"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi
İftira suçundan sanık ...’ın TCK'nın 267/1, 43/2-1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin ... 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 24.10.2013 tarihli ve 589-792 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 14.01.2016 tarih ve 6032-125 sayı ile; sanık hakkında TCK'nın 53. maddesinin Anayasa Mahkemesinin iptal kararı doğrultusunda infaz aşamasında uygulanmasının mümkün görüldüğü açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 27.06.2016 tarih ve 200010 sayı ile
1- İftira suçunun oluşabilmesi için, yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesi gereklidir. Sanığın iddialarının doğruluğu karşısında ise müsnet suçun oluşmayacağı aşikardır. Bu sebeple sanığın iddiaları ile ilgili olarak adli yönden herhangi bir soruşturma veya idari yönden inceleme başlatılıp başlatılmadığı araştırılmaksızın eksik inceleme ile karar verilmesi,
2- Kabule göre de;
a- Sanığın iddialarının ve kastının, aralarında önceye dayalı husumet bulunan katılan ...'e yönelik olduğu hâlde, hakkında TCK'nın 43/2 yollamasıyla, aynı Kanun'un 43/1. maddesinin uygulanması,
b- Sanığın, aşamalarda alınan beyanları bir bütün olarak incelendiğinde hakkında TCK'nın 269. maddesinin tatbik edilmesi gerektiği" düşünceleriyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 07.03.2017 tarih ve 5471-1133 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
İftira suçundan mahkûmiyetine karar verilen sanık hakkında;
1- Eksik araştırmayla hüküm kurulup kurulmadığının,
2- Eksik araştırmayla hüküm kurulmadığına karar verildiği takdirde atılı suçun
unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının,
3- Atılı suçun unsurları itibarıyla oluştuğunun kabulü hâlinde sanık hakkında TCK’nın 43. madde hükümlerinin uygulanmasının yerinde olup olmadığının ve TCK’nın 269. maddesi uyarınca etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağının,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından,
... Bakanlığı ... Zirai Karantina Müdürlüğünün 12.01.2010 tarihli ve “Rahatsız edilme” konulu ihbarında; Kuruma ait....” numaralı hattın, isminin ... Yazıcı olduğunu söyleyen bir kişi tarafından saat 12.20-13.00 ve saat 14.00-14.30 arasında arandığının, Kurum Müdürü olan katılan ...’e mühendisler ..., ... ve ...’un kendisinden 10.000 TL aldıklarını ve alınan parayı geri vermemeleri durumunda Tarım Bakanlığına şikâyet gideceğinin söylendiği belirtilerek arama yapılan kişinin ve telefon numarasının tespit edilmesinin talep edildiği ve Cumhuriyet savcılığınca yapılan araştırma sonucu arayanın sanık ... olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.
Katılan ... aşamalarda; “Ben Zirai Karantina Müdürlüğünde personel olarak çalışırım, Bir yıl evvel kurumumuzdaki telefon santralini bir telefon gelmiş telefonda kurum müdürümüz ...'e benim ... ve ... ve ... hakkında 10 bin TL para verdiğini bu parayı rüşvet gibi dağıttığını söylemiş, ancak biz bunu arayan kişinin kim olduğunu bilmiyorduk, onur ve şerefimle oynayan ve bu şekilde gıyabımda hakaret edene iftira eden kişilerden şikâyetçi olmuştum, şu an telefon kayıtlarında o dönemde ... yerini santralden arayan kişinin ... olduğunu öğrendim, bu kişi yine müşteki olarak ifade veren ...'in bacanağıdır, aralarında miras davası olduğundan dolayı böyle bir telefon ettiğini düşünüyorum, zaten müşteki ... de bu konuda bilgi verebilir. ...'dan şikâyetçiyim. Bu kişinin kurumumuzla herhangi bir işi ve diyaloğu olamaz şahıs zaten ...'da ikamet ediyormuş.”,
