"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı Yargıtay 4. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın esastan reddine karar verilmiştir.
2. Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; İstanbul ili Pendik ilçesi ...No: adresinde bulunan, tapunun 85 pafta, 784-785 parsel sayısına kayıtlı taşınmazın Hazinenin mülkiyetinde olduğunu ve bu yere vaktiyle ilgilisi tarafından kaçak olarak çay bahçesi inşa edildiğini, söz konusu bu yapının gecekondu niteliğinde olduğunu, tapu tahsisi veya benzeri herhangi bir hukukî statüsünün olmadığını, kaldı ki ilgilisinin de böyle bir iddiasının bulunmadığını, olayda sadece taşınmazın sahibi Hazine ile gecekonduyu inşa eden taraf arasında kiralama sözleşmesi bulunduğunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca kamuya veya başkasına ait arazi üzerinde izinsiz ve kaçak olarak yapılan yapıların hiçbir idari işleme gerek kalmaksızın yıkılabileceği, hiyerarşik olarak üst konumda bulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, ilgilinin gecekondusunun yer aldığı arazinin yeni hizmete açılacak sahil düzenleme çalışması içerisinde yer aldığını müvekkili olduğu Belediyeye bildirerek bu yapıyla ilgili yıkım ve tahliye sürecinin başlatılması isteminde bulunduğunu, bunun üzerine 21.12.2015 tarihine kadar yapının tahliye edilmesi aksi hâlde 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 18. maddesi gereği söz konusu gecekondunun yıkım ve tahliyesinin yapılacağı hususunu içerir tebligat ilmuhaberinin ilgilisine 17.12.2015 tarihinde tebliğ edilmek istendiğini ancak ilgilinin tebligatı imzadan imtina ederek yıkım ve tahliyeyi bildirir tebligat ilmuhaberi işlemine karşı yürütmenin durdurulması istemiyle İstanbul 12. İdare Mahkemesinde 2015/1523 Esas sayısına kayıtlı müvekkili Belediye aleyhine dava açtığını, bu arada da idarece, ilgili ile Hazine arasında kiralama ilişkisinin bulunduğu bilgisine ulaşıldığını, kiralama bilgisine ulaşılması üzerine Danıştay’ın içtihatları araştırıldığında “Şayet gecekondu, taşınmaz sahibinin rıza ve bilgisi dâhilinde yani olayımızda olduğu şekliyle bir kiralama ilişkisi doğrultusunda yapılmışsa, gecekondunun 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 18. maddesine göre değil, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesine göre yıkılması gerektiği” yönünde kararlar verildiğinin tespit edildiğini, bunun üzerine gecekondu başında 21.12.2015 tarihli yapı tatil tutanağı tutulduğunu ve akabinde de aynı gün Kaçak Yapı İnceleme Komisyonunun 015 sayılı kararı ile söz konusu gecekondunun hem tabi olduğu 775 sayılı Kanunla tanımlı durumu, hem de plan hükümleri gereği ruhsata bağlanmasının söz konusu olmayacağına yönelik karar alındığını ve bu kararla birlikte gecekondunun yıkım ve tahliyesine ilişkin 22.12.2015 tarihli ve 1631 sayılı encümen kararı alındığını, bu işlemle aslında 775 sayılı Kanunun 18. maddesine göre yapının yıkım ve tahliyesini içerir tebligat ilmuhaberi işleminin geri çekilip sonlandırılarak ortadan kaldırıldığını, bunun yerine de 22.12.2015 tarihli ve 1631 sayılı yeni bir idari işlemin ihdas edildiğini, 22.12.2015 tarihli ve 1631 sayılı encümen kararına karşı da açılmış herhangi bir davanın bulunmadığını, ortadan kaldırılmak suretiyle yok hükmünde olan 775 sayılı Kanunun 18. maddesine göre yıkım ve tahliyenin yapılmasını öngörür tebligat ilmuhaberi işlemi yerine tesis edilen 22.12.2015 tarihli ve 1631 sayılı encümen kararının 23.12.2015 tarihinde ilgilisine tebliğ edildiğini, 24.12.2015 tarihinde sabah saatlerinde olaya konu gecekondunun yıkımının gerçekleştirildiğini fakat aynı günün mesai saati bitimine yakın saatlerde ilgilisince 775 sayılı Kanunun 18. maddesine göre yıkım ve tahliyeyi bildirir tebligat ilmuhaberi işlemiyle ilgili olarak