"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 03.09.2011 tarihinde evlendiklerini, bu evliliklerinden ortak iki çocuklarının bulunduğunu, zaman içerisinde davalının kuşkucu, kaygılı ve öfkeli davranışlar sergilemesinden dolayı evliliğin çekilmez bir hâl aldığını, davalının birlik görevlerini yerine getirmediğini, müvekkilinin ailesine karşı ön yargılı ve olumsuz davranışlar sergilediğini, annesine karşı incitici, rencide edici ve onur kırıcı sözler söylediğini, davalının bir buçuk yıl önce çocukları da yanına alarak müşterek konutu terk ettiğini, müvekkilinin davalının müşterek konuta dönmesi ve sorunları çözmeleri yönündeki çabalarının davalı tarafından reddedildiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına ve velâyetlerin müvekkiline verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkarla, müvekkilinin 2009 yılında özel bir şirkette mümessil olarak çalıştığı dönemde Göztepe SSK Hastanesinde estetik cerrah olarak çalışan davacıyla tanışıp flört etmeye başladıklarını, davacının 2009 yılı Ağustos ayında müvekkiline hastaneden ayrılarak beraber bir muayenehane açmayı teklif ettiğini, müvekkilinin bu teklifi kabul ederek estetik merkezi açtıklarını, davacının kendisine maaş vereceğini söylemesine rağmen yeni işyeri açtıkları ve borçlarının olduğu bahanesi ile maaş ödemesinde bulunmadığını, davacı tarafından müvekkili ile ailesine karşı fiili ve sözlü olarak şiddet uygulandığını, davacının ailesinin olumsuz davranışlarına müvekkilinin göz yumduğunu, yaşananlar nedeniyle müvekkilinin evi terk etmek zorunda kaldığını, boşanmaya sebep olan olaylarda davacının tam kusurlu olduğunu belirterek tarafların boşanmalarına, müvekkili için aylık 2.000TL tedbir-yoksulluk nafakası, ortak çocuklar için ayrı ayrı aylık 1.000TL tedbir-iştirak nafakası ile 200.000TL maddi ve 200.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. ... Anadolu 12. Aile Mahkemesinin 04.05.2017 tarihli ve 2015/622 E., 2017/323 K. sayılı kararı ile; tarafların evlilik birlikteliğini devam ettirmelerinin mümkün olmadığı, evlilik birliğinin temelinden sarsılıp çekilmez bir hâl aldığı, fiilen bitmiş olan evliliğin hukuken de bitirilmesi gerektiği, boşanmaya sebep olan olaylarda öfke kontrolü sağlayamayan, aşırı tepkiler veren ve eşyaları fırlatma boyutunda şiddet gösteren davacı kadar tartışma sırasında karşılıklı hakaretleşen ve itişme yaşanmasına sebebiyet veren davalının da kusurlu olduğu, davacının bir kez davalıya yönelik fiziksel şiddet uyguladığı anlaşıldığından ağır kusurlu kabul edilmesi gerektiği gerekçesi ile tarafların boşanmalarına, velâyetlerin anneye verilmesine, her bir çocuk yararına 1.000TL tedbir-iştirak nafakası ile kadın eş yararına 80.000TL maddi ve 80.000TL manevi tazminat ödenmesine, davalının yasal koşulları oluşmayan yoksulluk nafaka talebinin reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraf vekilleri tarafından istinaf isteminde bulunulmuştur.
8. ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 22.11.2017 tarihli ve 2017/1930 E. ve 2017/1148 K. sayılı kararı ile; dava dilekçesinin davalıya “Mernis adresinde tebliğ imkânsızlığı” tespit edilmeksizin 10.12.2015 tarihinde Tebligat Kanunu'nun 21. maddesine göre tebliğ edildiği, davalı vekilinin vermiş olduğu cevap dilekçesinde havale tarihinin olmadığı, yapılan UYAP incelemesinde cevap dilekçesinin taranmadığının anlaşıldığı, ön büroda kayıt tarihinin görülmediği, dilekçe içeriğinde yapılan tebligatların usulsüz olduğunu ileri sürerek müvekkilinin “E-Devlet” sorgusu ile davadan bilgi sahibi olduğunu belirttiği, dosyanın incelenmesinde davalı vekilinin 27.01.2016 tarihinde vekâletname sunmuş olduğu, 16.02.2016 tarihli ön inceleme duruşmasına davalı asıl ile vekilin birlikte katıldığı, duruşmada “cevap dilekçemizi tekrar ederiz” şeklinde beyanda bulundukları, hâl böyle olunca davalının davayı 27.01.2016 tarihinde dosyaya vekâletname sunmasıyla öğrendiği, cevap dilekçesinin ise 16.02.2016 tarihli olarak kabul edilmesinin gerektiği, dolayısıyla davalının yasal süresi içerisinde cevap dilekçesini sunmadığı, bu nedenle davalının dinlenen tanık beyanlarına itibar edilemeyeceği gibi davacı eşe kusur yüklenmesinin de doğru olmadığı, boşanmaya sebep olan olaylarda eşinin ailesini istemeyen ve eşine şiddet uygulayan kadının ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle davalının tüm davacının ise sair istinaf itirazlarının reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bölge adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 16.04.2019 tarihli ve 2018/3303 E. ve 2019/4762 K. sayılı kararı ile;
