Logo

Ceza Genel Kurulu2022/536 E. 2023/337 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Suça sürüklenen çocuk hakkında verilen şikâyetten vazgeçmeye dayalı düşme kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun süresinde olup olmadığı ve temyizin süresinde olduğu kabul edilirse dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği hususları.

Gerekçe ve Sonuç: CMUK'un 305 ila 326. maddelerinin uygulanması gereken hâllerde, Cumhuriyet savcılarının duruşmalarına katılmadıkları asliye ceza mahkemesi kararlarına karşı yapacakları temyiz başvurularında, temyiz süresinin CMUK'un 310/3. maddesi kıyasen uygulanarak tefhim tarihinden itibaren bir ay olduğu, bu durumda somut olayda temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ve suça sürüklenen çocuğa yüklenen suçlar bakımından dava zamanaşımının gerçekleştiği gözetilerek yerel mahkeme kararının bozulmasına ve davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

YARGITAY DAİRESİ : 6. Ceza

MAHKEMESİ :Asliye Ceza

SAYISI : 95-51

I. HUKUKÎ SÜREÇ

Konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından suça sürüklenen çocuk ... hakkında açılan kamu davasının şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşmesine ilişkin Bozova Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.02.2016 tarihli ve 95-51 sayılı hükümlerin, üst Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 13.09.2022 tarih ve 16247-11131 sayı ile; "...1412 sayılı CMUK'un 310., 5235 sayılı Kanunun 20/1, 5271 sayılı CMK'nın 38, 260/3 ve 291. maddeleri gereğince, yokluğunda karar verilen Görüldü Savcısı'nın, 05.08.2017'den önce verilen o yer veya mülhakat asliye ceza mahkemesi kararlarını temyiz süresinin, kararı temyize hakkı olan diğer süjelerle eşit biçimde ve tebliğden itibaren bir hafta olması ve inceleme konusu olayda, UYAP üzerinden yapılan araştırma sonucunda Bozova Asliye Ceza Mahkemesinin 04/02/2016 gün 2014/95 E. 2016/51 K. sayılı kararının 19.02.2016 tarihinde Hakim tarafından imzalanarak, görüldü savcısı ekranına gönderildiği, görüldü Cumhuriyet Savcısı tarafından 04.03.2016 tarihinde temyiz dilekçesi gönderildiğinin anlaşılması karşısında, Cumhuriyet Savcısının temyiz tarihinin bir haftalık temyiz süresi geçtikten sonra olduğu anlaşılmakla; temyiz itirazının 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK'un 317. maddesi gereğince tebliğnameye aykırı olarak reddine" karar verilmiştir.

II. İTİRAZ SEBEPLERİ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 05.10.2022 tarih ve 398080 sayı ile;

“... 1412 sayılı CMUK’nun 305 ila 326. maddelerinin uygulanması gereken hallerde, o yer Cumhuriyet savcılarının duruşmalarına iştirak etmediği asliye ceza mahkemesi kararlarına yönelik temyiz süreleri de bu kanunun 310. maddesinin 3. fıkrası kıyasen uygulanmak suretiyle belirlenmeli ve bu sürenin 'tefhim tarihinden itibaren bir ay' olduğu kabul edilmelidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 06.11.2007 gün ve 167-222 sayılı kararında, üst Cumhuriyet savcısı açısından da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde, Bozova Asliye Ceza Mahkemesince 04.02.2016 tarihinde tefhim edilen hükme karşı, o yer Cumhuriyet savcısı tarafından tefhim tarihinden itibaren bir aylık süre içinde 04.03.2016 tarihinde temyiz başvurusunda bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, itirazın kabulüne, o yer Cumhuriyet savcısının temyiz talebinin süresinde olduğu ve suça sürüklenen çocuk hakkındaki mala zarar verme ve konut dokunulmazlığının ihlali suçlarından verilen hükmün; 'Suç tarihinde 12-15 yaş grubunda bulunan suça sürüklenen çocuğun konut dokunulmazlığının ihlali suçundan eylemine uyan TCK’nın 116/1, 31/2, mala zarar verme suçundan eylemine uyan TCK'nun 151/1, 31/2 maddelerinde öngörülen cezanın üst sınırına göre TCK'nın 66/1-e, 66/2. maddeleri uyarınca hesaplanan 4 yıllık zamanaşımının, savunmasının alındığı 19/06/2014 tarihinden inceleme tarihine kadar geçmiş bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle bozulmasına, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan, 1412 sayılı CMUK'nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, suça sürüklenen çocuk hakkında açılan kamu davalarının 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddesi gereğince zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine' karar verilmesi gerektiği...” görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 01.11.2022 tarih ve 10375-14924 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

