"İçtihat Metni"
İTİRAZ
İtirazname No : 2023/100084
KARARI VEREN
YARGITAY DAİRESİ : 11. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Ağır Ceza
SAYISI : 402-604
I. HUKUKİ SÜREÇ
Sanıklar hakkında basit dolandırıcılık suçundan açılan kamu davalarında yapılan yargılamalarda, İstanbul 22. Asliye Ceza Mahkemesince 20.09.2012 tarih ve 917-851 sayı; 14.05.2013 tarih ve 326-455 sayı ile eylemlerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 158/1-d maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle verilen görevsizlik kararları ile İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.06.2014 tarihli ve 409-220 sayılı birleştirme kararı üzerine dosyaların gönderildiği İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesince 18.11.2015 tarih ve 553-224 sayı ile sanıkların nitelikli dolandırıcılık suçundan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatlerine karar verilmiştir.
Hükümlerin, Cumhuriyet savcısı ve katılan vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 12.04.2017 tarih ve 11608-9201 sayı ile; "(Suça konu) bononun ve bononun dayanağını oluşturan sözleşme üzerinde yapılan kriminal incelemeler sonucu düzenlenen uyuşmazlığı çözmeye yeterli, denetime ve hüküm kurmaya elverişli bilirkişi raporlarında suça konu bonodaki borçlu ... adına atılan imzaların ona ait olduğu fakat, bu imzaların bono için değil başka amaçla atıldıkları, atılış amaçları dışında üstteki metin ile bağlantıları koparılıp daktilo ile boş kısmın bono olarak doldurulduğunun ayrıca katılan adına atılan imzaların düzenleme tarihi olan 2008 yılı imzaları ile değil 1998 yılında attığı imzalar ile uyumlu olduğunun bildirilmesi karşısında,
Sanıkların fikir ve irade birliği içerisinde hareket ederek, katılan tarafından başka amaçla atılan imzalı evrakın yazı ile imza arasındaki boşluğundan faydalanılarak boş kısma daktilo ile bono hâline getirip, belirtilen şekilde oluşturulan sahte bono ile icra takibi yapmak suretiyle dolandırıcılık suçunu işledikleri anlaşıldığından, sanıkların atılı suçtan mahkûmiyetleri yerine, dosya kapsamına uygun düşmeyen eksik ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde beraatlerine karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi ise 14.07.2017 tarih ve 190-257 sayı ile bozma kararına direnerek önceki hükümlerdeki gibi sanıkların beraatlerine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de Cumhuriyet savcısı ve katılan vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.01.2018 tarihli ve 64214 sayılı onama-bozma istekli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanun'un 307. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 31.05.2018 tarih ve 726-4132 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilmiş ve Ceza Genel Kurulunca 07.02.2019 tarih ve 318-83 sayı ile; "Yerel Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında sanıklar ve müdafilerinin bozma ilamına ilişkin görüşleri sorulup ve Cumhuriyet savcısının mütalaası da alındıktan sonra, hazır bulunan sanıklara son sözleri sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükümlerin tesis ve tefhim edilmesi" isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesince 31.10.2019 tarih ve 50-353 sayı ile sanıkların, 5237 sayılı Kanun'un 37. maddesi delaletiyle aynı Kanun'un 158/1-d, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına, ayrıca sanıklar ... ve ...'ın 5237 sayılı Kanun'un 53/5. maddesi uyarınca cezanın infazından sonra işlemek üzere verilen cezanın yarı oranı olan 2 yıl 1 ay süre ile avukatlık mesleğinin tanıdığı hak ve yetkileri kullanmaktan yasaklanmalarına karar verilmiştir.
Hükümlerin, Cumhuriyet savcısı ve sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 05.10.2020 tarih ve 1360-9217 sayı ile;
"1- Sanıklar hakkında; 5237 sayılı TCK'nın 158/1-d maddesi gereğince hüküm kurulurken, hapis cezası ile birlikte adli para cezasına da karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, sadece hapis cezasına hükmedilmesi,
2- Sanıklar ..., ...'ın avukatlık mesleğinin ifası sırasında ve 5237 sayılı TCK'nın 53/1-a maddesindeki hak ve yetkileri kötüye kullanmaksızın atılı suçu işlediklerinin anlaşılması karşısında; sanıklar hakkında aynı Kanunun 53/5. madde ve fıkrasının uygulanması," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesince 28.12.2021 tarih ve 402-604 sayı ile sanıkların, 5237 sayılı Kanun'un 37. maddesi delaletiyle aynı Kanun'un 158/1-d, 62, 52/2-4 ve 53. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 33.320 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluklarına karar verilmiştir.
Hükümlerin, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 08.05.2023 tarih ve 9698-3657 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 03.11.2023 tarih ve 100084 sayı ile; "Sanıkların, davaya konu bononun, katılanın kendilerine olan borcundan dolayı oluşturulduğu şeklindeki savunmalarına binaen sanıklar hakkında TCK'nın 159. maddesinin uygulama şartlarının oluşup oluşmadığının mahkemece gerekçeli kararda tartışılması gerekirken bu husus tartışılmadan eksik incelemeye dayalı olarak karar verildiği," görüşüyle itiraz yoluna başvurulmuştur.
5271 sayılı Kanun'un 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 09.01.2024 tarih ve 6083-85 sayı ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
III. UYUŞMAZLIK KAPSAMI, KONUSU VE ÖN SORUNLAR
Sanıklar hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin Özel Dairece onanmasına karar verilmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme sanıklar hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklara yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunda 5237 sayılı Kanun'un 159. maddesinin uygulanma şartlarının oluşup oluşmadığı bakımından eksik inceleme ile karar verilip verilmediğinin belirlenmesine ilişkin olup Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- Aleyhe olan bozma kararına karşı sanık ...'nın beyanı alınmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının,
2- Sanıklar ... ve ...'a yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunun sabit olup olmadığının,
Değerlendirilmesi gerekmektedir.
IV. OLAY VE OLGULAR
Öncelikle (1) numaralı ön sorun konusunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasında İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesince 31.10.2019 tarih ve 50-353 sayı ile adı geçen sanığın, 5237 sayılı Kanun'un 37. maddesi delaletiyle aynı Kanun'un 158/1-d, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin hükmün, Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 05.10.2020 tarih ve 1360-9217 sayı ile; sanık hakkında 5237 sayılı Kanun'un 158/1-d maddesi gereğince hüküm kurulurken, hapis cezası ile birlikte adli para cezasına da karar verilmesi gerektiği gözetilmeden sadece hapis cezasına hükmedilmesi isabetsizliğinden sanık aleyhine bozulmasına karar verildiği,
Yerel Mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılamada sanık ... ve müdafiine bozma kararı ve duruşma günü davetiyesinin tebliğe çıkarıldığı, davetiye tebliğine rağmen sanık ...'nin duruşmaya gelmemesi üzerine yokluğunda yargılamaya devam edilerek, hazır bulunan sanık ... müdafiinin dinlenilmesi ile yetinilip sanık ...'den aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan 28.12.2021 tarih ve 402-604 sayı ile sanık ...'nin, 5237 sayılı Kanun'un 37. maddesi delaletiyle aynı Kanun'un 158/1-d, 62, 52/2-4 ve 53. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 33.320 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
V. GEREKÇE
A. İlgili Mevzuat ve (1) Numaralı Ön Soruna İlişkin Açıklamalar
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması hâlinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup aynı kurala 5271 sayılı Kanun'un 307. maddesinin ikinci fıkrasında da yer verilmiştir. Anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhine sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.
Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi hâlinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı Kanun'un 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin üçüncü fıkrasına göre ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı sanığın en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı Kanun'un 308. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları da ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündedir.
B. (1) Numaralı Ön Soruna İlişkin Değerlendirme
Yerel Mahkemece sanık ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün Özel Daire tarafından sanık aleyhine bozulması nedeniyle bozmaya karşı sanığın beyanının alınması gerektiği gözetilmeden, sanık ...'nin duruşmada hazır bulunması sağlanarak bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan yokluğunda yargılamaya devam olunarak direnme kararı verilmesi 1412 sayılı Kanun'un, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 326. maddesinin ikinci fıkrasına aykırıdır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemece sanık ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanık ...'nin beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
2- Bu aşamada asıl uyuşmazlık konusu ile (2) numaralı ön soruna ilişkin açıklamaların birlikte yapılmasında yarar bulunmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Beşiktaş 5. Noterliğinin 18.06.1986 tarihli ve 95 yevmiye numaralı "Düzenleme Şeklinde Satış Vaadi ve İrtifak Hakkı Vaadi Sözleşmesi"ne göre; satış vaadinde bulunanın katılan ..., satış vaadini kabul edenlerin ..... isimli şahıslar olduğu, katılanın zilyetliğinde bulunan ve İstanbul ili, Eyüp ilçesi, Göktürk köyü sınırları içerisinde kalan 300 sayılı parseldeki hissesini 1.000.000 TL, 352 sayılı parselin ise tamamını 71.000.000 TL bedel karşılığında ...'e satmayı kabul ve taahhüt ettiği,
Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.03.1999 tarihli ve 84-808 sayılı kararına göre; davacı sıfatıyla katılan tarafından davalı Maliye Hazinesi aleyhinde açılan Göktürk köyü 920 nolu parsele ilişkin kadastro tespitine itiraz davasında dinlenen mahalli bilirkişiler ve tanıklar ile teknik bilirkişi raporları dikkate alınarak dava konusu taşınmazın 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 3302 sayılı Kanun ile değişik 2/B maddesi uygulaması ile Hazine adına orman sınırları dışarısına çıkartılan yer olduğu gerekçesiyle malik hanesinin Maliye Hazinesi adına tapuya tesciline ve söz konusu taşınmazı fiili olarak tasarruf eden katılanın da kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verildiği, Hazine vekilinin temyiz istemi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince 21.02.2000 tarih ve 738-693 sayı ile Maliye Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin temyizden feragat etmesi nedeniyle temyiz isteminin reddine karar verildiği,
Eyüp 1. Noterliğinin 10.03.2000 tarihli ve 6172 yevmiye numaralı düzenleme şeklinde vekaletnamesine göre; vekalet verenin katılan, vekil tayin edilenin sanık ... olduğu, vekaletnamenin konusunun İstanbul ili, Eyüp ilçesi, Göktürk köyü, Hasanbaba mevkiinde bulunan ve tapunun 970 parsel numarasında kayıtlı olan taşınmazın tapu ve kadastro müdürlüklerindeki ter türlü işlemlerini takip etmeye, kadastro ölçümlerini yaptırmaya, ölçümlere muvafakat etmeye, tapusunu almaya, tapuda verilecek ferağ takrirlerini kabule, kayıt ve tescillerini yaptırmaya, tapu senetlerini almaya, her türlü vergi, ceza, harç, masraf vesair paraları ödemeye, makbuzlarını almaya, dilekçeler vermeye, müracaatlarda bulunmaya, her türlü beyan ve taahhütlerde bulunmaya, bilimum resmî daireler, müesseseler, vergi daireleri, tapu daireleri, belediyeler vesair kurum ve kuruluşlarda yapılacak her türlü işlemleri başından sonuna kadar takip etmeye, evrak alıp vermeye, dilekçeler vermeye, müracaatlarda bulunmaya, harç, masraf, vergi ceza vesairelerini ödemeye, makbuzlarını almaya, gerektiğinde bu yetkilerin tamamı veya bir kısmı ile başkalarını da tevkil, teşrik ve azle münferiden mezun ve yetkili olmak üzere sanık ...'in vekil tayin edildiği,
Dosyaya ibraz edilen 21.04.2000 tarihli anlaşmaya göre; anlaşmanın taraflarının "Şirket", "...Danışmanlık" ve "Ahmet Bey" isimli bir şahıs olarak gösterildiği, anlaşmanın konusunun "2B" ve "Sarı" olarak isimlendirilen toplam 14 adet taşınmazın şirket lehine tapuya bağlanmasının olduğu, ücretin tapuya bağlanan taşınmaz metrekaresi başına 8 USD olarak belirlendiği, "2B" olarak isimlendirilen taşınmazlar arasında 51.279,04 metrekare olan 920 numaralı parselin de bulunduğu, "2B" ve "Sarı" olarak isimlendirilen taşınmazlar nedeniyle şirketin ...Danışmanlığa toplam 111.476,58 m2 x 8 + 53.408= 945.220,64 USD ödeyeceği, 153.207 USD'nin anlaşma tarihinden önce ödendiği, "2B" ile "Sarı" parsel listelerinden eksilme olursa ...Danışmanlığın şirkete metrekare başına 100 USD ceza ödeyeceği, eksilmenin 10.000 metrekare üzerinde veya 920 parselden olursa anlaşmanın bozulmuş sayılacağı, "Ahmet Bey" isimli şahsın bu anlaşmanın şahidi olduğu ve anlaşmanın altında isim ve soyisim olmaksızın üç adet imzanın bulunduğu,
Dosyaya ibraz edilen 31.12.2008 tarihli sözleşmeye göre; sözleşmenin taraflarının sanıklar ...ve ... (...Danışmanlık) ile katılan (İşveren) olduğu, işverenin talebi üzerine ...Danışmanlığın 1995-1996'lı yıllardan itibaren kadastro çalışmalarını başlatarak Göktürk köyünde bulunan 9119, 920, 1078, 1079, 1213, 957 ve 995 numaralı parseller ile 995, 1570, 1204, 1242, 1243, 1245 ve 1247 numaralı parsellerin zilyetliklerinin işveren veya onun gösterdiği kişiler üzerine tescilini sağladıkları, bu işlerin karşılığında 920 numaralı parselden 15 dönümlük bölümün ...Danışmanlığa devrini kabul ve taahhüt eden işverenin aradan geçen yıllar içinde bu taahhüdünü yerine getiremediği, bu nedenle tarafların 920 numaralı parselin 15 dönümlük kısmının bir metrekaresi 1.750 USD olmak üzere toplam 26.250.000 USD borç olmak kaydıyla 31.12.2010 vadeli bir adet borç senedi vererek mutabık kaldıkları, senet bedeli ödendiği takdirde işverenin herhangi bir borcunun kalmayacağı ve sözleşmenin altında sanıklar ...ve ... ile katılanın isim ve imzalarının bulunduğu,
Yerel Mahkemece 07.03.2014 tarihli oturumda suça konu senet ve sözleşme asılları üzerinde yapılan gözlem ve incelemede; 31.12.2008 tarihli sözleşme altında sanıklar ...ve ... ile katılanın el yazısıyla yazılmış yazı ve imzaları ile senedin altında katılanın isim ve imzasının bulunduğu, ayrıca senedin arkasında sanıklar ..., ..., ... ve .....'in imzalarının olduğu tespitlerine yer verildiği,
Suça konu senet fotokopisinin incelenmesinde; 31.12.2008 düzenleme, 31.12.2010 ödeme tarihli ve 26.250.000 USD bedelli senedin keşidecisinin katılan, lehdarlarının sanıklar ...ve ... olduğu, senedin arkasında "... ve ... emrine ödeyiniz." şerhinin yazılı olduğu ve bu şerhin altında sanıklar ...ve ...'nin isim ve imzaları ile bu imzaların da altında sanıklar ...ve ...'ın isim ve imzalarının bulunduğu,
Dosyada mevcut olan 05.10.2011 tarihli "Vekalet Sözleşmesi"ne göre; sözleşmenin taraflarının müvekkil sıfatıyla sanıklar ...ve ..., avukatlar sıfatıyla ise sanıklar ...ve ... olduğu, sözleşmenin konusunun, borçlusu katılan ve alacaklıları sanıklar ...ve ... olan 31.12.2010 vadeli 26.250.000 USD tutarındaki senedin sanık ...'nin vekili olan sanık ... ile bu sanığın ortağı bulunan sanık ...'ye tahsil amacıyla ciro edilmesine ilişkin olduğu, senede dayalı icra takibinin sanıklar ...ve ... tarafından kendi adlarına yapılacağı ve masrafları sanık ...'ın üstleneceği, senedin ciro edilerek ihtiyati hacze veya icrai takibe sanıklar ...ve ... adına konulmasının onlara mülkiyet hakkı vermeyeceği ve sadece tahsil amacıyla ciro edildiğini göstereceği, senet kısmen veya tamamen tahsil edildiğinde sanık ...'ın masraflarını öncelikle geri alacağı, ayrıca avukatlık ücretleri de mahsup ettikten sonra kalan kısmının sanıklar ...ve ...'ye iade edileceği, sözleşmenin bütün sanıkların tarafından imzalandığı,
İstanbul 5. Noterliğinin 05.10.2011 tarihli ve 13358 yevmiye numaralı vekaletnamesine göre; sanık ...'nin avukat olan sanık ...'a genel vekaletname verdiği,
Beyoğlu 25. Noterliğinin 04.01.2010 tarihli ve 256 yevmiye numaralı vekaletnamesine göre; sanık ...'ın, diğer sanık ...'nin yanında çalışan Av. .... ile Av. ...'e vekaletname verdiği,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25.05.2012 tarihli ve 2012/62947 sayılı emanet eşya makbuzuna göre; suça konu senet aslının adli emanete alındığı,
İstanbul 27. Asliye Ticaret Mahkemesinin 09.02.2012 tarihli ve 2012/70 Değişik iş sayılı ihtiyati haciz kararına göre; suça konu senede istinaden 2.000.000 TL alınmasının temini bakımından katılanın malları üzerinde haciz konulmasına karar verildiği,
Garanti Bankası AŞ'nin 14.02.2012 tarihli ve 829166 sayılı teminat mektubuna göre; İstanbul 27. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/70 Değişik iş sayılı dosyasında ihtiyati haciz talep eden sanık ...'ın haksız çıkması hâlinde katılanın zararlarına karşılık gelmek üzere 300.000 TL'ye kadar tazmin borcunu bankanın garanti ettiği,
İstanbul 19. İcra Müdürlüğünün 2012/1637 sayılı takip dosyasına göre; takip talebinin 17.02.2012 tarihli olduğu, alacaklıların sanıklar ...ve ..., borçlunun katılan olduğu, icra takibinin sanıklar ...ve ...'ın vekili Av. ... tarafından başlatıldığı, alacak miktarının 14.181.178,74 USD karşılığı 25.000.000 TL olarak belirlenmiş olduğu, borcun sebebinin ise 31.12.2010 vade tarihli, 31.12.2008 keşide tarihli ve 26.250.000 USD bedelli senet olduğu, ödeme emrinin 02.03.2012 tarihinde bizzat katılan imzasına tebliğ edildiği, katılanın taşınır ve taşınmazlarının haczedildiği, 28.12.2012 tarihli reddiyat makbuzu ile alacaklılar vekili Av. ...'e 35.240 TL ödeme yapıldığı,
İstanbul 8. İcra Hukuk Mahkemesinin 10.10.2012 tarihli ve 187-898 sayılı kararına göre; katılan vekilinin 07.03.2012 tarihinde imzaya ve borca itiraz davası açtığı, alınan Jandarma uzmanlık raporunda senetteki imzanın imzanın katılanın eli ürünü olduğunun belirtildiği, bu nedenle Mahkemece davanın reddine karar verildiği, Yargıtay 12. Hukuk Dairesince 11.03.2013 tarih ve 31-8739 sayı ile sahtelik iddiasının imza inkârı dışındaki bir nedene dayanması nedeniyle icra takibinin ceza davası sonuçlanıncaya kadar durmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği, yeniden yapılan yargılamada İstanbul 8. İcra Hukuk Mahkemesince 12.10.2017 tarih ve 562-787 sayı ile davanın borca itiraz yönünden kabulüne, imzaya itiraz yönünden ise reddine karar verildiği,
İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.10.2015 tarihli ve 82-475 sayılı kararına göre; davacıların sanıklar ..., ...ve ..., davalıların katılan ve Demirören Holding AŞ olduğu, Beyoğlu 27. Noterliğinin 24.05.2012 tarihli ve 6296 yevmiye numaralı düzenleme şeklinde muvafakatnamesi ile katılanın 920 parsel numaralı taşınmazının tamamını Demirören Holding AŞ'ye devir ve temlik etmesine konu tasarrufun mal kaçırmak amacıyla yapıldığı iddia edilerek iptalinin istenildiği, Mahkemece gerekçeli kararda 920 parselin zilyetliğinin Demirören Holding AŞ'ye 102.898.443 TL'ye satıldığı ve muvazaa olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, hükmün temyiz edilmesi üzerine inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince 19.04.2016 tarih ve 1547-5013 sayı ile; "Somut olayda davacıların dava ve takip konusu senedi tahsil cirosu ile almalarına rağmen eldeki tasarrufun iptali davasını kendi adlarına açmış olmaları nedeniyle dava açma ehliyetlerinin bulunmaması (aktif husumet), takip konusu alacakla ilgili olarak davalı borçlu tarafından İstanbul 8. İcra Hukuk Mahkemesine açılan 2012/187 Esas sayılı imzaya ve borca itiraz davası ile davacılar ve takip konusu senet lehtarları aleyhine açılan İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/553 Esas 2015/224 Karar sayılı dosyasının derdest olması nedeniyle takip konusu alacağın şüpheli alacak durumunda bulunması nedeniyle Mahkemece davalıların ihtiyati hacze itirazlarının kabulü ile ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davalıların itirazların reddi isabetli görülmemiştir." gerekçesiyle bozulduğu, bozma üzerine Yerel Mahkemece 12.10.2023 tarih ve 192-311 sayı ile davanın dava şartı (gerçek bir alacağın bulunmaması) yokluğundan reddine karar verildiği, dosyanın hâlen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2024/65 Esas sayı ile arşivinde kayıtlı olduğu,
