Logo

9. Hukuk Dairesi2024/7215 E. 2024/13201 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davacının, 696 sayılı KHK ile 375 sayılı KHK kapsamında sürekli işçi kadrosuna geçerken imzaladığı sulh sözleşmesiyle önceki iş ilişkisinden kaynaklanan haklarından feragat edip etmediği ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının davaya etkisi.

Gerekçe ve Sonuç: Anayasa Mahkemesi'nin 375 sayılı KHK'nın ilgili bentlerini iptal etmesi ve iptal kararlarının kesinleşmemiş davalara uygulanması gerektiği gözetilerek, mahkeme dışı yapılan sulh sözleşmesinin kesin hüküm etkisi doğurmaması nedeniyle, ilk derece mahkemesinin muvazaa iddiasını araştırması ve sonucuna göre karar vermesi için karar bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 47. Hukuk Dairesi

KARAR : İstinaf başvurusunun esastan reddi

İLK DERECE MAHKEMESİ : ... 31. İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 03.11.2014 tarihinden itibaren davalı ... Rektörlüğünde (Üniversite) değişen alt işverenler bünyesinde çalışmaya başladığını, her ne kadar veri giriş elemanı olarak gösterilmiş ise de davalı Üniversitenin asıl işini yaptığını, emir ve talimatları Üniversiteden aldığını, 30.01.2009 tarihli Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettiş raporuyla asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunun tespit edildiğini ve hâlen çalışmaya devam ettiğini, işe girdiği tarihten bu yana asgari ücret artışlarından yararlanmadığını, ücretlerinin hâlen eksik ödenmeye devam edildiğini, asıl işverenin Üniversite olması nedeniyle ilave tediye ödenmesi gerektiğini ileri sürerek fark ücret ve ilave tediye alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (696 sayılı KHK) kapsamında idari kadroya geçerken ilgili yasal düzenlemeler ve imzalanan sulh sözleşmesi ile geçmişteki iş ilişkisinden kaynaklı haklarından feragat ettiğini, davacıya eksik ücret ödenmediğini savunarak davanın reddini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davalı Üniversitenin alt işvereni nezdinde çalışan davacının 696 sayılı KHK'nın yayımlanması sonrasında 28.03.2018 tarihinde sürekli işçi kadrosuna geçtiği, davacının kadroya geçmesinin ardından davalı Üniversite ile bireysel iş sözleşmesinin imzalanmadığı, dosya arasında bulunan 26.03.2018 tarihli feragatname ve sulh sözleşmesi başlıklı belgeyi imzalayıp önceye dayalı herhangi bir hak ve alacak talebinde bulunmayacağı varsa açılmış davadan feragat edeceği yönünde taahhütte bulunduğu, davacının davalı Üniversite ile imzalanan sulh sözleşmesi ile sürekli işçi kadrosuna geçiş statüsünü tercih ederek kadroya geçtiği, kadroya geçiş ile artık hizmet alım sözleşmelerinin hükmünü yitirdiği, imzalanan sulh sözleşmesi ile davacının alt işveren işçisi olarak çalıştığı döneme ilişkin iş sözleşmesinden dolayı herhangi bir hak ve alacak talep etmeyeceği yönünde taahhüt ve feragatta bulunduğu, sulh sözleşmesine ilişkin iradesinin sakatlandığına dair herhangi bir iddia da bulunmadığı, bu nedenle imzalanan sulh sözleşmesinin tarafları bağladığı gerekçesiyle ve muvazaanın araştırılmasına gerek görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri

Davacı vekili; müvekkili ile alt işveren şirketler arasında yapılan bireysel iş sözleşmelerinde ücretlerin asgari ücretin katsayıları üzerinden belirlendiğini, kadroya geçişte yeni bir sözleşme imzalanmadığından bu sözleşmelerin hâlen yürürlükte olduğunu, sulh sözleşmesi ve feragatnamenin kadroya geçiş sırasında davacının ve tüm kadroya geçirilenlerin iradeleri sakatlanılarak imzalatıldığını, davalı Üniversite ile alt işveren şirketler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğunun dosyada mevcut emsal nitelikte bilirkişi raporu ve mahkeme kararı ile tespit edildiğini, karşı taraf lehine hükmedilen vekâlet ücretinin hatalı olduğunu belirterek İlk Derece Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi istemi ile istinaf yoluna başvurmuştur.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; davalı Üniversite ile davacı arasında sürekli işçi kadrosuna geçtiği dönemde herhangi bir iş sözleşmesi yapılmadığı, davacının kadroya geçmekle birlikte daha önce ücret ile diğer mali ve sosyal haklarını asgari ücretle irtibatlandıran uygulamanın sona erdiği, davacının talep edebileceği herhangi bir ücret farkı alacağı olmadığı, imzalanan sulh sözleşmesi ile davacının alt işveren işçisi olarak çalıştığı döneme ilişkin iş sözleşmesinden dolayı herhangi bir hak ve alacak talep etmeyeceği yönünde taahhüt ve feragatta bulunduğu, bu nedenle ücret farkı ve ilave tediye alacağının talep edilmeyeceği, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmesinin dosya kapsamına uygun olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili; istinaf dilekçesinde ileri sürülen gerekçeler ve resen dikkate alınacak nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi istemi ile temyiz yoluna başvurmuştur.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık; asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı olup olmadığı ve davacının davalı Üniversitenin işçisi olarak kabul edilmesinin gerekip gerekmediği, buna bağlı olarak dava konusu alacaklara hak kazanıp kazanmadığı ve Anayasa Mahkemesinin 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (375 sayılı KHK) geçici 23 ve geçici 24 üncü maddelerinin birinci fıkralarının (c) ve (ç) bentlerinin iptaline dair 17.04.2024 tarihli ve 32520 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 27.12.2023 tarihli ve 2018/96 Esas ve 2023/222 Karar sayılı iptal kararının eldeki davaya etkisi hususlarındadır.

2. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 371 inci maddesi.

2. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 153 üncü maddesi şu şekildedir:

“Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.

Anayasa Mahkemesi bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.

Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.

İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak kanun (…) teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.

İptal kararları geriye yürümez.

Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

3. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 2 nci maddesinin yedinci ve sekizinci fıkraları ile 5, 22 ve 32 nci maddeleri, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu maddesinin birinci fıkrası, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 39 uncu maddesi, 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması ve 6452 sayılı Kanunla 6212 sayılı Kanunun 2 nci Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun'un 1 vd. Maddeleri, 696 sayılı KHK ile 375 sayılı KHK'ya eklenen geçici 23 üncü madde.

4. Anayasa Mahkemesinin 375 sayılı KHK'nın geçici 23 ve geçici 24 üncü maddelerinin birinci fıkralarının (c) ve (ç) bentlerinin iptaline dair 17.04.2024 tarihli ve 32520 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 27.12.2023 tarihli ve 2018/96 Esas ve 2023/222 Karar sayılı iptal kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...

4. Geçici 23. Maddenin Birinci Fıkrasının (c) ve (ç) Bentleri

a. Anlam ve Kapsam

360. Dava konusu kurallarla sürekli işçi kadrosunda istihdam için başvuruda bulunacak işçilerden iki ayrı yazılı beyan istenmektedir. Bu beyanlardan ilki işçilerin bu kapsamda çalıştırılmalarına ilişkin olarak açtıkları davalardan ve/veya icra takiplerinden feragat edeceklerine dairdir. Diğer beyan ise işçilerin en son çalıştığı idare ile daha önce kamu kurum ve kuruluşlarında alt işveren işçisi olarak çalıştığı iş sözleşmelerinden dolayı bu madde ile tanınan haklar karşılığında herhangi bir hak ve alacak talebinde bulunmayacağını ve bu haklarından feragat ettiğine dair yazılı bir sulh sözleşmesi yapmayı kabul ettiklerine dairdir.

361. Söz konusu yazılı beyanlara konu dava ve/veya icra takiplerinden feragat edildiğine dair tevsik edici belgeler ile imzalanacak sulh sözleşmesi ise yazılı sınavda başarılı olunmasından sonra sürekli işçi kadrolarına geçiş aşamasında ibraz edilecektir.

362. Ayrıca (c) bendinde yer verilen feragat şartının tarafı idare olan dava ve/veya icra takiplerine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 375 sayılı KHK’nın geçici 25. maddesine dayanılarak hazırlanan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Personel Çalıştırılmasına Dayalı Hizmet Alımı Sözleşmeleri Kapsamında Çalıştırılmakta Olan İşçilerin Sürekli İşçi Kadrolarına veya Mahalli İdare Şirketlerinde İşçi Statüsüne Geçirilmesine İlişkin 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 23 ve Geçici 24 üncü Maddelerinin Uygulanmasına Dair Usul ve Esaslar’a ilişkin tebliğin 16. maddesinde de sınavda başarılı olanların “4734 sayılı Kanun ve diğer mevzuattaki hükümler uyarınca personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım sözleşmeleri kapsamında yükleniciler tarafından çalıştırılmalarına ilişkin olarak idarelere karşı açtıkları davalardan feragat ettiklerine…” dair ilgili evraklarını sunması gerektiği açıkça ifade edilmektedir.