III. UYUŞMAZLIK KAPSAMI VE KONUSU

Temyizin ve itirazın kapsamına göre inceleme, suça sürüklenen çocuk hakkında konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından kurulan düşme hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Dosya kapsamına göre üst Cumhuriyet savcısının, 04.02.2016 tarihinde tefhim edilen hükme yönelik 04.03.2016 tarihli temyiz isteminin süresinde olup olmadığının,

2- Temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü hâlinde suça sürüklenen çocuk hakkında kurulan hükümler yönünden dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin,

Belirlenmesine ilişkindir.

IV. OLAY VE OLGULAR

İncelenen dosya kapsamından;

Suça sürüklenen çocuğun 03.08.2013 tarihinde bilinmeyen bir saatte mağdur ...’nın bağ evinin tellerini kırıp, belirtilen eve hırsızlık yapmak amacıyla girerek konut dokunulmazlığını ihlal ettiğinin iddia olunduğu,

Bozova Asliye Ceza Mahkemesince 04.02.2016 tarih ve 95-51 sayı ile; suça sürüklenen çocuk hakkında inceleme dışı hırsızlık suçu yönünden kurulan mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı, konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçları yönünden ise şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşme kararı verildiği,

Yoklukta verilen bu hükümlerin, görüldü işlemleri için Cumhuriyet savcısı ekranına hâkim tarafından 19.02.2016 tarihinde gönderilmesi üzerine üst Cumhuriyet savcısının 04.03.2016 tarihinde sanık hakkında verilen düşme hükümleri yönünden temyiz talebinde bulunduğu, bunun üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 13.09.2022 tarih ve 16247-11131 sayı ile Cumhuriyet savcısının temyiz isteminin, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 310/1. maddesindeki bir haftalık temyiz süresi geçtikten sonra yapıldığı gerekçesiyle 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK'un 317. maddesi gereğince reddedildiği,

02.12.1999 tarihinde doğan suça sürüklenen çocuğun suç tarihi olan 03.08.2013 itibarıyla on dört yaşında olduğu,

Dosya kapsamında suça sürüklenen çocuk hakkındaki iddianame 09.04.2014 tarihinde düzenlenmiş olup suça sürüklenen çocuğun sorgusunun da 19.06.2014 tarihinde Yerel Mahkemece gerçekleştirildiği, bu bağlamda dava zamanaşımının, son olarak 19.06.2014 tarihli sorgu işlemi ile kesildiği,

Anlaşılmaktadır.

V. GEREKÇE

A. Dosya Kapsamına Göre Üst Cumhuriyet Savcısının 04.02.2016 Tarihinde Tefhim Edilen Hükme Yönelik 04.03.2016 Tarihli Temyiz İsteminin Süresinde Olup Olmadığı

1- İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler

07.10.2004 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete'de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmiş, böylece ülkemizde fiilen üç dereceli yargı sistemine geçilmiştir.

CMUK'da olağan kanun yolları olarak itiraz ve temyize yer verilmişken, CMK'da itiraz, istinaf ve temyiz olağan kanun yolları olarak düzenlenmiştir.

İstinaf, ilk derece mahkemelerinin henüz kesinleşmemiş hükümlerinin hem maddi hem de hukuki yönden denetlenmesi için kabul edilmiş olan olağan bir kanun yolu olup ikinci derecedir.