yürütmenin durdurulması istemiyle açılan İstanbul 12. İdare Mahkemesi 2015/1523 Esas sayısına kayıtlı davaya ilişkin tebligatın ulaştığını, içeriğinde İstanbul 12. İdare Mahkemesinin 24.12.2015 tarihli yürütmenin durdurulması kararını içerir ara karar örneğinin tebliğ edildiğini, 29.12.2015 tarihli dilekçe ile davaya konu edilen gecekondunun yıkımının gerçekleştirilip sonlandırıldığı bilgisinin verildiğini ancak İstanbul 12. İdare Mahkemesinin 24.02.2016 tarihli ara kararı ile “dava, davacıya ait işyerinin yıkım ve tahliyesine yönelik tesis edilen işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılmış ise de; davacı tarafından 20.01.2016 tarihinde verilen dilekçe ile söz konusu taşınmazın yıkıldığı anlaşıldığından bu aşamada yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verildiğini, buradan da anlaşılacağı üzere dava konusu olay, yıkımın gerçekleştirildiği beyanı ile birlikte tüm bilgi ve belgeler mahkemeye sunulmasına rağmen, mahkemenin bunları hiç okumadığını, dikkate almadığını, dosya kapağını bile açmadığından yapının yıkıldığını ancak 24.02.2016 tarihinde fark edebildiğini, İstanbul 12. İdare Mahkemesinin yargılama biçimindeki hukuk dışılığı fark edince bu defa dava konusu işlemi, işlemin mahiyetini, bu işlemin hangi hukukî süreçle nasıl sonuçlandırıldığını 28.04.2016, 20.11.2016 ve 18.01.2017 tarihli dilekçeler ile mahkemeye sunduklarını, İstanbul 12. İdare Mahkemesinin 17.01.2017 tarihli ve 2015/1523 E., 2017/69 K. sayılı kararı ile hukuken kaldırılmış ve yoklukla malul hâle gelmiş olan 775 sayılı Kanunun 18. maddesine istinaden gecekondunun yıkımına yönelik tebellüğ ilmuhaberinin iptaline karar verildiğini, gerekçesinin ise “davaya konu taşınmazın davacısına kiraya verildiği ve bu sebeple de imara aykırı, kaçak yapının yıkımının 775 sayılı Kanunun 18. maddesine göre değil de İmar Kanununun 32. maddesindeki prosedürün işletilmesi suretiyle gerçekleştirilmesi gerekliliğine” dayandığını, dava konusu edilen yıkım işlemini geri çektiklerini ve ortadan kaldırdıklarını, bunun yerine Danıştay içtihatları doğrultusunda İmar Kanunu’nun 32. maddesine göre yeni bir işlem ihdas ettiklerini ve bu yeni işleme karşı da herhangi bir dava açılmadığını davanın en başından beri ifade ettikleri hâlde mahkeme gerekçesine bakıldığında mahkeme heyetinin idareyi dinlemediğini, taraf olarak bile görmediğinin anlaşıldığını, diğer yandan İstanbul 12. İdare Mahkemesinin 17.01.2017 tarihli kararı ile aslında kendi yargılama safahatini yine kendi nihai kararıyla sildiğini, şöyle ki davaya konu yapının yıkımı gerçekleştiğinden bahisle yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar veren mahkemenin bu defa karar vermeyi gerektirmeyecek işlemle ilgili iptal kararı vermesinin anlaşılamadığını, 17.01.2017 tarihli kararla iptal kararı verilse de artık yıkılan bir yapı için bu kararın uygulanabilirliğinin olmadığını, yıkım davası sürerken ilgilinin bu defa maddi ve manevi tazminat istemiyle dava açtığını ve bu davaların da yine İstanbul 12. İdare Mahkemesine tevzi edilmesi sebebi ile söz konusu dosyalara bakan İstanbul 12. İdare Mahkemesi heyeti hakkında reddi hâkim talebinde bulunduklarını ancak üst mercii olan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesinin reddi hâkim talebini hem manevi hem de maddi tazminat istemli dava dosyalarında reddettiğini, bu arada İstanbul 12. İdare Mahkemesi kararının istinaf edildiğini ve bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine de taşındığını, istinaf taleplerinin İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesinin 21.11.2017 tarihli ve 2017/921 E., 2017/1708 K. sayılı kararıyla gerekçe ortaya konulmaksızın kesin olarak reddedildiğini, Anayasa Mahkemesinin ise hâlen bir karar vermediğini, sonuç olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46 ve 47. maddeleri gereği yürürlükteki açık kanun hükümlerine ve yargılama usulüne aykırı şekilde karar veren İstanbul 12. İdare Mahkemesi ile bu kararın istinafı üzerine herhangi bir gerekçeye yer vermeksizin istinaf başvurusunu kesin olarak reddeden İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesi üyelerinin yürürlükteki kanunlara ve yargılama usulüne aykırı yargılamalarından kaynaklı 400.000,00TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; davacının dava dilekçesinde belirttiği hususlar bakımından yargılama sırasında araştırma yapılarak, yeterli inceleme ve irdeleme sonucunda usul ve yasaya uygun şekilde karar verildiğini, bu nedenle şartları oluşmayan, konusu olmayan manevi tazminat talebinin reddi gerektiğini, HMK’nın 46. maddesinde hâkimlerin soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle meydana gelen zararların tazminine ilişkin olarak genel bir düzenleme yapıldığını, yasada gösterilen sorumluluk hâllerinin örnek niteliğinde olmayıp, sınırlı ve sayılı durumları ifade ettiğini, davaya dayanak yapılan HMK’nın 46. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendindeki koşulların eldeki davada oluşmadığını, hatalı olduğu ileri sürülen kararda ve onama kararında kanunun açık hükmüne aykırılık bulunmadığı gibi yargılama faaliyetinde manevi zarardan söz edilemeyeceğini, özel amaç ile davranıldığı yönünde delil bulunmadığını, HMK’nın 46. maddesindeki koşullar oluşmadığından davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Özel Daire Kararı:
6. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.11.2019 tarihli ve 2017/65 E., 2019/72 K. sayılı kararı ile;
“…DAVA : Davacı vekili dava dışı kişinin Pendik sahilinde 784 ve 785 parsel sayısında Hazine adına kayıtlı taşınmazı kiralayarak baraka yapıp çay bahçesi olarak işlettiğini, davacı belediyece 775 sayılı Gecekondu Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sahil düzenleme çalışması içerisinde yer aldığı ve yapı ile ilgili yıkım ve tahliye sürecinin başlatılması istemi üzerine kaçak yapının hiç bir idari işleme gerek kalmaksızın yıkılacağına, taşınmazın 21/12/2015 gününe kadar tahliyesine ilişkin tebligat ilmuhaberinin tebliğ edilmek istendiğini, ilmuhaberin iptaline ilişkin yürütmenin durdurulması istemi ile İstanbul 12. İdare Mahkemesi'ne dava açıldığını, bu sırada davacının hazine ile dava dışı kişi arasındaki kira ilişkisini öğrendiğini ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32. maddesine göre yıkılması gerektiğine ilişkin 22/12/2015 tarihli encümen kararı alındığını ve bu karara karşı bir dava açılmadığını, kaçak yapının İmar Kanunu uyarınca yıkıldığını, reddi hakim taleplerinin kabul edilmediğini, İstanbul 12. İdare Mahkemesi'nin 17/01/2017 tarihli kararı ile söz konusu ruhsatsız yapının yıkılması işleminin 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca tesis edilecek işlemle yapılmalıdır, şeklindeki gerekçe ile işlemin iptaline karar verdiğini, davacının istinaf talebi istanbul BİM 5. İdari Dava Dairesi tarafından reddedildiğini, HMK'nun 46/c maddesine göre farklı bir anlam yüklemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı bir karar verildiğini, 3194 sayılı yasaya göre alınan yıkım kararından sonra 775 sayılı yasa uyarınca çıkarılan ilmuhaberin yok haline geldiğini, bunu defalarca beyan etmelerine rağmen mahkemece gözetilmediğini, beyanlarının dikkate alınmadığını, istinaf mahkemesinin başka kararlarının gerekçeli olmasına rağmen bu davada gerekçesiz olarak mahkeme kararını onadığını, sonuç olarak gerek idare mahkemesi gerekse bu kararı onayan istinaf mahkemesinin dava konusu işlemle ilgili hukuki gerekçeli beyanlarının dikkate alınmadığını beyan ederek manevi zararının tazminini istemiştir.