Soruşturma evresinde alınan İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 16.07.2012 tarihli ve 2012/7495 sayılı ekspertiz raporuna göre; suça konu senedin ön yüzündeki "..." ibareli el yazıları ve "..." adına atılı bulunan imza ile katılanın mevcut mukayese el yazıları ve imzaları arasında kaligrafik ve grafolojik özellikler yönünden uygunluk ve benzerlikler bulunduğu belirlenmekle, bahse konu el yazılarının ve borçlu imzasının katılanın eli mahsulü olduğu kanaatine varıldığı, senedin arka yüzündeki mavi renk mürekkepli kalem ile yazılı "RECEP CAM DOĞANKAN VE ... EMRİNE ÖDEYİNİZ ... ..." ibareli el yazıları ve "..." adına atılı bulunan imza ile sanık ...'in mevcut mukayese el yazıları ve imzaları arasında kaligrafik ve uygunluk ve benzerlikler bulunduğu yazıların ve borçlu imzasının sanık ...'in eli mahsulü olduğu kanaatine varıldığı, senedin arka yüzündeki "..." adına atılı bulunan imza ile sanık ...'nin mevcut mukayese imzaları arasında kaligrafik ve grafolojik özellikler yönünden uygunluk ve benzerlikler bulunduğu belirlenmekle bahse konu imzanın sanık ...'nin eli mahsulü olduğu kanaatine varıldığı, senette yazılı bulunan "..." yazıları ve imzasının ıslak mürekkepli kalem ile yazılmış olduklarının gözlendiği, söz konusu isim yazısı ve imzanın başka bir belgeden aktarılmadığı isim ya da imza nakli şeklinde yapılmış veya üst bölümü fiziksel ya da kimyasal yolla silinmek suretiyle yapılmış herhangi bir tahrifat tespit olunmadığı ancak inceleme konusu senedin matbu bir senet olmadığı, çizgisiz beyaz kâğıt üzerine daktilo makinesi yardımıyla yazılmak suretiyle oluşturulduğu ve belge kenar kesimlerinin yapılan detaylı incelemelerinde belge kesim yerlerinde düzensizlikler olduğu, söz konusu bulguların inceleme konusu belgenin boş bir belgeye atılmış veya metin bölümüyle imza bölümü arasında fazlaca boşluk bırakılmış bir belgenin imzalanmasından sonra belge kenarlarının kesilip metin kısmının doldurulması suretiyle oluşturulmuş bir belge olabileceği kanaatini vermekte ise de daha ileri derecede bir kanaat belirtmek mümkün olamadığı,
İstanbul 8. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/187 Esas sayılı dosyasında alınan Jandarma Uzmanlık Raporuna göre; inceleme konusu senedin ön yüzünde borçlu "..." adına atfen atılı bulunan imza ile katılanın mukayese imzaları arasında yapılan inceleme ve karşılaştırmada; imzaların genel şekli ve işleklik derecesi, imzaların başlangıç hareketinin yapılışı, imzalar içerisindeki buklesel el hareketlerinin yapılışı, imzalar içerisindeki dairesel dönüş hareketlerinin yapılışı, imzalardaki noktalama işaretinin yapılışı ve konumu, imzaların bitim hareketinin yapılışı, kaligrafik ve karakteristik özellikler yönünden benzerlikler görüldüğü ve senedin ön yüzünde atılı bulunan imzanın katılanın eli ürünü olduğu kanaatine varıldığı,
İstanbul Barosu Başkanlığının 06.11.2012 tarihli ve 72800 sayılı cevabi yazısına göre; sanık ...'ın Baro Yönetim Kurulunca 14.01.1982 tarihinde avukat olarak 12334 sicil sayısına kaydedildiği ve 28.01.1982 tarihli ve 14696 sayılı Avukatlık Ruhsatnamesi ile mesleğini ifaya başladığı; sanık ...'nin de Yönetim Kurulunca 15.02.1979 tarihinde avukat olarak 11182 sicil sayısına kaydedildiği ve 01.03.1979 tarihli ve 11893 sayılı Avukatlık Ruhsatnamesi ile mesleğini ifaya başladığı, adı geçen her iki sanık hakkında herhangi bir tedbir ve yasaklama kararı bulunmadığı,
Açık kaynaklardan edinilen gösterge niteliğindeki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurlarına göre; 1 ABD Dolarının 31.12.2008 tarihinde alış fiyatının 1,5218 ve satış fiyatının ise 1,5291 Türk Lirası; 17.02.2012 tarihinde alış fiyatının 1,7505 ve satış fiyatının ise 1,7589 Türk Lirası olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Katılan ... soruşturma evresinde; sanık ... dışındaki diğer sanıkları tanımadığını, sanık ...'i de babasından dolayı tanıdığını, sanık ...'yi sanık ...'in yanında gördüğünü, 26.250.000 USD değerindeki senedi kendisinin oluşturmadığını ve imzalamadığını, senetle herhangi bir iş yapmadığını, hiç kimseye de senet vermediğini, bu senedin de nasıl oluşturularak icra takibine konulduğunu bilmediğini, bir süre önce sanık ...'in Göktürk Beldesinde bulunan ve yaklaşık 52 dönüm olan arazisi ile ilgili olarak kendisine "Bu arazi 2B kapsamında, bu işi beraber halledelim." şeklinde teklifte bulunduğunu fakat sanık ...'e arazinin kendisi adına olduğunu, bu konuda mahkeme kararının bulunduğunu ve kimseye ihtiyacı olmadığını söylediğini, buna rağmen tanıdıkları yanında "...'e söyleyin, bu arazi işini halledelim, elimde beyaz kâğıda attığı imza var." dediğini duyduğunu, anladığı kadarı ile zilyetliğinde bulunan 2B arazileri sebebi ile sanıkların bu işten bir menfaat temin etmeye çalıştıklarını, senetteki isminin ve altındaki imzanın kendi yazısı ve imzasına benzetilmeye çalışıldığını,
Kovuşturma evresinde; Göktürk beldesinde zilyetliğindeki yerlerden birinin de 920 numaralı parsel olduğunu, bu parseli mahkeme kararı ile adına tescil ettirdiğini ve daha sonra 2B kapsamında satın almak istediğini, bunu sanık ...'in öğrendiğini ve "Bu işi birlikte yapalım." dediğini, defalarca ısrar ettiğini ancak kabul etmediğini, sanık ...'in, arkadaşı olan tanık ...'yi devreye koyduğunu, tanık ...'ye "Benim elimde ...'in boş kâğıda atılmış imzası var, ben ona yapacağımı bilirim." diye söylediğini, sanık ...'in kendisinden 2.000.000 TL istediğini, bu parayı vermediği için davaya konu senedin tanzim edildiğini, 31.12.2008 tarihli sözleşmeden de haberinin olmadığını, sözleşmedeki isim yazısı ve imzanın kendi yazısı ve imzasına benzediğini ancak kendisinin yazıp imzalamadığını, senetteki keşideci isim yazısı ve imzasının da kendi yazısı ve imzasına benzediğini ancak hiçbir zaman boş bir kağıda imza atmadığı gibi hayatı boyunca senet ve çek kullanmadığını ve imzalamadığını,
Tanık ...; sanıklar ...ve ...'yi tanıdığını, katılanın da arkadaşı olduğunu, bir gün sanık ...'in kendisi ile görüşmek istediğini telefonla bildirdiğini, yanına geldiğinde "...'e söyle onunla oturup anlaşalım." dediğini, nasıl anlaşacaklarını sorduğunu, "2.000.000 TL versin anlaşalım, tatlıya bağlayalım, anlaşmazsa ...'e ait elinde açık imza kâğıdı var kendisi bilir, ... beye söyle bu iş uzarsa başı ağrır." dediğini, bu durumu katılana söylediğini, onun da sanık ... ile anlaşmak istemediğini bildirdiğini, üç gün sonra sanık ...'in tekrar aradığını, katılan ile görüşüp görüşmediğini sorduğunu, anlaşmayı kabul etmediğini söylediğini, sanık ...'in de "Tamam." deyip telefonu kapattığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık ... soruşturma evresinde; Kemer Country isimli yerleşim alanını tasarlayıp kuran ve 2008 yılında ölen ... ile birlikte çalıştığını ve bu kişinin danışmanlığını yaptığını, mal sahipleri ve işgalcilerle konuşarak aralarındaki ilişkiyi koordine ettiğini, bu süreç içerisinde üzerinde çalıştıkları arazi 2B kapsamında kaldığı için çok fazla işgalci konumunda insan olduğunu, bu insanların buradan çıkarılarak arazinin elverişli hale getirilmesinin gerektiğini, 2B kapsamında kalan arazilerin şirket adına tescilinin yapılamaması, bu bölgede katılana babasından 2B kapsamında arazi kalması ve kanuni şartlara en uygun olan kişinin katılan olması nedenleriyle bu yerleri katılan adına tescil ettirdiklerini, tescil edilen yerler arasında 920 numaralı parselin de olduğunu, katılanın iddia ettiği gibi buradaki payının 52 dönüm değil 17 dönüm olduğunu, geri kalan 35 dönümün de kendisinin ve ...'in olduğunu ancak anlaşma gereği buranın tamamının katılan adına tescil edildiğini, 2008 yılında ...'in öldüğünü, maddi durumu kötü olduğu için mirasçılarının da mirası reddettiklerini, bu nedenle 52 dönümün tamamının katılana kaldığını, ... öldükten sonra katılana parsellerdeki konumlarının belirlenmesi ve haklarının garanti altına alınması gerektiğini söylediklerini ve bunun için bir anlaşma yapmayı önerdiğini, katılanın da kabul ettiğini, katılanın evinde kendisi ve katılan ile birlikte sözleşmeyi yaptıklarını, katılanın sanık ... ile arası iyi olmadığı için sanık ...'nin dışarıda arabada beklediğini, 31.12.2008 tarihli sözleşmeyi kendi el yazısı ile katılanın evinde doldurduğunu ve katılan ile birlikte imzaladıklarını, dışarıda bekleyen sanık ...'ye de sözleşmeyi imzalattığını, yazı karakterinin farklı olmasının kullandığı kalemden kaynaklandığını, katılanın bu sırada içeriden eski bir daktilo getirdiğini ve suça konu senedi tanzim ettiklerini, katılanın senedin altına ismini yazarak imzaladığını, bu senet düzenlendiği sırada da sanık ...'nin dışarıda olduğunu, daha sonra sanık ... ile birlikte senedi yıllardır hukuk işlemlerini yapan ve aralarında vekalet ilişkisi olan sanıklar ...ve ...'a verdiklerini, zira yerlerin değerlenmeye başladığını ve bir kısım yerlerin satıldığını, bu nedenle de alacaklarının garanti altına alınması gerektiğini, senette ismi altındaki ciro imzasının kendisine ait olduğunu, senedin yarım sayfa olduğunu, imzaların olduğu bölümün senedin arka tarafı olduğunu, kesinlikle sonradan atılmış ya da monte edilmiş bir imza söz konusu olmadığını,