Temyiz ise kural olarak bölge adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından verilen hükümlerle, bu dairelerin hükme esas teşkil eden ara kararlarına ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca iade taleplerine ilişkin ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen kararlara karşı başvurulan bir olağan kanun yoludur. Ayrıca bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce Yargıtay denetiminden geçen kararların da temyiz kanun yoluna tabi olduğunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

5320 sayılı Kanun'un 18. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, CMUK yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak yeni usul yasası sisteminde, yasa yolları içinde istinafa yer verilmesi ve bölge adliye mahkemelerinin 20.07.2016 tarihinden sonra göreve başlaması nedeniyle 5320 sayılı Kanun'un "Temyiz ve karar düzeltme" başlıklı 8. maddesinin birinci fıkrasında; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete'de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddeleri uygulanır.” hükmüne yer verilmek suretiyle bölge adliye mahkemelerinin göreve başlamasından önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında CMUK’un 305 ila 326. maddelerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Başka bir anlatımla, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar CMUK'un, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise CMK'nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.

Bu genel açıklamalardan sonra temyiz başvuru usulünün ayrıntılı bir şekilde irdelenmesi gerekmektedir.

Yargılama makamlarının verdikleri kararlarda bir aykırılık veya yanılma olması durumunda bu hataları giderme yetkisi kanun yolu adı verilen denetim ile sadece yargılama makamları tarafından yapılabilir. Kanun yolu, aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından, sanık ve katılan için olduğu kadar toplum için de büyük bir teminat olduğundan, bir insan hakkıdır (Feridun Yenisey - Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2017, s. 859, 860.).

Bu anlayışa paralel olarak, Anayasa’nın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu vurgulanmış, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde yargılamada sanığa tanınması gereken asgari haklar belirtilerek adil yargılanma hakkının kapsamı belirlenmiştir.

CMUK'da, CMK'da olduğu gibi temyiz yoluna başvurabilecek kişiler açıkça ve ayrıca düzenlenmemiştir. Ancak temyiz de olağan bir kanun yolu olup genel hükümlere göre kanun yollarına başvurma hakkı olanlar temyize de başvurabilirler. Buna göre; Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık, katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar, verilen hüküm veya karar nedeniyle hukuki hakları zarar gören üçüncü kişiler, şüpheli veya sanığın kanuni temsilcisi ve eşinin temyize başvuru hakkı bulunmaktadır.

Olağan kanun yollarından sayılan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, CMUK'un 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir.

Bunlardan ilki istek şartıdır. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan davasız yargılama olmaz ilkesine uygun olarak temyiz davasının kendiliğinden açılması mümkün olmayıp bu konuda bir talebin bulunması gereklidir.

Uyuşmazlık konusu olayda istek şartının gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmadığından temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci şart olan süre şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.

CMUK'un 310. maddesi;

"Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir.

Hükmün tefhimi sanığın yokluğunda olmuşsa bu süre tebliğ tarihinden başlar.

Sulh mahkemelerinin temyizi kabil kararları, yargı çevresi içinde bulundukları asliye ve ağır ceza mahkemeleri nezdindeki Cumhuriyet savcıları tarafından, tefhim tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz edilebilir." şeklinde hüküm altına alınmış olup bu düzenlemeye göre genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre, hükmün tefhiminden, tefhim edilmemiş ise tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi, anılan maddenin üçüncü fıkrasındaki farklı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar bakımından bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlayacaktır.

CMK'nın 291. maddesi uyarınca da temyiz davası açılması için hükmün açıklanmasından itibaren yedi günlük bir süre öngörülmüş iken 05.08.2017 tarihli ve 30145 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle CMK'nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "yedi" ibaresi "on beş" şeklinde değiştirilerek temyiz süresi on beş güne çıkarılmış, maddenin 2. fıkrasında hükmün, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanması hâlinde sürenin tebliğ tarihinden başlayacağı düzenlenmiştir.

CMK'nın kanun yoluna başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesi ise;

"Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.

Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.

Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir."

Düzenlemesini taşımakta olup 6545 sayılı Kanun ile "Sulh ceza mahkemesi" ibareleri madde metninden çıkarılmıştır.

