Logo

Hukuk Genel Kurulu2020/23 E. 2022/1347 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Mahkemenin, gerekçeli kararında sehven yazıldığını belirttiği tazminat miktarı ile tefhim edilen kısa karardaki miktar arasında çelişki bulunması nedeniyle direnme kararının bozulup bozulmayacağı.

Gerekçe ve Sonuç: Mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiği, gerekçe ve hükmün birbiriyle uyumlu olması gerektiği, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki olması halinde bunun usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği gözetilerek direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı vekili ve davalılardan İçişleri Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili ve davalılardan İçişleri Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Geçici Madde 3” hükmüne göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı ... vekilinin duruşma isteminin reddine oy birliği ile karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; müvekkilinin, emlakçı vasıtasıyla satın aldığı 1791 parsel sayılı taşınmazın imar uygulaması sonucunda 430 ada 15 ve 38 parseller olarak ifraz edildiğini, akabinde her iki taşınmazın da kamulaştırılmasına karar verildiğini, ancak taşınmazın önceki maliki tarafından açılan dava sonucunda satışın sahte nüfus cüzdanı ve vekâletnameye dayalı olarak yapılmış olduğu gerekçesiyle müvekkiline ait tapuların iptal edildiğini, bu nedenle müvekkilinin 430 ada 38 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelini alamadığını, yine açılan dava nedeniyle 430 ada 15 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak almış olduğu kamulaştırma bedelini taşınmaz malikine iade etmek zorunda kaldığını, müvekkilinin uğramış bulunduğu zarardan sahtecilik eylemini gerçekleştiren davalılar ..., ..., ... ve ...’in, vekâletnameyi düzenleyen davalı noter ...’nın, sahte nüfus cüzdanını düzenleyen muhtar ve nüfus idaresi nedeniyle davalı ... Bakanlığının sorumlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere, 2.730.629,33TL tazminatın 09.01.2014 tarihinden işleyecek faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 09.10.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 3.645.635,90TL’ye yükseltmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalı ... vekili, müvekkili Bakanlığın taraf sıfatının olmadığını, zarara konu olayın meydana gelmesinde müvekkili Bakanlığın bir kusurunun bulunmadığını, ayrıca diğer davalıların eylemleri nedeniyle illiyet bağının da kesildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı ... vekili, nüfus cüzdanı ile müvekkili noter tarafından düzenlenen vekâletnamedeki resimlerin aynı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

7. Davalılardan ... ve ... davanın reddini savunmuşlar, diğer davalılar ise davaya cevap vermemişlerdir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

8. ... 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.06.2016 tarihli ve 2014/582 E., 2016/137 K. sayılı kararı ile; dava dışı taşınmaz malikine ait kimlik bilgileri ile tapu kayıtlarını ele geçiren davalılardan ..., ... ve ...’ın kimliği belirlenemeyen bir kadına ait fotoğrafı ibraz ederek Yalı Mahallesi muhtarından hatır ve para karşılığı taşınmaz malikine ait nüfus cüzdanı kayıp ve değiştirme belgesini temin ettikleri, davalıların aynı kadını kullanarak önce Fatih Nüfus Müdürlüğünden taşınmaz maliki adına nüfus cüzdanı, akabinde ise ... 38. Noterliğinden taşınmazların satışı konusunda davalı ...’i yetkili kılan vekâletnameyi çıkartarak davaya konu taşınmazı davacıya sattıkları, taşınmaz maliki tarafından açılan dava sonucunda davacı adına olan tapunun iptaline karar verildiği, bu nedenlerle davacının uğramış bulunduğu zarardan davalılar ..., ..., ..., ... ve İçişleri Bakanlığının birlikte sorumlu oldukları, iğfal yeteneği bulunan nüfus cüzdanının kullanılmasıyla eylem ile zarar arasındaki illiyet bağının kesildiği, bu nedenle davalı (noter) ...’nın meydana gelen zarardan sorumlu olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 2.730.629,33TL’nin 11.06.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılar ..., ..., ..., ... ve İçişleri Bakanlığından müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talep ile davalı ... hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalılardan İçişleri Bakanlığı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

10. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 05.07.2017 tarihli ve 2017/1006 E., 2017/11152 K. sayılı kararı ile; “…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle kişisel durum sicilin tutulması sırasında nüfus müdürü ya da memuru tarafından kişilerin mal varlığını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılması nedeniyle davalı bakanlığın tazminatla sorumlu tutulmuş olmasında bir isabetsizlik görülmemesine göre; tarafların, sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Kesinleşen ceza ve hukuk davalarında verilen kararlara göre; Yalı Mahallesi muhtarından hatır ve para karşılığı tapu maliki Gülseren Koylan'a ait nüfus cüzdanı kayıp ve değiştirme belgesini temin eden davalılar ..., ... ve ...'ın, tapu maliki yerine bir bayanı dublör olarak kullanmak suretiyle Fatih Nüfus Müdürlüğüne başvurdukları, ilgili müdürlükçe 18.11.2003 tarihinde düzenlenen nüfus cüzdanına tapu malikine ait fotoğrafın yapıştırıldığı, davalıların aynı gün bu nüfus cüzdanı ile tapu maliki yerine yine dublör bayanı kullanmak suretiyle davalı ...'nın görevli olduğu ... 38. Noterliğine müracaat ederek dava konusu taşınmazın satış yetkisini içeren vekaletnamenin düzenlenmesini sağladıkları, daha sonra davalı ...'in bu vekaletname ile taşınmazı davacıya tapuda sattığı, asıl malik Gülseren Koylan'ın durumu öğrenince suç duyurusunda bulunduğu ve tapu iptali tescil davası açarak taşınmazını geri aldığı sabittir.

Davacının zararının kaynağı; sahte nüfus cüzdanı kullanılarak elde edilen vekaletname ile birlikte sağlanan bu yolsuz tescildir ve davacının kasıtlı ya da kusurlu eylemleriyle, bu zararın gerçekleşmesine neden olduğuna ilişkin dosyada herhangi bir belirleme bulunmamaktadır.

Bu durumda; davacının sahte vekaletnameye dayalı olarak satın aldığı taşınmazın, sonradan yolsuz tescil nedeniyle tapu kaydının iptal edilerek asıl maliki adına tescil edilmesi nedeniyle uğradığı zararın, sahte nüfus cüzdanı kullanılarak sahte vekaletname düzenlenmesi ve bu vekaletnamenin tapuda yapılan tescil işlemine dayanak olarak alınmasıyla ortaya çıktığı muhakkak olup, bu durumda davacının zararı ile zararı doğuran işlemler arasındaki uygun illiyet bağının kesildiğinden söz edilemeyeceği gibi, gerek nüfus cüzdanında gerekse vekâletnamede kullanılan fotoğrafların asıl taşınmaz malikine ait olması nedeniyle de davalı noterin, (1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 61 ve 72. maddeleri ile Noterlik Kanunu Yönetmeliğinin 90. maddesi uyarınca) kendisinden beklenen dikkat ve özeni gösterdiğinden bahsedilemez.

Hal böyle olunca, mahkemece; davacının uğradığı zarardan, (diğer davalılarla birlikte) davalı noter ...'nın da sorumlu bulunduğu kabul edilerek hüküm tesis edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

3- Davacı, tapunun iptal edilmesi nedeniyle ifraz sonucu oluşan 430 ada 38 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelini alamadığını, yine ifraz sonucu oluşan 430 ada 15 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak almış olduğu kamulaştırma bedelini taşınmaz malikinin açmış olduğu dava nedeniyle iade etmek zorunda kaldığını ileri sürerek; eldeki davayı açmıştır.

Yukarıda da açıklandığı üzere, davacının uğradığı zarar, 2003 yılında açılan ve 2010 yılında karara bağlanan tapu iptali ve tescil davası nedeniyle doğmuştur. Davacı, bu süreç içerisinde anılan dava yanında, sahtecilik eylemi nedeniyle görülen (ve 2009 yılında karara bağlanan) ceza davasında da sanık olarak yeralmıştır.

Bu aşamalar dikkate alındığında; taşınmazın aynının nizalı olduğunu bilen davacı, aynı taşınmazın ifraz edilmesiyle oluşan 430 ada 15 parsel hakkında mahkemece belirlenen kamulaştırma bedeli olan 898.283 TL'yi almakla, TMK'nun 2/1 maddesinde düzenlenen dürüst davranma kuralına aykırı davranmıştır. Nitekim, asıl tapu maliki tarafından açılan dava sonucunda, davacı almış olduğu kamulaştırma bedelini faiz ve yargılama giderleri ile birlikte toplam 1.135.000 TL olarak iade etmek zorunda kalmıştır.

Bu itibarla, dürüstlük kuralına aykırı davranan davacının, bu davranışı nedeniyle ödemek zorunda kaldığı faiz ve yargılama giderlerinin davalılarca tazminini talep etmesi, hakkın kötüye kullanılması sonucunu doğuracaktır. Diğer bir anlatımla, davalıların, sadece 430 ada 15 parsel ile ilgili olarak ödenilen kamulaştırma bedeliyle sorumlu tutulması gerekir.