363. 4857 sayılı Kanun’un 2. maddesinin altıncı fıkrasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi tanımlandıktan sonra bu ilişkide asıl işverenin, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanun’dan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumlu olacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla dava konusu kurallarla idarelerin bu sorumluluğun tarafı olmalarının önüne geçilmiş olacaktır.

...

377. Dava konusu kuralların yer aldığı maddenin işçilere yasal haklarının ötesine geçen bir avantaj sunduğuna tereddüt bulunmamaktadır. İşçilerin bu imkân karşılığında vazgeçmesi öngörülen alacak ve haklar ise alt işveren işçisi olarak çalıştıkları dönemlere ilişkindir. Asıl işveren olan idarenin bu hak ve alacaklardan kaynaklı rücu imkânı da değerlendirildiğinde işçilere sunulan imkân karşılığında bu hak ve alacaklarından feragat etmelerinin istenmesi şeklinde mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın orantılı olduğu söylenemez.

378. Öte yandan işçilerden dava açmış olanların davalardan feragat etmeleri koşulunun konulması, hak arama özgürlüğünü kullanarak dava açmış olanların davalarından vazgeçmemelerine bağlanan sonuçlar nedeniyle kuralın yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde caydırıcı nitelik taşıdığı açıktır. Bu yönüyle kuralın hak arama hürriyetine getirdiği sınırlamanın da orantılı olmadığı anlaşılmaktadır.

379. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.

...

9. Geçici 24. Maddenin Birinci Fıkrasının (c) ve (ç) Bentleri

a. İptal Talebinin Gerekçesi

427. Dava dilekçesinde özetle; dava konusu kuralların getirdiği şartların işveren karşısında daha güçsüz durumda olan işçileri güvenceli olduğunu düşündüğü işçi kadrosuna geçme hakkını kaybetme endişesiyle haklarından vazgeçmeye zorlayacağı ve eşit güce sahip olmayan taraflar arasında adaletsizliği arttıracağı, işçilerin çalışma edimini yerine getirmesine rağmen hukuken elde etmeleri gereken hakları yargı yoluyla alma hakkından zorunlu olarak vazgeçmelerine zorlandığı, hukuk devleti ve sosyal devlet ilkelerine aykırı hareket edildiği, ayrıca işçilerin hak arama özgürlüklerine ve bu kapsamda mahkemeye erişim haklarına doğrudan müdahale edildiği, düzenlemenin Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

b. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu

428. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca ilgisi nedeniyle kural, Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri yönünden de incelenmiştir.

429. 375 sayılı KHK’nın geçici 23. maddesinin birinci fıkrasının (c) ve (ç) bentlerine ilişkin Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine yönelik gerekçeler uygun olduğu ölçüde dava konusu kurallar yönünden de geçerlidir.

430. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir.

..."

5. Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarihli ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararı şöyledir:

"...

Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi'nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa'nın, 'Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.' yolundaki 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur.

..."

6. 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 Esas, 1960/9 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nın ilgili bölümü ise şu şekildedir:

"...

Sonradan çıkan içtihatları birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.

..."

7. Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kesinleşmemiş davalara da uygulanması gerektiğine dair Dairemizin 04.02.2021 tarihli ve 2020/5169 Esas, 2021/3479 Karar sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:

"...

İptal kararının görülmekte olan benzer nitelikteki diğer davaları etkilemeyeceği kabul edilirse, iptal edilen kanuni düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu sabit duruma geldiğinden, T.C.Anayasası’nın 152 nci maddesinin birinci fıkrası gereğince benzer nitelikteki davalara bakmakta olan bütün mahkemelerce Anayasa Mahkemesi’ne müracaat edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılır ki, bu ihtimalde de görülmekte olan diğer davalar bakımından nihai olarak iptal kararının geriye yürümesi neticesi ortaya çıkacaktır.