Uyuşmazlık konusunu ilgilendirmesi nedeniyle Cumhuriyet savcısının asliye ceza mahkemesindeki duruşmalara katılamayacağına ilişkin yasal düzenlemeler üzerinde de durulması gerekmektedir.

14.04.2011 tarihli 27905 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak bazı maddeleri yayım tarihinde yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 26. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 3. madde uyarınca "01.01.2014 tarihine kadar, asliye ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı bulunmaz ve katılma hususunda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaz. Ancak, verilen hükümler ile tutuklamaya veya salıverilmeye ilişkin kararlara karşı Cumhuriyet savcısının kanun yoluna başvurabilmesi amacıyla dosya Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir." şeklinde düzenlenmeye yer verilmiş olup asliye ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısının hazır bulunmayacağına ilişkin bu süre önce, 12.12.2014 tarihli ve 29203 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6572 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 9. madde uyarınca 31.12.2019 tarihine kadar, daha sonra da, 24.12.2019 tarihli ve 30988 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7201 sayılı Kanun’un 10. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 11. madde uyarınca 01.09.2020 tarihine kadar uzatılmıştır.

Görüldüğü gibi, 6217 sayılı Kanun değişikliğinden önce asliye ceza mahkemesi duruşmasına iştirak eden Cumhuriyet savcılarının kararın huzurlarında tefhim kılındığı tarihten itibaren bir hafta içinde temyiz talebinde bulunabileceklerine ilişkin açık bir düzenlemeye yer verilmiş iken 6217 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasında 01.09.2020 tarihine kadar asliye ceza mahkemelerince verilen temyiz edilebilir nitelikte hükümlerin Cumhuriyet savcıları tarafından hangi süre içinde temyiz edilebileceklerine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda, Cumhuriyet savcılarının mevcut temyiz haklarını hangi süre içinde kullanabilecekleri ve bu sürenin ne zaman başlayacağına ilişkin uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından ağır ceza mahkemesi bulunan yerlerdeki Cumhuriyet savcılarının mülhakat ceza mahkemesi kararlarını temyiz etmelerine olanak sağlayan kanuni düzenlemelerin geçmişten itibaren geçirdiği evrelerin incelenmesi ve mevcut yasal düzenleme ortaya konularak yürürlükteki hukuk düzeninin bütünlüğü de dikkate alınıp bu husustaki mevcut hukuki boşluğun giderilmesi gerekmektedir.

1926 yılında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun kabulünden sonra savcılık örgütünün oluşumunda da değişikliğe gidilmesi ihtiyacı hissedilmiş, aynı yıl içinde yürürlüğe konulan 825 sayılı Türk Ceza Kanununun Mevkii Mer’iyete Vaz’ına Müteallik Kanun’un 28. maddesiyle, 469 sayılı Mehakim’i Şer’iyenin İlgasına ve Mehakimin Teşkilatına Ait Ahkâmı Muaddil Kanun’un 5. maddesi değiştirilmiştir. Sözü edilen 5. maddenin birinci fıkrasında; her asliye mahkemesi nezdinde bir savcılık örgütü kurulması hükme bağlanmış, ikinci fıkrasında; ağır ceza mahkemesi bulunan yerlerdeki savcının, bu mahkemenin yargı yetkisi dâhilindeki asliye ve sulh mahkemelerinden verilen kararlara karşı otuz gün içinde itiraz ve temyiz yetkisinin bulunduğu belirtilmiş, 3. fıkrasında ise anılan savcıların, kendi merkezlerindeki mahkemelerden verilen kararlara karşı temyize başvurma sürelerinin, kanunen belli olan süre olduğu ifade edilmiştir.

Ceza mahkemelerinden verilen hükümlerin temyiz koşulları ve süresi, 1929 yılında yürürlüğe giren CMK'da yeniden belirlenmiş ve 310. maddenin birinci fıkrasında, temyiz isteminin hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde yapılabileceği, üçüncü fıkrasında ise sulh mahkemelerinin temyizi mümkün kararlarının yargı çevresi içinde bulundukları asliye ve ağır ceza mahkemeleri nezdindeki Cumhuriyet savcıları tarafından tefhim tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz edilebileceği hükme bağlanmıştır.