Katılan ... aşamalarda; “Zirai Karantinada Müdür olarak görev yaparım, 12.01.2010 tarihinde santraldan bir kişinin benimle görüşmek istediğini söylediler, telefona baktığımda ismini ... olarak söyleyen kişi 'Size bir ihbarda bulunacağım. Siz yeni atandınız. Sizin iyi niyetli biri olduğunuzu duydum. Sizin personellerinizden ..., ... ve ...'in sizin adınıza firmalardan rüşvet alıyorlar' dedi. Ayrıca benim adıma da komisyon aldıklarını söyledi, ben de 'Bu beyanatınızda ciddi iseniz benim yanıma gelip birlikte karakola gidip durumu açığa çıkartalım' dedim. Kendisi ise şu anda ...'ya bilet aldığını bu durumları ...'ya bildirmeye gideceğini söyledi, bunun dışında başka bir şey söylemedi, telefonu kapattı. Ben göreve başlayalı ikinci gün olduğu için bu kişileri yanıma çağırdım ve 'Hakkınızda telefonla ihbar var işlem başlatmak zorundayım' deyince arkadaşlar böyle bir şey yapmadıklarını kendilerinin de şikâyetçi olacaklarını söyleyince, ben bu telefon konuşmasıyla ilgili olarak aynı gün ... Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundum. Suç duyurusunda bulunduğum evrakta bu evraktır. İlkadım İlçe Emniyet Müdürlüğüne hepimiz de ifade verdik, telefon eden kişiyi tanımadığımız için şikâyetçi olduk, ayrıca ben de şikâyetçiyim. Bu kişi benim adımı da kullanarak suç isnat etmiştir. Bu konuda ayrıca idari soruşturma da başlatmadık, başlatmamamızın sebebi de telefon eden kişinin kim olup olmadığını tespit etmekti. Bu hafta telefon eden kişinin ...'in akrabası olduğunu söylediler, aralarında husumet vardır. Bu husumet nedeni ile bu şekilde telefon etmiş, ismi tespit edilen ...'dan şikâyetçiyim.”,
Katılan ... aşamalarda; “Çalıştığım kurumda telefon santraline bir erkek şahıs telefon ederek benim ve kurumda çalışan Kurum Müdürü ..., ... ve ... hakkında sanki biz rüşvet almışız gibi sözler söyleyerek, telefonda hakkımızda hakaret eden sözler kullanmış ... de bunu bize söyledi biz de kim olduğunu bilmediğimiz için şikâyetçi olduk, şu an bana göstermiş olduğunuz ve olay tarihi itibari ile kurumu birden fazla şekilde arayarak hakkımızda yalan ve iftira dolu sözler söyleyen kişinin ... olduğunu şimdi öğrendim. Ben bu şahsı tanıyorum, bu benim bacanağımdır, şu anda baldızımdan boşandı ayrıca aramızda gayrimenkul davaları devam etmektedir, kendisiyle hiç görüşmüyorum bizim kurumumuza aradığı tarihte arayan ...'ın malları hakkında haciz işlemleri yürütülüyordu muhtemelen buna kızarak benim ve arkadaşlarım hakkında isnatta bulunmuştur. ...'dan şikâyetçiyim.”,
Katılan ... aşamalarda; “Zirai Karantina Müdürlüğünde personel olarak çalışırım, bir yıl evvel kurumumuzdaki telefon santraline bir telefon gelmiş. Telefonda Kurum Müdürümüz ...'e ben, ..., ... ve ... hakkında 10.000 TL para verdiğini bu parayı rüşvet gibi dağıttığını söylemiş, ancak biz bunu arayan kişinin kim olduğunu bilmiyorduk, onur ve şerefimle oynayan ve bu şekilde gıyabımda hakaret eden iftira eden kişilerden şikâyetçi olmuştum. Şu an telefon kayıtlarında o dönemde ... yerini santralden arayan kişinin ... olduğunu öğrendim. Bu kişi yine müşteki olarak ifade veren ...'in bacanağıdır, aralarında miras davası olduğundan dolayı böyle bir telefon ettiğini düşünüyorum, zaten müşteki ... de bu konuda bilgi verebilir. ...'dan şikâyetçiyim, bu kişinin kurumumuzla herhangi bir işi ve diyaloğu olamaz şahıs zaten ...'da ikamet ediyormuş.”,