“…1-Bölge adliye mahkemesince, dava dilekçesinin davalı kadına 10/12/2015 tarihinde tebliğ edildiği, davalı vekilinin vermiş olduğu cevap dilekçesinde havale tarihi olmadığı, Uyap'ta taranmadığı, ön bürodan kayıt tarihi de almadığı, davalı vekilinin 27/01/2016 tarihli boşanma yetkisi içeren vekaletname sunduğu, 16/02/2016 tarihli ön inceleme duruşmasında ise cevap dilekçemizi tekrar ederiz beyanında bulunmakla davalı kadının vekaletnamenin veriliş tarihi olan 27/01/2016 tarihinde davayı öğrendiği ve cevap dilekçesini de 16/02/2016 tarihinde sunduğunun kabulünün gerektiği, bu durumda süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmayan davalı kadının tanıklarının beyanlarına itibar edilerek davacıya kusur yüklenilmesinin doğru olmadığına karar verilmiş olsa da; yapılan incelemede dava dilekçesi her ne kadar kadının mernis adresine tebliğ edilmiş ise de, tebliğ yapılan adres davacı erkek ile aynı adres olup, kadının dava açılmadan 1,5 yıl önce bu adresten çocuklarıyla birlikte ayrıldığı, bu sebeple yapılan tebligatın usulsüz olduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenle kadının sunduğu cevap dilekçesinin süresinde verildiğinin kabulü gerekir. Mahkemece boşanmaya sebep olan olaylarda kadının tam kusurlu olduğu kabul edilmişse de; kadının süresinde olan cevap dilekçesi ve tanık beyanları da dikkate alındığında, yapılan yargılama ve toplanan delillerden davacı erkeğin öfke kontrolü sağlayamadığı, şiddete yönelik eylemlerde bulunduğu, kadına hakaret ettiği, davalı kadının da; erkeği tırmaladığı ve eşinin ailesini istemediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre boşanmaya neden olan olaylarda davalı kadına oranla davacı erkeğin daha ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Yanılgılı değerlendirme sonucu kadının tamamen kusurlu olarak kabulü doğru olmamıştır.
2- Boşanmaya sebep olan olaylar da yukarıda 1. bentte açıklandığı üzere davacı erkek ağır kusurlu olduğundan, boşanma yüzünden mevcut ve beklenen menfaatleri zedelenen ve kişilik hakları saldırıya uğrayan, davalı kadın yararına Türk Medeni Kanunu'nun 174/1-2. maddesi gereğince uygun miktarda maddi ve manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, kadının bu istekleri hakkında cevap dilekçesi süresinde olmadığı ve ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle “karar verilmesine yer olmadığı” kararı verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir …” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 11.09.2019 tarihli ve 2019/1110 E. 2019/1281 K. sayılı kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; bozma ilamında belirtildiği şekilde davalı kadına yapılan tebligatın usulsüz olduğundan söz edilemeyeceği, 5490 sayılı Nüfus Kanunu’nun 50. maddesinde adres değişikliğinin ne şekilde ve hangi sürede yapılması zorunluluğunun açıklandığı, Adres Kayıt Sistemi Yönetmeliğinde de adres değişikliğini bildirme usul, şekil ve süresinin düzenlendiği, Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi ile “Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur” hükmünün düzenleme altına alındığı, hâl böyle olunca davalının “vekaletnamenin veriliş tarihi olan 27.01.2016 tarihinde” davayı öğrendiği, cevap dilekçesinin ise yasal süresi geçtikten sonra 16.02.2016 tarihinde sunulduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dava dilekçesinin davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediği, cevap dilekçesinin süresinde olup olmadığı, cevap dilekçesinin süresinde verildiğinin kabulü hâlinde boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkeğin ağır kusurlu olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalı kadın yararına 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 174/1-2. maddesi uyarınca maddi ve manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için tebligat, taraf teşkili, adil yargılanma ve hukukî dinlenilme hakkı kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
15. Yetkili makamlar tarafından bir takım hukukî işlemlerin, bunların hukukî sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukukî dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır.
16. Bir davada davalının, davacının açmış olduğu davadan haberdar olması, davaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dava dilekçesinin 7201 sayılı Tebligat Kanunu'na uygun şekilde tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına şüphe yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek mümkündür.
17. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nda ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte açıklanan usule uygun tebligat yapılması hâlinde vakıf olabilecektir.
