Logo

Ceza Genel Kurulu2017/385 E. 2021/558 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Sanığın internet sitesinde yayınladığı haberde terörle mücadelede görev alan kamu görevlilerinin kimliklerini açıklayarak Terörle Mücadele Kanunu'nun 6/1. maddesinde düzenlenen "açıklama ve yayınlama" suçunu işleyip işlemediği.

Gerekçe ve Sonuç: Sanığın terörle mücadelede görev alan kişilerin kimliklerini terör örgütlerine hedef gösterme kastıyla hareket etmediği, haberin ulusal bir gazeteden alındığı ve suçun oluşması için gereken özel kast unsurunun bulunmadığı gözetilerek yerel mahkemenin direnme kararı bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

Kararı Veren

Yargıtay Dairesi : (Kapatılan)16. Ceza Dairesi

Mahkemesi :Asliye Ceza

Sayısı : 429-427

Terörle Mücadele Kanunu’nda düzenlenen “Açıklama ve yayınlama” suçundan sanık ...’un 3713 sayılı Kanun’un 6/1, TCK’nın 62 ve 51. maddeleri uyarınca 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının ertelenmesine ilişkin ... 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 10.12.2014 tarihli ve 503-655 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 23.06.2015 tarih ve 4065-2095 sayı ile;

"3713 sayılı Kanun’un 6/1. maddesinde düzenlenen hedef gösterme suçunun oluşabilmesi için kişilerin terör örgütlerine hedef gösterilmiş olmasının gerektiği, dava konusu internette yer alan yazı ve internet sitesinin niteliği bir bütün olarak değerlendirildiğinde; bu kapsamda hedef gösterme olarak kabul edilemeyeceği demokratik toplumun zorunlu unsurlarından olan basının bilgi verme, eleştirme, yorumlama işlevi ve Anayasa'nın 26. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddelerinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden sanığın atılı suçtan beraati yerine yazılı gerekçe ile mahkûmiyetine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

... 7. Asliye Ceza Mahkemesi ise 20.10.2015 tarih ve 429-427 sayı ile; "... sanığın eyleminin haber vermek, haberi yayınlamak ve bunun suç olarak öngörülmesinden değil, haberin içeriğinde yasal olarak Terörle Mücadele Kanunu'nda terörle mücadele eden kolluk birimlerinin açık hedef hâline gelmelerini engellemek amacıyla isimlerinin ve çalıştığı birimlerin yayınlanması nedeniyle suç isnadı olduğu, haber verme özgürlüğünün ve ifade özgürlüğünün elbette mevcut bulunduğu ancak yasal olarak terörle mücadele eden kolluk birimlerinin korunmasına yönelik Terörle Mücadele Kanunu'nun 6/1. maddesinin açıkça bu konuyu düzenlediği, hâlen meri olan kanun hükmü mahiyetinde bulunduğu, Anayasa'ya aykırılığının söz konusu olmadığı, bu hâliyle isnadın ve mahkememiz kararının doğru olduğu..." gerekçesiyle bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.

Direnme kararına konu bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15.01.2016 tarihli ve 432039 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 123-1925 sayı ile 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 09.03.2017 tarih ve 217-1041 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı suçun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından,

... İl Emniyet Müdürlüğünün 03.04.2014 tarihli ve 17015 sayılı yazısına göre; "www.....net" isimli internet haber sitesinde yapılan “...’da Polise Silahlı Saldırı” başlıklı haberde, internet ortamında IŞİD silahlı terör örgütü üyeleri ile polisler arasında çıkan çatışmada polis memurları ile bir komiserin yaralandığı yönündeki haberin devamında polis memurlarının kimliklerinin açıklandığı, sanık ...’un internet sitesinin imtiyaz sahibi olduğu anlaşılmaktadır.

Sanık aşamalarda aynen; "Normalde ben '....net' isimli internet sitesinin imtiyaz sahibiyim, suça konu haber de 'Hürriyet Haberde' yayınlanmıştır. Biz Hürriyetten alarak yayınladık yalnızca bir buçuk paragraf yazdık ve altına da link verdik. Bu link direkt 'hürriyet.com.tr'ye bağlanıyordu. İlgili kişilerin de isimleri orada yazmaktadır. Bizim yazdığımız paragraflarda isim yer almamaktadır." Dosyada bulunan “...” habere ilişkin internet çıktısı ve ...’da polise saldırı altında iki paragrafın bulunduğu sayfa sanığa gösterilip sorulduğunda aynen; "Fotoğraf altındaki siyahla yazılı yazı bizim yazdığımız paragraftır altındaki polislerin isimlerin yazılı kısım verdiğimiz linkteki yazıdır. Ben normalde isim yayınlanmasının doğru olmadığını biliyorum. Polisler bizi aradığında verdiğimiz linkte isim olduğunu fark ettik biz öncesinde fark etmedik bir hata sonucu, böyle bir yayın olmuştur. Öğrendiğimiz anda da hemen komple yayından kaldırdık, herhangi bir suç kastı mevcut değildir" şeklinde savunma yapmıştır.