Belirtmek gerekir ki, T.C. Anayasası’nın 'Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü' başlıklı 11 inci maddesine göre 'Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.' 138 inci maddeye göre de hâkimler öncelikle Anayasa’ya uygun olarak hüküm verirler.

Bütün bu açıklamalar ışığında, somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesince verilecek iptal kararının, kesin hüküm halini almış yargı kararları saklı kalmak şartıyla, geriye yürüdüğünü kabul etmek zorunludur. Esasen geriye yürümezlik ilkesi hukuk güvenliği amacıyla tercih edildiğine göre, bu ilkenin yalnız kesin hüküm halini almış kararlar bakımından kabul edildiğini söylemek onun amacına daha uygun düşer (, ...: Anayasa Yargısında Somut Norm Denetimi, ..., 1966, s. 180; ...: Anayasa Mahkemesinin İptal Kararlarının Geriye Yürümezliği Sorunu, ..., 1988, C:2, s.214; Teziç, ...: Anayasa Hukuku, ..., 2003, s.214; Aliefendioğlu, ...: Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa Mahkemesi, ..., 1996, s.305; Tunç, ... Anayasa Yargısında İtiraz Yolu, Erzincan, 1992, s.72-73).

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15/06/2011 tarih ve 2011/20-231, 2011/425 E.K. sayılı kararında da 'Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır. Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakkın da istisnasını teşkil ederler' hususları belirtilmiştir.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin 12/12/1989 tarih, 1989/11-48 E.K. sayılı kararında da 'Anayasa'nın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi'nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Aynı durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa'nın, 'Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.' yolundaki 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur...' hususları ortaya konulmuştur.

..."

3. Değerlendirme

1. Anayasa Mahkemesinin 375 sayılı KHK'nın geçici 23 ve geçici 24 üncü maddelerinin birinci fıkralarının (c) ve (ç) bentlerinin iptaline dair 17.04.2024 tarihli ve 32520 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 27.12.2023 tarihli ve 2018/96 Esas ve 2023/222 Karar sayılı iptal kararının uyuşmazlığa etkisinin ve bu iptal kararının bağlayıcılığı ve ne zaman hukuki sonuç doğuracağı sorununun ele alınması gereklidir.

2. Anayasa’nın 153 üncü maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiş, beşinci fıkrada "İptal kararları geriye yürümez" kuralına yer verilmiştir.

3. Türk anayasal sisteminde, Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar olan dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesinin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (subjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa'nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm Devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa'nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa'ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler.

4. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve iptal kararlarının geriye yürümeyeceği kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153 üncü maddesindeki bu kuralın yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması, hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak bir denetimin amacına da terstir.

5. Geriye yürümezlik ilkesinin en önemli istisnası, Anayasa’nın 152 nci maddesindeki somut norm denetimidir. Madde uyarınca mahkeme önüne gelen uyuşmazlıkta Anayasa'ya aykırılık iddiasını ciddi görür ve Anayasa Mahkemesine iptal için başvuru yaparsa; Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararı verildiğinde, iptal kararına uymak zorundadır. Özelikle Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümeyecekse somut norm denetimine başvurunun bir anlamı olmayacaktır. Somut norm denetiminde, iptal kararının yapısı gereği durdurulan dava bakımından geriye etkili uygulama söz konusudur. İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmü, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesi iptal kararına uymak zorunda olup iptal edilen yasa maddesine dayanarak karar veremezler. İtiraz yoluna başvuran mahkemenin verilecek olan iptal kararı ile bağlı olması, diğer mahkemeler bakımından da aynı etkiyi haizdir. Sadece başvuran mahkeme açısından iptal kararının geriye yürüyeceğinin kabulü, uygulanacak olan norm bakımından mahkemeler arasında eşitsizlik doğuracaktır. Tüm mahkemelerin itiraz yoluna başvurması da beklenemez.

6. Anayasa Mahkemesince verilecek iptal kararının, kesin hüküm hâlini almış yargı kararları saklı kalmak şartıyla, geriye yürüdüğünü kabul etmek zorunludur. Buna göre iptal kararının derdest olan davalar bakımından da uygulanması gerekir.

