"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “Sigorta başlangıç tarihinin tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 1. İş Mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararına yönelik davalı ... vekilinin istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi tarafından verilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar davalı ... vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, ilk derece mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı asıl dava dilekçesinde; 10.11.1986 tarihinde çalışmaya başladığı iş yeri tarafından Kuruma bildirim yapılmadığını ileri sürerek sigorta başlangıç tarihinin 10.11.1986 olduğunun tespitini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; talebin hak düşürücü süreye uğradığını, dava kamu düzenine ilişkin olduğundan eylemli çalışmanın re’sen araştırılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Bursa 1. İş Mahkemesinin 20.04.2017 tarihli ve 2016/494 E., 2017/318 K. sayılı kararı ile; davacı adına ilk defa 10.11.1986 tarihinde işe giriş bildirgesinin Kuruma verildiği ancak bildirge tarihini kapsayan dönem bordrosu bulunmadığından 10.11.1986 tarihinin sigorta başlangıç tarihi olarak dikkate alınmadığı, hizmet döküm cetvelinde davacının ilk sigortalılık başlangıcının 1987/01 olarak belirtildiği, bordro tanıkları ..., ... ve ...’in beyanlarından da davacının 10.11.1986 tarihinde işe giriş bildirgesinde belirtilen iş yerinde çalıştığının anlaşıldığı, 01.01.1970 doğumlu davacının işe giriş bildirgesi düzenlenen tarihte 18 yaşının altında olması nedeniyle sigorta başlangıç tarihinin 18 yaşını ikmal ettiği 01.01.1988 olarak kabul edilmesi ve tespit edilen bir günlük çalışmanın prim ödeme gün sayısına dâhil edilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulü ile davacının ilk işe girişinin 10.11.1986 olduğunun tespitine, sigorta başlangıcının 18 yaşını ikmal ettiği 01.01.1988 tarihinin esas alınmasına, tespitine karar verilen 1 günlük sürenin prim ödeme gün sayına dâhil edilmesi gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. Bursa 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesinin 29.12.2017 tarihli ve 2017/2283 E., 2017/1772 K. sayılı kararı ile; davacının 10.11.1986 tarihinde çalışmaya başladığına dair işe giriş bildirgesinin Kuruma verildiği, dönem bordrosunda davacının işe giriş tarihinin 10.11.1986 olarak belirtildiği, bordro tanıklarının davacı ile birlikte fiilen birlikte çalıştığı, 01.01.1970 doğumlu davacının işe giriş bildirgesinin düzenlendiği tarihte 18 yaşının altında olduğu anlaşıldığından 506 sayılı Kanun’un 60/G maddesi uyarınca sigorta başlangıç tarihinin 01.01.1988 olarak tespitine ilişkin ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 13.09.2018 tarihli ve 2018/3708 E., 2018/6369 K. sayılı kararı ile; “…Somut olayda; davacının tespitini istediği sigorta başlangıç tarihinin (10.11.1986) 18 yaşını tamamladığı tarihten önce olması nedeniyle tespiti mümkün olmadığından, Mahkemece doğru belirlenen, 18 yaşını doldurduğu güne karşılık gelen 01/01/1988 tarihinden önce de, 1987/Ocak ayında zaten sigortalı hizmetinin işveren tarafından yöntemince davalı Kurum'a bildirildiği anlaşıldığından, davanın hukuki yarar yokluğundan usulden reddine karar verilmesi gerekirken aksi yönde hüküm kurulması isabetsiz olmuştur.
O halde, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, Bölge adliye Mahkemesince davalı SGK vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden hüküm kurulması gerekirken, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı kaldırılmasına ve ilk derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir...” gerekçesiyle oy çokluğu ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Bursa 1. İş Mahkemesinin 30.01.2019 tarihli ve 2018/685 E., 2019/20 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten 01.01.1970 doğum tarihli davacının işe giriş bildirgesinin düzenlendiği tarihte 18 yaşının altında olduğu, sigorta başlangıç tarihinin 18 yaşını ikmal ettiği 01.01.1988 olarak esas alınması gerektiği, bir günlük çalışma süresinin prim ödeme gün sayısına dâhil edilecek olması nedeniyle davacının eldeki davayı açmakta hukukî yararının bulunduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda doğum tarihi 01.01.1970 olan davacının hizmet döküm cetveline göre 1987 yılı Ocak ayına ait tüm sigorta kollarına tabi prim ödemesi bulunduğu dikkate alındığında 01.04.1981 sonrası gerçekleşen sigortalılık tescili yönünden 506 sayılı Kanun’un 60/G maddesi uyarınca 10.11.1986 tarihli ilk işe giriş bildirgesine istinaden sigorta başlangıç tarihinin tespitini talep etmekte hukukî yararı bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelere kısaca değinilmelidir.
