"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
D
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen Ahmet Çalık hakkındaki davanın husumet yokluğu sebebi ile reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin emekli hâkim olup hâlen avukatlık yaptığını, İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/65 E. sayılı ceza dosyasının soruşturma aşamasında 26.11.2008 tarihinde tutuklanıp 05.12.2008 tarihinde tahliye edildiğini, Sabah Gazetesinin 28.11.2008 tarihli nüshasında "Yengeç'te bir hâkim daha'' başlıklı haber ile müvekkilinin kimliği hakkında net bilgiler verilerek ve isminin baş harfleri yerine tamamının yazılması suretiyle basın özgürlüğü ilkelerine aykırı davranıldığını, müvekkilinin ismi ile birlikte hâkimlik görevini yaptığının açıkça belirtilmesinin ardından ''Rüşvet almak ve rüşvete aracılık etmekten yakalandı'' şeklindeki ifadenin sanki kaçıyormuş da yakalanmış gibi algılara neden olduğunu, olayla ilgili İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunduklarını ancak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hak düşürücü sürenin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ileri sürerek 25.000TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; dava dilekçesinde davalı olarak gösterilen Ahmet Çalık'ın şirketin yetkili temsilcisi olmadığından hakkındaki davanın husumet yönünden reddi gerektiğini, davacının İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/65 E. sayılı dosyasında suç işlemek amacı ile örgüt kurmak, yönetmek, üye olmak, irtikap suçuna iştirak, avukatlık görevini kötüye kullanmak, nitelikli dolandırıcılık, rüşvet ve benzeri suçlamalar ile yargılandığını, ceza dosyası ve iddianame içeriğinin haber yapıldığını, haberin görünür gerçeğe uygun ve güncel olduğu gibi öz ile biçim arasındaki denge bozulmadan kaleme alındığını, Yargıtay kararlarında aranan tüm unsurları taşıdığını, basının çarpıcı başlık kullanma özgürlüğünün de bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.11.2012 tarihli ve 2009/549 E., 2012/562 K. sayılı kararı ile; haber tarihinde davacı hakkında soruşturma başlatıldığından haberin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, ancak davacının kimliğinin açıkça yazılmasının masumiyet karinesine aykırı olduğu, haber verilirken öz ile biçim arasındaki dengenin korunması gerektiği, haberin bu şekilde verilmesinin hukuka aykırı olduğu, davalılardan Ahmet Çalık’a husumet yöneltilemeyeceği gerekçesiyle davalı Ahmet Çalık hakkında açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, diğer davalılar yönünden ise davanın kısmen kabulü ile 7.500TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalılar Sabah Gazetesi imtiyaz sahibi Turkuvaz Basım A.Ş. ve ...'den müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 03.03.2014 tarihli ve 2013/6826 E., 2014/3572 K. sayılı kararı ile;
‘‘…Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, kamuoyunda Yengeç soruşturması olarak bilinen soruşturma kapsamında tutuklandığını, daha sonra tahliye edildiğini ancak davalı gazetede hakkında asılsız, yakışıksız, tahkir edici yayın yapıldığını, meslek ve kimlik bilgilerinin açıkça verildiğini, haberin gerçek dışı olduğunu ve kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu ileri sürerek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar, yayının basın özgürlüğü sınırları içerisinde yapıldığını, görünür gerçeğe uygun olduğunu belirterek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, dava konusu haberde, masumiyet karinesine aykırı olarak davacının açık kimlik bilgilerine yer verildiği, bu durumun davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu kabul edilerek, davacının uğramış olduğu manevi zararın kısmen ödetilmesine, davalılardan Ahmet Çalık hakkında açılan davanın ise husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir.
1-Dosya incelendiğinde; aralarında davacının da bulunduğu birçok şahıs hakkında, “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, kurulan örgüte üye olmak, irtikap, görevi kötüye kullanmak, rüşvet, dolandırıcılık vs...” suçlarından soruşturma yürütüldüğü ve bu soruşturma kapsamında davacının tutuklandığı, bir müddet tutuklu kalan davacının daha sonra serbest bırakıldığı, ancak hakkında Ağır Ceza Mahkemesi'nde müsnet suçlardan kamu davası açıldığı, dosyanın derdest olup kovuşturmasının halen devam ettiği anlaşılmaktadır.
Basının görevi, okuyucuyu bilgilendirmek olup bu görevini yaparken okuyucunun ilgisini çekecek güncel konuları dikkat çekici bir biçimde haber yapabilir. Basının, yayının yapıldığı andaki beliriş biçimine göre yani görünür gerçekliğe göre haber yapması yeterli olup somut gerçekliği araştırma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Davaya konu yayın, davacının yukarıda anılan bir kısım suçlar kapsamında gözaltına alınıp tutuklanması üzerine adli birimlerden elde edilen bilgiler nazara alınarak yapılmıştır. Buna göre, yayının görünürdeki gerçeğe uygun olduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan, davacının meslek ve kimlik bilgilerinin aynen verilmesi yayını hukuka aykırı hale getirmediği gibi, haberde fotoğrafı verilen şahsın başka bir kişi olması da ayrıntı niteliğindedir.