Uyuşmazlık konusu ile ilgili Terörle Mücadele Kanunu'nun hükümleri şu şekildedir;

"Açıklama ve yayınlama" suçuna ilişkin 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. maddesi;

“İsim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek kime yönelik olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı terör örgütleri tarafından suç işleneceğini veya terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kişileri hedef gösterenler bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

...

Bu Kanunun 14 üncü maddesine aykırı olarak muhbirlerin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(Değişik: 29/6/2006 - 5532/5 md.) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan (...)(2) yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. (Mülga: 11/4/2013 - 6459/7 md.) (2)(3) (Mülga: : 2/7/2012 - 6352/105 md.)” şeklinde düzenlenmiş,

Maddenin gerekçesi ise ; “Bu madde ile terör örgütlerinin suça hedef olarak kabul ettiği kimselerin isim veya kimliklerini açıkça belirterek veya açıkça belirtilmese dahi, bu şahısların kim olduğunun kolayca anlaşılmasını sağlayacak şekilde veya terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüvviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kişileri hedef gösterenler, keza terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basan veya yayınlayanlar ağır para cezasıyla cezalandırılmaktadır. Ayrıca maddede yazılı fiillerin 5680 sayılı Basın Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen mevkutelerle işlenmesi halinde de mevkuta sahipleri ile sorumlu müdürlerinin cezalandırılma esasları düzenlenmektedir.” şeklinde ifade edilmiştir.

Madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere maddenin konuluş amacı, terör örgütleri ile mücadelede görev alan güvenlik güçleri ve diğer kamu görevlilerinin kimliklerinin açıklanarak terör örgütlerine hedef haline getirilmesinin engellenmesidir.

Sorunun isabetli şekilde çözüme kavuşturulması bakımından sanığın kastının belirlenmesi yanında ifade hürriyetinin de ayrıca değerlendirilmesi gerekecektir.

Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin "olmazsa olmaz şartı" olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgede olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur.

Bu bağlamda;

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde;

"Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir.",

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 10. maddesinin birinci fıkrasında;

"Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

Görev ve sorumluluklarda yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin toprak bütünlüğünün kamu güvenliğinin korunması ve kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir" hükümlerine yer vermiştir.

Anayasamıza bakıldığında;

25. maddesinde "Düşünce ve kanaat hürriyeti" başlığı altında;

"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."

26. maddesinde, AİHS’nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükümleri yer almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuya ilişkin olarak; "İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her 'formalite', 'koşul', 'yasak' ve 'ceza', izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır." şeklinde görüş belirtmiştir (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976). Görüldüğü üzere, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.

Kural olarak ifade serbestisi gözetilmekle birlikte AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrasında ifade özgürlüğünün mutlak haklardan olmadığı belirlenerek, belli koşulların varlığı hâlinde sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçu kapsamında Sözleşme’nin 10. maddesi ile koruma altına alınan ifade özgürlüğüne ilişkin müdahalenin haklı olup olmadığı, gerçekleştirilen müdahalenin yasayla öngörülmüş olup olmadığı, “müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı” ve “müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı" ve "orantılılık" temelinde incelemektedir.

Müdahalenin kanunla öngörülmüş olması ölçütü, devletin müdahalesine dayanak oluşturan yasal düzenlemenin erişilebilir ve öngörülebilir olması anlamına gelmektedir. Kanunla öngörülme hususunda önemli olan düzenlemenin hukuki niteliğidir. "Meşru" ibaresinden amaç, 10. maddenin 2. fıkrasında sayılan ve orada belirtilenlerin korunması uğruna ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmasına imkân tanıyan değer veya çıkarlardır.

Uyuşmazlığın çözümü için “Basın Hürriyeti” kavramından da bahsedilmesi gerekmektedir.