15. Tespit davası, hukukî ilişkide bir kaygı, güvensizlik ve endişe olan hâllerde başvurulabilecek bir araçtır. Bu dava ile hukukî ilişki hakkındaki kuşku ve tereddütler giderilebilir. Tespit davaları hakların istikrarını temin etmekle toplumsal bir yarar sağlar. Bu davanın amacı hukukî belirsizliği gidermek, yani hukukî ilişkilerin taraflar açısından belirli hâle getirmekten (hukukî belirliliği sağlamaktan) ve bu yolla hukukî barışı sağlamaktan ibarettir (Kuru, Baki/Budak, Ali Cem: Tespit Davaları, 2. Baskı, İstanbul 2010, s. 68, 69).
16. Tespit davası, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 106. maddesinde;
“(1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
(2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.
(3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
17. Bu hükümden hareketle, mahkeme tarafından tespit davasının esasına girilerek davacının talebi hakkında bir hüküm verilebilmesi için usul hukukundaki genel dava şartlarına ek olarak, dava konusunun bir hakka veya hukukî ilişkiye yönelik olması ve davacının tespit davası açmakta hukukî yararının bulunması gerekmektedir.
18. Belirtmek gerekir ki, her türlü hukukî ilişki ve hakkın varlığı yahut yokluğu, tespit davasına konu edilebilir: Borç ilişkileri, aile hukuku ilişkileri, ayni haklar, miras hakkı, fikri haklar, isim hakkı gibi birçok hukukî ilişki. Buna karşılık, bir hukukî ilişki niteliğinde olmayıp maddi vakıadan ibaret olan ilişkilerin tespiti için açılan tespit davası dinlenmez. Yine, somut bir olaya ilişkin olmayan soyut hukukî sorunların da tespit davasına konu edilmesi mümkün değildir (Kuru/Budak, s. 81).
19. Bundan başka bazı özel kanun hükümlerinde de tespit davasına açıkça yer verilmiş olup bu özel kanun hükümlerinden olan mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) 79. ve 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 86. maddelerinde sigortalıların hizmetlerinin tespitine ilişkin olarak dava açılabileceği açıkça ve özel olarak düzenlenmiştir.
20. Diğer taraftan tespit davasının ikinci şartı, davacının hukukî ilişkinin hemen tespitinde hukukî yararın bulunması gerekliliğidir.
21. Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
22. Hukukî yarar dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.19-21).
23. Nitekim 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Dava şartları” başlıklı 114. maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." yönünde açıklamalara yer verilmiştir.
24. Bir davada, menfaat (hukukî yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
25. Bu ilkeden hareketle bir davada hukukî menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. Baskı, İstanbul 2017, s. 946-949).
26. Tespit davası bakımından hukukî yararın bulunup bulunmadığı değerlendirilirken üç şartın birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır:
27. Bunlardan ilki; davacının bir hakkı veya hukukî durumu, güncel (hâlihazır) bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalıdır. Söz konusu tehdidin genellikle davalıya ait beyanların yahut davranışların sonucu olduğu kabul edilmektedir. Aynı zamanda davacıya yönelen tehdidin barındırdığı tehlike güncel bir nitelik taşımalıdır.
28. İkincisi; bu tehdit nedeniyle davacının hukukî durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi, tespit davasına hukukî ilişkilerde yaşanan kaygı, güvensizlik ve endişe durumlarında başvurulmalıdır. Belirtmek gerekir ki, davacının hukukî durumuna ilişkin her türlü tehdit değil; ancak zarara yol açacağına kanaat getirilen bir tehdit sebebiyle tespit davası açılabilir.
29. Üçüncüsü ise; yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen (icraya konulamayan) tespit hükmü, bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır. Tespit davası neticesinde verilen hükümler, kesin hüküm niteliği taşımakla birlikte davacıya icra yetkisi vermez. Bu sebeple davacının hukukî belirsizliğini ortadan kaldırmak için tespit hükmünün en uygun ve en elverişli olduğu durumlarda, davacının tespit davası açmasında hukukî yararının bulunduğu sonucuna varılabilir.
