"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Davacı ... vekilinin beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı ve makul süreyi aştığı istemiyle ... aleyhine açtığı davanın kısmen kabulü ile; 7.000 TL manevi tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya yönelik talebin reddine ilişkin ... Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 06.05.2014 tarihli ve 70-177 sayılı hükmün, davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 10.12.2015 tarih, 4316-19160 sayı ve oy çokluğu ile;
"...Somut olayda davacının (sanık) diğer 9 sanıkla birlikte yakalandığı, atfedilen suçların ciddi ve ağır olduğu, davacı (sanık) hakkında 1 kez suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma, 1 kez 6136 sayılı Kanuna muhalefet etme, 2 kez resmi belgede sahtecilik yapma, 1 kez görevi yaptırmamak için direnme, 14 kez nitelikli yağma, 23 kez kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından yargılama yapıldığı, yargılandığı suçların niteliği, özellikle eylemlerin sayısı, müşteki ve sanık sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın karmaşıklık düzeyi dikkate alındığında, AİHM tarafından tutukluluk ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesi olarak 'delillerin durumu' ifadesinin ciddi suç göstergelerinin varlığının devamlılığı hususunda bir etken olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda yargılamanın özenli yürütülmediğine ilişkin somut veriler bulunmadığı gibi böyle bir iddia da ileri sürülmemektedir. Sadece tutukluluğun uzunluğuna ilişkin itiraz ve serbest bırakmaya ilişkin talepler herhangi bir belgeye dayalı olmayıp buna karşın mahkemenin dayanılan delillere göre atılı suçların işlendiğine ilişkin kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinin varlığının devamına ilişkin gerekçesinin olay ve olgulara dayandırılmış olması karşısında, açıklanan bu nedenlerle tazminat davasının reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Daire Üyeleri ....; "Davacı 24.05.2005 tarihinden beri tutukludur. Yargılaması halen devam etmekte olup sonuçlanmamıştır. Davacı ile aynı dosyada tutuklu kalan....Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru da bulunmuş, Yüksek Mahkeme başvuruyla ilgili kararında ve benzer kararda '5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin ceza ... sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesindeki düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir.' (Bireysel Başvuru, 21.11.2013, 2012/1303, 02.07.2013, 2013/239 ve 1137) Anayasa Mahkemesinin bu kabulleri ile birlikte artık beş yıldan fazla tutukluluğun kanuni dayanakları kalmamıştır.
Anayasa Mahkemesi, aynı kararla davacı bakımından 'Kanun'da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması' nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlâl edildiğine, 'tutukluluğun makul süreyi aşmış olması' nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlâl edildiğine' karar vermiştir. Sayın çoğunluğun bozma kararının gerekçesinde belirttiği hususların araştırılması beş yılın altındaki durumlar için geçerlidir. Nitekim aynı kararda Anayasa Mahkemesi bu hususu tartışmıştır. Buna göre 'Diğer taraftan, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır.'
Kısaca tutukluluk süresi beş yılı aşmıştır, araştırılacak hiçbir husus yoktur. Devlet kendi koyduğu kurallara uymak zorundadır. Davacının üzerine atılı suçların Türk yargı tarihi bakımından ilk defa görülen farklı bir dava türü olma özelliği yoktur. Sanığın üzerine atılı suçların fazla olması yargılamanın da uzaması sonucunu doğurmamalı, elde olmayan nedenlere dayalı olarak da kanunda öngörülen toplam tutukluluk süresi aşılmışsa tazminata karar verilmelidir. Hak ve özgürlükleri sınırlamak için gerekçelere sığınmamak gerekir. Davacının beraat etmesi hâlinde bu kararla ilgili olarak CMK’nın 141-144. maddeleri gereğince açacağı tazminat hakları saklı kalmakla beraber hükmün kesinleşmesi beklenmeden makul oranda manevi tazminata hükmedilmesinde bir sakınca görülmemiştir." düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yerel Mahkeme ise 10.05.2016 tarih ve 55-133 sayı ile;
"...CMK'nın 102/2. maddesinde tutukluluk süresinin uzatma süresi de dâhil olmak üzere 5 yıl olduğu kesin bir şekilde düzenlenmiştir. Kanun'un kesin olan düzenlemesi karşısında, yerel mahkemelerin tutukluluk süresinin beş yılı aştığı durumda farklı bir yorum getirmeleri olanaksızdır. Bunun aksini düşünmek Hukuk Devleti ile bağdaşmayacaktır. Konuya ilişkin Anayasa Mahkemesinin dosyada mübrez kararında Anayasanın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlâl edildiği artık tartışmasızdır.
