Logo

Hukuk Genel Kurulu2017/2842 E. 2021/1690 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Gazetede yayınlanan haberlerin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği ve manevi tazminat gerektirip gerektirmediği.

Gerekçe ve Sonuç: Davacı hakkında yayınlanan haber içeriği ve başlıklarının öz ile biçim arasında dengeyi bozarak basın özgürlüğü sınırlarını aştığı ve kişilik haklarına saldırı oluşturduğu gözetilerek direnme kararı onanmış, ancak tazminat miktarının incelenmesi için dosya Özel Daire'ye gönderilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı... vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı... vekili ve ihbar olunan Maliye Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Harp Akademileri Komutanlığı bünyesinde görev yaptığını, Hava Kuvvetleri Komutanı olmasına birkaç ay kala ülke kamuoyunda tartışılan bir soruşturma kapsamında tutuklandığını ve hâlen cezaevinde olduğunu, Taraf Gazetesinin 16.05.2011 tarihli nüshasında "Balyozcu Paşaya hükümet vetosu” ve "Balyozcu Paşaya veto geliyor" başlıklarıyla yayınlanan haberlerin içeriğinde kullanılan ifadelerin müvekkilinin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiğini, yayın tarihinde şüpheli ya da sanık olmamasına rağmen kamuoyunda "Balyoz" olarak bilinen soruşturma kapsamında masumiyet karinesi hiçe sayılarak müvekkili hakkında haber yapıldığını ileri sürerek 100.000TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davanın zamanaşımına uğradığını, yayınlanan haberin güncel ve görünür gerçeğe uygun olduğunu, haberin verilmesinde kamu yararının bulunduğunu ve özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığını, davacının İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan ve kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen davanın tutuklu sanığı konumunda olduğunu, konunun tüm ülkeyi ilgilendirdiğini ve kamuoyu tarafından yakından takip edildiğini, haberin savcılık ve mahkeme dosyasındaki belgelere, şüpheli ifadelerine ve konu hakkında bilgisi olan yetkililerin beyanlarına dayandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.06.2013 tarihli ve 2012/385 E., 2013/343 K. sayılı kararı ile; hakkında yargı kararı olmayan ve görevde bulunan davacı hakkında 16.05.2011 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanan “Balyozcu Paşaya veto geliyor” başlıklı haberin davacının kişilik haklarını, onur ve saygınlığını zedelediği, kamuoyunda küçük düşmesine ve itibarsızlaşmasına yol açtığı, haber verme özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı gerekçesiyle 35.000TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 22.05.2014 tarihli ve 2013/13671 E., 2014/8382 K. sayılı kararı ile;

‘‘… Dava konusu haberde anlatılan olaylar, adli nitelikte belgelerden elde edilmiş bilgilerden ibarettir. Esasen taraflar arasında bu konuda ihtilaf bulunmamakta olup davacıda habere konu edilen soruşturma dosyasını ve içeriğini inkâr etmemiştir. Ancak davacı, soruşturmanın gizli olduğunu, masumiyet karinesini ihlal eder nitelikte yayın yapılarak kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia etmiştir.

Dava konusu yayın tarihinde, kamuoyunda balyoz darbe planı ismiyle bilinen soruşturma dosyası derdest olup toplumun ilgisini yakından çekmektedir. O tarihte Harp Akademileri Komutanı olan davacı, söz konusu dosyanın şüphelileri arasında yer almakta olup haber tarihinden kısa bir süre sonra da tutuklanmıştır. Hükümetin, TSK personel kanununda değişiklik yapmayı planladığı ve bu kapsamda, terfi sırası gelen ancak balyoz darbe planı davasında ismi geçen davacının terfisinin önüne geçmeyi amaçladığı, biçimindeki yazının haber değeri taşıdığı anlaşılmaktadır.

Şu durumda, dava konusu haberlerin güncel ve görünür gerçekliğe uygun olduğu, toplumun bilgi edinme, basının haber verme hakkı kapsamında kaldığı, habere yönelik toplumsal ilginin bulunduğu, adli bir olayın gazetecilik tekniği gereği okuyucunun ilgisini çekecek nitelikte aktarıldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, demokratik toplum tarafından meşru sayılabilecek nitelikte, basın özgürlüğüne getirilmesi gereken bir sınırlamanın gerekli olmadığı, davacının kişilik haklarına bir saldırı bulunmadığı sonucuna varılarak istemin tümden reddine karar verilmesi gerektiğinden kararın bozulması gerekmiştir’’ gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.10.2015 tarihli ve 2014/520 E., 2015/392 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı... ve ihbar olunan Maliye Bakanlığı vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Taraf Gazetesinin 16.05.2011 tarihli nüshasında “Balyozcu Paşaya Hükümet Vetosu” ve “Balyozcu Paşaya Veto geliyor” başlıkları ile yayınlanan haberlerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.

