Logo

Hukuk Genel Kurulu2020/691 E. 2022/1680 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro tespitinin kesinleşmesinden sonra satılan taşınmazlar sebebiyle açılan davanın tazminat davası niteliğinde olup olmadığı ve sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre değerlendirilip değerlendirilemeyeceği.

Gerekçe ve Sonuç: Davacıların mülkiyet hakkına dayalı taleplerinin kadastro kanununda öngörülen on yıllık hak düşürücü süre geçmesiyle ortadan kalktığı, dolayısıyla taşınmazların satışından kaynaklı sebepsiz zenginleşme iddiasının da dayanaktan yoksun kaldığı gözetilerek direnme kararı onanmıştır.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen “tapu iptali ve tescil ile alacak ” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, Denizli 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davaların hak düşürücü süre nedeniyle reddine ilişkin karar davacılar vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda daha önce verilen onama kararı kaldırılarak karar bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar vekili asıl ve birleşen dava dilekçelerinde; dava konusu taşınmazları kök muris ... ...’dan intikal suretiyle davalı ... ... adına tescil edilmiş ise de yapılan tescillerin yolsuz olduğunu, müvekkillerinin kök murisi ... ...’ın ... ... ile evliliğinden 01.07.1895 doğum tarihli ... ..., 01.07.1878 doğum tarihli ... ... ile evliliğinden ise 01.07.1910 doğum tarihli ... ... (...) isimli çocuklarının bulunduğunu, öte yandan kök muris ... ...’ın ikinci eşi olan 01.07.1878 doğum tarihli ... ...’ın ilk evliliğinden dünyaya gelen ve sonrasında 01.07.1895 doğum tarihli ... ... ile evlenen ... isimli çocuğunun olduğunu, 01.07.1895 doğum tarihli ... ... ile ... ...’ın evliliğinden ise 01.07.1924 tarihinde ... ...’ın ve 12.12.1932 tarihinde davalı ... ... (...)’nın dünyaya geldiğini, ... ...’ın çocukken vefat ettiğini, diğer taraftan kök murisi ... ... ile 01.07.1878 doğum tarihli ... ...’ın evliliğinden olan 01.07.1910 doğum tarihli ... ... (...) ile ...’nın evliliğinden ...,...,...,...,......isimli çocuklarının bulunduğunu, ...’nın 16.03.2006 tarihinde vefat etmesi nedeniyle mirasçı olarak çocukları ..., ..., ... ... (...), ... ... (...) ve ... ... (...)’nın kaldığını, kök muris ... ...’ın eşi ... ...’dan bir gün sonra vefat etmesi sebebiyle ... ...’ın ilk evliliğinden olan kızı ...’nin mirasçılık sıfatının bulunmadığını, bu itibarla kök muris ... ...’ın mirasçılarının ilk evliliğinden olan oğlu ... ... ile ikinci evliliğinden ve müvekkillerinin murisi olan ... ... olduğunu, müvekkillerinin murisi ... ...’nın ailesinin onayını almaksızın evlenmesi nedeniyle kök muris ... ...’ın taşınmazlarını oğlu ... ...’ın babasının vefatından sonra 8 yıl kullandığını, kendisinin vefat etmesi üzerine söz konusu taşınmazların ... ...’ın eşi ... ... tarafından kullanılmaya devam edildiğini, kök murisin oğlu ... ...’ın vefatından sonra dava konusu taşınmazların kadastro işlemi yapılarak kök murisin oğlu ... ...’ın eşi ... ... ve kızı davalı ... ... adına tespit ve tescil edildiğini, kök murisin oğlu ... ...’ın 10.07.1972 tarihli tutanakta belirtildiği gibi dava konusu taşınmazlarda 22 yıl nizasız fasılasız zilyetliğinin bulunmadığını ileri sürerek asıl ve birleşen davalar yönünden fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile yolsuz tescilin düzeltilerek, davalı ... adına kayıtlı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında müvekkilleri adına tapuya tesciline, taşınmazlardan bir kısmının satılıp paraya çevirmiş olmaları nedeniyle satışı yapılan taşınmazların dava tarihi itibariyle değerlerinin tespiti ile müvekkillerinin miras hisseleri oranında ortaya çıkacak olan miktardan şimdilik 20.000TL bedelin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalılar vekili asıl ve birleşen davada cevap dilekçelerinde; dava konusu farklı vasıflardaki taşınmazların 10.07.1972 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında davalıların murisleri adına tespit edildiğini, kadastro tutanaklarının kesinleştiğini ve kesinleşme tarihinden itibaren Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesindeki hak düşürücü sürenin geçtiğini belirterek, asıl ve birleşen davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Denizli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.05.2013 tarihli ve 2011/294 E.,2013/189 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazlara ilişkin tapu kayıtları ve tapulama tutanakları incelendiğinde sözü edilen tapulama tutanaklarının 27.02.1973 tarihinde kesinleştiğinin anlaşıldığı, kesinleşme tarihinden dava tarihine kadar geçen süre dikkate alındığında asıl ve birleşen dava bakımından 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde belirtilen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Denizli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 24.03.2015 tarihli ve 2015/2488 E., 2015/2598 K. sayılı kararı ile; mahkeme kararı onanmış ise de davacılar vekilinin onama kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunması üzerine Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 21.04.2016 tarihli ve 2015/17163 E., 2016/4510 K. sayılı kararı ile; “…1- Dosya içeriğine, mahkeme kararında belirtilip, Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre 160, 162, 362, 361, 363, 332, 2460 ada 524, 525, 2, 5, 6 ve 7, 2445 ada 1, 17, 3687 ada 2, 17, 18, 3698 ada 4, 5, 6, 8 ve 9, 3695 ada 3, 4 ve 5, 2704 ada 2, 5, 6 ve 7, 2709 ada 5, 2731 ada 1, 7, 2459 ada 12 parseller yönünden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,