Mahkememizce, gerek kanuni düzenleme gerekse Anayasa Mahkemesinin kararı dikkate alınarak, Yargıtay 12.Ceza Dairesinin 10.12.2015 tarih 2015/4316 esas 2015/19160 karar sayılı bozma ilamına direnmeye karar vermiştir" şeklindeki gerekçe bozma nedenine direnerek önceki hüküm gibi karar vermiştir.
Bu hükmün de davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 07.09.2016 tarihli ve 317363 sayılı "Bozma" istekli tebliğnamesiyle dosya, kararına direnilen Daireye gönderilmiş, inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 03.04.2017 tarih, 10391-2649 sayı ve oy çokluğu ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; davacıya, koruma tedbiri nedeniyle tazminat verilmesi gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Davacı ...'un, suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, resmî belgede sahtecilik, görevi yaptırmamak için direnme, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından 20.05.2005 tarihinde gözaltına alındığı ve 24.05.2005 tarihinde ise tutuklandığı, yapılan yargılama neticesinde ... 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 19.04.2010 tarihli ve 141-144 sayılı kararı ile iki kez resmî belgede sahtecilik, yirmi üç kez kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, on dört kez yağma, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, suç işleme amacıyla kurulan örgüte üye olmak ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından mahkûmiyetine kararı verildiği, hükümlerin temyiz edilmesi üzerine anılan kararın Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 29.06.2011 tarihli kararıyla bozulduğu,
Bozma kararı üzerine, yargılaması devam eden davacının, CMK’nın 102. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan azami 5 yıllık tutukluluk süresini doldurduğu gerekçesiyle tahliye talebiyle ... 12. Ağır Ceza Mahkemesine başvurduğu, anılan Mahkemece 02.11.2012 tarih ve 2012/1082 değişik ... sayılı kararla; “Farklı mahallerde ya da farklı şahıslara karşı işlenen birden fazla ağır cezalık suçlar yönünden yargılamanın aynı mahkemede yapıldığı, ayrı ya da aynı yargı çevresinde yapılacak yargılama için tutuklanmalarına karar verilen sanıkların tutuklanmasına ilişkin sevklerine göre 'suçun vasfına, suçların ağır cezalık suçlardan oluşuna göre verilecek cezanın üst sınırına ve haklarındaki delil durumuna göre tutuklanmalarına' yönelik verilen tutuklama kararının hangi suçlar yönünden verilmiş ise her suç açısından ayrı ayrı uygulanması gerektiği, sanık hakkında tutuklama kararında sayılan suçlardan hangileri için tutuklama kararı verilmişse tutuklama müzekkeresindeki her bir suç için 5 yıllık sürenin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği, aksi halde daha nitelikli ve ağır sonuçları olan bağlantılı suçlarda basit suçlara göre daha kısa süreli tutukluluk halinin eşitlik ilkesine, yasanın ruhuna ve kamu vicdanına aykırı düşeceği, yasanın lafzına, ruhuna ve eşitlik ilkesine uygun olarak yorumlanması gerektiği, buna aykırı bir yorumun toplum vicdanında telafisi imkânsız yaralara neden olacağı, hukukun özüne ve ... anlayışına uygun düşmeyeceği vicdani kanaatine varıldığı” gerekçesiyle davacının talebinin reddedilerek tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği, davacının başvurusu üzerine anılan karara yönelik itirazı inceleyen ... 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.12.2012 tarih ve 2012/918 değişik ... sayılı kararıyla benzer gerekçelerle talebi reddederek davacının tutukluluk hâlinin devamına karar verdiği,
Tazminat istemine yönelik anılan dosyada davacının 20.05.2005 tarihinde gözaltına alınarak 24.05.2005 tarihinde tutuklandığı ve 11.12.2013 tarihinde tahliye edildiği, toplam 8 yıl 6 ay 27 gün gözaltında ve tutuklu olarak kaldığı, ancak 10.02.2010-10.06.2011 tarihleri arasında 1 yıl 4 aylık süre ile başka bir cezasının infaz edilmesi nedeniyle tutukluluğun infazına ara verildiği, 1 yıl 2 ay 10 günlük sürenin ise temyiz aşamasında Yargıtay’da geçtiği, tutukluğun infazına verilen ara (1 yıl 4 ay) ile Yargıtay’da geçen sürenin (1 yıl 2 ay 10 gün) toplam gözaltı ve tutukluluk süresinden (8 yıl 6 ay 27 gün) düşülmesi neticesinde tazminat istemine konu olan dosya kapsamında davacının 6 yıl 17 gün tutuklu kaldığı, dolayısıyla 5 yılı aşan sürenin 1 yıl 17 gün olduğu,
Davacı ile birlikte tazminata istemine konu olan bu dosyada sanık olarak yargılanan Savaş Çetinkaya’nın Anayasa Mahkemesine yapmış olduğu bireysel başvuru neticesinde Anayasa Mahkemesince 21.11.2013 tarih ve 2012/1303 sayı ile, CMK’nın 102. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen 5 yıllık azami sürenin aşılması ve bu tarihten sonraki tutuklu bulundurulmasının hukuki dayanağının bulunmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlâl edildiğine ve adı geçene 19.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası'nda düzenlenmiş, 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir.” hükmü yer almıştır.