Kovuşturma evresinde; kadastro ve emlak işleri yaptığını, Göktürk Beldesinde 2B kapsamında bulunan yerde dedelerinin işgal ettiği 15 dönüm arazisinin olduğunu, aynı şekilde katılanın 15 dönüm yeri bulunduğunu, ...'in de yaklaşık 20 dönüm yeri olduğunu, ...'in, "Burada kadastro çalışması yapılacak, şirket olarak bunları yapamayız, bu toplam 51 dönümü kadastro çalışmaları sırasında ...'in üzerine yapalım." dediğini, bu nedenle kadastro tespiti sırasında 51 dönümü katılanın üzerine yazdırdıklarını, daha sonra ...'in öldüğünü, katılanın 51 dönümün tamamına sahip çıktığını ve tavrının değiştiğini, bu nedenle aralarında tartışmalar olduğunu, daha sonra bir araya geldiklerini ve 31.12.2008 tarihli sözleşmeyi tanzim ettiklerini, katılanın da imzaladığını, bu sözleşmeden önce de ...'le dosyada fotokopisi bulunan 21.04.2000 tarihli anlaşmayı tanzim ettiklerini ancak bu anlaşmada ...'in imzasının bulunmadığını, ...'in şirket genel müdürü olan ... ile şahit olarak ...'nin imzalarının olduğunu, katılan hisselerini iade etmeyince sanık ... ile birlikte katılanın Göktürk Beldesinde bulunan evine gittiklerini ancak katılanın sanık ... ile görüşmek istemediğini, hisselerine karşılık katılanın 26.250.000 USD ödemeyi kabul ettiğini, yanlarında bono kağıdı olmadığı ve katılan da ikide bir fikir değiştirdiği için davaya konu senedi daktilo ile kendisinin tanzim ettiğini, katılanın da senedi imzaladığını, senedin boş kağıda atılmış imza üzerine yazıldığı veya katılanın imzasının başka yerden nakledildiği iddialarının doğru olmadığını, senet tanzim edilirken sanık ...'nin dışarıda otomobilde beklediğini, senedin tanziminde onun bir iştirakinin bulunmadığını, senedin arka kısmında bulunan "..." ismi altındaki ciro imzasının kendisine ait olduğunu, kadastro tespiti sırasında 20 yıl aynı köyde oturma şartı bulunması ve kendisi ile sanık ...'nin bu şartı taşımamaları nedeniyle ...'in 920 numaralı parseli katılanın üzerine kayıt ettirmelerini istediğini, tanık ...'nin beyanlarının tamamen asılsız olduğunu, tanığın sonradan temin edildiğini, hiçbir şekilde tanıkla arasında beyan ettiği şekilde bir konuşma geçmediğini, tanık ...'nin "... ile aranızdaki meseleyi ben çözerim, benim menfaatim ne olacak?" dediğini ve kendisinin de "Zaten ben haklıyım, ...'in bana borçlu olduğunu ve 51 dönümlük tarlanın ...'in olmadığını herkes biliyor." dediğini, 920 numaralı parselin katılana değil ...'e ait olduğunu, katılanın kendisine verdiği vekaletin de ortaya çıktığını, sözleşmede bulunan bütün parselleri katılanın önce ...'e daha sonra da ... ölünce bunu fırsat bilip ...'e sattığını,
Sanık ... soruşturma evresinde; kadastro ve emlak işleri yaptığını, sanık ... vasıtasıyla Kemer Country isimli yerleşim yerinin kurucusu olan ... ile tanıştığını, Göktürk Beldesinde 2B kapsamında fazlası ile arazi bulunduğunu ve bu araziler ile ilgili olarak da kadastro gelmeyeceğine yönelik tapuda şerh olduğunu, kendisine bu şerhin kaldırılarak buranın kadastro görmesini sağlaması için teklifte bulunulduğunu, bu teklifi kabul ettiğini, gerekli işlemleri yaptığını, paralarını yatırdığını ve kadastro gelmesini sağladığını, daha sonra bu arazilerde oturan insanlar ile tek tek görüşerek paralarını vermek sureti ile anlaşarak yerlerini aldıklarını, şikâyete konu olan 920 numaralı parseli de tek bir parsel hâline getirerek 2B kapsamına aldıklarını, bu arada ...'in kendilerine 2B kapsamındaki yerlerin tescilinin şirket üzerine yapılamadığını söyleyerek katılanın Göktürk Beldesinin yerlisi olması sebebi ile tescil işlemlerinin onun adına yapılmasını istediğini, yaklaşık 52 dönüm olan 920 numaralı parselde tahminen 17 dönüm yerin katılana, geri kalanın da kendilerine ait olduğunu, ...'in ölmeden önce "Benim borcum var, çok fazla borçluyum, buranın 15 dönümü sana ait, bununla idare et, geri kalanını da biz alalım." dediğini ancak öldükten sonra borcu çok olduğu için mirasçılarının mirası reddettiklerini, katılanın 920 numaralı parselin kayden sahibi olduğunu, buranın haricen kendi aralarında hisseli bir yer olduğunu, bunun üzerine buradaki haklarını garanti altına almak için katılan ile anlaşma yoluna gittiklerini, katılan ile sanık ...'in aralarının çok iyi olduğunu ve ikisinin de Göktürk Beldesinin yerlisi olduklarını, bu nedenle katılanın Kemer Country'deki evine gittiklerini, kendisi arabada beklerken katılan ile sanık ...'in içeride görüşerek bir sözleşme yaptıklarını, bu sözleşmeyi arabada iken imzaladığını, bu sözleşmeye bağlı olarak da metrekare fiyatı 1.750 USD hesaplanarak katılanın evinde eski bir daktilo ile senedin doldurulmuş olduğunu, daha sonra 920 numaralı parseldeki alacaklarını garanti altına almak için vekaletnamelerinin bulunduğu ve vekalet ilişkisine dayalı olarak işlerini gören sanık avukatlar ...ve ...'a bu senedi ciro ederek verdiklerini, zira dava masraflarını karşılayacak paralarının olmadığını,
Kovuşturma evresinde; ...'in 2B kapsamında kalan arazilerin kadastro işlemlerini masraflarını ödeyerek yaptırmasını istemesi üzerine çalışmalara başladığını, aynı bölgede 9-10 vatandaşın tapulu olan yerlerini ... adına alıp bu yerleri katılana verdiğini, ...'in 51 dönüm yerin kadastro tespiti sırasında katılanın üstüne yapılmasını istediğini ancak yaptığı masraf ve çalışmalar karşılığında da "Bu 51 dönümün yarısı senin yarısı benim." dediğini, daha sonra ... ölünce katılanın kendi hakkı olmamasına rağmen bu yerleri satmak istediğini, buna sanık ... ile birlikte itiraz ettiklerini, katılan ile bu konuda bir çok defa görüştüklerini, senedin tanzim edildiği gün de sanık ... ile birlikte katılanın evine gittiklerini ancak katılanın kendisinin eve girmesine müsaade etmediğini, bu nedenle dışarıda beklediğini, katılanın evinde sanık ...'in 1-1,5 saat kaldığını, orada davaya konu senedi tanzim ettiklerini, kendisinin yerlerinin iadesini istediğini, kendi hissesine düşen bu yerlerin bedeli olarak davaya konu senedin tanzim edildiğini, daha sonra bu senedi avukatlarına tahsil amacı ile verdiğini, senedin nasıl tanzim edildiğini görmediğini, 31.12.2008 tarihli sözleşmede ismi altındaki imza ile senet fotokopisinin arkasında "..." ismi altındaki ciro imzasının kendisine ait olduğunu, 21.04.2000 tarihli anlaşmada ortadaki imzanın kendisine, sağ taraftaki imzanın sanık ...'e, sol taraftaki imzanın ise ...'in genel müdürü olan ...'na ait olduğunu, sorulması üzerine kendisi ve sanık ... 920 numaralı parselin olduğu köyde 20 yıl oturmadıkları için bu parselin katılanın üzerine kayıt edildiğini,
Sanık ... kovuşturma evresinde; suça konu senedin ve sözleşmenin düzenlenmesi sırasında kendisinin ve sanık ...'ın bulunmadıklarını, sanıklar ...ve ... ile 05.10.2011 tarihli vekalet sözleşmesinin düzenlendiğini, atılı nitelikli dolandırıcılık suçunu kabul etmediğini,
Sanık ... kovuşturma evresinde; sanıklar ...ve ... ile aralarındaki vekalet ilişkisinin dikkate alınmadığını, senedin kendilerine tahsil cirosu ile geldiğini, bunun nedeninin senedin icraya konulma aşamasında masrafların kendileri tarafından yapılması olduğunu, senedin düzenlenmesinde taraf olmadıklarını, senedin ve sözleşmenin 2008 yılında düzenlendiğini, kendilerinin ise 2012 yılında vekaletname aldıklarını, senedin sahte olup olmadığı konusunda bir tespit yapmalarının mümkün olmadığını, itirazlar sonucunda haricen uzmanlara inceleme yaptırdıklarını ve senedin katılanın eli ürünü olduğunu anlayınca takibe devam ettiklerini,
Savunmuşlardır.
V. GEREKÇE
A. İlgili Mevzuat ve Asıl Uyuşmazlık Konusu ile (2) Numaralı Ön Soruna İlişkin Açıklamalar
Dolandırıcılık suçunun basit şekli 5237 sayılı Kanun'un 157. maddesinde; "Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir." şeklinde düzenlenmiş, 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri sayılmıştır.
Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
a) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
b) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
c) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer mal varlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlal edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı Kanun'un 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
"Hile", Türk Dili Kurumu sözlüğünde; "Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika" (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s. 891.) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; "Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez." biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; "Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir." (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453.), "Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir." (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt I, Beta Yayınevi, 4. Baskı, Eylül 2017, İstanbul, s. 502-503.) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: "Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir." (Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 15. Baskı, Ankara 2020, s. 717.), "Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır." (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Yetkin Yayınevi, 13. Baskı, Ankara 2020, s. 439.), "Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir." (Centel/Zafer/Çakmut, s. 509.).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı konusunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, bu konuda olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
Asıl uyuşmazlık konusu ile (2) numaralı ön sorunu ilgilendiren "kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle" dolandırıcılık suçu 5237 sayılı Kanun'un suç tarihinde yürürlükte bulunan 158/1-d maddesinde; "(1) Dolandırıcılık suçunun; ...d- kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur." şeklinde düzenlenmiş iken, suç tarihinden sonra 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun'un 14. maddesiyle "iki yıldan yedi yıla kadar hapis" şeklindeki yaptırım "üç yıldan on yıla kadar hapis" olarak değiştirilmiştir.
