinde yer alan oranı, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını ve sonuç itibarıyla ödenmesi gereken ücreti Kurum Yönetim Kurulu kararlarına göre ve işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesi hükümleri gereğince belirleyebilecek durumdadır. Dolayısıyla davanın açıldığı tarihte dava konusu alacaklar belirlenebilir nitelikte olduğundan belirsiz alacak davasına konu edilemez.

35. Şu hâlde talep edilen fark ücret alacağı ve ilave tediye ücreti bakımından davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Bu nedenle koşulları oluşmayan davanın dava şartı yokluğundan usulden reddi gerekirken davanın esasına girilerek karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

1. Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,

2. İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,

Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgililere iadesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

05.11.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.