1961 Anayasası'nda yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun'un 1. maddesinde 7 bent hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 466 sayılı Kanun'un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan, aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 18.01.1991 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.
Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası'nda da sürdürülmüş ve 19. maddesinde yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hüküm bu kez 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Devletimizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinde de kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş ve maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması hâlinde mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek, bireyin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un 18. maddesiyle 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanun'un Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden ele alınmış, 141. maddesinde hangi durumlarda tazminat talep edilebileceği, 142. maddesinde tazminat isteminin şartları, 143. maddesinde tazminatın geri alınması, 144. maddesinde ise tazminat isteyemeyecek kişiler düzenlenmiştir.
5320 sayılı Kanun'un 6. maddesinde yer alan;
"(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
(2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." hükmü uyarınca somut uyuşmazlığın, davacının haksız olarak makul süreyi aşacak şekilde tutuklu kaldığı tarihler de göz önünde bulundurularak 5271 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda çözülmesi gerekmektedir.
Davaya konu işlem tarihi itibarıyla uygulanması gereken 5271 sayılı CMK'nın "Tazminat istemi" başlıklı 141. maddesinin birinci fıkrası davacının haksız olarak tutuklandığı tarihler itibarıyla;
"(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı hâlde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, devletten isteyebilirler."
Şeklinde düzenlenmiş, koruma tedbirleri nedeniyle tazminatın hangi hâllerde isteneceği on bent hâlinde sayılmış, 30.04.2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun'un 17. maddesiyle anılan fıkraya “k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,” bendi eklenmiş, fıkranın son cümlesinde de kişilerin koruma tedbirleri nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi her türlü zararlarını talep edebilecekleri belirtilmiştir.
Uyuşmazlık konusuyla ilgisi nedeniyle CMK’nın 141. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendindeki “Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı hâlde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,” kişilerin Devletten tazminat isteme hakkına ilişkin düzenleme üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir. Bu kapsamda öncelikle "yakalama", "gözaltı" ve "tutuklama" tedbirleri hakkında açıklamada bulunulması, daha sonra 5271 sayılı CMK'nın 141. maddesinin birinci fıkrasının konuyla ilgili (d) bendinin incelenmesi gerekmektedir.
Anayasamızın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmış olup Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile de uyumludur.
CMK’nın “Tutuklulukta geçecek süre” başlıklı 102. maddesi;
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” şeklide iken 15.08.2017 tarihli ve 694 sayılı KHK’nın 14. maddesiyle, bu fıkrada yer alan “üç yılı” ibaresinden sonra gelmek üzere “5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı” ibaresi eklenmiştir.
Görüldüğü gibi CMK’nın 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması hâlinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmalıdır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin ceza ... sistemi içerisindeki yeri ve CMK’nın 102. maddesindeki düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir (Anayasa Mahkemesi, ... ..., Başvuru No:2012/1137, 02.07.2013 tarihli).