Tanık.“Sanık ...'ı tanıyorum, benim inşaat şirketim var, zaman zaman sanık da benim büroma gelir gider. Bir gün benim büroma geldi, tarihi tam olarak hatırlamıyorum, bana bir şey söylemeden benim ... yerimin telefonunu alarak birisine telefon açtı, telefonda görüştüğü şahsa 'Müdürle görüşmek istiyorum' dedi. Sonra ben kiminle görüştüğünü bilmiyorum ancak bu görüştüğü şahsa sanık ... kurum çalışanı ... ile aralarında bir takım itilaflar olduğunu bu yüzden ... ile görüşüp ona nasihat etmesini söyledi. Benim gördüğüm kadarıyla fazla gergin olmayan normal bir konuşmaydı, herhangi bir kişiyle ilgili ihbar yapmadı. ... ya da arkadaşlarının rüşvet aldığına dair herhangi bir beyanda bulunmadı, sanık telefonu kapatmadan önce ben dışarıda işlerim olduğu için bürodan ayrıldım ancak sanık hâlâ telefonda konuşmaya devam ediyordu. Ben bu konuşmanın devamında neler konuştuğunu bilmiyorum, çünkü oradan ayrılmıştım. Aynı gün akşam saatlerinde ben büroya döndüğümde sanık bürodan zaten ayrılmıştı. Bu olaydan birkaç gün sonra sanık yine benim büroma geldi. Bu kez ben kendisine '... ile aranızdaki olay ne oldu?' diye sordum. O da bir şey söylemedi, yine telefonu aldı, bir yeri aradı, bu kez telefonda konuştuğu kişi ile gergin bir konuşma yaptı, sanırım konuştuğu şahıs Zirai Karantina müdürü idi. Telefonda sanık, müdür ile sert bir şekilde konuşuyordu, telefonda konuştuğu şahsa sanık bir takım şahıslardan bahsederek kendisinden rüşvet istediklerini, rüşvet aldıklarını söylüyordu, bu şahıslardan birinin adı ...'ti, diğer isimleri hatırlamıyorum, sanık bu şahısların rüşvet aldığı yönünde beyanlarda bulundu, telefondaki şahsa bunları anlatıyordu. Ben konuşmanın diğer detaylarını da olayın üzerinden zaman geçtiği için hatırlamıyorum. Hatta ... telefondaki şahsa 'Ben ...'ya gidip şikâyet edeceğim', telefondaki şahıs da ona 'Nereye gidersen git' diyordu. Ben bunları net olarak hatırlıyorum.”,
Tanık ...: “... Zirai Karantine Müdürlüğünde sekreter olarak çalışıyordum. 2,5 sene kadar önce emekli oldum. Ben orada sekreterlik yaparken 2010 yılı ocak ayı içerisinde kurumun telefonundan bir erkek şahıs aradı. Bu kalın sesli bir erkek şahıstı. Öncelikle bana 'Telefonlara neden bakmıyorsunuz' diye çıkıştı. 'Zaten sizin daireniz karma karışık, namlı bir daire, yetkili kimse ile görüşmek istiyorum' dedi. Ben öğle saatlerinde aramış olduğu için yemek paydosunda olduğumuzu söyledim. Saat 13.00'dan sonra araması gerektiğini söyledim. O da bana 'Müdürü bağla' dedi. Ben bu erkek şahsa tekrar öğleden sonra aradığı takdirde müdürü bağlayacağımı söyledim. Arayan şahıs benden teftiş kurulunun telefon numarasını istedi. Ben onu beklemeye aldım. Teftiş kurulunun telefon numarasını tespit edip kendisine telefonda bildirdim. Bu telefondaki şahıs bana teftiş kurulunu arayıp şikâyetçi olacağını, ... isimli arkadaşımızın hırsız, rüşvetçi ve dolandırıcı olduğunu, mesai saatinde bile dışarıda gezip rüşvet istediğini, kendisinin bunları belgeleyeceğini söyledi. Hatta benden ısrarla müdür ...'ü bağlamamı istedi. 'Bağla ona da bir döşeneceğim' dedi. Ben kendisine tekrar 13.00'ten sonra araması gerektiğini söyledim. Ayrıca öğleden sonra da müdür ... geldiğinde olayları ona anlattım. Saat 13.30 sıralarında aynı şahıs tekrar telefondan aradı. Ben önceden konuştuğum için sesinden kendisini tanıdım. Tekrar müdür beyle görüşmek istedi. Ben de ...'