2- Davacılar vekilinin dava konusu 106, 165, 3687 ada 3, 8, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 3698 ada 7, 2709 ada 7, 8, 9, 2731 ada 8, 9, 10, 11, 12 ve 13, 2459 ada 11 ve 13, 3683 ada 11, 3673 ada 1, 3674 ada 5, 2729 ada 19, 3688 ada 5, 3689 ada 6, 7, 8 ve 9, 3690 ada 4, 5215 ada 3, 5218 ada 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 15, 5219 ada 1 ve 2, 5220 ada 1, 2, 3, 4, 9, 10 ve 11, 5202 ada 3, 3987 ada 19, 3683 ada 10 (dava dilekçesinde sehven 3689 ada 10 parsel olarak yazılan) parsel sayılı taşınmazlar yönünden karar düzeltme istemine gelince; davacılar vekili, anılan taşınmazların da kök muristen kaldığı, davalı ... ile davacılar arasında paylı mülkiyet olarak tescili gerekirken davalıların haksız ve hukuka aykırı şekilde edindiği bu taşınmazları üçüncü kişilere satarak paraya çevirmiş olmaları nedeniyle dava tarihi itibariyle değerlerinin belirlenerek davacıların miras payı oranında ortaya çıkacak alacakları için şimdilik 20.000,00 TL bedelin yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir. Mahkemece bu talebin de 10 yıllık hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamına ve yasal düzenlemelere uygun düşmemektedir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde görülen hak düşürücü süre kadastro tespitinden önceki sebeplere dayalı taşınmazların aynı (mülkiyeti) hakkında açılacak davalar için düzenlenmiş olup eldeki davada ise belirtilen taşınmazların tespitin kesinleşmesinden sonra satılması nedeniyle davalıların bu satıştan edindiği bedele yönelik olarak açılan tazminat davası niteliğindedir. Hal böyle olunca, davacılar vekili dava dilekçesinde 44. sıra ila 103. sırada gösterdiği bu taşınmazlar yönünden tazminat istemine dair taleplerinin 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 77. ve devamı maddelerinde öngörülen sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı olarak delillerin toplanması ve sonucuna göre işin çözümlenerek bir karar gerekirken talebin niteliğine uygun düşmeyen kanun hükümleri uygulanmak suretiyle davanın reddine karar verilmesi isabetsiz olup davacılar vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, kabulü ile hükmün bozulmasına karar vermek gerekirken; sehven onandığı anlaşıldığından davacılar vekilinin karar düzeltme istemlerinin kabulüne, Dairemizin 24.03.2015 tarih 2015/2488-2598 sayılı onama kararının kaldırılmasına, anılan taşınmazlar yönüyle usul ve yasaya aykırı olan hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA…” karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