O halde, mahkemece, kamulaştırma bedeli yanında, davacı tarafından taşınmaz malikine ödenilen faiz ile yargılama giderlerinin de davalılardan tazminine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırıdır.

Kabul şekline göre de; davanın reddedilen bölümü bakımından davalı bakanlık lehine vekalet ücreti takdir edilmemiş olması, ayrıca 5018 sayılı yasa uyarınca genel bütçeye dahil kuruluşlardan olması nedeniyle harçtan muaf olan davalı bakanlığın, davacı tarafça yatırılan peşin harç ile ıslah harcından sorumlu tutulmasıda, doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

11. ... 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.12.2018 tarihli ve 2018/135 E., 2018/323 K. sayılı kararı ile; noterin sorumluluğunun bulunduğu yönündeki bozma kararına önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnilmesine, diğer bozma nedenleri yönünden bozmaya uyulması suretiyle yapılan hesaplama sonucu 2.398.283TL’nin haksız fiil itibaren işleyecek kanunî faizi ile birlikte davalılar ... ve .......ile İçişleri Bakanlığından müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, bunun haricindeki davacı taleplerinin reddine karar verilmiş; kararın gerekçesinde aslında toplam zararın 2.441.605,88TL olduğu ancak tefhim edilen kısa kararın yazımı esnasında sehven hata yapıldığı ve bu hatanın tashihe elverişli olmaması nedeniyle hükmün kısa kararda olduğu şekliyle bırakıldığı belirtilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili ve davalılardan İçişleri Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. ÖN SORUN

13. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, mahkemenin tefhim edilen kısa kararında 2.398.283TL’nin tahsiline karar verildiğinin belirtilmesine rağmen gerekçeli kararda bu bedelin sehven yazıldığının, kabul edilmesi gereken bedelin 2.441.605,88TL olduğunun ancak yapılan hatanın tashihinin mümkün olmaması nedeniyle gerekçeli kararda da aynen yazıldığının belirtilmesi karşısında, bu hususun Özel Daire kararına direnilen değil uyulan kısma ilişkin olduğu da dikkate alınmak suretiyle, anılan şekilde hüküm tesisinin HMK’nın 297. maddesine aykırılık teşkil edip etmediği hususu ön sorun olarak ele alınıp incelenmiştir.

III. GEREKÇE

14. Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nın 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;

“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini

c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri

ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini

d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını

e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi

(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”

15. Anılan düzenlemeye göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetlerinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

16. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukukî esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukukî niteliğini (hukukî sebepleri) kendiliğinden araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.

17. Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).

18. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesi gereğince mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

19. Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.

20. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

21. Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2018 tarihli ve 2015/9-2883 E., 2018/675 K.; 07.04.2022 tarihli ve 2022/3-134 E., 2022/491 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.

22. Nitekim 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

23. Mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.

24. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukukî ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.

25. Ayrıca, mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün son kararlardan olup; mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.

26. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur. Mahkeme, bozma nedenlerinden her birine, hangi sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymalıdır.

27. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

28. Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup gözetilmesi Kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

29. Tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkimin, HMK’nın 298. maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.

30. Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.

31. İşte bu gibi hâllerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukukî varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK'nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.4.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı kararı).

32. Yukarıda da açıklandığı üzere, ilamın tefhim edilen kısa karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294 ve 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.

33. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, mahkemece verilen direnme kararının gerekçesinde, bozmaya uyulan kısımla ilgili olmak üzere, toplam zararın 2.441.605,88TL olduğunun tespit edildiği ancak sehven kısa karara 2.398.283TL olarak yazıldığı, bu hatanın tashihi kabil hatalardan olmaması nedeniyle gerekçeli kararın hüküm kısmında da tashih edilmeksizin kısa kararda olduğu gibi bırakıldığı açıklanmıştır.

34. Şu hâlde, her ne kadar gerekçeli kararda sehven yazıldığı belirtilmiş ise de, hüküm ile gerekçe arasında çelişki bulunduğu açıktır. Bunun yanında sehven yapılan hatanın direnilen kısma değil, bozmaya uyulan kısma ilişkin olduğu düşünülse de hükmün bir bütün olduğu değerlendirildiğinde varılan sonuç değişmeyecektir. Ön sorunun varlığının kabulü gerekir.

35. Açıklanan nedenlerle mahkemece yapılacak iş, gerekçeye uygun kısa karar ve hüküm oluşturmaktır.

36. Bu nedenle, yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmü gereği uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.10.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.