Bu düzenleme ile toplumda yaşayan insanlar üzerinde güven etkisi oluşturan kurum, kuruluş ve tüzel kişiler aracı kullanılmak suretiyle kişilerin istismar edilmesinin önlenmesi amaçlanmış ve maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde de; "Birinci fıkranın (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Çünkü, kamu kurum veya kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri toplumda güven beslenen müesseseler olarak kabul edilmiştir." şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin suçun işlenmesinde kolaylık sağlayacağı düşüncesi, dolandırıcılık suçunda araç olarak kullanılmalarının cezayı ağırlaştıran nitelikli hâller arasında düzenlenmesine neden olmuştur (Özbek/Doğan/Bacaksız, s. 721.). Bu nitelikli hâlin uygulanabilmesi bakımından kamu kurum ve kuruluşları ile kamu meslek kuruluşlarına, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerine zarar verilmesi gerekli değildir. Önemli olan hileli davranışların icrasında bu kurum ve kuruluşların araç olarak kullanılmış olmasıdır. Kurum ve kuruluşların araç olarak kullanılmasından maksat, bu kurum ve kuruluşların adını geçirmek suretiyle dolandırıcılık fiilinin gerçekleştirilmesi değildir. Hileli davranışların icrasında bu kamu kurum ve kuruluşlarının maddi olarak kullanılmış olması gerekir (Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Baskı, Ekim 2020, Ankara, s. 748-749.). Araç olarak kullanmanın anlamı mağduru aldatmak için kamu kurumuna ait araç, bilgi ve belgelerin kullanılmasıdır. Kanun koyucu bunların hileli hareketle menfaat temin etme aracı olmasını istememiştir (Soyaslan, s. 447.).
Mağdur çeşitli hilelerle kandırılıp mal varlığı aleyhine haksız bir menfaat temin edilmek istenildiğinde kamu kurum ve kuruluşları hilenin bir parçası olarak kullanılmakta ve mağdur dolandırılmaktadır. 5237 sayılı Kanun'un 158/1-d bendinin uygulanması ve işlenilen dolandırıcılık suçunun nitelikli sayılması için dolandırıcılıkta yapılan hilede kamu kurum ve kuruluşlarının herhangi bir maddi varlığı kullanılmadan sadece isimlerinin kullanılması yeterli değildir. Bu nitelikli hâlin uygulanması için kamu kurum ve kuruluşlarının bir maddi varlığının-değerinin hilede vasıta olarak kullanılması gerekir. Basılı evrak, antetli kâğıt, ruhsat, rozet, kimlik, diploma gibi varlıkların kullanılması gerekir. Örneğin nüfus cüzdanları nüfus müdürlüğünün, polis kimliği, rozeti, rütbesi elbisesi emniyet genel müdürlüğünün, diploma milli eğitim bakanlığının-ilgili üniversitenin, vergi dairesine ait kimlik ya da basılı evrak yine ilgili kurumun maddi varlıklarıdır. Tapunun araç olarak kullanılmasında sıklıkla; bir taşınmaz yerine başka bir taşınmaz gösterilmekte ve tapuda değeri düşük başka bir taşınmazın satışı yapılmaktadır. Sahte mahkeme kararıyla bir taşınmazla aidiyet oluşturulmakta ve tapuda satış yapılabilmektedir (Sami Öztürk, Açıklamalı-İçtihatlı Güveni Kötüye Kullanma Bedelsiz Senedi Kullanma Dolandırıcılık Suçları ve TCK Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 1. Baskı, Mayıs 2022, Ankara, s. 421-422.).
Asıl uyuşmazlık konusu ile ilgili 5237 sayılı Kanun'un 159. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunun hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi durumu üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5237 sayılı Kanun'da, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 308. maddesindeki "Kendiliğinden hak alma" suçuna benzer bağımsız bir suç tipine yer verilmemiş onun yerine 5237 sayılı Kanun'da belirtilen bazı suçların bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın tahsili amacıyla işlenmesi hâlinde sanığın daha az ceza ile cezalandırılması öngörülmüş bu bağlamda hırsızlık suçunda 144, yağma suçunda 150/1, dolandırıcılık suçunda 159, belgede sahtecilik suçunda 211. maddeler düzenlenmiştir.
5237 sayılı Kanun'un "Daha az cezayı gerektiren hal" başlıklı 159. maddesi; "Dolandırıcılığın, bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi halinde, şikayet üzerine, altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur." biçiminde düzenlenmiş olup madde gerekçesinde; "Kişinin bir hukukî ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacıyla hileye başvurmuş olması hâlinde de, dolandırıcılık suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Ancak, madde metninde, kişinin bir hukukî ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacı, dolandırıcılık suçunun temel şekline göre daha az cezayı gerektiren bir neden olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, bu nedenle soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun şikâyetine bağlanmıştır." açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu düzenleme ile dolandırıcılık suçuna, alacağın tahsili amacıyla bu suçun işlenmesi hâlinde uygulanacak bir nevi haksız tahrik hükmü getirilmiştir. Sanığın bir hukuki ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacıyla hileye başvurmuş olması hâlinde de dolandırıcılık suçu oluşmakta ancak bu halde ortaya çıkan dolandırıcılık nitelik yönünden suçun temel şekline nazaran daha az bir haksızlık oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu hususu göz önünde bulundurmak suretiyle bir hukuki ilişkiye dayanan alacağını tahsil amacıyla dolandırıcılık suçunu işleyen sanığı daha hafif cezalandırmayı tercih etmiştir (Koca/Üzülmez, s. 756-757.).
Alacak hakkına dayanan bir borç ilişkisinde borçlu, borcunu ödeme yükümlülüğüne sahipken alacaklı da alacağı talep hakkına sahiptir. Borçlunun, borcunu alacaklıya ödememesi durumunda alacaklı, dava açmak veya icra takibi başlatma hakkına sahiptir. Ancak alacaklı, bu haklara başvurmadan veya başvurduktan sonra alacağını kendisi almak ister ve dolandırıcılık eylemi gerçekleştirir ise 5237 sayılı Kanun'un 159. maddesindeki suçun oluşmasına sebebiyet vermiş olur.
Sanığın cezayı hafifleten bu halden yararlanabilmesi için mağdur ile arasında gerçekten böyle bir borç ilişkisi mevcut bulunmalı ve aynı zamanda sanık bu borç ilişkisinin tarafı olmalıdır. Hukuki ilişki kavramı; "hukuk düzeni tarafından korunan, geçerli kabul edilen ve hukuka uygun işlem ve ilişkileri" ifade eder. Alacak kavramı ise, "bir edim ile yüküm lü olan borçlunun şahsına karşı alacaklının kullandığı hak" olarak tanımlanabilir. Öte yandan alacağın niteliği önemli değildir; ayni ya da nakdi olabilir. Hukuki ilişkinin gerçek olması gerekir. Hukuki ilişkinin gerçekliği ve/veya varlığı bakımından sanık hata içerisinde bulunuyorsa, kanuni şartları haizse sanık bu hatasından yararlanır (Özbek/Doğan/Bacaksız, s. 669.). Alacak ihtilaflı ve sanığın tavrı bu ihtilafın tabii neticesi olmalıdır. Sanık kültür düzeyi itibarıyla iyi niyetle alacağının varlığına inanmalı ve bir başkasının bu alacağa itiraz ettiğini bilmelidir. İddia edilen alacak mahkemeler nezdinde dava edilerek korunabilir nitelikte olmalıdır (Soyaslan, s. 449.).
5237 sayılı Kanun'un 159. maddesi hükmünün uygulanabilmesi için sanık ile mağdur arasında alacak hakkı doğuran hukuki ilişkinin, ilgili Kanun'da belirtilen şekil şartına uygun olarak kurulmuş olması zorunlu olmayıp hukuk düzenince kabul edilebilir meşru bir ilişki olması yeterlidir. Dolayısıyla bu madde ancak mağdurun söz konusu hukuki ilişkiye taraf olan borçlu, sanığın ise alacaklı olması durumunda uygulanabilecektir (Veli Özber Özek, Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin, Ankara, 2008, C. 2, s. 1059-1061.).
Gelinen bu aşamada sanıklar ...ve ...'a yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunun işlenmesinde kullanılan suça konu senedin arkasında "... ve ... emrine ödeyiniz." şerhinin bulunması nedeniyle kambiyo senetlerinin devir ve iktisabına da kısaca değinmek gerekmektedir.
Kambiyo senetlerinin devir ve iktisabını sağlayan ciro, emre yazılı senetten doğan hakları bir başka kişiye devir, rehin veya bu hakların tahsilini sağlamak amacıyla senet hamilinin yazı ile tespit ve imzasıyla teyit ettiği bir beyandır. Ciro çifte yetki veren bir hukukî işlem olup, buna göre senedin hamili, ciro ile senet borçlusuna, borcu ciro edilene ödemek ve ciro edilene de yani senet hamiline de senetteki alacağı tahsil etmek yetkisini vermektedir. Bu nedenle ciro nitelikli bir havaledir.
Cironun yapılış amacına göre ciro temlik, tahsil ve rehin cirosu olmak üzere üç şekilde yapılır. Temlik cirosu, senetten doğan tüm hakları senedi devralana geçirmek amacıyla yapılır. Temlik cirosunda, cirodan sonra senedin devralana teslimi gerekir. Temlik cirosu, senedin zilyetliğinin devrinin yanında senet mülkiyetinin de devrini sağlamaktadır. Rehin cirosu, poliçeden doğan hakları rehnetmek amacıyla yapılan cirodur ve "bedeli rehindir", "bedeli teminattır" veya rehni ifade eden herhangi bir kaydın yazılması suretiyle yapılır. Tahsil cirosuna gelince, çeşitli sebeplerle senet bedelini bizzat tahsil edemeyen veya etmek istenmeyen hamil, bir başkasını bu işi yapmakla görevlendirebilir. Senedin tahsil cirosu ile verilmesi bu amaca hizmet etmektedir. Tahsil cirosu ile bir senedin bedelini tahsil eden hamil, bu bedeli aralarındaki anlaşmaya uygun olarak getirip cirantasına vermektedir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 778. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi yollamasıyla bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı Kanun'un "Tahsil cirosu" başlıklı 688. maddesinin birinci fıkrası; "Ciro, 'bedeli tahsil içindir', 'vekâleten' veya bedelin başkası adına kabul edileceğini belirten bir şerhi ya da sadece vekil etmeyi ifade eden bir kaydı içerirse, hamil, poliçeden doğan bütün hakları kullanabilir; fakat o poliçeyi ancak tahsil cirosu ile tekrar ciro edebilir." şeklinde düzenlenmiştir. Tahsil cirolu senet, bir borcun ödenmesi için veya borç yerine kaim olmak üzere verilmemektedir. Bu bakımdan tahsil cirosunda temlik fonksiyonu bulunmamaktadır. Mülkiyet ciroya rağmen ciro edende kalmıştır. Tahsil cirosu ile senedi verenin, "senet alacaklısı" sıfatı ise aynen devam etmektedir. Poliçeyi tahsil cirosu ile iktisap eden hamil, poliçeden doğan tüm hakları kullanabileceğinden, borçlu aleyhine icra takibi yapabilir ve davayı ciranta adına temsilen açabilir. Hamilin dava açmaya ilişkin bu yetkisi, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Yalnız avukatların yapabileceği işler" başlıklı 35. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; "Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir." hükmüne bir istisna teşkil eder.