ün telefonunu bağladım. Daha sonra müdür beyle neler görüştüler bilemiyorum. Ancak hatırladığım kadarıyla bayağı bir uzun bir telefon görüşmesi yaptılar. Telefon görüşmesi yarım saat kadar sürdü. Arayan şahıs telefonda bana ismini söylemedi. Daha önceden bu şahısla telefonda görüşmemiştim. Kim olduğunu bilmiyorum. Ben kendisine kim olduğunu soracaktım. Fakat sinirliydi. Sormama fırsat vermeden üst üste bir şeyler anlattı, bağırdı. ... bey, Rafet bey ve Atilla beyden bahsederek hepsinin bu rüşvet işine karıştığını iddia ediyordu”,
Şeklinde beyanda bulunmuşlardır.
Sanık aşamalarda; “Ben mimarım uluslararası projelerde çalışıyorum, bu nedenle sık sık yurt dışına gidip geliyorum, ...'dan kayınvalidemin dairesini satın aldım, bankadan kredi çekerek borcu ödedim, benim eski bacanağım olan müşteki ... ile aramızda bu yüzden bir husumet oluştu. ... bu dairede hak iddia etti, bu yüzden aramızda sürtüşmeler başladı. 2008 yılına kadar sürtüştük, 2008 yılında ise aramızdaki itilaf mahkemelere de intikal etti. Karşılıklı hakaret davaları açıldı, mesala ... 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/1125 esas nolu dosyasında kamu davası açıldı, yine ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde mirasla ilgili olarak 2008/335 esas nolu dosyada aramızda dava vardır, ... 2. SCM'nin 2010/1157 esas nolu kamu davası da derdest durumdadır, ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/295 esas nolu dosyasında da aramızda süregelen alacak davası devam etmektedir. Bir gün ben Zirai Karantina Müdürlüğünü telefonla aradım, kurum müdürü ile görüşmek istedim, müştekilerden ... ile telefonda görüştüm, eski bacanağım ... ile aramızdaki itilafları anlattım, kendisine nasihat etmesini istedim, yardımcı olmasını istedim, aradan bir süre geçtikten sonra ...'in durumunda hiçbir değişiklik olmayınca ben kurum müdürünü yine aradım. Bu kez yanımda arkadaşlarım Cafer Fidan ve onun arkadaşları da vardı, kurum müdürüne ...'in durumunda hiçbir değişiklik olmadığını söyledim, kurum müdürü bana çıkıştı. 'Sen kimsin?' diye bana bağırdı, telefonda aramamızda tartışma çıktı. Ben de telefonda kurum müdürüne '...'ya gidip sizi şikâyet edeceğim' dedim. Buna rağmen kimseye şikâyet için de müracatta bulunmadım, ..., ..., ... isimli şahısları ise hiç tanımıyorum, kendileri ile herhangi bir husumetim de yoktur. Eski bacanağım olan ... aramızdaki bu itilaflardan dolayı bana iftira atmış olabilir, ben müştekilerin hiçbirisiyle ilgili şikâyette de bulunmadım, öncelikle beraatime karar verilsin aksi hâlde hakkımda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini kabul ediyorum” şeklinde savunma yapmıştır.
5237 sayılı TCK'nın “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan "İftira" başlıklı 267. maddesinin 1. fıkrası;
“(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiştir.
İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.
Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir.
İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Öte yandan, iftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kasıtla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kasıt tek başına yeterli olmayıp ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla; failin, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak, isnat ettiği fiilin mağdur tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunması hâlinde iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır.