Görüldüğü üzere, 469 sayılı Kanun’un değişik 5. maddesinde otuz günlük temyiz süresinin tebliğden mi yoksa tefhimden mi başlayacağı açıkça belirtilmemiş, CMUK’da da sadece ağır ceza Cumhuriyet savcılarının sulh ceza mahkemesi kararlarını temyiz süresi ile bu sürenin başlangıç tarihi düzenlenmiştir. Bu nedenle başlangıçta, üst Cumhuriyet savcılarının mülhakat asliye ceza mahkemesi kararlarına yönelik otuz günlük temyiz süresinin hangi tarihten itibaren başlayacağı yolunda bazı görüş ayrılıkları ortaya çıkmış ise de çeşitli yargısal kararlarda vurgulandığı ve uygulamada da benimsendiği üzere bu sorun, sulh ceza mahkemeleri ile paralellik sağlanabilmesi için, mülhakat asliye ceza mahkemesi kararlarına yönelik temyiz süresinin başlangıcı bakımından da tefhim tarihinin esas alınması suretiyle çözüme kavuşturulmuştur.

Bu yasal düzenlemelerin yürürlükte bulunduğu dönemde, ağır ceza mahkemesi nezdinde görevli Cumhuriyet savcılarının;

a) Gerek ağır ceza merkezindeki gerekse mülhakattaki sulh ceza mahkemesi kararlarını CMUK’un 310/son maddesi uyarınca tefhimden itibaren bir ay,

b) Ağır ceza merkezinde bulunan asliye ceza mahkemesi kararlarını CMUK’un 310/1. maddesi uyarınca tefhimden itibaren bir hafta,

c) Mülhakat asliye ceza mahkemesi kararlarını ise 469 sayılı Kanun’un 5/2. maddesi gereğince otuz gün içinde temyiz edebilecekleri görüşü benimsenmiştir.

Uygulama bu doğrultuda sürdürülürken, ceza yargılaması yönteminde değişiklik yapılması ve istinafın da içinde yer aldığı bir sistemin hayata geçirilmesi amacıyla, hemen tümü 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren bir çok kanuni düzenleme gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, bir yandan 469 ve 825 sayılı Kanunlar ile CMUK yürürlükten kaldırılırken, bir yandan da 5235 sayılı Kanun ve CMK yürürlüğe girmiştir. Ancak o tarih itibarıyla istinaf denetimini gerçekleştirecek olan bölge adliye mahkemelerinin kuruluşu tamamlanamadığından kanun koyucu bu durumu dikkate alarak, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinde, bölge adliye mahkemelerinin Resmî Gazete’de ilan edilecek olan göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar CMUK’un 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere 305 ila 326. maddelerinin uygulanacağını hükme bağlamıştır.

Yeni düzenlemelere göre, ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcılarının yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin kararlarına ilişkin temyiz süresini düzenleyen 469 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılması ve CMUK’un uygulanması gereken hâllerde de münhasıran bu hususu düzenleyen bir hükmün mevcut olmaması nedeniyle ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 06.11.2007 tarihli ve 167-222 sayılı kararında vurgulandığı üzere bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten önceki evrede aleyhine temyiz yoluna başvurulan kararlar söz konusu olduğunda başka bir ifadeyle, CMUK’un 305 ile 326. maddelerinin uygulanması gereken hâllerde ağır ceza Cumhuriyet savcılarının mülhakat asliye ceza mahkemesi kararlarına yönelik temyiz süresinin adı geçen Kanun’un 310. maddesinin 3. fıkrası kıyasen uygulanmak suretiyle belirleneceği, bu durumda temyiz süresinin tefhimden itibaren bir ay olduğu sonucuna ulaşılmış, Ceza Genel Kurulunun 10.06.2014 tarihli ve 834-321 sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenerek CMUK’un 305 ila 326. maddelerinin uygulanması gereken hâllerde, Cumhuriyet savcılarının duruşmalarına iştirak etmediği asliye ceza mahkemesi kararlarına yönelik temyiz süresinin bu Kanun’un 310. maddesinin üçüncü fıkrası kıyasen uygulanmak suretiyle belirleneceği ve bu sürenin tefhim tarihinden itibaren bir ay olduğu kabul edilmiştir. Başka bir ifadeyle 6217 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik uyarınca asliye ceza mahkemesi duruşmasına katılamayan Cumhuriyet savcılarının bu mahkemenin kararlarını temyiz süresine ilişkin hukuki boşluk, CMUK’un “Sulh mahkemelerinin temyizi kabil kararları, yargı çevresi içinde bulundukları asliye ve ağır ceza mahkemeleri nezdindeki Cumhuriyet savcıları tarafından, tefhim tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz edilebilir.” şeklinde düzenleme içeren 310. maddesinin üçüncü fıkrası kıyasen uygulanmak suretiyle giderilmeye çalışılmış ve önceki uygulamalar devam ettirilmiştir.