Buna göre CMK’nın 102. maddesinin ikinci fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hâllerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmalıdır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.04.2011 tarihli ve 51-42 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır. (Anayasa Mahkemesi, Hamit Kaya, Başvuru No:2012/338, 02.07.2013 tarihli)
Diğer taraftan, özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin sınırlamaların kanunla yapılması ve sınırlamanın şekil ve şartlarının da kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, tutuklama nedenlerini ve sürelerini belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek şekilde olmalıdır. Dolayısıyla uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçları bakımından yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. CMK’daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu haliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorum, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır.
Öte yandan tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse, bu kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüşmektedir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Anayasa Mahkemesi, Hamit Kaya, Başvuru No: 2012/338, 02.07.2013 tarihli kararı; AİHM’nin Solmaz/Türkiye, Başvuru No: 27561/02, 16.01.2007, Şahap Doğan/Türkiye, Başvuru No: 29361/07, 27.05.2010)
Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da benimsenmiş ve 12.04.2011 tarihli ve 51-42 sayılı kararda, “Hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır.” gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine hükmedilmiştir. Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin değerlendirmesinde göz önünde bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Davacının suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, resmî belgede sahtecilik, görevi yaptırmamak için direnme, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından 20.05.2005 tarihinde gözaltına alındığı, 24.05.2005 tarihinde tutuklandığı, aynı suçlardan yapılan yargılama neticesinde ... 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 19.04.2010 tarihli kararı ile iki kez resmî belgede sahtecilik, yirmi üç kez kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, on dört kez yağma, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, suç işleme amacıyla kurulan örgüte üye olmak ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından mahkûmiyetine karar verildiği, hükümlerin temyiz edilmesi üzerine anılan kararın Yargıtay 6. Ceza Dairesince 29.06.2011 tarihinde bozulduğu, bozma kararı üzerine yargılaması devam eden davacının 11.12.2013 tarihinde tahliye edildiği,
Tazminat istemine ilişkin bu dosyada davacının toplam 8 yıl 6 ay 27 gün gözaltında ve tutuklu olarak kaldığı, ancak 10.02.2010-10.06.2011 tarihleri arasında 1 yıl 4 aylık süre ile başka bir cezasının infaz edilmesi nedeniyle tutukluluğun infazına ara verildiği, 1 yıl 2 ay 10 günlük sürenin ise temyiz aşamasında Yargıtay’da geçtiği, tutukluğun infazına verilen ara (1 yıl 4 ay) ile Yargıtay’da geçen sürenin (1 yıl 2 ay 10 gün) toplam gözaltı ve tutukluluk süresinden (8 yıl 6 ay 27 gün) düşülmesi neticesinde tazminat istemine konu olan bu dosya kapsamında davacının 6 yıl 17 gün tutuklu kaldığı, dolayısıyla 5 yılı aşan sürenin 1 yıl 17 gün olduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.
Davaya konu haksız işlem tarihi itibarıyla uygulanması gereken CMK'nın 141. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen kimselerin uğrayacakları zararların Devlet tarafından karşılanacağına yer verilmesi, birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmesi hâlinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğurması nedeniyle aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanmasının, bireylerin tutuklu olarak, yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatabilmesi sebebiyle "belirlilik" ilkesi açısından kabul edilemez nitelikte olması, tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek faktörler olmakla birlikte suç ve sanık sayısı, davanın karmaşıklığı gibi etkenler kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmasının mümkün olmaması, CMK’nın 102. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olarak anlaşılmasının gerekmesi ve tazminat istemine konu olan bu dosyada davacı ile birlikte sanık olarak yargılanan Savaş Çetinkaya’nın Anayasa Mahkemesine yapmış olduğu bireysel başvuru neticesinde Anayasa Mahkemesince; CMK’nın 102. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen 5 yıllık azami sürenin aşılması ve bu tarihten sonra tutuklu bulundurulmasının hukuki dayanağının bulunmaması nedenleriyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlâl edildiğine ve adı geçene manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi karşısında; davacının “bir suç isnadına bağlı olarak” tutulduğu süre itibarıyla CMK’nın 102. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen 5 yıllık azami süreyi doldurmuş olduğu ve bu tarihten sonra tutuklu bulundurulmasının herhangi bir hukuki dayanağının bulunmadığı dolayısıyla koruma tedbirleri nedeniyle tazminat hakkı bulunduğundan Özel Dairenin bozma kararının isabetsiz olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme gerekçesinin isabetli olduğuna ve hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- ... Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.05.2016 tarihli ve 55-133 sayılı hükmündeki direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Hükmün esasının incelenmesi için dosyanın, Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.