Yine, içeriği kanıtlanamasa dahi, gerçekleştirilen ihbar veya şikâyetin bir anayasal hakkın kullanılması olarak değerlendirilebildiği hâllerde, bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı söz konusu olacaktır. Anayasamızın 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu, 74. maddesinde, vatandaşların ve karşılıklılık bulunması koşuluyla Türkiye’de oturan yabancıların, kendileriyle veya kamu ile ilgili hususlarda dilek ve şikâyet haklarının bulunduğu vurgulanmıştır. Bireylere tanınan bu anayasal hak, onların idare ve diğer bireylerle ilişkilerinde gerek “çıkarlarını koruması”, gerek “özgürlüklerini kısıntısız” kullanabilmesi bakımından, devlet organlarına başvurmasını gerekli kılar. Bu başvuru, bireyin kendisi, üçüncü kişi veya kamuyla ilgili olabilir. Başvurulabilecek devlet organları da, yasama, yürütme ve yargıdır. Dilekçe hakkının yargısal alanda başlıca ortaya çıkış biçimi ise, ihbar ve şikâyet hakkının kullanılmasıdır.
5271 sayılı TCK’nın "Etkin pişmanlık" başlıklı 269. maddesi ise;
“(1) İftira edenin, mağdur hakkında adlî veya idari soruşturma başlamadan önce, iftirasından dönmesi halinde, hakkında iftira suçundan dolayı verilecek cezanın beşte dördü indirilir.
(2) Mağdur hakkında kovuşturma başlamadan önce iftiradan dönme halinde, iftira suçundan dolayı verilecek cezanın dörtte üçü indirilir.
(3)Etkin pişmanlığın;
a) Mağdur hakkında hükümden önce gerçekleşmesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisi,
b) Mağdurun mahkûmiyetinden sonra gerçekleşmesi halinde, verilecek cezanın yarısı,
c) Hükmolunan cezanın infazına başlanması halinde, verilecek cezanın üçte biri,
İndirilebilir.
(4) İftiranın konusunu oluşturan münhasıran idari yaptırım uygulanmasını gerektiren fiil dolayısıyla;
a) İdari yaptırıma karar verilmeden önce etkin pişmanlıkta bulunulması halinde, verilecek cezanın yarısı,
b) İdari yaptırım uygulandıktan sonra etkin pişmanlıkta bulunulması halinde, verilecek cezanın üçte biri,
İndirilebilir.
(5)İftira suçunun basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, bu madde hükümleri uygulanmaz.." hükmünü içermekteyken maddenin 5. fıkrası 08.07.2005 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanunun 31. maddesiyle değiştirilerek
"(5)Basın ve yayın yoluyla yapılan iftiradan dolayı etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanılabilmesi için, bunun aynı yöntemle yayınlanması gerekir." şekline dönüştürülmüştür.
Anılan maddenin 765 sayılı TCK'daki karşılığını oluşturan 285/son. maddesi ise; "Yukarıdaki fıkralarda yazılı olan suç faili mağdur hakkında takibat yapılmadan evvel bu isnadatından rücu eder veya uydurduğunu itiraf ederse yukarıda yazılı cezaların altıda biri hükmolunur ve ceza müebbed ağır hapis ise on sene ağır hapse indirilir ve isnaddan rücu veya tasniin itiraf olunması takibata başlandıktan sonra vaki olursa azıl cezanın üçte ikisi indirilir ve müebbet ağır hapis yerine 24 sene ağır hapis cezası tayin olunur. Tasni veya iftira, kabahat ef'aline taallük ederse bu madde ile 283. maddede tesbit olunan cezalar yarıya kadar indirilir." biçimindedir.
Yargı organlarının yasal işleyiş düzenini sağlamayı, bireyin adil yargılanma hakkını güvence altına almayı ayrıca kişilerin şahsiyet haklarını korumayı amaçlayan iftira suçu; hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesiyle oluşur.