Diğer taraftan, 28.06.2014 tarihli ve 29044 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 84. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 6. madde uyarınca sulh ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılarak sulh ceza hâkimlikleri kurulmuş, bu maddenin yürürlüğe girdiği 28.06.2014 tarihi itibarıyla sulh ceza mahkemelerinde görülmekte olan dava dosyalarının bir ay içinde yetkili asliye mahkemelerine devredileceği hükme bağlanmıştır.

CMUK'un yürürlükten kaldırılmasına rağmen 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrası ile, bölge adliye mahkemelerinin Resmî Gazete'de ilan edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar CMUK'un 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddelerinin uygulanacağına ilişkin istisnai bir düzenlemeye yer verilmesi karşısında, uyuşmazlığın çözümü bakımından CMK'nın istinaf başvurusunun süresini belirleyen 273 ve temyiz süresini düzenleyen 291. maddeleri de kıyaslamada dikkate alınamayacaktır. Öte yandan, 7035 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin birinci fıkrası ile; “Bu Kanunla, 5271 sayılı Kanun'un 291. maddesi ile 6100 sayılı Kanun'un 361. maddesinde temyiz sürelerine ilişkin olarak yapılan değişiklikler, bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte ve sonrasında verilen kararlar hakkında uygulanır.” hükmü öngörülmüş olup CMUK'un temyiz süresine ilişkin hükümlerine de atıf yapma imkânı bulunan kanun koyucunun bilinçli bir tercih göstererek bu yönde bir düzenlemeye yer vermemesi dikkate alındığında, istinaf öncesi veya sonrası ayrımı yapılmaksızın 05.08.2017 tarihinden sonra verilen tüm kararların on beş günlük temyiz süresine tabi olduğundan da bahsedilemeyecektir.

Aksi düşüncenin kabulü, yasa koyucunun açık bir irade sergileyerek henüz uygulanmasını istemediği bir yasa normunun yorum yoluyla uygulanması anlamına gelir ki, bu şekilde ulaşılan sonucun da 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinde düzenlenen, ayrıca Anayasa’nın 38. maddesi ile güvence altına alınan kanunilik ilkesine aykırı olacağı açıktır.

Ayrıca, kanun gereği duruşmalarına katılmadığı asliye ceza mahkemesi kararları yönünden Cumhuriyet savcılarının temyiz süresine ilişkin bu hukuki durumun, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 26. maddesinin 1. fıkrası uyarınca asliye ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlar bakımından suça sürüklenen çocuklar hakkında açılacak davalara bakmakla görevli kılınan çocuk mahkemelerince yapılan duruşmalara aynı Kanun'un 25. maddesi gereğince katılmayan Cumhuriyet savcıları yönünden geçerli olacağında kuşku bulunmamaktadır.