Şu halde, yayının hukuka aykırılığından ve davacının kişilik haklarını zedelediğinden söz edilemez. Manevi tazminat isteminin koşulları oluşmadığından istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.
2-Davalılardan Ahmet Çalık hakkında husumet yokluğundan ret kararı verilmiştir. Ret sebebi farklı olduğundan anılan davalı lehine ayrı vekâlet ücreti takdir edilmesi gerekirken bu yönde karar verilmemesi doğru değildir. Kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.03.2016 tarihli ve 2015/469 E., 2016/82 K. sayılı kararı ile; bozma kararına kısmen uyularak davalı Ahmet Çalık lehine vekalet ücretine hükmedilmiş, diğer davalılar yönünden ise önceki karar gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Sabah Gazetesinin 28.11.2008 tarihli nüshasında ''Yengeç'te bir hâkim daha'' başlığı altında yayınlanan haberin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu yayının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24. ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere BK'nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
21. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
22. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
24. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
25. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside, parag. 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
26. O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkemeye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
27. Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834.92,57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
28. Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
29. Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince;
Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
30. 5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
Hükmü yer almaktadır.
31. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
32. Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
33. Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat hürriyeti (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
34. Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayınlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK'nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
35. Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
36. Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayının hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayın yapmak hukuka aykırıdır.
37. Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için yayının gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayının haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayının hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayın bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararları).
38. Önemle vurgulanmalıdır ki yayınlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
39. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
40. Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.
41. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki, basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
42. Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması BK’nın 49. (TBK’nın m. 58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
43. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davalı şirkete ait Sabah Gazetesinin 28.11.2008 tarihli nüshasında ''Yengeç'te bir hâkim daha'' başlığı ile, özel yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülen bir soruşturmanın haber yapıldığı ve “Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Murat Gök tarafından yürütülen soruşturma kapsamında düzenlenen Yengeç operasyonunda 5 ay önce emekliye ayrılan İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimlerinden Erdem Yandımata ‘Rüşvet almak ve rüşvete aracılık etmekten’ yakalandı. Yengeç-2’de önceki gün yakalananlar arasında, Hâkim Yandımata’nın kardeşi Halil Ercan Yandımata da bulunuyordu…” ifadelerine yer verildiği, devamında da aynı operasyonun ilk ayağında 4’ü avukat 8 kişi, ikinci ayağında ise 14’ü avukat 22 kişinin gözaltına alındığının belirtildiği görülmektedir.
44. Dosya içerisinde mevcut İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK 250. maddesi ile görevli) 2009/58 soruşturma, 2009/27 esas sayılı iddianamesi ile aralarında davacı ve kardeşinin de bulunduğu 40 şüpheli hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek, üye olmak, irtikap suçuna iştirak, avukatlık görevini kötüye kullanmak, yargı görevini yapanı etkileme, rüşvet suçuna iştirak, nitelikli dolandırıcılık, rüşvet, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçlarından dolayı kamu davası açıldığı, bu kapsamda davacının dava dilekçesinde de belirtildiği üzere 26.11.2008 tarihinde gözaltına alınarak tutuklandığı, 05.12.2008 tarihinde ise tahliye edildiği anlaşılmaktadır.
45. Bu durumda; 26.11.2008 tarihinde tutuklanan davacı hakkında 28.11.2008 tarihinde yayınlanmış olan dava konusu haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde; öncelikle yalnızca davacı ile ilgili olmayıp genel olarak soruşturmanın haber yapıldığı, güncel ve görünür gerçeğe uygun olup haberin verilmesinde kamu yararı bulunduğu gibi özle biçim arasındaki dengenin de bozulmadığı görülmektedir.
46. Böylelikle; dava konusu haberin güncel ve görünür gerçeğe uygun olduğu, toplumun bilgi edinme, basının haber verme hakkı kapsamında kaldığı, habere yönelik toplumsal ilginin bulunduğu, aralarında davacının da bulunduğu birçok kişi hakkındaki soruşturmanın gazetecilik tekniği gereği okuyucunun ilgisini çekecek nitelikte aktarıldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, demokratik toplum tarafından meşru sayılabilecek nitelikte, ifade özgürlüğüne getirilmesi gereken bir sınırlamanın gerekli olmadığı, davacının meslek ve kimlik bilgilerinin aynen verilmesinin ise yayını hukuka aykırı hâle getirmediği bu nedenle davacının kişilik haklarına bir saldırı bulunmadığı kabul edilmelidir.
47. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki bilgi, belge ve delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
48. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesinin III/1. bendine göre karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.10.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.