765 sayılı TCK'nun 285/son. maddesinde “rücu” terimi ile 5237 sayılı TCK'nun 269. maddesinde de; "iftiradan dönme" şeklinde ifade edilen iftira suçunda etkin pişmanlık ise; failin gerçeği açıklaması başka bir deyişle mağdura yüklediği hukuka aykırı fiilin gerçekte olmadığını itiraf etmesi olarak tanımlanmakta ve her durumda suçu ikrarı gerektirmektedir. 21.01.1959 tarihli ve 12/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı üzere; kanunun iftiradan dönme dolayısıyla cezadan indirim yapılmasını öngördüğü bir halde, inkarını sürdüren ve ahlaki kötülüğünde ısrar eden kişinin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanması mümkün değildir.
İftiradan dönme olgusunun varlığı için mutlaka pişmanlığı ifade eden kelimelerin kullanılması şart olmamakla birlikte failin ifadesinin bu anlama gelecek biçimde açık ve anlaşılır olması, meramını anlatamadığı durumda gerçek iradesinin ortaya konması gereklidir. Diğer taraftan fail hangi amaç ve gerekçeyle olursa olsun kendi özgür iradesiyle iftirasından dönmelidir (Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Osman Yaşar, ... Tahsin Gökcan, ... Artuç, ... 2010, s.7892).
Yerleşmiş yargısal kararlar ve öğretide yer alan baskın görüşlere göre, 5237 sayılı TCK'nun 269. maddesinde yer alan etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için iftiradan dönme istikrarlı olmalı, tekrar önceki isnada dönülmemelidir. İftiracı rücu ettikten sonra bunun istemeyerek gerçekleştiğini beyan edip rücuunu geri almış olursa ceza indiriminden yararlandırılamayacaktır (Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ayhan Önder, 3. Bası, s.234).
Burada belirtmek gerekir ki, iftira suçu nedeniyle ortaya çıkan etkin pişmanlık hâli ile "yalan tanıklık" ve "şikâyet hakkının kullanımını" birbirine karıştırmamak lazımdır. Kişi mahkemede tanık olarak yaptığı açıklamalardan dönmüş ise, eyleminin yalan tanıklık mı, tanık olarak dinlendiği sırada söylediklerinin şikayet hakkının kullanılması mı yoksa iftira suçu mu olduğu konusunda fiilin somut olayın koşullarına göre değerlendirilmesi ve tespit edilmesi gerektiği öğretide haklı olarak ileri sürülmüştür (Adliyeye Karşı Suçlar, Yener Ünver, 3. Bası, s.109; Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Veli ... Özbek, ... Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, 8. Bası, ... 2015, s.1092).
İftiradan dönme halini kanuni bir hafifletici sebep olarak görmeyen ancak temel cezanın tespitinde göz önüne alan hukuk düzenlemelerinin aksine Avusturya ve İsviçre Hukukunda olduğu gibi mevzuatımızda da failin gerçeğe dönmesi açıkça "etkin pişmanlık" olarak yerini bulmuş ve ortaya çıkma anına göre; 5237 sayılı TCK'nın 269. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında verilecek cezanın belirli oranlarda indirilmesi zorunluluğu getirilmişken anılan maddenin 3. ve 4. fıkralarında hakime takdir yetkisi tanınarak cezadan indirim yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamaların sonucu olarak; kanun koyucunun amacının pişmanlığın gerçeğin ortaya çıkmasına katkı sağlaması olduğu, failin isnadından dönmeden önce maddi gerçeğin ortaya çıkması durumunda artık gerçek anlamda bir pişmanlığından söz edilemeyeceği dolayısıyla bu halde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma şartlarının oluşmayacağının kabulü gerekmektedir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 08.07.1985 gün ve 141-435 sayılı kararında da aynı hususa işaret edilmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözülebilmesi için "zincirleme suç" hükümleri üzerinde de durulmalıdır.
TCK'ya hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, "Kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza" söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus ... Komisyonu raporunda da; "Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, 'kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır." şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır. Bu kuralın istisnalarına ise TCK’nın "Suçların içtimaı" bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
TCK'nın 43. maddesinin birinci fıkrasında; "Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında; "Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır." denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiş, üçüncü fıkrasında da zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanmayacağı suçlar belirtilmiştir.