CEVAP:Cevap dilekçesinde, zamanaşımı süresinin dolduğu, iddianın somutlaştırılmadığı ve HMK’nun 46. maddesindeki sorumluluk koşullarının da oluşmadığı savunulmuştur.
GEREKÇE: Dava, hakimlerin hukuki sorumluluğuna dayalı olarak maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
İstanbul 12. İdare Mahkemesi'nin dosya örnekleri getirtilerek incelenmiştir.
6100 sayılı HMK’nun 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK 46. maddesine göre hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı ancak aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a)Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b)Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c)Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç)Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d)Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e)Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olmasıdır.
Somut olayda, sorumluluğa dayanak yapılan olgular, farklı bir anlam yüklemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı bir karar verildiği, gerek idare mahkemesi gerekse bu kararı onayan istinaf mahkemesince dava konusu işlemle ilgili hukuki ve gerekçeli beyanlarının dikkate alınmadığı, kararın gerekçesiz olarak onandığı iddialarıdır.
Tazminat istemi, yasa yolları düzenlenmiş bulunan yargısal işlem ve kararlara ilişkindir. Davacının iddiası ve gelişim biçimi itibariyle, hukuki süreç işlemiş; davacı tarafından da, yargısal yollara başvurulmuş, ayrıca davacının iddiaları ispatlanamamıştır. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiç birisi de mevcut değildir. Şu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, dava konusu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda gösterilen nedenlerle;
1-HMK.'nun 46. maddesindeki şartlar oluşmadığından davanın esastan reddine,
2-HMK.'nun 49. maddesine göre takdiren 1.000,00-TL disiplin para cezasının davacıdan tahsiline ve hazineye gelir kaydedilmesine,
3-Alınması gereken 44,40-TL maktu karar ve ilam harcının peşin alınan 6.831,00-TL'den mahsubuna, kalan 6.786,60-TL'nin istek halinde davacıya iadesine,
4-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 4.125,00-TL nispi avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,…” karar verilmiştir.
Kararın Temyizi:
7. Özel Daire kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. ÖN SORUN
8. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, davacının temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına yönelik istemi ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
III. GEREKÇE
Ön sorun yönünden:
9. Ön sorun ile ilgili hususların açıklığa kavuşturulması açısından temyiz incelemesinde duruşma yapılmasına ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesi ve konunun adil yargılanma hakkı kapsamında irdelenmesi gereklidir.
10. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrasında:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü yer almaktadır.
11. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Anılan maddeye göre, “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir…”.
12. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin 1. fıkrası:
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir” şeklindedir.
13. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle anılan ilke hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. “Duruşmalı yargılama hakkı” her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usül ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Anayasa Mahkemesi, Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016, § 36; Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18.02.2016, § 80; Kırmızı GAA İnşaat Turizm Gıda Sanayi ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2013/2370, 11.12.2014, § 23; Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17.9.2013, § 32).
14. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının tanınması, zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını da içerir. Bununla birlikte AİHS’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük mutlak değildir (Anayasa Mahkemesi, Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 07.01.2016, § 44). Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin, açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukukî ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir (Adnan Altın kararı, § 46). (Benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Blom/İsveç, B. No:28338/95, 14.3.2000; Eksert Turizm Taşımacılık Tekstil Gıda San ve Tic. Ltd. Şti/Türkiye ve diğer 7 başvuru, B. No:40988/06, 2.7.2013).
15. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ayrıca özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı, oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak, adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Jussila/Finlandiya, § 41, Döry/İsveç, B. No:28394/95, 12.11.2002, § 37, Mehmet Emin Şimşek/Türkiye, B. No: 5488/05, 28.2.2012, § 30). (Adnan Altın, kararı, § 47).
16. Temyiz yolunda, hüküm mahkemesinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılabilir. Yargıtay, istinaf mahkemesi gibi, bir vakıa, tahkikat ve yargılama mahkemesi değildir. Temyiz yolunda, hüküm mahkemesinin kararı incelenerek, hüküm mahkemesine bildirilmiş olan vakıaların usulüne uygun biçimde incelenip incelenmediği, özellikle o vakıalara kanunların (hukukun) doğru uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilir.
17. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru yoluyla önüne gelen davalarda verdiği, Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016; Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18.02.2016; Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 07.01.2016; Kırmızı GAA İnşaat Turizm Gıda Sanayi ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2013/2370, 11.12.2014; Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17.09.2013 kararlarında, başvurucuların duruşma talepleri bulunmasına rağmen dosya üzerinden inceleme yapılmasının adil yargılanma hakkının ve bu kapsamda aleni yargılama hakkının ihlali niteliğinde olduğu yönündeki başvurularının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
18. Yukarıda yapılan açıklamalar ve özellikle temyiz yolunda yeni vakıa ve delillerin Yargıtay tarafından incelenemeyecek olması karşısında, duruşma isteminin reddi kararlarının hak ihlali olarak değerlendirilmesi mümkün görülmemektedir.
19. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 18.05.2021 tarihli ve 2017/12-2540 E., 2021/571 K.; 17.09.2019 tarihli ve 2019/4-60 E., 2019/879 K.; 22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. ve 22.11.2017 tarihli ve 2017/8-2835 E., 2017/1399 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
20. Somut olayda dava, HMK’nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, karmaşık bir dava türü olmadığı gibi verilen karara karşı temyiz istemleri için taraflara başvuru olanağı tanınmış, temyiz dilekçesinin bir örneği cevap hakkı için karşı tarafa tebliğ edilmiştir.
21. Hâkimlerin sorumluluğunu düzenleyen ve eldeki davanın dayanağı olan HMK’nın 46 ve devamı maddeleri gereğince, Dairelerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verdiği ve temyiz incelemesini Hukuk Genel Kurulunun yaptığı işlerde duruşmalı olarak temyiz incelemesi yapılacağı konusunda açık bir düzenleme yer almamaktadır. Ayrıca Yargıtay Kanunu’nda da bu işlerin temyizinin duruşmalı olarak inceleneceği konusunda açık bir hükme yer verilmemiştir.
22. Şu durumda, Hukuk Genel Kurulunun ağırlıklı işini oluşturan direnme kararlarının dahi temyiz incelemelerinin açıklanan nedenlerle duruşmalı yapılamayacağı öngörülmüşken, diğer işlerinin duruşmalı yapılacağını kabule olanak verecek yasal bir düzenleme ve gereklilik bulunmadığı açıktır. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunun incelemesine tabi işlerde ayrık ve açık bir düzenleme olmadığı sürece duruşmalı inceleme yapılması olanaklı görülmemektedir.
23. Bu nedenle davacının duruşma isteğinin reddine oy birliğiyle karar verildikten sonra işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
Esas Yönünden:
24. Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
25. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK’nın 46. maddesinde “(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.” düzenlemesi bulunmaktadır.
26. Somut olayda HMK’nın 46. maddesinde sınırlı sayıda belirtilen sorumluluk sebeplerinden hiçbiri bulunmadığından ve hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı tazminat şartları oluşmadığından Özel Dairece davanın reddine karar verilmesi yerindedir.
27. Hâl böyle olunca yapılan açıklamalara, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, Daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacının temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 05.04.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.