9. Denizli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.02.2017 tarihli ve 2016/193 E., 2017/53 K. sayılı kararı ile; bozma kararında belirtilen taşınmazlar hakkındaki tazminat isteminin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 77 ve devamı maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı olarak değerlendirilebilmesi için öncelikle bahsi geçen taşınmazların kök muristen kaldığı ve davacılar ile davalı ... arasında paylı mülkiyete konu olduğuna ilişkin iddianın ispat edilmesi gerektiği, dava konusu taşınmazlara ilişkin tapu kayıtları ve tapulama tutanakları incelendiğinde sözü edilen tapulama tutanaklarının 27.02.1973 tarihinde kesinleştiğinin anlaşıldığı, kesinleşme tarihinden dava tarihine kadar geçen süre dikkate alındığında asıl ve birleşen dava bakımından 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde düzenlenen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

10. Denizli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı davacılar vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 18.10.2018 tarihli ve 2018/16-865 E., 2018/1452 K. sayılı kararı ile; mahkemece kısa kararda sadece önceki kararda direnilmesine denilmekle yetinildiği, direnme kararının usulüne uygun kurulmadığı, bu nedenle dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulması gerektiği gerekçesiyle sair temyiz itirazları incelenmeksizin karar bozulmuştur.

11. Denizli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.07.2020 tarihli ve 2018/486 E., 2020/177 K. sayılı kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun bozma kararında belirtilen usule ilişkin eksiklik giderilmek ve önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dava konusu bir kısım taşınmazların kadastro tespitinin kesinleşmesinden sonra satılması nedeniyle davalıların satıştan elde ettikleri bedelin tahsili için açılan eldeki davanın tazminat davası niteliğinde olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı olarak deliller toplanarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.

III. GEREKÇE

14. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ile mevzuat hükümlerine kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.

15. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun (3402 sayılı Kanun) “Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı 12. maddesinin 3. fıkrası; “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz” şeklinde düzenlenmiştir.

16. Kadastro Kanunu’nun anılan madde gerekçesinde; “…Büyük emek ve masrafla meydana getirilen düzenli kütük ve kadastro işlemlerinin korunmasını sağlamak için kamu ve özel mal ayrımı yapılmadan kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamayacağı esası getirilmiştir. Burada kadastro işlemlerinin eski olaylara dayanılarak süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde etkileyeceği ve kamu zararı doğuracağı gerçeğinden hareketle mülkiyet hakkı değil sadece hak arama hürriyeti kısıtlanmıştır” şeklinde kanun koyucunun amacı açıklanmıştır.

17. Görüldüğü üzere on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere kadastrodan önceki sebeplere dayanarak itiraz edilemeyeceği ve dava açılamayacağı vurgulanmıştır (, ... : Açıklamalı İçtihatlı 3402 sayılı Kadastro Kanunu, Ankara 2008, s.162).

18. Bunun yanı sıra on yıllık hak düşürücü süre içinde açılacak davada ileri sürülecek hakkın türü bakımından 3402 sayılı Kanun’un 12. maddesinin 3. fıkrasında herhangi bir ayrıma yer verilmemiştir. Anılan hükümde yer verilen kullanılan tutanakta belirtilen hak, ayni hak olabileceği gibi kişisel bir hak da olabilir. Yeter ki tespitten önceki evrede oluşan bir hak olsun (Sapanoğlu, Süleyman: 3402 sayılı Kadastro Kanunu, Ankara 2009, s.86).

19. Bu aşamada önemle vurgulamak gerekir ki belirtilen on yıllık süre kamu düzeni ile ilgili olduğu için hak düşürücü süredir. Çünkü getirilen bu süre ile tapu sicilinde kararlılık sağlanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır (Özmen, İhsan; Çorbalı, Halim: 3402 sayılı Kadastro Kanunu Şerhi, s.247, 248). Nitekim aynı husus Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 02.04.2004 tarihli ve 2003/1 E. 2004/1 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır. Ayrıca içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde hak düşürücü sürenin, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada “itiraz” olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi “kesme” ve “durma” hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde “hakkın” kaybına yol açan yani hakkın özünü ortadan kaldıran süre olduğu da vurgulanmıştır.