Öte yandan, 1163 sayılı Kanun'un "Avukatın hak ve ödevleri" başlıklı 34. maddesinde; "Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler." hükmüyle avukatların görevlerinden kaynaklanan yükümlülüklere yer verilmiş, aynı Kanun'un "İşin reddi zorunluluğu" başlıklı 38. maddesinde; "Avukat;
a) Kendisine yapılan teklifi yolsuz veya haksız görür yahut sonradan yolsuz veya haksız olduğu kanısına varırsa,
...
Teklifi reddetmek zorunluğundadır.
Bu zorunluluk, avukatların ortaklarını ve yanlarında çalıştırdıkları avukatları da kapsar." düzenlemesiyle de avukatın hangi hâllerde kendisine yapılan teklifi reddetmesi gerektiğine değinilmiştir.
Anılan Kanun'un "Çekişmeli hakları edinme yasağı" başlıklı 47. maddesinde; "Avukat el koyduğu işlere ait çekişmeli hakları edinmekten veya bunların edinilmesine aracılıktan yasaklıdır. Bu yasak, işin sona ermesinden itibaren bir yıl sürer. Birinci fıkra hükmü, avukatın ortaklarını ve yanında çalıştırdığı avukatları da kapsar." düzenlemesi mevcuttur. Bu madde gereğince avukatın el koyduğu işlere ait çekişmeli hakları edinmesi veya bunların edinilmesine aracılık etmesi yasak olup bu düzenleme kamu düzenine ilişkindir. Bu madde ile avukatın üstlendiği hukuki yardımı kendi işi hâline getirip çıkar sağlamaması, iş sahibine karşı tarafsız ve bağımsız bir şekilde vekalet görevini yerine getirmesi amaçlanmıştır.
B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme
Katılanın İstanbul ili, Eyüp ilçesi, Kemerburgaz semtinde babasından kalan ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi gereğince Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılıp tapuda Maliye Hazinesi adına tesciline karar verilen 920 parsel numaralı ve 51.279 metrekare taşınmazın zilyedi olduğu, aynı bölgede emlak işleri yapan sanıklar ...ve ...'nin 04.10.2008 tarihinde ölen ... isimli şahsın istemi üzerine bu arazi üzerinde kadastro işlemlerini takip ettikleri, arazide oturan kişiler ile görüşüp para karşılığında araziden çıkmalarını sağladıkları, arazinin bölgede 20 yıldır oturma şartını sağlayan katılan adına tescilini yaptırdıkları, üstlendikleri masraflar karşılığında katılan ile 31.12.2008 tarihli sözleşmeyi imzaladıkları ve katılanın da kendilerine suça konu senedi imzalayarak verdiği, sanık ...'in senedin arkasına "... ve ... emrine ödeyiniz." şerhini yazdığı ve şerhin altını sanık ... ile birlikte imzaladıkları, bu şekilde suça konu senedi teslim alan ve avukat olan sanıklar ...ve ...'ın alacaklı sıfatıyla ve vekilleri olan Av. ..... aracılığıyla katılan aleyhine İstanbul 19. İcra Müdürlüğünün 2012/1637 Esas sayılı dosyasında senet bedelinin bir kısmı olan 14.181.178 USD karşılığı 25.000.000 TL üzerinden icra takibi başlattıkları, ödeme emrinin tebliği sonrasında durumdan haberdar olan katılanın sanıklar hakkında suç duyurusunda bulunduğu ve Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucunda sanıkların nitelikli dolandırıcılık suçunu işledikleri kabul edilen olayda;
1- Sanıklar ...ve ...'a yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunun sabit olup olmadığına ilişkin (2) numaralı ön sorun konusunun değerlendirilmesinde;
Suça konu 26.250.000 USD tutarındaki senedin Türk Lirası karşılığının, düzenlenme tarihi olan 31.12.2008'de 39.900.000 TL ve icra takibi tarihi olan 17.02.2012'de 45.937.500 TL olup her iki tarih itibarıyla da yüksek bir meblağı ifade etmesi, sanıklar ...ve ...'nin aşamalarda Göktürk beldesinde katılan adına tescilinin yapılmasını sağladıkları araziler nedeniyle yaptıkları masraflar karşılığında 920 parsel numaralı taşınmazın 15 dönümlük kısmını katılanın kendilerine vermeyi kabul ettiğini ancak daha sonra aralarında anlaşmazlık çıktığını ve katılanın 920 numaralı parseli satmak istediğini, buna itiraz ettiklerini ve katılan ile bu konuda yaptıkları görüşmeler sonucunda alacaklarını garanti altına almak amacıyla 31.12.2008 tarihinde katılanın evinde suça konu senedi düzenlediklerini, katılan ile sanık ...'nin araları iyi olmadığı için senet düzenlenirken sanık ...'nin dışarıda beklediğini, vade tarihi 31.12.2010 olan senet bedelinin ödenmemesi üzerine senedi tahsil amacıyla ve takip ve dava masraflarını üstlenmeleri şartıyla avukat olan sanıklar ...ve ...'a verdiklerini savunmaları, emniyet kriminal raporunda suça konu senedin ön yüzünde ıslak mürekkepli kalem ile yazılmış bulunan katılanın isim ve imzasının başka bir belgeden aktarılmadığının, fiziksel ya da kimyasal yolla silinmek suretiyle yapılmış herhangi bir tahrifat tespit olunmadığının ancak senedin matbu bir senet olmayıp çizgisiz beyaz kâğıt üzerine daktilo makinesi yardımıyla yazılmak suretiyle oluşturulduğunun ve belge kesim yerlerinde düzensizlikler olduğunun, söz konusu bulguların senedin boş bir belgeye atılmış veya metin bölümüyle imza bölümü arasında fazlaca boşluk bırakılmış bir belgenin imzalanmasından sonra belge kenarlarının kesilip metin kısmının doldurulması suretiyle oluşturulmuş olabileceği kanaatini verdiğinin belirtilmesi, vade tarihinden bir yıldan fazla süre geçtikten sonra icra takibine konu edilmek istenilen, miktar itibarıyla oldukça yüksek ve kriminal raporda belirtildiği şekilde çizgisiz beyaz kâğıt üzerine daktilo ile tanzim edilmiş suça konu senedin nasıl düzenlendiğine ilişkin sanıklar ...ve ...'nin hayatın olağan akışına uygun düşmeyen beyanlarına itibar ettiklerini savunan ve olay tarihi itibarıyla uzun yıllardır avukatlık mesleği tecrübeleri de bulunan sanıklar ...ve ...'ın 1136 sayılı Kanun'un 38. maddesi uyarınca avukatın kendisine yapılan teklifi yolsuz veya haksız görür yahut sonradan yolsuz veya haksız olduğu kanısına varırsa teklifi reddetmek zorunluluğunda olduğunu dikkate almadan sanıklar ...ve ... ile katılan arasında varlığı iddia olunan miktarı yüksek bir hukuki ilişki veya borç ilişkisini gösteren harcama belgesi, makbuz ya da dekont gibi delillerin kendilerine ibrazını talep edip örneklerini muhafaza etmemeleri, kendilerinden talep edilen ihtiyati haciz ve icra takibi masraflarını ödemek için senedi tahsil cirosu ile aldıkları yönündeki savunmalarının ise icra takibini bizzat kendilerinin değil de senet arkasına ciro imzalarını atarak senedi kendilerine mal edip ortak vekilleri aracılığıyla icra takibi başlatmak suretiyle 1136 sayılı Kanun'un 47. maddesi hükmüne aykırı şekilde alacaklı asil sıfatıyla hareket etmeleri ayrıca diğer sanıklarla aralarında yapacakları bir sözleşme ile ciro imzaları olmadan da belirtilen masrafları üstlenmelerinin mümkün olması nedeniyle kendilerini suçtan kurtarmaya yönelik olduğunun anlaşılması hususları birlikte dikkate alındığında; sanıklar ...ve ...'ın avukatlık görevleri dışında diğer sanıklarla birlikte hareket ederek ciro imzalarını atarak mal edindikleri ve sahte olduğunu bildikleri senede dayalı olarak bizzat alacaklı sıfatıyla katılan aleyhinde icra takibi yapmak suretiyle üzerlerine atılı nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediklerinin sabit olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı; "Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık konusu; hukuki ilişkiye dayanan bir alacağın tahsili amacıyla sahte senet düzenlendiği hususunda eksik araştırmayla karar verilip verilmediğine ilişkin ise de, ayrıca sanıklar ... ve ...'ın nitelikli dolandırıcılık suçuna iştirak edip etmediklerinin belirlenmesi gerekmiştir.
Hükme esas alınan dosya kapsamındaki delillere göre, suçun konusu 31.12.2008 tarihinde düzenlenmiş 26.250.000 USD bedelli, keşidecisi katılan ..., lehtarı sanıklar ... ve ... olan, tahsil amacıyla avukat olan sanıklar ... ile ...'e ciro edilen bono senedidir.
Bu senet icra marifetiyle takibe konulunca katılan ... imza inkarında bulunarak sanıklar hakkında soruşturma yapılması için şikâyet etmiştir. Senetle ilgili açılan özel hukuk davalarında da, imza inkarını sürdürünce senetteki yazı ve imzaların aidiyeti hakkında kriminal laboratuvarlardan raporlar alınmıştır. Söz konusu polis kriminal laboratuvarı raporuna göre, senetteki keşideci imzasının ve diğer imzaların ilgili şahıslara ait olduğu, ancak 'sözleşmenin boş bir belgeye atılmış veya metin bölümü ile imza bölümü arasında fazlaca boşluk bırakılmış bir belgenin imzalanmasından sonra, kenarları kesilip, metin kısmının doldurulması sonucu oluşturulmuş bir belge olabileceği kanaatini vermekte ise de, daha ileri bir kanaat belirtmek mümkün olmadığı' şeklinde görüş bildirilmiştir.
Bu bono ile ilgili 'Ulusal Kriminal Büro' tarafından da düzenlenen ve bonoda sahtecilik yapıldığına ilişkin tespit içeren rapor Yerel Mahkeme ile Özel Daire tarafından hükme esas alınmıştır. Bilindiği üzere, çözümü uzmanlığı özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde hakim tarafından bilirkişiye başvurulacaktır. Kimlerin bilirkişilik yapacağı hususunda 5271 sayılı CMK'nın 63 ve 64. maddelerinde ayrıntılı düzenleme yapılmıştır. 64. maddenin birinci fıkrasına göre, 'Bilirkişiler, Bölge Adliye Mahkemelerinin yargı çevreleri esas alınmak suretiyle bilirkişilik bölge kurulu tarafından hazırlanan listede yer alan kişiler arasından seçilir. Ancak, kendi bölge listesinde ilgili uzmanlık alanında bilirkişi olmasına rağmen diğer bir bölgedeki bilirkişinin, görevlendirme yapılan yere daha yakın bir mesafede bulunması durumunda bu listeden de görevlendirme yapılabilir.' İkinci fıkrada ise 'Bölge kurulunun hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi bulunmaması halinde, diğer bölge kurullarının listesinden bilirkişi görevlendirilebileceği' düzenlenmiştir. 23.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu'nun 11. maddesinde de paralel düzenlemeye yer verilmiştir.