Bu durumda Cumhuriyet savcılarının duruşmasına iştirak etmediği asliye ceza ve çocuk mahkemesi kararlarını hangi sürede temyiz edeceklerine ilişkin sorunun, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 1. fıkrası ile yerleşmiş içtihatlar doğrultusunda, CMUK’un 310. maddesi kıyasen uygulanarak çözümlenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

2- Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Bozova Asliye Ceza Mahkemesince 04.02.2016 tarih ve 95-51 sayı ile; suça sürüklenen çocuk hakkında konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından açılan kamu davasının şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşmesine karar verildiği, hükümlerin görüldü işlemleri için duruşmalara iştirak etmeyen Cumhuriyet savcısı ekranına hâkim tarafından 19.02.2016 tarihinde gönderilmesi üzerine üst Cumhuriyet savcısının 04.03.2016 tarihinde temyiz talebinde bulunduğu dosya kapsamında;

Ceza muhakemesi sistemimizde hükümlerin temyiz edilebilmelerinin kural, temyiz edilememelerinin ise istisna oluşu, hukuk normlarının yorumlanmasında, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti ile AİHS'nin 6. maddesinde hüküm altına alınan mahkemelere erişim hakkının gözetilmesi gerekliliğine ilişkin düzenlemeler ve silahların eşitliği ilkesi dikkate alındığında, kamu davasının ilgililerinden olan Cumhuriyet savcısının etkin bir şekilde temyiz yoluna başvurma hakkı olduğunda herhangi bir tereddüt bulunmamakla birlikte, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrası ile, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar CMUK'un 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddelerinin uygulanacağına ilişkin emredici ve istisnai nitelikte bir düzenlemeye yer verilmesi karşısında, her ne kadar 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik uyarınca 28.06.2014 tarihi itibarıyla sulh ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılmış ise de kanun koyucunun, bu mahkemelerin temyiz süresine ilişkin hükümlerine de atıf yapma imkânı bulunduğu hâlde bu yönde bir düzenlemeye yer vermediği de dikkate alınarak, CMUK’un 305 ila 326. maddelerinin uygulanması gereken hâllerde, Cumhuriyet savcılarının duruşmalarına iştirak etmediği mahkeme kararlarına yönelik temyiz süresinin aynı Kanun’un 310. maddesinin üçüncü fıkrası kıyasen uygulanmak suretiyle belirlenmesi gerektiği ve dolayısıyla tefhim tarihinden itibaren bir ay olduğu, bu bağlamda Yerel Mahkemece 04.02.2016 tarihinde tefhim olunan hükme yönelik 5395 sayılı Kanun’un 25. maddesi uyarınca duruşmalara iştirak etmeyen üst Cumhuriyet savcısının 04.03.2016 tarihinde gerçekleştirdiği temyiz talebinin süresinde olduğunun kabulü gerekmektedir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; Cumhuriyet savcısının temyiz talebinin süresinde olmadığının kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

B. Suça Sürüklenen Çocuk Hakkında Kurulan Hükümler Yönünden Dava Zamanaşımının Gerçekleşip Gerçekleşmediği

1- İlgili Mevzuat ve Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Açıklamalar

Uyuşmazlığın isabetli bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle TCK’nın 142. maddesinin dördüncü fıkrasının açıklanmasında fayda bulunmaktadır.

06.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 6. maddesiyle TCK'nın 142. maddesine 4. fıkra olarak “Hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konut dokunulmazlığının ihlali veya mala zarar verme suçunun işlenmesi hâlinde, bu suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikâyet aranmaz.” hükmü eklenmiş ve bu hükümle failin, şikâyet şartına bağlı olan konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarını hırsızlık suçunu işlemek amacıyla gerçekleştirmesi durumunda bu suçlar yönünden artık şikâyet aranmayacağı açıkça belirtilmiştir.

Bu kısa açıklamadan sonra uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden zamanaşımı konusuna değinilmesi gerekmektedir.

TCK’nın "Dava zamanaşımı" başlıklı 66. maddesi;

“(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;

a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,

b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,

c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,

d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,

e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,

Geçmesiyle düşer.

(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.

(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.

