Logo

Hukuk Genel Kurulu2020/245 E. 2022/950 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Hayat sigortası poliçesinde belirtilen hastalıklardan birine yakalanmayan ancak tedavisinin yapılmaması halinde bu hastalıklara yol açabilecek bir rahatsızlığı olan sigortalının, geçirdiği ameliyat nedeniyle sigorta tazminatı talep edip edemeyeceği.

Gerekçe ve Sonuç: Mahkemece alınan bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğu, çelişkinin giderilmesi için Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınması gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulduğu gözetilerek direnme kararı bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (HUMK) 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili sigortalıya aort anevrizması teşhisi konulduğunu, müvekkilinin bu teşhis sonucu Bypass ameliyatı geçirdiğini, sigorta şirketinin risk gerçekleştiği hâlde, sigorta bedelini tehlikeli hastalıklar statüsünde olmadığı gerekçesi ile ödemediğini ileri sürerek 20.000TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının hastalığının sigorta özel şartları gereği teminat altına alınan tehlikeli bir hastalık olarak nitelendirilmediğini, rizikonun teminat kapsamında olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Kocaeli Asliye Ticaret Mahkemesinin 14.03.2016 tarihli ve 2014/462 E., 2016/263 K. sayılı kararı ile; benimsenen bilirkişi raporuna göre, hastalığın tehlikeli hastalık olsa dahi poliçede sayılan hastalıklardan biri olmadığı, sadece bunlara sebep olacak türden bir hastalık olduğu, sigortalının kalp krizi geçirmediği, inme (felç) olmadığı, Kocaeli Devlet Hastanesinden alınan 01.10.2013 tarihli sağlık kurulu raporuna göre daimi maluliyetinin de %58 oranında olduğu anlaşıldığından hastalığın poliçe teminatı kapsamında olmadığı ve davalının sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 22.05.2017 tarihli ve 2016/12382 E., 2017/5769 K. sayılı kararı ile;

“…Dava, hayat sigorta poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davacı sigortalıya Aort Anevrizması teşhisi konularak Bypass ameliyatı geçirdiğini, riskin gerçekleştiğini ileri sürerek dava açmış, davalı vekili, davacının hastalığının sigorta özel şartları gereği teminat altına alınan tehlikeli bir hastalık olarak nitelendirilmediğini, rizikonun teminat kapsamında olmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Somut olayda; taraflar arasındaki uyuşmazlığın temelinin davaya konu rahatsızlığın ve sonucunda yapılan operasyonun teminat kapsamında bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Yargılama sırasında biri ek rapor olmak üzere dört adet heyet raporu alındığı, ilk raporda; disekan Aort Anevrizması + İleri IY saptanan hastanın, hastaneye yattıktan 4 gün sonra ameliyat olduğu, rahatsızlığın, poliçede tehlikeli hastalık olarak belirlenmiş Miyokard Enfarktüsü (Kalp Krizi) ile bir ilgisinin olmadığı, davacının geçirdiği rahatsızlığın miyokard enfarktüsü olarak değerlendirilebilmesi mümkün görülmediği belirtilmiş, ikinci raporda; “Akut Myokartd İnfarktüsü " ve “hastalık sonucu oluşan inme” rahatsızlıkları hakkında açıklama yapılmak suretiyle davacının hastalığının poliçe özel şartına göre Akut Myokard İnfarktüsü ve İnme teminat grubuna dahil olduğundan dava konusu taleplerin sigorta güvencesi altında olduğu, aynı heyetten alınan ek raporun da kök rapor ile aynı mahiyette olduğu, birinci ve ikinci heyet raporları arasındaki çelişki nedeniyle üçüncü bir heyetten rapor alındığı, bu raporda ise; davacı rahatsızlığı olan Aort Anevrizmasının "tehlikeye haiz hastalıklar" statüsünde değerlendirilmesi gerektiği, hastalığın tehlikeli hastalık olduğu anlaşılmakla birlikte, taraflar arasında imzalanan Garantili Yarınlar Hayat Sigortası Sertifikasında belirtilen tehlikeli hastalıklar statüsünde olmadığı belirtilmiş ve bu rapor hükme esas alınmıştır.