20. Görüleceği üzere hak düşürücü süreler, ilişkin oldukları hakları ortadan kaldıran sürelerdir. Kanunda belirtilen süre, söz konusu hak kullanılmaksızın geçirildiği takdirde hakkın özü son buluyorsa hak düşürücü süreden söz edilmektedir. Hak düşürücü süreye bağlı tutulmuş haklar, ancak ve sadece hak düşürücü süre içerisinde dava açılmış olması durumunda korunur. Burada sürenin dolması ile birlikte sadece hakkın dava edilebilirliği değil hakkın kendisi de yok olmaktadır. Hak düşürücü süreler genel anlamda hukuki bir durumun daha hızlı çözüme kavuşturulmak istendiği hallerde öngörülmüş olup, hak düşürücü süreye bağlı bir davada, hasım olan kimsenin sürenin geçmesine karşın davaya bakılmasına açık ya da zımni muvafakati dahi mahkemeyi bağlamaz.

21. Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen on yıllık süre de hak düşürücü süre niteliğinde olduğundan hakkı ortadan kaldıran etkiye sahiptir ve süre geçtikten sonra artık hakkın varlığından söz edilemez.

22. O hâlde on yıllık süre geçtikten sonra ortada dayanılacak bir hak kalmadığından tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz, dava açılamaz. İtiraz ve dava hakkı her şeyden önce ayni haklar yönünden ortadan kalkmış olur.

23. Bundan başka 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasının iptali istemiyle açılan davada Anayasa Mahkemesinin 08.10.1991 tarihli ve 1991/9 E., 1991/36 K. sayılı kararı ile kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamayacağı esasının kadastro işlemlerinin eski olaylara dayanılarak süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde etkileyeceği ve kamu zararı doğuracağı gerçeğinden hareketle mülkiyet hakkı değil sadece hak arama hürriyetinin kısıtlandığı, on yıllık sürenin hak düşürücü süre olduğu ve belirtilen süre geçtikten sonra hakkın varlığından söz edilemeyeceği, anılan madde ile tutanağı düzenlenmiş ve doğrudan doğruya ya da hükmen kesinleşmiş sınırlandırma ve tespitlere karşı kadastrodan önceki hukuksal nedenlere dayanılarak açılacak tüm davaların hak düşürücü süreye bağlı olduğu hakkında açıklamaya yer verildikten sonra; “bu hükümle ülkede tapu sicilinde kararlılık sağlanması, belli hak düşürücü süre geçtikten sonra kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak taşınmazlarla ilgili hakların yargı organlarında tartışma konusu yapılmasının önlenmesi amaçlanmış, yasa koyucu da bunda kamu düzeni yönünden yarar görmüştür. Kamu yararı amacıyla on yıllık hak düşürücü süre getirilirken daha önce mülkiyet hakkını yitirenlere yeniden bu hakkın tanınmasını isteme olanağı verilmesi adalete aykırı olacağı gibi mülkiyet hakkı kazananların haklarına da zarar verir. Bu bakımdan yapılan düzenleme demokratik toplum kurallarına ve hukukun genel ilkelerine ters düşmediği gibi kamu yararını öngördüğünden hukuk devleti kavramına da aykırı değildir. Dava hakkının on yıllık hak düşürücü bir süre ile sınırlandırılmış olması bu hükmün kamu düzeni düşüncesine uygun olduğu kadar tanınan sürenin hakkın kullanılmasına da elverişli bulunduğu kabul edilmelidir…” gerekçesiyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin 3. fıkrasının Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar verilmiştir.

24. Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya gelindiğinde; davacılar vekili, 01.02.1929 tarihinde vefat eden davacıların kök murisi ... ...’ın mirasçılarının ilk evliliğinden olan oğlu ... ... ile ikinci evliliğinden dünyaya gelen ve müvekkillerinin murisi olan ... ... olduğunu, müvekkillerinin murisi ... ...’nın ailesinin onayını almaksızın evlenmesi nedeniyle kök muris ... ...’ın taşınmazlarını oğlu ... ...’ın babasının vefatından sonra 8 yıl kullandığını, vefat etmesi üzerine söz konusu taşınmazların ... ...’ın eşi ... ... tarafından kullanılmaya devam edildiğini, kök murisin oğlu ... ...’ın vefatından sonra dava konusu taşınmazların kadastro işlemi yapılarak kök murisin oğlu ... ...’ın eşi ... ... ve kızı davalı ... ... adına tapuya tescil edildiğini, kök murisin oğlu ... ...’ın 10.07.1972 tarihli tutanakta belirtildiği gibi dava konusu taşınmazlarda 22 yıl nizasız fasılasız zilyetliği bulunmadığını ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile yolsuz tescilin düzeltilerek davalı ... adına kayıtlı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında müvekkilleri adına tesciline, taşınmazlardan bir kısmının kadastrodan sonra satılıp paraya çevirilmiş olması nedeniyle satışı yapılan taşınmazların dava tarihi itibariyle değerlerinin tespiti ile müvekkillerinin miras hisseleri oranında ortaya çıkacak olan miktardan şimdilik 20.000TL bedelin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

25. Mahkemece, dava konusu taşınmazlara ait kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiş, Özel Dairece, tapu iptali ve tescile konu edilen taşınmazlar yönünden karar onanmış ise de kadastro tespiti sonrasında üçüncü kişilere satışı yapıldığından bedel istemine konu edilen taşınmazlar yönünden yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.

26. Tazminat istemine konu taşınmazlar Özel Daire bozma kararında belirtildiği gibi kadastro tespitlerinin kesinleştiği tarihten sonra satılmış ise de davacıların satıştan elde edilen bedele yönelik bu istemlerinin temelinde yatan hak yine kadastro öncesinde varlığını ileri sürdükleri mülkiyet hakkından kaynaklanmaktadır. Ancak mirasçı olmaları nedeniyle varlığına dayandıkları mülkiyet hakları Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi ile ortadan kalkmıştır. Hak düşürücü sürenin hukuki niteliği uyarınca hakkın özü (mülkiyet hakkı) ortadan kalktığından, taşınmazların hak düşürücü süre dolduktan sonra üçüncü kişilere satılmış olması davacılara yeni bir kişisel (şahsi) hak bahşetmeyeceği gibi sebepsiz zenginleşmeden söz edebilmek için bir tarafın haklı bir sebep olmaksızın diğer tarafın malvarlığından ya da emeğinden zenginleşmesi gerekmektedir. Eldeki davada ise tazminat istemine konu taşınmazlara ait kadastro tutanakları 27.02.1973 tarihinde kesinleşmiş, buna karşın asıl dava 25.07.2011 tarihinde; birleşen dava ise 20.09.2011 tarihinde on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra, diğer bir anlatımla davacıların malvarlıkları üzerindeki hakları ortadan kalktıktan sonra açılmıştır. Bu nedenle davacıların tazminat istemi bakımından 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 77. ve devamı maddelerinde öngörülen sebepsiz zenginleşme hükümlerinin somut olayda uygulama olanağı bulunmamaktadır.

27. Hal böyle olunca, uyuşmazlık konusu taşınmazlarda mülkiyet hakkı olduğunu ispat etme olanağı bulunmayan davacıların dava tarihleri itibariyle tazminata hak kazanabilmesi için sebepsiz zenginleşmede ileri sürülen “haklı sebep olmaksızın diğer tarafın zenginleştiği” iddiasını ispat edemeyeceği de açıktır. Zira bu unsurun ancak davacıların uyuşmazlık konusu taşınmazlarda mülkiyet hakkı olduğunu ispat etmesi sonucunda ortaya çıkacağı açıktır.

28. Bu durumda mahkemece, uyuşmazlık konusu 106; 165; 3687 ada 3, 8, 10, 11, 12, 13, 14, 15; 3698 ada 7; 2709 ada 7, 8, 9; 2731 ada 8, 9, 10, 11, 12 ve 13; 2459 ada 11 ve 13; 3683 ada 11; 3673 ada 1; 3674 ada 5; 2729 ada 19; 3688 ada 5; 3689 ada 6, 7, 8 ve 9; 3690 ada 4; 5215 ada 3; 5218 ada 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 15; 5219 ada 1 ve 2; 5220 ada 1, 2, 3, 4, 9, 10 ve 11; 5202 ada 3; 3687 ada 19 ve 3689 ada 10 parsel sayılı taşınmazlar yönünden asıl ve birleşen davalarda talep edilen tazminat istemlerinin de hak düşürücü süre nedeniyle reddine dair verilen karar isabetlidir.