30. Buna göre tespit hükmü davacının içinde bulunduğu hukukî belirsizliği gidermek için bir fayda sağlamadığında ve istenen hukukî koruma için diğer dava türlerinden birinin açılması gerekli olduğunda, hukukî yarar şartının yerine getirildiği söylenemez.
31. Gelinen bu noktada sigortalılık başlangıç tarihinin tespitine ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
32. Sosyal güvenlik hakkı temel insan haklarından olup, uluslararası hukuk normları ile Anayasada güvence altına alınmıştır. Bu hak bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi, sosyo–ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır (Arıcı Kadir: Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s. 95). Diğer bir ifadeyle sosyal güvenlik hakkı ortaya çıkabilecek sosyal riskleri önlemeyi amaçlar.
33. Sosyal güvenlik hakkı içerisinde malullük, yaşlılık ve ölüm ise insanın kaçınamayacağı sosyal risklerden bazılarıdır. Bu risklerden bireylerin korunması için malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları düzenlenmiştir.
34. Bununla birlikte bireylerin malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasından yararlanması kanun ile sınırlanmış ve belirli koşulların varlığına bağlanmıştır. Bu koşullardan biri de kişinin belirli bir süre sigortalı olması diğer bir ifadeyle sigortalılık süresidir.
35. 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20'inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” düzenlemesinin yer alması ve genel olarak kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağı mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’dur.
36. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun'un 108. maddesine göre, "Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir".
37. Yaşlılık aylığına hak kazanmak için geçmesi gerekli sigortalılık süresinin başlangıcı ise 506 sayılı Kanun’un 108. maddesi uyarınca sigortalının sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarih, bitimi ise sigortalının tahsis yapılması için Kuruma başvurduğu tarihtir. Ancak 06.03.1981 tarihli 2422 sayılı Kanun’un 6. maddesi ile 506 sayılı Kanun 60. maddesinde yapılan değişiklik ile malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları açısından sigortalılık süresinin en erken 18 yaşın doldurulması ile başlayacağı kabul edilmiştir.
38. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun “Yaşlılık aylığından yararlanma şartları”nı düzenleyen 60. maddesinin “G” bendinde “Bu maddenin uygulanmasında: 18 yaşından önce Malüllük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Ancak, bu tarihten önceki süreler için ödenen malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
39. Diğer taraftan 506 sayılı Kanun’un geçici 54. maddesinde “01/04/1981 tarihinden önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tescil edilmiş olanlar hakkında 60 ıncı maddenin (G) fıkrası hükmü uygulanmaz” yönündeki hüküm ile 01.04.1981 tarihinden önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tescil edilmiş olanlar istisna tutulmuştur.
40. Sonuç itibariyle 01.04.1981 tarihinden sonra çalışmaya başlayanlar yönünden 506 sayılı Kanun kapsamında yaşlılık aylığına hak kazanılabilmesi için geçmesi gerekli sigortalılık süresinin başlangıcı Kanun’un 60. maddesinin “G” bendi uyarınca en erken 18 yaşının doldurulduğu tarih olacaktır. Sigortalının 18 yaşından önce çalışması var ise sigorta başlangıç tarihi 18 yaşını doldurduğu tarihten itibaren başlayacak, 18 yaşından önceki süreler için ödenen malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri ise prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil edilecektir.
41. Ayrıca 5510 sayılı Kanun'da uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresinin düzenlendiği 38. maddesi; “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2/6/1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4/2/1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.
Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.
Aylık bağlama işlemlerinde dikkate alınan sigortalılık süreleri, sigortalılığın başlangıç tarihi ile sigortalının aylık bağlanması için yazılı istekte bulunduğu, aylık bağlanması için istekte bulunmayan sigortalılar için ise ölüm tarihi arasında geçen süredir. 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar bakımından sigortalılık süresi; sigortalılığın başlangıç tarihi ile 48 inci maddeye göre yetkili makamdan emekliye sevk onayının alınarak görevi ile ilişiğinin kesildiği ayın son günü arasında geçen süredir.