Ulusal Kriminal Büro tarafından düzenlenen raporda görev alan kişilerin ayrıntılı şekilde düzenlenen yasa hükümlerine uygun bilirkişilik sıfatlarının bulunup bulunmadığı dosya kapsamından anlaşılamamıştır.
Yargı merciileri hakimin bilgisi dışında uzmanlık gerektiren hususlarda bilirkişiye başvurduğunda, düzenlenen raporlar çelişkili veya yeterince kanaat verici nitelikte değilse yeniden rapor alabilirler. 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 2/1-a maddesi gereğince bu kurumun mahkemelere resmî bilirkişilik yapmak asli görevlerinden birisi olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla başka bilirkişilerin düzenlediği raporlardaki çelişkiler ve kanaat verici nitelikte olmayan hususlarda bu uzman kuruluştan rapor alınması uyuşmazlığın isabetli şekilde çözümüne katkı sağlayacaktır.
Senetteki keşideci imzasının katılan ...'e ait olduğu ortaya çıktıktan sonra, katılan ve vekili imzanın başka yerden taşınmış olabileceği, 02.07.2010 tarihli dilekçede ise senedin teminat senedi olduğu şeklinde çelişkili beyanlar ileri sürülmüştür.
Sanıklar ...ve ... ile katılan ... tarafından düzenlendiği anlaşılan ve sahteliği ileri sürülmeyen 31.12.2008 tarihli adi senedin 4. maddesinde sahteciliğe konu bonoya atıf yaptığı ve bononun bu senet gereği düzenlendiği belirtilmiştir. Bu senedin sıhhati Yerel Mahkemece tartışma konusu yapılmamıştır.
Belgede sahtecilik suçlarında en önemli ve belirleyici nitelikte olan delil, sahtecilik konusunda düzenlenen raporlardır. Hükme esas alınan Polis Kriminal Laboratuvarı raporu kendi içinde şüphe içermektedir. Bilirkişiler kanaat kullanmışlardır. Halbuki Anayasa'nın 138/1. maddesi ile CMK'nın 217/1. maddeleri gereğince maddi olayın oluşu hususunda Hakimler ve karar mercileri vicdani kanaat kullanılır. Bilirkişilerin ise bilimsel verilerden hareket ederek görüşlerini bildirmeleri gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında suça konu bononun sahteliği hususunda oluşan şüpheler giderilememiştir. Aldatıcılık özelliğinin bulunduğu anlaşılan bono senedinin sahte olup olmadığı tartışmalı bulunduğundan bir hukuki alacağın teminat altına alınması amacıyla düzenlenip düzenlenmediğinin araştırılmasına bu aşamada ihtiyaç bulunmadığından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı yerinde görülmemiştir.
Sanıklar ... ve ...'a yönelik nitelikli dolandırıcılık suçuna iştirak edip etmedikleri ayrıca değerlendirildiğinde;
Konunun aydınlatılması bakımından avukat olan sanıklara bono arkasındaki 'emrine ödeyiniz' şerhinin bulunması nedeniyle kambiyo senetlerinin devir ve iktisabına kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.
Kambiyo senetlerinin devir ve iktisabını sağlayan ciro, emre yazılı senetten doğan hakları bir başka kişiye devir, rehin veya bu hakların tahsilini sağlamak amacıyla senet hamilinin yazı ile tespit ve imzasıyla teyit ettiği bir beyandır. Ciro çifte yetki veren bir hukukî işlem olup, buna göre senedin hamili, ciro ile senet borçlusuna, borcu ciro edilene ödemek ve ciro edilene de yani senet hamiline de senetteki alacağı tahsil etmek yetkisini vermektedir. Bu nedenle ciro nitelikli bir havaledir.
Ciro, senetteki hakkı devretmeye ilişkin yazılı bir beyan olup senet üzerine veya senede bağlanmış olan 'alonj' denilen bir kâğıt üzerine yahut suret üzerine yazılır. İmzanın el yazısı ile atılmış olması gerekir, sadece mühür kullanılarak yapılan ciro geçerli olmaz. Cironun yapıldığı tarihin senette yer alması gerekmez. Ancak tarih ciro zincirinin daha kolay tespitine imkân verir.
Ciro beyanı çeşitli şekillerde ifade edilebilir. Ciranta, ciro yapacağı kişinin adını soyadını ve 'ödeyiniz' kelimesini yazarak, altına imzasını atar. Bu tür ciroya tam ciro denir. Ciranta, ciro edilenin adını yazmadan da ödeyiniz veya bunu dahi yazmadan sadece senedin arka yüzünü imzalayıp ciro edilene senedi teslim ederse, yine geçerli bir ciro yapılmış olur. Bu durumda beyaz ciro söz konusu olur.
Cironun yapılış amacına göre ciro temlik, tahsil ve rehin cirosu olmak üzere üç şekilde yapılır.
Temlik cirosu, senetten doğan tüm hakları senedi devralana geçirmek amacıyla yapılır. Temlik cirosunda, cirodan sonra senedin devralana teslimi gerekir. Aksine düzenleme olmadıkça ciro, kural olarak temlik için yapılmış sayılır. Temlik cirosunun ilk işlevi, senetten doğan hakların devrini (temlikini) sağlamaktır. Temlik cirosu ile senetteki tüm haklar lehine ciro yapılan kişiye geçer. Temlik cirosu, senedin zilyetliğinin devrinin yanında senet mülkiyetinin de devrini sağlamaktadır.
Rehin cirosuna da değinmek gerekirse, poliçeden doğan hakları rehnetmek amacıyla yapılan ciroya 'rehin cirosu' denir. Rehin cirosu 'bedeli rehindir', 'bedeli teminattır' veya rehni ifade eden herhangi bir kaydın senedin ön veya arka yüzüne ya da 'alonj' üzerine yazılması suretiyle yapılır. Ayrıca cironun senetteki bedelin tamamına ait olması ve ciranta tarafından imzalanıp senedin rehin alana teslim edilmesi gerekir.
Kambiyo senetlerinde tahsil cirosuna gelince, çeşitli sebeplerle senet bedelini bizzat tahsil edemeyen veya etmek istenmeyen hamil, bir başkasını bu işi yapmakla görevlendirebilir. Senedin tahsil cirosu ile verilmesi bu amaca hizmet etmektedir. Tahsil cirosu ile bir senedin bedelini tahsil eden hamil, bu bedeli aralarındaki anlaşmaya uygun olarak getirip cirantasına vermektedir. Bir senedin tahsil olunması için yetki verilmesini kapsayan bu tahsil cirosu iki şekilde yapılabilir. Normal olan tahsil cirosunda bu hususun senet üzerine yazılarak belli edilmesidir. Buna 'alenî tahsil cirosu' da denilir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 778/1-a maddesi yollamasıyla bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı Kanun’un 'Tahsil cirosu' başlıklı 688/1. maddesi; 'Ciro, ‘bedeli tahsil içindir’, ‘vekâleten’ veya bedelin başkası adına kabul edileceğini belirten bir şerhi ya da sadece vekil etmeyi ifade eden bir kaydı içerirse, hamil, poliçeden doğan bütün hakları kullanabilir; fakat o poliçeyi ancak tahsil cirosu ile tekrar ciro edebilir.' şeklinde düzenlenmiştir.
Tahsil cirolu senet, temlik cirosunun aksine, bir borcun ödenmesi için veya borç yerine kaim olmak üzere verilmemektedir. Bu bakımdan tahsil cirosunda temlik fonksiyonu bulunmamaktadır. Tahsil cirosunun temlik fonksiyonu olmadığı için ciro edileni senedin ve senette mündemiç hakkın sahibi hâline getirmemekte, onu sadece senet bedelini talep yetkisiyle teçhiz etmektedir. Mülkiyet ciroya rağmen ciro edende kalmıştır. Herhangi bir mülkiyet intikali söz konusu olmadığından ciro edenin senette mündemiç hakkın ödeneceği veya senedin kabul olunacağı konusunda teminat vermesine lüzum yoktur. Yani tahsil cirosunun teminat fonksiyonu da yoktur. Kısacası tahsil cirosunun tek fonksiyonu 'teşhis fonksiyonu' olmaktadır. Tahsil cirosu ile senedi verenin, 'senet alacaklısı' sıfatı ise aynen devam etmektedir.
Poliçeyi tahsil cirosu ile iktisap eden hamil, poliçeden doğan tüm hakları kullanabileceğinden, borçlu aleyhine icra takibi yapabilir ve davayı ciranta adına temsilen açabilir. Hamilin dava açmaya ilişkin bu yetkisi 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 'Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir' şeklinde yalnız avukatların yapabileceği işleri düzenleyen 35. maddesine bir istisna teşkil eder (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.11.2022 tarihli ve 329-1490 sayılı kararı.).