Az yukarıda belirtildiği üzere, son rapor hükme esas alınmış ise de, anılan raporda ilk iki rapora değinilmediği, karşılaştırılma yapılmadığı, çelişkilerin giderilmesine yönelik açıklamalarda bulunulmadığı, özellikle ikinci raporda hastalığın teminat kapsamında olduğuna yönelik açıklamalara ilişkin görüş beyan edilmediği gözetildiğinde, dosya ve tüm eklerinin Adli Tıp Kurumuna gönderilerek poliçe ile davacı iddia ve davalı tarafın savunması doğrultusunda dava konusu rahatsızlığın teminat kapsamında bulunup bulunmadığının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek ve çelişkileri giderecek şekilde tespiti yönünden rapor alınması, ondan sonra varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Kocaeli 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 18.01.2018 tarihli ve 2017/73 E., 2018/18 K. sayılı kararı ile; uyuşmazlığın hastalığın tehlikeli hastalık olup olmadığı değil, poliçe teminatında yer alan hastalıklardan biri olup olmadığı noktasında toplandığı, bozma kararında raporlardaki tıbbî değerlendirmeler göz ardı edilerek Adli Tıp Kurumundan yeni bir rapor alınmasının gerekliliğine işaret edilmiş ise de; alınan raporların hüküm kurmaya elverişli olduğu, birinci ve sonuncu raporun birbirini desteklediği, ikinci raporunda aslında aynı mahiyette olup tehlikeli hastalıklar tanımını genişletildiği, hukukî yorum, tedavi edilmediğinde inme ya da kalp krizine sebep olabileceği gerekçe gösterilerek dolaylı hastalık yorumu yoluyla hastalığın poliçe teminatına dahil edilmesinin sadece yorum farkından dolayı hatalı olduğu, her bir raporun içerik ve gerekçeleri incelendiğinde eksik inceleme bulunmadığı, netice olarak davacının aort anevrizması operasyonunun tehlikeli hastalık olduğu ancak davanın konusu olan poliçede yer alan dört hastalıktan biri olmadığı, tedavi edilemeyen bir aort anevrizmasının inmeye ya da kalp krizine sebep olabileceği gerekçesi ile inme olmadan inme teminatından, kalp krizi geçirmeden miyokart enfarktüsü teminatından faydalanmasına imkan sağlayamayacağı, bilgilendirme formunda davacının imzasının olmamasının her tehlikeli hastalığın poliçe teminatına dahil hastalık sayılmasına sebep olmayacağı, poliçe teminatı kapsamında olmayan hastalık nedeni ile davalı sigorta şirketinin teminat ödemekle yükümlü olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece benimsenen bilirkişi raporunun alınan diğer raporlar ile çelişki oluşturacak dolayısıyla hükme esas alınacak mahiyette olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre; dosya ve tüm eklerinin Adli Tıp Kurumuna gönderilerek poliçe ile davacı iddia ve davalı tarafın savunması doğrultusunda dava konusu rahatsızlığın teminat kapsamında bulunup bulunmadığının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek ve çelişkileri giderecek şekilde tespiti yönünden bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili yasal mevzuatın ve ilgili kavramların irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

13. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266, 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddeleri ile Bilirkişilik Yönetmeliği’nin 5. maddesinde hangi hâllerde bilirkişiye başvurulması gerektiği hususu açıkça düzenlenmiştir. Buna göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukukî nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamayacağı gibi, hâkim de genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvuramaz. HMK’nın 281. maddesi uyarınca; taraflar, bilirkişi raporunun kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.

14. Alınan bilirkişi raporunun taşıması gereken teknik bilgiyi taşımaması, denetime elverişli nitelikte bulunmaması, raporda kendi içinde çelişki oluşturacak şekilde açıklamalara yer verilmiş olması durumunda hükme esas alınamayacağı kuşkusuzdur. Bilirkişi raporlarında görülen eksiklik ya da belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulması görevi de HMK’nın 281/2. maddesine göre mahkemeye aittir. Bu hâlde, hâkimin davayı aydınlatma yükümlülüğü de dikkate alınarak mahkemece, raporu veren bilirkişilerden ek rapor alınabileceği gibi, HMK’nın 281/3. maddesi uyarınca, yeni bir bilirkişi kurulu oluşturulup, tekrar inceleme yaptırılarak rapor da alınabilir. Ancak alınan bilirkişi raporları arasında teknik inceleme açısından çelişki bulunduğu takdirde bu çelişki giderilmeden hüküm kurulamaz.