29. Öte yandan davacılar vekili asıl ve birleşen davada diğer taşınmazların yanı sıra 3987 ada 19 parselin dava tarihi itibariyle değeri belirlenerek davalından tahsilini talep etmesine rağmen 05.12.2014 tarihli dilekçesinde bu taşınmaza ilişkin ada ve parsel numarasının sehven yanlış yazıldığını taleplerinin 3687 ada 19 parsele ilişkin olduğunu belirtmesi karşısında Özel Daire bozma kararında bahsi geçen taşınmazın “3687 ada 19 parsel” yerine “3987 ada 19 parsel” olarak yazılması maddi hata olarak kabul edilmiştir.

30. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında uyuşmazlık konusu bir kısım taşınmazlar yönünden açılan alacak davasının sebepsiz zenginleşme hukuki sebebine dayalı olduğu, Türk Borçlar Kanunu’nda yer verilen bu davalar yönünden zamanaşımına ilişkin düzenlemenin bulunması nedeniyle özel kanun olan 3402 sayılı Kanunu’nda belirtilen hak düşürücü sürenin uygulanamayacağı, sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davasında uyuşmazlık konusu bir kısım taşınmazlar yönünden hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmesi isabetli bulunmamış ise de dava tarihi itibariyle on yıllık süreyi geçiren davacıların kadastrodan önceki nedene dayalı olarak ileri sürebilecekleri mülkiyet hakkı kalmadığından, artık doğru olmadığı ileri sürülen tespit ve tescillerin hukuken geçerli hale geldiği, bu nedenle uyuşmazlık konusu taşınmazların satılması sebebiyle davalıların sebepsiz zenginleştiğinden söz edilemeyeceği, bu itibarla mahkeme tarafından başkaca delil toplanmasına gerek olmadığı, böyle olunca sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak isteminin esastan reddine karar verilmesi gerekirken hak düşürücü süreden reddine karar verilmesinin yerinde olmadığı ancak davanın reddine dair verilen kararın sonucu itibariyle hukuka uygun olması nedeniyle direnme kararının bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği ileri sürülmüşse de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

31. O halde, usul ve yasa hükümlerine uygun olan direnme kararı onanmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.12.2022 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde; kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuksal nedenlere dayanarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı öngörülmüştür.

Bu hükmün Hükümet Tasarısındaki gerekçesinde; “Kadastro çalışmaları tamamlanarak kesinleşen tespitlerin, kısa sürede tapu kütüklerine kaydedilme işlemlerinin kesinleşme tarihinden itibaren en geç üç ay içinde bitirilmesi, ayrıca büyük emek ve masrafla meydana getirilen düzenli kütük ve kadastro işlemlerinin korunmasını sağlamak için, kamu ve özel mal ayrımı yapılmadan kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamayacağı esası getirilmiştir. Burada kadastro işlemlerinin eski olaylara dayanılarak, süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde etkileyeceği ve kamu zararı doğuracağı gerçeğinden hareketle mülkiyet hakkı değil, sadece hak arama hürriyeti kısıtlanmıştır.” açıklamaları yapılmıştır.

“Anılan madde ile tutanağı düzenlenmiş ve doğrudan doğruya ya da hükmen kesinleşmiş sınırlandırma ve tespitlere karşı, kadastrodan önceki hukuksal nedenlere dayanılarak açılacak tüm davaların hak düşürücü süreye bağlı olduğu açıklanmıştır. İtiraz konusu kural, genel nitelikte, nesnel bir esas getirmekte olup, mülkiyet hakkını değil, yasalarımızda görülen benzer hükümler gibi dava hakkını sınırlamaktadır. Mülkiyet hakkının sağlıklı temellere oturtulmasını isteyen yasa koyucu, ayrıca kadastro plânlarının düzenlenmesine büyük önem vererek bunların gerçekleşmesi yolu ile kamu düzenini kurmaya ve korumaya yönelmiştir. Uygulama sonunda saptanan durumun, belli süre geçtikten sonra eski olaylara dayanılarak uyuşmazlık konusu yapılması istenilmemiş ve bunda kamu düzeni yönünden yarar görülmüştür.