Vazife malûllüğü aylığı almakta iken, çalışmaya başlamaları nedeniyle haklarında uzun vadeli sigorta hükümleri uygulananlar için malûllük, yaşlılık ve ölüm aylığı bağlanmasında veya toptan ödeme yapılmasında esas alınacak sigortalılık süresi, prim ödeme gün sayısı ve prime esas kazancın hesaplanmasında, vazife malûllüğü aylığı bağlandığı tarihten önceki süreler dikkate alınmaz.” şeklindedir.
42. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 108. maddesi ve 5510 sayılı Kanun’un 38. maddesi değerlendirildiğinde sigorta başlangıcının yaşlılık aylığından yararlanma şartları arasında olan “sigortalılık süresini” doğrudan etkilediği görülmektedir.
43. Yaşlılık aylığı bağlanma koşulları arasında sayılan prim ödeme gün sayısı ise sigortalının malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak geçen sürelere ait gün sayısını ifade eder. Bu durumda sigortalıya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için Kanunda belirtilen gün kadar malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi ödenmiş olması gerekmektedir.
44. Diğer taraftan prim ödeme gün sayısı yaşlılık aylığının hesabında da önem arz etmektedir. 506 sayılı Kanun’un “Yaşlılık aylığının hesaplanması” başlıklı 61. maddesinin 2. fıkrasında; “Sigortalının her takvim yılına ait prime esas kazancı, kazancın ait olduğu takvim yılından itibaren aylık talep tarihine kadar geçen takvim yılları için, her yılın Aralık ayına göre Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yılı kentsel yerler tüketici fiyatları indeksindeki artış oranı ve gayrisafi yurt içi hasıla sabit fiyatlarla gelişme hızı kadar ayrı ayrı artırılarak bulunan yıllık kazançlar toplamının, toplam prim ödeme gün sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak ortalama günlük kazancın 360 katı, aylığın hesaplanmasına esas ortalama yıllık kazancı oluşturur.” düzenlemesine yer verilmiştir.
45. Yine 5510 sayılı Kanun’un 29. maddesinin 2. fıkrasında da “Ortalama aylık kazanç, sigortalının her yıla ait prime esas kazancının, kazancın ait olduğu yıldan itibaren aylık talep tarihine kadar geçen yıllar için, her yıl gerçekleşen güncelleme katsayısı ile güncellenerek bulunan kazançlar toplamının, itibarî hizmet süresi ile fiilî hizmet süresi zammı hariç toplam prim ödeme gün sayısına bölünmesi suretiyle hesaplanan ortalama günlük kazancın otuz katıdır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
46. Somut olayda, davacı asıl 10.11.1986 tarihinde çalışmaya başladığı iş yeri tarafından Kuruma bildirim yapılmadığını ileri sürerek sigorta başlangıç tarihinin 10.11.1986 olduğunun tespitini talep etmiştir.
47. Özel Daire bozma kararında toplanan delillerin davanın kabulü için yeterli olduğunu ancak davacının sigorta başlangıç tarihi olarak tespitine karar verilen 01.01.1988 tarihinden önce 1987 yılı Ocak ayında çalışması dava dışı işyerinden Kuruma bildirildiğinden davanın hukukî yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerektiğini belirtmesi karşısında ilk derece mahkemesi ve Özel Daire arasında davacının ilk işe giriş tarihinin 10.11.1986 olduğu hususunda ihtilaf bulunmadığı açıktır.
48. Şu hâlde yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, 01.01.1970 doğum tarihli davacının ilk işe giriş tarihi olan 10.11.1986’da henüz 18 yaşını doldurmaması sebebiyle sigorta başlangıç tarihi olarak 506 sayılı Kanun’un 60. maddesinin (G) bendi ile geçici 54. maddesi gereği 18 yaşını doldurduğu 01.01.1988 tarihinin esas alınacağı, 18 yaşından önceki çalışma süreleri için ödenen malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primlerinin ise prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil edileceği ve prim ödeme gün sayısına dâhil edilen malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinin hem yaşlılık aylığı bağlanma koşullarında hem de yaşlılık aylığı hesaplamasında dikkate alınacağı anlaşıldığından davacının eldeki sigorta başlangıcının tespiti davasını açmakta hukukî, korunmaya değer ve güncel bir yararı bulunduğu kabul edilmelidir.
49. Hâl böyle olunca mahkemenin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı yerindedir.
50. O hâlde direnme kararı onanmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 18.05.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.