TCK'nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan, "değişik zamanlarda" ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.
TCK'nın 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.
Öte yandan, kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.
Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır.
Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.
TCK'nın 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hâllerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda artırılmaktadır.
Öte yandan Ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir değişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ... Zirai Karantina Müdürlüğünün “Rahatsız edilme” konulu,12.01.2010 tarihli ihbarında; Kuruma ait “....” numaralı hattın, isminin ... Yazıcı olduğunu söyleyen bir kişi tarafından saat 12.20-13.00 ve saat 14.00-14.30 arasında arandığının, Kurum Müdürü olan katılan ...’e mühendisler ..., ... ve ...’un kendisinden 10.000 TL para aldıklarını ve alınan parayı geri vermemeleri durumunda Tarım Bakanlığına şikâyet gideceğinin söylendiği belirtilerek arama yapan kişilerin ve telefon numarasının tespit edilmesinin talep edildiği, Cumhuriyet savcılığınca yapılan araştırma sonucu arayanın sanık ... olduğunun tespit edildiği, katılanların ihbara konu olaydan dolayı sanığın kendilerine iftira attıklarını belirterek şikâyette bulundukları, sanığın ise katılan ... ile önceye dayalı husumetlerinin bulunduğunu, Zirai Karantina Müdürlüğünü telefonla arayıp, kurum müdürüne eski bacanağı olan katılan ... ile aralarındaki ihtilafları anlattığını, kendisine nasihat etmesini istediğini ancak aradan bir süre geçtikten sonra katılan ...'in durumunda hiçbir değişiklik olmayınca Kurum Müdürünü yine aradığını, bu kez yanında arkadaşı olan tanık Cafer Fidan ve tanığın arkadaşlarının da bulunduğu yerde, Kurum Müdürüne katılanın durumunda hiçbir değişiklik olmadığını söylediğini, katılan ...’nın kendisine kızıp, "Sen kimsin ?" diye bağırması üzerine telefonda aramalarında tartışma çıktığını, kendisi de telefonda "...'ya gidip sizi şikâyet edeceğim" dediğini, kimseye iftara atmadığını savunduğu olayın değerlendirilmesinde;
İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Suçun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kasıt tek başına yeterli olmayıp ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekmekte olup, sanığın kendisi ile aralarında husumet olduğunu ifade ettiği katılan ...’in ... yerini aradığı ve kurum müdürü olan diğer katılan ile görüştüğü hususu hem sanığın ikrarı hem de yapılan araştırma sonucunda anlaşılmıştır. Sanık her ne kadar atılı suçlamaları kabul etmeyerek yalnızca aralarındaki husumetten dolayı kurum müdürünü katılan ...’nin uyarılmasını talep etmek için aradığını savunmuş ise de kovuşturma aşamasında kendisinin de tanık olarak dinlenilmesini talep ettiği arkadaşı...’ın da rüşvete ilişkin bir konuşma duyduğunu beyan etmesi hususları bir bütün hâlinde gözetildiğinde; suçun oluşması için hukuka aykırı fiil isnat edilen kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak kastıyla gerçekte olmadığını bildiği suçlama ile hareket eden sanık bakımından iftira suçunun unsurları itibarı ile oluştuğu ve katılanlar hakkında bir idari yaptırım kararının uygulanıp uygulanmamasının eksik araştırmaya neden olmayacağı, kaldı ki bu yönde bir yaptırım kararının da uygulanmadığının dosya kapsamı ile sabit olduğu anlaşılmakla; somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşılabileceğinden, sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı kabul edilmelidir.
Öte yandan sanığın telefonda katılanlar ..., ... ve ...’un kendisinden 10.000 TL aldıklarına ilişkin beyanı ile birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlediği iftira suçu bakımından zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ayrıca sanığın ifadeleri kapsamında pişmanlık anlamına gelecek biçimde açık ve anlaşılır bir savunması da bulunmadığından hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanamayacağı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanmayan itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 14.12.2021 tarihinde yapılan müzakerede tüm uyuşmazlıklar bakımından oy birliğiyle karar verildi.