Hak arama yolunu kısıtlayan “hak düşürücü süre” hakkı ortadan kaldırıcı, yok edici işleve sahip olduğundan süre geçtikten sonra hakkın varlığından söz edilemez. Hak düşürücü süre ile, yasanın belirlediği sürede bir dava açılmaması halinde hakkın kendisi sona erer. Hak düşürücü süre, davanın görülebilirlik koşulu olduğundan yargıç hak düşürücü süreyi kendiliğinden, göz önünde bulundurmak zorundadır. Zamanaşımında ise, yasanın öngördüğü belli bir süre içinde hak istenmediği takdirde, o hakkın yerine getirilmesini isteme yetkisi düşer.” (Anayasa Mahkemesinin 08.10.1991 T. 1991/9 E. 1991/36 K. sayılı kararı).

Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken zamanaşımı gibi “kesme” ve “durma” hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde “hakkın” kaybına yol açan yani hakkın özünü ortadan kaldıran süredir. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin de hak düşürücü süre olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bu maddede öngörülen süre ile tapu sicilinin kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 02.04.2004 tarih 2003/1 E. 2004/1 K. sayılı kararı).

Dava bir kısım taşınmazlar yönünden kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılmış tapu iptali ve tescil davası ise de elden çıkarılan bir kısım taşınmazlar yönünden alacak davası olarak açılmıştır. Taşınmaz mülkiyetine yönelik olan talepler yönünden hak düşürücü süreden red kararı onanarak kesinleşmiştir. Bunların dışında kalan ve mülkiyeti başkalarına devredilmiş taşınmazlar nedeniyle açılan alacak davası yönünden ise bozma kararı verilmiştir.

Alacak davası sebepsiz zenginleşme hukuki sebebine dayalıdır. Sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davaları Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup bu davalar yönünden aynı kanunda zamanaşımı hükmü bulunmakta ise de hak düşürücü süre düzenlemesi bulunmamaktadır.

Kadastro Kanunun 12/3. maddedeki hak düşürücü sürenin uygulandığı davalar Kadastro Kanunu kapsamında açılması mümkün kılınmış ayni haklara ilişkin davalardır. Yukarıda da açıklandığı üzere bu hak düşürücü süre, tapu sicilinin kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması için getirilmiş olup sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davaları için dahi bu hak düşürücü sürenin uygulanabileceği düşünülemez. Özel bir kanunun düzenlediği hak düşürücü sürenin bu kanun kapsamında olmayan bir dava için de uygulanabileceği şeklinde bir sonuca varılması hak düşürücü sürenin mahiyetiyle bağdaşmaz. Zira hak düşürücü süre hak arama hürriyetini sınırlandıran dava şartlarından olup ancak bir kanun hükmüyle sınırlanabilir. Açık bir kanun hükmü olmadığı halde yorum yoluyla buradaki sürenin kanun kapsamında olmayan davalar için de uygulanması gerektiği düşünülemez.

Açılan sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davasının hak düşürücü süre nedeniyle reddi doğru olmamış ise de dava tarihinden önce on yıllık süre geçmiş ve davacıların kadastrodan önceki nedene dayalı olarak ileri sürebilecekleri bir mülkiyet hakkı kalmamış olduğundan davacıların doğru olmadığını belirttikleri tespit ve tesciller hukuken geçerli hale gelmiştir.

Hukuken geçerli hale gelen mülkiyet durumu nedeniyle bu taşınmazların satılmış olmasından dolayı davalıların sebepsiz zenginleştiğinden söz edilemez. Bu husus toplanan deliller ile açıkça anlaşıldığından başkaca delil toplanmasına da gerek yoktur. Bu durumda sebepsiz zenginleşmeye dayalı taleplerin esastan reddi gerekirken hak düşürücü süreden reddi doğru olmamış ise de davanın reddi sonucu itibarıyla hüküm doğru hale gelmiştir.

Açıklanan nedenlerle gerekçesi düzeltilmek suretiyle hükmün onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, mahkemece hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmesinin Kadastro Kanunu 12/3. madde hükmüne uygun olduğu benimsenmek suretiyle direnme hükmünün onanması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.