(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır…” şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü gibi, TCK’nın 66. maddesinde, çocuklar hakkında yaş gruplarına göre kademeli olarak daha kısa zamanaşımı süreleri getirilmiştir. Bu kapsamda TCK’nın 66/2. maddesindeki; “Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının… geçmesiyle kamu davası düşer.” şeklindeki düzenleme ile 12-15 yaş grubunda bulunan çocuklar açısından zamanaşımı yetişkin sanıklara göre yarı oranında kısaltılmış bulunmaktadır. Aynı Kanun'un 67/4. maddesi uyarınca kesen bir nedenin bulunması hâlinde kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak olan zamanaşımı, ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.

Ceza Genel Kurulunun birçok kararında açıkça vurgulandığı gibi yargılama yapılmasına engel olup davayı düşüren hâllerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.

2- Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı inceleme dışı hırsızlık suçunu işlemek amacıyla gerçekleştirdiği anlaşılan incelemeye konu konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçları yönünden TCK’nın 142. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca şikâyet şartının aranmayacağı göz önünde bulundurulduğunda atılı suçlara ilişkin kamu davası yönünden şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşme hükümleri kurulamayacağı ancak konut dokunulmazlığının ihlali suçunun yaptırımı TCK’nın 116/1. maddesi uyarınca altı aydan iki yıla kadar hapis cezası; mala zarar verme suçunun yaptırımı ise TCK’nın 151/1. maddesi uyarınca 4 aydan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası olup TCK'nın 66/1-e maddesi uyarınca bu suçların asli dava zamanaşımı süresinin sekiz yıl, aynı Kanun'un 67/4. maddesi dikkate alındığında kesintili dava zamanaşımı süresinin ise on iki yıl olduğunun anlaşılmaktadır. Suça sürüklenen çocuğun suç tarihi itibarıyla on iki yaşını bitirmiş, ancak on beş yaşını tamamlamamış olduğu göz önüne alındığında da TCK'nın 66/2. maddesi uyarınca söz konusu suçlar yönünden asli dava zamanaşımı süresi 4 yıl, kesintili dava zamanaşımı süresi ise 6 yıldır.

Daha ağır cezayı gerektiren başka suçları oluşturma ihtimali bulunmayan ve 03.08.2013 tarihinde gerçekleştirildiği kabul edilen eylemle ilgili olarak suça sürüklenen çocuk hakkında dava zamanaşımını kesen en son işlem 19.06.2014 tarihli sorgu işlemi olup bu tarihten sonra zamanaşımını kesen veya durduran başkaca bir sebebin gerçekleşmediği gözetildiğinde, 4 yıllık asli dava zamanaşımı süresi, Özel Dairenin inceleme tarihinden önce 19.06.2018 tarihinde dolmuş bulunmaktadır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkemenin suça sürüklenen çocuk hakkında konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından kurduğu şikâyet yokluğu nedenine dayalı düşme hükümlerinin, TCK’nın 142. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırılık teşkil etmesi ve bu aşamada gerçekleşen dava zamanaşımı nedenleriyle bozulmasına, ancak yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, CMUK’un, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk hakkındaki kamu davasının TCK'nın 66/1-e, 66/2 ve CMK'nın 223/8. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.

VI. KARAR

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 13.09.2022 tarihli ve 16247-11131 sayılı ret kararının KALDIRILMASINA,

3- Bozova Asliye Ceza Mahkemesince suça sürüklenen çocuk hakkında konut dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından kurulan 04.02.2016 tarihli ve 95-51 sayılı düşme hükümlerinin, TCK’nın 142. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırılık teşkil etmesi ve bu aşamada gerçekleşen dava zamanaşımı nedenleriyle BOZULMASINA,

Ancak, yüklenen suçlar için TCK'nın 66/1-e-2. maddesinde öngörülen dava zamanaşımı süresinin, Özel Dairenin inceleme tarihinden önce dolduğu anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken CMUK’un 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, suça sürüklenen çocuk hakkındaki kamu davasının TCK’nın 66/1-e, 66/2 ve CMK’nın 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,

4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.06.2023 tarihinde yapılan müzakerede bir numaralı uyuşmazlık konusu yönünden oy çokluğu, iki numaralı uyuşmazlık konusu yönünden ise oy birliği ile karar verildi.