A- İhbar olunan Maliye Bakanlığı vekilinin temyiz itirazları yönünden;

III. ÖN SORUN

12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; davalı Taraf Gazetecilik San ve Tic. A.Ş.'nin, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ticaret sicil kaydının 24.08.2016 tarihinde re’sen terkin edildiğinin tescil ve ilan olunduğunun Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinin 01.09.2016 tarihli, 9149 sayı ve sayfa 608’de belirtildiği, Taraf Gazetesinin de 20.07.2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan (08.11.2016 tarihli ve 6755 sayılı Kanun ile kanun hükmü olarak kabul edilen) 27.07.2016 tarihli ve 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin kapatılan gazetelere ilişkin ekli (3) sayılı listede yer aldığı ve 2/1-c maddesi gereğince kapatıldığı dikkate alındığında, anılan davalı yönünden 29.10.2016 tarihli ve 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 16. maddesi (08.03.2018 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7082 sayılı Kanun ile kanun hükmü olarak kabul edilen) kapsamında davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddi için direnme kararının bozulmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

13. 20.07.2016 tarih ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl kararı doğrultusunda, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler kapsamında çıkarılan 29.10.2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “Dava ve Takip Usulü” başlıklı 16. maddesinde;

“(1) 20.07.2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(2) 20.07.2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(3) 20.07.2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17.08.2016 tarihi dâhil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.

(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.”

Hükmü düzenlenmiştir.

14. Aynı hüküm 08.03.2018 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7082 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 16. maddesi ile de aynen kabul edilerek Kanun hükmü hâline getirilmiştir.

15. 27.07.2016 tarihli 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler İle Bazı Kurum Ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirler” başlıklı 2. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan ekli (3) sayılı listede yer alan gazete ve dergiler ile yayınevleri ve dağıtım kanallarının kapatıldığı belirtilmiştir.

16. Dava konusu haberin yayınlandığı Taraf Gazetesinin 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin kapatılan gazete ve dergiler ile yayınevi ve dağıtım kanallarına ilişkin ekli (3) sayılı listede yer aldığı ve 2/1-c maddesi gereğince kapatıldığı anlaşıldığı gibi, davalı Taraf Gazetecilik San ve Tic. A.Ş.'nin de 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ticaret sicil kaydı 24.08.2016 tarihinde re’sen terkin edilmiş ve bu hususun tescil ve ilan olunduğu Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinin 01.09.2016 tarihli, 9149 sayı ve sayfa 608’de belirtilmiştir.

17. Bu durumda anılan davalı hakkında 7082 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 16. maddesi kapsamında değerlendirme yapılabilmesi için direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.

B- Davalı... vekilinin temyiz itirazları yönünden;

IV. GEREKÇE

18. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

19. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.

20. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.

21. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.

22. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;

“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.

23. Dava konusu haberin yayınlandığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;

“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.

Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.

Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır.

24. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.

25. Görüldüğü üzere BK'nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.

26. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

27. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.

28. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme'nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.

29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.

30. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, parag. 49).

31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).

32. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.

33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:

i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:

AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukukî normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).

ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:

Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”

Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, Osman/ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).

iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:

AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).

34. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

35. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside, parag. 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).

36. O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkemeye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).

37. Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).

38. Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).

39. Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince;

Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.

40. 5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;

“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.

Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”

Hükmü yer almaktadır.

41. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.

42. Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.

43. Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat hürriyeti (m.25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m.26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.

44. Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayınlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK'nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.

45. Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.

46. Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayının hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayın yapmak hukuka aykırıdır.

47. Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için yayının gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayının haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayının hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayın bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararları).

48. Önemle vurgulanmalıdır ki yayınlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.

49. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.

50. Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.

51. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki, basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayımdaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.

52. Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması BK’nın 49. (TBK’nın 58.) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.

53. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davalı şirkete ait Taraf Gazetesinin 16.05.2011 tarihli nüshasında “Balyozcu Paşaya Hükümet Vetosu” ve “Balyozcu Paşaya Veto geliyor” başlıkları ile davacı hakkında haber yapıldığı anlaşılmaktadır.

54. Dava konusu haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde; haber içeriğinde davacının adının “Balyoz Darbe Planına” karıştığının belirtildiği, böylelikle darbeyi planlayanlar arasında gösterildiği, haber içeriği ve başlıklar birlikte değerlendirildiğinde öz ile biçim arasındaki dengenin bozulduğu, basın özgürlüğü sınırlarının aşıldığı, hukuka aykırılık unsurunun oluştuğu anlaşılmaktadır.

55. Diğer yandan davalı...’nun adı direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında “...” olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır.

56. Hâl böyle olunca; dava konusu haber nedeniyle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu kabul eden direnme kararı yerindedir.

57. Ancak, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- İhbar olunan Maliye Bakanlığı vekilinin temyiz itirazları bakımından; davalı Taraf Gazetecilik San ve Tic. A.Ş.'nin 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ticaret sicil kaydının 24.08.2016 tarihinde re’sen terkin edildiğinin tescil ve ilan olunduğunun Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinin 01.09.2016 tarihli, 9149 sayı, sayfa 608’de belirtildiği ve haberin yayınlandığı Taraf Gazetesinin de 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin kapatılan gazetelere ilişkin ekli (3) sayılı listede yer aldığı ve 2/1-c maddesi gereğince kapatıldığı anlaşılmakla 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (7082 sayılı Kanun’un) 16. maddesi kapsamında değerlendirme yapılabilmesi için direnme kararının açıklanan bu değişik gerekçe ile BOZULMASINA (A-III),

2- Davalı... vekilinin temyiz itirazları bakımından direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin hükmedilen tazminat miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE (B-IV),

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.12.2021 tarihinde oy birliği karar verildi.