7. Diğer yandan ifade etmek gerekir ki sulh, bir sözleşme olarak mahkeme dışında da yapılabilir. Mahkeme dışı sulh, diğer sözleşmeler gibi tamamen maddi hukuk hükümlerine tâbidir. 6100 sayılı Kanun'un 313 üncü maddesinin gerekçesine göre; mahkeme dışı sulh, borçlar hukuku konusu olduğundan düzenleme dışı bırakılmıştır. Bir diğer ifade ile 6100 sayılı Kanun'da sadece mahkeme huzurunda yapılan sulh düzenlenmiştir (..., Medenî Usul Hukuku El Kitabı, Cilt II, ..., Birinci Baskı, 2020, s.1104; aynı yönde bkz. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi, 01.06.2015 tarihli ve 2014/9508 Esas, 2015/18965 Karar sayılı karar). Nitekim Kanun'un 313 üncü maddesinin birinci fıkrasında da sulh, görülmekte olan bir davada, tarafların mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşme olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla Kanun'un 315 inci maddesi gereği kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğuran sulh, mahkeme huzurunda yapılan sulhtur.

Şu hâlde mahkeme dışı sulh, mahkeme içi sulhe dönüşmedikçe kesin hüküm etkisi yaratmaz (... Ansay, "Sulh", ... Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Yıl 1943, Sayı 2, 200-209, s.209; ..., "Mahkeme Dışında Yapılan Sulh ve Yargılamaya Etkisi", ... Hukuk Mecmuası, Cilt 77, Yıl 2019, Sayı 2, 503-521, s. 515).

8. Somut uyuşmazlıkta İlk Derece Mahkemesince; davacının kadroya geçmesinin ardından davalı Üniversite ile bireysel iş sözleşmesinin imzalanmadığı, dosya arasında bulunan 26.03.2018 tarihli feragatname ve sulh sözleşmesi başlıklı belgeyi imzalayıp önceye dayalı herhangi bir hak ve alacak talebinde bulunmayacağı varsa açılmış davadan feragat edeceği yönünde taahhütte bulunduğu, davacının davalı Üniversite ile imzalanan sulh sözleşmesi ile sürekli işçi kadrosuna geçiş statüsünü tercih ederek kadroya geçtiği, kadroya geçiş ile artık hizmet alım sözleşmelerinin hükmünü yitirdiği, imzalanan sulh sözleşmesi ile davacının alt işveren işçisi olarak çalıştığı döneme ilişkin iş sözleşmesinden dolayı herhangi bir hak ve alacak talep etmeyeceği yönünde taahhüt ve feragatta bulunduğu, sulh sözleşmesine ilişkin iradesinin sakatlandığına dair herhangi bir iddiada bulunmadığı, bu nedenle imzalanan sulh sözleşmesinin tarafları bağladığı gerekçesiyle ve muvazaanın araştırılmasına gerek görülmediği belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.

Ne var ki 17.04.2024 tarihli ve 32520 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 27.12.2023 tarihli ve 2018/96 Esas ve 2023/222 Karar sayılı iptal kararı ile; söz konusu davanın reddine ilişkin dayanak norm olan 375 sayılı KHK'nın sulh ve feragat sözleşmesine ilişkin geçici 23 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) ve (ç) bentleri iptal edilmiştir. Bu durumda İlgili Hukuk bölümünün (5), (6) ve (7) numaralı paragraflarında yer verilen kararlarda ve yukarıda da açıklandığı üzere, Anayasa Mahkemesinin Resmî Gazete’de yayımlanmakla sonuç doğuran iptal kararının eldeki gibi kesin hüküm hâlini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanması zorunludur. Somut olayda davacının kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurduğu değelendirilebilecek bir feragati bulunmadığı gibi taraflarca mahkeme önünde yapılmış bir sulh de bulunmamaktadır.

Bu nedenle iptal kararının temyiz aşamasında gözetilerek uyuşmazlığa tatbikînin sağlanması gereklidir.

Şu hâlde İlk Derece Mahkemesince, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen iptal kararının gereği olarak sulh ve feragat sözleşmesine değer atfedilmeksizin davacının muvazaa iddia ettiği dönem bakımından muvazaa araştırması yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi için kararın bozulması gerekmiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

1. Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,

2. İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,

Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

08.10.2024 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

K A R Ş I O Y

Anayasa'nın 153 üncü maddesinde yer alan “İptal kararları geriye yürümez” hükmünden anlaşılması gerekenin ne olduğu ve eldeki davaya etkisi uyuşmazlık konusudur.