“Basın Hürriyeti” sadece 1982 Anayasamızda değil, diğer anayasalarımızda da yer almıştır. 1982 Anayasasının 28.maddesinin 1.fıkrası şöyle demektedir: “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz.” Bundan evvelki 1961 Anayasasında 22. madde, 1924 Anayasasında 77. maddede basın hürriyeti konusunu düzenlemiştir. 1921 Anayasasında “Basın Hürriyeti”nden bahsedilmiyordu ancak 1876 tarihli ilk anayasamızda da “Matbuat Hürriyeti” ismi altında bir hürriyetten bahsediliyordu ki bu kavram bugünkü “Basın Hürriyeti”ni içine almaktadır.

"Basın hürriyeti" başlıklı 28. maddesi;

"Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz.

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır...",

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Temel hak ve özgürlükler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dokunulamayacak “öz”, her temel hak ve özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.

Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka deyişle, öze dokunan sınırlamalar, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine evleviyetle aykırı olacağından, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan sınırlamalar yönünden “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkeleri bakımından ayrıca inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve ölçülü olmasını ifade etmektedir.

Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.

Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir ilişki bulunan, “temel hak ve hürriyetlerin özü”, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” kavramları, bir bütünün parçaları olup, “demokratik bir hukuk devleti”nin özgürlükler rejiminde gözetilmesi gereken temel ölçütlerini oluşturmaktadır.

Demokratik toplum kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin en geniş şekilde güvence altına alındığı bir düzeni gerektirir. Demokrasilerde devlete düşen görev, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili şekilde kullanılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu kapsamda devlet, özellikle temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak veya bunlara ölçüsüz müdahale teşkil edecek tutumlardan kaçınmalı ve başkalarından gelebilecek tehditlere karşı bireyleri korumalıdır. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce özgürlüğü ve özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğü önemli bir yer alır. Düşünce özgürlüğünün en olağan yollarından biri de basındır. Belirli bir olay, konu ve durum hakkındaki düşünce ve kanaat genellikle basılmış eserlerle, yani gazete, dergi, kitap, broşür, bildiri veya el ilanı yolu ile açıklanır. Kişilerin düşüncelerini açıklamaları ve çeşitli konularda bilgi edinmeleri, düşünce ve görüşlerin yazılı ve görsel basın aracılığıyla başka kişilere, topluma ulaştırılabilmesine bağlıdır.

Demokratik toplumlarda basının en önemli görevi, kamu yararını ilgilendiren olay ve konularda haber ve bilgi vermek, açıklamalar yapmak, eleştiri ve değer yargıları sunmak suretiyle toplumu aydınlatmak, kamuoyu oluşturmak, böylece toplumun düşünce ve kanaatlere ulaşmasını sağlamak ve kamu gücünü elinde tutanların üzerinde de toplumun denetimine aracı olmaktır.

Anayasa’nın 28. maddesinin birinci fıkrasında, basının hür olduğu ve sansür edilemeyeceği düzenlenmiş olup basın hürriyeti temel hak ve özgürlükler arasında sayılmış ve güvence altına alınmıştır. Anayasa, basın özgürlüğünün hayata geçirilebilmesi için sadece bu özgürlüğü değil, bilim ve sanat özgürlüğü ve haberleşme özgürlüğü gibi, esaslarını düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden alan özgürlük kategorilerini de düzenlemiş, anayasal güvence altına almıştır. Maddenin dördüncü fıkrasında ise basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasa'nın 26 ve 27. maddelerinin uygulanacağı belirtilerek bu hakkın mutlak olmadığı ve anılan maddelere göre sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.

Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında ifade özgürlüğü güvence altına alınmış olup maddenin ikinci fıkrasında ise bu özgürlüğün sınırlandırılması sebepleri belirtilmiştir. Anayasa'nın 28. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan atıf sebebiyle basın hürriyeti, mutlak bir hak olmayıp millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi nedenleriyle sınırlandırılması mümkündür. Ayrıca Anayasa'nın 27. maddesinin 2. fıkrası uyarınca basın özgürlüğü, Anayasa’nın 1, 2 ve 3. maddeleri hükümlerinin değiştirilmesi maksadıyla kullanılamayacaktır. Dolayısıyla, söz konusu maddeler de basın özgürlüğünün sınırı olarak belirmektedir.

5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinin 1. fıkrasında, AİHS’nin 10. maddesindeki düzenleme esas alınarak, basının özgür olduğu, bu özgürlüğün bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerdiği, 2. fıkrasında ise basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır.

Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır. Bireyin kişisel şeref ve itibarı da Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır.

Tüm hak ve özgürlükler gibi basın özgürlüğü de yukarıda belirtildiği üzere mutlak ve sınırsız değildir. Bu sınırlamalar arasında, kişilik hakkı yönünden getirilen sınırlama önem taşımaktadır. Basın özgürlüğü gibi kişilik hakkı da bir temel hak olarak Anayasa’da birçok hükümle güvence altına alınmıştır. Esasen Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin birçoğu, kişilik hakkının kapsamına giren değerleri koruyan düzenlemeler içermektedir. Nitekim Anayasa’nın 28. maddesinde de açık bir şekilde basın özgürlüğünün sınırlanmasında Anayasa’nın 26. maddesi hükmünün uygulanacağı belirtilmesi sebebiyle basın özgürlüğünün kişilerin şöhret veya haklarının korunması amacıyla sınırlanabileceği düzenlenmektedir.

AİHS’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinde de herkesin görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahip olduğu, bu hakkın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerdiği ifade edildikten sonra bu özgürlüklerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak “başkalarının şöhret ve haklarının korunması için” yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabileceği ifade edilmiştir.

Öte yandan, basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı için, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasa'nın Temel Haklar ve Ödevler bölümünde yer alan ve gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması yasal bir zorunluluk ve hukuki gerekliliktir.

Öte yandan; amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" şeklinde, Latince'de ise "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi hâlinde uygulanabileceği gibi suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

... İl Emniyet Müdürlüğünün 03.04.2014 tarihli ve 17015 sayılı yazıları uyarınca “www.....net” isimli internet sitesinin imtiyaz sahibi olduğu, sanığın internet ortamında IŞİD silahlı terör örgütü üyeleri ile polisler arasında çıkan çatışmada polis memurları ile bir komiserin yaralandığı yönündeki haberin devamında polis memurlarının kimliklerinin açıklandığından bahisle sanığın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda düzenlenen “açıklama ve yayınlama” suçundan mahkûmiyetine karar verilen olayda;

3713 sayılı Kanun’da “Terör”; "… cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” şeklinde tanımlanmıştır. Öte yandan 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinin 1. fıkrasında, AİHS’nin 10. maddesindeki düzenleme esas alınarak, basının özgür olduğu, bu özgürlüğün bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerdiği, 2. fıkrasında ise basın özgürlüğünün kullanılmasının ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır. Bireyin kişisel şeref ve itibarı da Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Tüm hak ve özgürlükler gibi basın özgürlüğü de yukarıda belirtildiği üzere mutlak ve sınırsız değildir. Bu sınırlamalar arasında, kişilik hakkı yönünden getirilen sınırlama önem taşımaktadır. Basın özgürlüğü gibi kişilik hakkı da bir temel hak olarak Anayasa’da birçok hükümle güvence altına alınmıştır. Esasen Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin birçoğu, kişilik hakkının kapsamına giren değerleri koruyan düzenlemeler içermektedir. Nitekim Anayasa’nın 28. maddesinde de açık bir şekilde basın özgürlüğünün sınırlanmasında Anayasa’nın 26. maddesi hükmünün uygulanacağı belirtilmesi sebebiyle basın özgürlüğünün kişilerin şöhret veya haklarının korunması amacıyla sınırlanabileceği düzenlenmektedir. Bu açıklamalar ışığında güvenlik görevlilerinin kimliklerini örgütlere hedef göstermek amacıyla açıklanmasının bu suçu oluşturacağına kuşku duyulmaması gerekli ise de;

Sanık terörle mücadelede görev alan kişilerin kimliklerinin paylaşılarak örgüte hedef gösterme kastıyla hareket etmediğini tüm aşamalarda savunmuştur. Suça konu haber Ulusal bazda yayın yapan bir gazeteden alındığı anlaşılmaktadır. Bu suçun oluşabilmesi için genel kastın yanında özel saikin de bulunması gereklidir. Olayın meydana geliş koşulları, haberin veriliş şekli dikkate alındığında sanığın suç işleme kastıyla hareket etmediği, bu şekilde suçun unsurları oluşmadığından yerel mahkemenin direnme hükmü isabetli görülmediğinden bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığa atılı suçun unsurları itibarıyla oluştuğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- ... 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 20.10.2015 tarihli ve 429-427 sayılı direnme kararına konu hükmünün suçun unsurları itibarıyla oluşmadığından sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.11.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.