15. Nitekim, HMK’nın 282. maddesinde de açıkça; “Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir.” hükmüne yer verilmiştir. Hâkim, bilirkişi raporunda yazılı olan özel ve teknik bilgilerden hareketle, bilirkişinin raporunda varmış olduğu sonucun yanlış olduğa kanısına ulaşacak olursa, bilirkişi raporunun aksine de karar verebilecektir. Bu durumda hâkimin bilirkişi raporunda yer alan görüşten ayrılmasını gerektiren hususları açık, net, denetime elverişli olacak inandırıcı gerekçelerle ortaya koyması gerekmektedir. HMK’nın 282. maddesinde sözü edilen takdir yetkisi sınırsız değildir. Hâkimin takdir yetkisinin kapsamı özel ve teknik bilgiyi gerektiren konularda doğrudan hâkimin kendi yorumuna göre hüküm verebileceği, teknik hususlarda oluşan çelişkiyi doğrudan kendi yorumuna göre çözebileceği anlamına da gelmemektedir.

16. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasındaki uyuşmazlığın temelini oluşturan davaya konu rahatsızlığın ve sonucunda yapılan operasyonun teminat kapsamında bulunup bulunmadığı noktasında, mahkemece biri ek rapor olmak üzere dört adet bilirkişi kurulu raporu alınmıştır. İlk bilirkişi kurulu raporunda; “disekan Aort Anevrizması + İleri IY” saptanan hastanın, hastaneye yattıktan dört gün sonra ameliyat olduğu, rahatsızlığın poliçede tehlikeli hastalık olarak belirlenmiş Miyokard Enfarktüsü (Kalp Krizi) ile bir ilgisinin olmadığı, davacının geçirdiği rahatsızlığın miyokard enfarktüsü olarak değerlendirilebilmesinin mümkün görülmediği belirtilmiştir. Davacı vekilinin itirazı üzerine alınan ikinci bilirkişi heyeti raporunda; “Akut Myokartd İnfarktüsü " ve “hastalık sonucu oluşan inme” rahatsızlıkları hakkında genel açıklamalar yapılmak suretiyle davacının hastalığının poliçe özel şartına göre Akut Myokard İnfarktüsü ve İnme teminat grubuna dahil olduğundan dava konusu taleplerin sigorta güvencesi altında olduğu görüşüne yer verilmiştir. Aynı bilirkişi heyetinden alınan ek raporda ise; davacının hastalığının poliçe genel şartlarında belirtilen hastalıklardan iki tanesine uyduğu, kök rapor ile aynı mahiyette olduğu belirtilmiştir. Her iki heyet raporu arasındaki açık çelişki nedeniyle üçüncü bir bilirkişi heyetinden rapor alınmış, anılan bilirkişi heyeti raporunda ise; davacının rahatsızlığı olan Aort Anevrizmasının "tehlikeye haiz hastalıklar" statüsünde değerlendirilmesinin gerektiği ancak taraflar arasında imzalanan Garantili Yarınlar Hayat Sigortası Sertifikasında belirtilen tehlikeli hastalıklar statüsünde olmadığı belirtilmiştir. Mahkemece, raporlar arasındaki çelişkiyi gidermeyen ve teknik inceleme bakımından kendi içinde de çelişkili açıklamalara yer verilen son bilirkişi raporu hükme esas alınmıştır. Oysa anılan raporda ilk iki rapora değinilmediği gibi, karşılaştırılma da yapılmadığı, özel bilgiyi ve uzmanlığı gerektiren bu konuda çelişkilerin giderilmesine yönelik teknik açıklamalarda bulunulmamış olup, mahkemece raporlar arasındaki çelişki giderilmeden karar verilmiştir. Bu durumda eksik inceleme ve araştırma ile karar verilemeyeceğinden mahkemece; dosya ve eklerinin Adli Tıp Kurumuna gönderilerek poliçe ile davacı iddia ve davalı tarafın savunması doğrultusunda dava konusu rahatsızlığın teminat kapsamında bulunup bulunmadığının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek ve çelişkileri giderecek şekilde tespiti yönünden bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.

17. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mahkemece alınan ilk ve son bilirkişi raporunun birbirini doğruladığı, çelişki bulunduğundan söz edilen ikinci bilirkişi raporu ve ek bilirkişi raporunda ise mevcut hastalığın (aort anevrizmasının ) tedavi edilmediği hâlde poliçedeki hastalıklara sebep olabilecek bir hastalık olduğunun belirtildiği, tüm bilirkişi raporları incelendiğinde teknik hususlarda yapılan açıklamaların birbiri ile uyumlu olduğu gözetildiğinde mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olduğu, talep poliçe teminatı kapsamı dışında kaldığından direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

18. O hâlde; mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

19. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 15.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.