Öte yandan amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; 'suçsuzluk' ya da 'masumiyet karinesi' olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; 'in dubio pro reo' olarak ifade edilen 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında (2) numaralı ön sorun konusu değerlendirildiğinde;
Katılan ...’in İstanbul ili, Eyüp ilçesi, Kemerburgaz semtinde babasından kalan ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2/B maddesi gereğince Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılıp tapuda Maliye Hazinesi adına tesciline karar verilen 920 parsel numaralı ve 51.279 metrekare taşınmazın zilyedi olduğu, aynı bölgede emlak işleri yapan sanıklar ... ve ...’un 04.10.2008 tarihinde ölen... isimli şahsın istemi üzerine bu arazi üzerinde kadastro işlemlerini takip ettikleri, arazide oturan kişiler ile görüşüp para karşılığında araziden çıkmalarını sağladıkları, arazinin bölgede 20 yıldır oturma şartını sağlayan katılan adına tescilini yaptırdıkları ve yaptıkları masraflar karşılığında katılan ile 31.12.2008 tarihli sözleşmeyi imzaladıkları ve katılanın da kendilerine suça konu senedi imzalayarak verdiği, senedin arkasına '... ve ... emrine ödeyiniz.' şerhinin yazıldığı ve şerhin altını da sanıklar ... ve ...’un imzaladıkları, bu şekilde suça konu senedi teslim alan ve avukat olan sanıklar ... ve ...'ın alacaklı sıfatıyla katılan aleyhine İstanbul 19. İcra Müdürlüğünün 2012/1637 Esas sayılı dosyası üzerinden senet bedelinin bir kısmı olan 14.181.178 USD karşılığı 25.000.000 TL olarak icra takibi başlattıkları, ödeme emrinin tebliği üzerine durumdan haberdar olan katılanın sanıklar hakkında suç duyurusunda bulunduğu ve Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucunda sanıkların nitelikli dolandırıcılık suçunu işledikleri kabul edilen olayda;
Katılan ...’in sanık ...’u babasından dolayı, sanık ...’yı da sanık ...’in yanında gördüğü için tanıdığını, diğer sanıkları ise tanımadığını beyan etmesi, sanıklar ...ve ...’nin katılanın adına tescilinin yapılmasını sağladıkları araziden kaynaklanan alacaklarını garanti altına almak amacıyla birlikte 31.12.2008 tarihinde katılanın evine gittiklerini ancak katılanın sanık ...’nin içeriye girmesine müsaade etmediğini, evde sanık ... ile katılanın sözleşmeyi ve senedi düzenlediklerini, vade tarihi 31.12.2010 olan senet bedelinin ödenmemesi üzerine senedi tahsil amacıyla ve takip ve dava masraflarını üstlenmeleri şartıyla avukat olan sanıklar ...ve ...’a verdiklerini, sanıklar ...ve ...’ın da diğer sanıklarla aralarında vekalet ilişkisinin bulunduğunu savunmaları, İstanbul 5. Noterliğinin 05.10.2011 tarihli vekaletnamesi ile sanık ...’nın sanık ...'a genel vekaletname vermesi ve sanıkların aralarında 05.10.2011 tarihinde vekalet sözleşmesi imzalayarak avukat olan sanıkların icra takibi neticesinde masraflarını ve avukatlık ücretini mahsup ettikten sonra kalan kısmını sanıklar ... ve ...’e vereceklerinin kararlaştırılmış olması, İstanbul Barosu Başkanlığının cevabi yazısına göre de sanıklar ... ile ...'in avukat olarak görev yaptıklarının ve haklarında herhangi bir tedbir ve yasaklama kararı bulunmadığının bildirilmesi, suça konu senedin arkasında '... ve ... emrine ödeyiniz.' şerhinin yazılarak şerhin altını da sanıklar ... ve ...’un imzalamış olması nedeniyle söz konusu cironun tahsil cirosu olduğunun anlaşılması ve tahsil cirosu ile de herhangi bir mülkiyet intikalinin söz konusu olmaması ve senedi veren sanıklar ... ve ...’un senet alacaklısı sıfatlarının aynen devam etmesi karşısında; sanıklar ... ile ...'in diğer sanıklarla birlikte hareket ederek sahte olduklarını bildikleri senede dayalı olarak katılan aleyhinde icra takibi yapmak suretiyle üzerlerine atılı nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediklerine ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, sanıklar ... ve ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan Yerel Mahkemece kurulan mahkumiyet hükümlerinin, adı geçen sanıklar yönünden, atılı suçu işlediklerine ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden beraatleri yerine mahkûmiyetlerine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir." gerekçesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; sanıklar ... ve ...'a yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunun sabit olmadığı düşüncesi ile,
Karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanıklar ..., ...ve ...'a yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunda 5237 sayılı Kanun'un 159. maddesinin uygulanma şartlarının oluşup oluşmadığı bakımından eksik inceleme ile karar verilip verilmediğine ilişkin asıl uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesine gelince;
Katılanın sanık ...'i babasından dolayı, sanık ...'yi de sanık ...'in yanında gördüğü için tanıdığını, diğer sanıkları ise tanımadığını, Göktürk beldesinde zilyetliğinde bulunan 920 numaralı parseli mahkeme kararı ile adına tescil ettirdiğini ve daha sonra 2B kapsamında satın almak istediğini öğrenen sanık ...'in ısrarla "Bu işi birlikte yapalım." dediğini, kabul etmemesi üzerine tanık ...'ye "Benim elimde ...'in boş kağıda atılmış imzası var, ben ona yapacağımı bilirim." diye söylediğini ve kendisinden 2.000.000 TL istediğini, sanıklara hiçbir şekilde senet imzalayarak vermediğini, tanık ...'nin de katılanı doğrular biçimde sanık ...'in kendisine "...'e söyle onunla oturup anlaşalım." dediğini, nasıl anlaşacaklarını sorduğunda "2.000.000 TL versin anlaşalım, tatlıya bağlayalım, anlaşmazsa ...'e ait elinde açık imza kağıdı var kendisi bilir, ... beye söyle bu iş uzarsa başı ağrır." dediğini, bu durumu katılana söylediğini, katılanın ise kabul etmediğini beyan etmeleri, sanık ...'un aşamalarda, danışmanlığını yaptığı ...'in talimatı ile Göktürk beldesinde bulunan 2B kapsamındaki arazileri katılan adına tescil ettirdiklerini, tescil edilen yerler arasında 920 numaralı parselin de bulunduğunu, buranın 17 dönümünün katılana geri kalan 35 dönümünün de kendisi ile ...'e ait olduğunu, 2008 yılında ...'in ölünce katılanın parselin tamamına sahip çıktığını, bu parseldeki haklarının garanti altına alınması amacıyla katılanın evinde kendisi ve katılan ile birlikte sözleşme yaptıklarını ve senet düzenlediklerini, katılanın sanık ... ile arası iyi olmadığı için sözleşme ve senet düzenlenirken sanık ...'nin dışarıda beklediğini, bundan önce de ...'le 21.04.2000 tarihli anlaşmayı tanzim ettiklerini ancak bu anlaşmada ...'in imzasının bulunmadığını, ...'in şirket genel müdürü olan ... ile şahit olarak ...'nin imzalarının olduğunu, sanık ...'nın aşamalarda, Göktürk Beldesinde 2B kapsamındaki arazilerin kadastro işlemlerinin yapılması sırasında ...'e yardımcı olduğunu ve masrafları karşıladığını, ...'in isteği üzerine 920 numaralı parselin tescil işlemlerinin katılan adına yapıldığını, ...'in bu parselin 15 dönümünün kendisine ait olduğunu söylediğini, 2008 yılında ... ölünce 920 numaralı parseldeki haklarını garanti altına almak için katılan ile anlaşma yoluna gittiklerini ve sanık ...'in katılan ile sözleşme düzenlediklerini ve katılanın suça konu senedi verdiğini, bu sırada katılanın kendisinin eve girmesine müsaade etmediğini, bu nedenle dışarıda beklediğini, 21.04.2000 tarihli anlaşmada ortadaki imzanın kendisine, sağ taraftaki imzanın sanık ...'e, sol taraftaki imzanın ise ...'in genel müdürü olan ...'na ait olduğunu savunmaları, senedin düzenlenmesinden çok önce Eyüp 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.03.1999 tarihli ve 84-808 sayılı kararı ile 920 numaralı parselin 2B maddesi uygulaması ile Hazine adına orman sınırları dışarısına çıkartılıp tapuda malik hanesinin Maliye Hazinesi adına doldurulmasına ve bu taşınmazı fiili olarak tasarruf edenin katılan olduğu gerekçesiyle de katılanın isminin kadastro tutanağının beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmiş olması nedeniyle katılanın 1999 yılından sonra sanıklar ...ve ...'nin 920 numaralı parsel için katılan adına masraf yapmalarının hayatın olağan akışına uygun düşmemesi, senedin düzenlenme tarihi itibarıyla da 1999 yılından önce yapılmış bir masraf için oldukça uzun bir sürenin geçmiş olması ancak nihayetinde dosya kapsamına göre sanıkların savunmalarının özünü oluşturan ve senedin verilmesinin nedeninin yaptıkları masraflar olduğu iddiasına ilişkin herhangi bir harcama belgesi, makbuz, dekont ibraz edememeleri, sanıkların savunmalarında işverenin ... olduğunu ve onun talimatı ile hareket ettiklerini savunmuş olmalarına rağmen katılanın evinde düzenlendiğini ifade ettikleri sözleşmede işverenin ve taahhütte bulunanın ... değil katılan olduğunun belirtilmesi, Eyüp 1. Noterliğince düzenlenen ve katılanın sanık ...'i vekil tayin ettiği 10.03.2000 tarihli ve 6172 yevmiye numaralı vekaletnamenin Göktürk beldesinde başka bir mevkide bulunan 970 parsel numaralı taşınmaza ilişkin olması, 21.04.2000 tarihli anlaşmada katılan veya ...'in imzalarının olmayıp kimler tarafından imzalandığı hususunda da sanıkların çelişkili beyanlarda bulunması nedeniyle bu anlaşmanın sıhhatinin de kuşkulu olması, emniyet kriminal raporunda suça konu senedin ön yüzünde ıslak mürekkepli kalem ile yazılmış bulunan katılanın isim ve imzasının başka bir belgeden aktarılmadığının, fiziksel ya da kimyasal yolla silinmek suretiyle yapılmış herhangi bir tahrifat tespit olunmadığının ancak senedin matbu bir senet olmayıp çizgisiz beyaz kâğıt üzerine daktilo makinesi yardımıyla yazılmak suretiyle oluşturulduğunun ve belge kesim yerlerinde düzensizlikler olduğunun, söz konusu bulguların senedin boş bir belgeye atılmış veya metin bölümüyle imza bölümü arasında fazlaca boşluk bırakılmış bir belgenin imzalanmasından sonra belge kenarlarının kesilip metin kısmının doldurulması suretiyle oluşturulmuş olabileceği kanaatini verdiğinin belirtilmesi ve avukat olan sanıklar ...ve ...'ın birlikte hareket ettikleri sanıklar ...ve ...'den senedi devralıp alacaklı sıfatıyla kendi adlarına icra takibinde bulunmaları dikkate alındığında; sanıklar ile katılan arasında 5237 sayılı Kanun'un 159. maddesinin uygulanmasını gerektirir alacak hakkı doğuran herhangi bir hukuksal ilişkinin bulunmadığı ve sanıklar ..., ...ve ...'a yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunda 5237 sayılı Kanun'un 159. maddesinin uygulanma şartlarının oluşmadığı ve bu konuda eksik inceleme ile karar verilmediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanıklar ..., ...ve ...'a yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunda 5237 sayılı Kanun'un 159. maddesinin uygulanma şartlarının oluşup oluşmadığı bakımından eksik inceleme ile karar verildiği ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesi ile karşı oy kullanmıştır.
VI. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının;
a) Asıl uyuşmazlık konusu ve (2) numaralı ön sorun bakımından REDDİNE,
b) (1) numaralı ön sorun bakımından DEĞİŞİK GEREKÇE İLE KABULÜNE,
2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 08.05.2023 tarihli ve 9698-3657 sayılı onama kararının sanık ... bakımından KALDIRILMASINA,
3- İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.12.2021 tarihli ve 402-604 sayılı sanık ... hakkındaki mahkûmiyet hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanık ...'nın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sadece sanık ... bakımından diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.03.2024 tarihinde yapılan müzakerede (1) numaralı ön sorun bakımından oy birliği ile, asıl uyuşmazlık konusu ve (2) numaralı ön sorun bakımından ise oy çokluğu ile karar verildi.