Somut olayda davacı davalıya ait işyerinde ihale ile hizmet alımı yapılan alt işveren Şirketler nezdinde çalışmakta iken, 696 sayılı KHK'nın 127 nci maddesi ile 375 sayılı KHK'ya eklenen geçici 23 üncü maddesi kapsamında sürekli işçi kadrosuna geçmiştir.

Davacı işçi sürekli işçi kadrosuna geçmeden önce, yukarıda zikredilen maddede geçiş için önşart olarak getirilen şartlardan birisi olan “En son çalıştığı idare veya şirket ile daha önce kamu kurum ve kuruluşlarında alt işveren işçisi olarak çalıştığı iş sözleşmelerinden dolayı bu madde ile tanınan haklar karşılığında herhangi bir hak ve alacak talebinde bulunmayacağını ve bu haklardan feragat ettiğine dair yazılı bir sulh sözleşmesi yapmayı kabul ettiğini yazılı olarak beyan etmek” düzenlemesine istinaden davalı İdareye yukarıdaki yasal düzenlemeye uygun şekilde sulh ve feragat sözleşmesi imzalayıp vermiştir.

Davacı imzalamış olduğu sulh ve feragata rağmen davalı işverene karşı alt işveren nezdinde geçen çalışma döneminin muvazaalı olduğu iddiasıyla kadroya geçiş öncesine ilişkin dönem bakımından bir kısım ödenmemiş alacak iddiasıyla dava açmıştır.

Yapılan yargılama sonucunda söz konusu istek İlk Derece Mahkemesi tarafından Dairemizin istikrarlı uygulasına istinaden sulh ve feragata değer verilerek reddedilmiştir.

Keza istinaf talebi de aynı gerekçeyle esastan reddedilmiştir.

Kararın temyizi üzerine Dairemizde yapılacak inceleme öncesinde Anayasa Mahkemesi kadroya geçiş öncesi sulh ve feragatı zorunlu tutan mevzuat hükmünü iptal etmiş ve iptal kararı yürürlüğe girmiştir.

Bu aşamada başlığa alınan usul problemi ortaya çıkmıştır.

Öncelikle hemen belirtmek gerekir ki Dairemiz Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının kesinleşmiş davalara etkisinin olamayacağı hususunda hem fikirdir, bu hususta görüş farklılığı yoktur.

Derdest davalarda ise iptal kararının uygulanması esas olmakla birlikte istisnalarının olabileceği de kabul edilmelidir ki sayın çoğunluk somut olay bakımından istisnai uygulama görüşümüze katılmamıştır.

Kişisel kanaatimiz, Anayasa'nın “İptal kararları geriye yürümez” şeklindeki hükmü nedeniyle iptal kararları öncesinde hüküm ve sonuçlarını doğurduğu için kazanılmış hak teşkil eden hususlar iptal kararından etkilenmezler. Bu hususu örneklendirerek açıklamak gerekirse, 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun'a tâbi çalışanların ücret alacaklarına günlük yüzde beş faiz öngören hüküm Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş ve iptal kararı istisnasız derdest tüm davalara uygulanmıştır çünkü faize hükmedilebilmesi için önce ücret alacağının varlığı tespit edilmelidir. Ücret alacağı ise dava konusu edildiğine göre kesin hükme kadar sadece taleptir, iddiadır. Varlığı kesin hükümle birlikte ortaya çıkar. İptal kararının yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla kesinleşmemiş davalardaki ödenmemiş ücret istemleri hâlihazırda sadece dava konusu talep olduğu henüz varlığı kesinleşmediği için faiz bakımından da hüküm ve sonuçlarını doğurmuş bir kazanılmış haktan söz edilemez. Diğer taraftan feragat, sulh, kabul ve ibra hüküm ve sonuçlarını anında doğurur, vazgeçme mümkün değildir.

Davalı yasal bir düzenlemeye istinaden kadroya geçebilme karşılığında sulh ve feragati kabul ettiği, neyin karşılığında neden vazgeçtiğini açıkça bildiği için öncelikle irade fesadı iddia edemez ederse de dinlenmez. Sulh ve feragat o andaki mevzuata uygundur ve niteliği gereği verildiği anda hüküm ve sonuçlarını doğurmuştur. Daha sonradan sulh ve feragatı geçiş için ön koşul kabul eden mevzuat hükmünün iptal edilmesi sulh ve feragatın geçerliliğine etki etmez, aksi kabul maddi hukuk anlamında kazanılmış hakkı ortadan kaldırır ki bu da iptal kararını geçmişe yürütmektir ve Anayasa'ya açıkça aykırıdır.

Sulh, kabul ve feragata ilişkin 6100 sayılı Kanun'un 307 ve devamı maddelerine bakıldığında bu işlemlerin “kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğuracağı” açıkça yazılıdır ki bu hüküm karşısında sulh ve feragata kesin hükmün sonuçları uygulanmalı yani iptal kararının sulh ve feragati ortadan kaldırmayacağı kabul edilmelidir.

Somut olay bakımından, sulh ve feragat sözleşmesi anında açılmış bir dava bulunmaması ve davanın daha sonra açılması nedeniyle söz konusu belgelerin 6100 sayılı Kanun'un 307 ve devamı maddeleri anlamında sulh ve feragat olup olmadığı da tartışmalı ise de öncelikle ve hemen söylemek gerekirse bu sulh ve feragatlara değer verilerek davaların reddi gerektiğine ilişkin iptal kararı öncesi kararlarda böyle bir tartışmaya girilmemiştir. Örneğin Dairemizin 12.01.2023 tarihli ve 2022/16197 Esas, 2023/364 Karar sayılı kararında “Dosya kapsamına göre davacı işçinin davalı Belediyenin alt işvereni olan şirketlerde çalışırken 375 sayılı KHK'nın geçici 24 üncü maddesi kapsamında 01.04.2018 tarihinde sürekli işçi kadrosuna geçerek ihbar olunan ... Belediyesi ... AŞ bünyesinde çalışmaya başladığı, sürekli işçi kadrosuna geçiş sırasında imzalandığı açık olan sulh sözleşmesinde daha önce alt işveren işçisi olarak çalıştığı dönemlere ilişkin verdiği feragat beyanının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu hâlde söz konusu feragat beyanına davalı Belediye yönünden hukuki değer atfedilerek davacının sürekli işçi kadrosuna geçtiği tarihten önceki çalışma dönemi için dava konusu alacaklar bakımından davalıdan talepte bulunamayacağı kabul edilmelidir. Dolayısıyla 01.04.2018 tarihine kadar olan çalışma dönemi yönünden muvazaa iddiasının kabulü ile talep edilen alacakların hüküm altına alınması hatalıdır.” denilmiştir.

Diğer taraftan söz konusu belgeler ne haktan ne de alacaktan tamamen vazgeçme niteliğinde değildir. Sadece kadroya geçiş öncesi dönem bakımından kadrosuna geçilecek olan asıl işverenden alacak talebinde bulunulmayacağı taahhüt edilmekte, alt işveren bakımından ise varsa alacak hakları devam etmektedir. Bu hâliyle herhangi bir dava veya takibin olmadığı dönemde alınan söz konusu belgelerin, mahiyeti itibarıyla en azından ibra belgeleri oldukları kabul edilmelidir ve daha sonra çıkan özel kanun hükmüne istinaden alındıklarından dolayı 6098 sayılı Kanun'un 420 nci maddesi koşullarına tâbi değildirler. Zaten bu güne kadar da 6098 sayılı Kanun'un 420 nci maddesi kapsamında bir denetime tâbi tutulmamışlardır.

Söz konusu belgeler 6098 sayılı Kanun'un 132 nci maddesi kapsamında ibra belgeleri olarak kabul edilseler dahi yukarıda da değinildiği üzere verildikleri anda hüküm ve sonuçlarını doğuracaklarından dolayı ulaşılması gereken sonuç değişmeyecektir.

Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesinin 17.04.2024 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 27.12.2023 tarihli ve 2018/96 Esas, 2023/222 Karar sayılı 01.02.2018 tarihli ve 7079 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 118 inci maddesiyle 375 sayılı KHK'ya eklenen geçici 23 ve 24 üncü maddelerinin (c) ve (ç) bentlerinin Anayasa’ya aykırı olduklarına ve iptallerine ilişkin ilâmının kadroya geçiş öncesinde yasal zorunluluk gereği alınmış ve alındığı an itibarıyla kesin hüküm gibi tüm sonuçlarını doğurmuş olan sulh ve feragat sözleşmelerine uygulanamayacağı, uygulanmasının Anayasa'mızda açıkça yasaklanmış olan iptal kararının geçmişe yürütülmesi anlamına geleceği şeklindeki hukuki ve vicdani kanaatim nedeniyle aksi görüşteki sayın çoğunluğun ulaştığı sonuca katılamıyorum.