18. Hemen belirtilmelidir ki, tebligat ile ilgili mevzuat hükümleri tamamen şeklidir. Tebligat, bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak mevzuatta emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın, usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır. Tebligat mevzuatının bu konuda etkili önlemler almış olmasının tek amacı, tebliğin muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır.
19. Şu hâle göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için mahkemelerce Kanun’a uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısıyla mevzuat hükümlerinin en küçük ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur.
20. Taraf teşkiline gelince; bir davada tarafların teşkil edilebilmesi, bu sayede davada karşılıklılık, çelişikliğin sağlanabilmesi ile iddia ve savunmalarda bulunulabilmesi için taraflarla, taraflar dışındaki tanık ve bilirkişi gibi üçüncü kişilere usulüne uygun tebligat yapılması gereklidir. Tebligat sayesinde, ilgililer duruşmaya davet olunur ve kendilerine, yargılama hakkındaki ilk bilgiler, tebliğ konusu dilekçeler sayesinde verilir. Tebligat, yargılamanın makul sürede yapılıp sonuçlandırılması, hak ve adaletin gecikmeden yerine getirilmesi açısından önemli bir usul işlemdir.
21. Taraflar duruşmaya çağrılmadan, başka bir anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
22. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanunî şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır, aksi hâlde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Kuru, Baki; Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s. 1876 vd).
23. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 122. maddesinde “Dava dilekçesi, mahkeme tarafından davalıya tebliğ edilir. Davalının iki hafta içinde davaya cevap verebileceği tebliğ zarfında gösterilir” hükmü öngörülmüştür. Bu açık hüküm karşısında mahkeme, dava dilekçesini davalıya usulüne uygun şekilde tebliğ edip, tarafları duruşmaya davet etmekle yükümlüdür. Belirtilen usulü işlemler tamamlanmadan ve taraf teşkili sağlanmadan, mahkemece karar verilmesi olanaklı değildir. Taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece resen nazara alınması gereken bir olgudur.
24. Hukukî dinlenilme hakkı ise HMK’nın 27. maddesinde,
“(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.
25. Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermeleri gereklidir.
26. Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır. Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
27. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
28. Somut olayda olduğu gibi usulsüz tebliğ hâli ise Tebligat Kanunu’nun “Usulüne aykırı tebliğin hükmü” başlıklı 32. maddesi ile düzenleme altına alınmıştır. Anılan hükme göre tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur. Kanun, usulsüz tebliğin geçerli hâle geleceği an olarak, muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarihi esas almıştır. Muhatap, tebliği hangi tarihte öğrendiğini beyan etmiş ise usulsüz tebliğ, ancak o tarihte geçerli hâle gelmiş olur ve bu tarihten itibaren kanunun tebliğe bağladığı hukukî sonuçlar doğar.
29. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davalının bilinen en son adresine 20.10.2015 tarihinde çıkartılan dava dilekçesine ilişkin tebligatın adreste tanınmamasından dolayı bila tebliğ iade edildiği, bunun üzerine 11.11.2015 tarihinde mernis adresine çıkartılan tebligatın davalının adreste tanınmadığı gerekçesiyle Tebligat Kanunu’nun 21. maddesine göre tebliğ edildiği, ancak çıkartılan tebligat incelendiğinde Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi şerhi konulmadan tebligat yapıldığından dava dilekçesinin usulüne uygun tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. Her ne kadar dava dilekçesi davalıya usulsüz olarak tebliğ edilmiş ise de; davalı vekilinin 27.01.2016 tarihinde dosyaya vekâletname sunduğu, 16.02.2016 tarihli ön inceleme duruşmasında cevap dilekçemizi tekrar ediyoruz şeklinde beyanda bulunduğu anlaşıldığından davalı kadının vekâletnamenin verildiği tarih olan 27.01.2016 tarihinde davayı öğrendiği ve cevap dilekçesinin de 16.02.2016 verildiğinin kabulü ile davalıya yapılan usulsüz tebliğin 16.02.2016 tarihi itibari ile geçerli hâle geldiği ve bu nedenle davalı kadın vekilinin süresi içerisinde cevap dilekçesi verdiğinin kabulü gerekmektedir.
30. Davalının yasal süresi içerisinde cevap vermiş olduğu kabul edildiğine göre uyuşmazlığın çözümü için maddi-manevi tazminat şartlarının da açıklanması gerekmektedir.
31. Türk Medeni Kanunu’nun “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları;
"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.
32. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır.
33. Yargıtay kararlarında boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’îleri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarının “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
34. Diğer yandan, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanma kararının kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Boşanmanın eşler bakımından kişisel ve malî olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi-manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili malî sonuçlarındandır.
35. Türk Medeni Kanunu’nun “Maddi ve manevi tazminat” başlıklı 174. maddesinde "Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." hükmü düzenleme altına alınmıştır. Görülüyor ki hâkim, boşanmaya sebep olan olaylarda kusursuz veya az kusurlu bulunan eş yararına tazminat ödenmesine karar vermek yetkisine sahiptir.
36. Maddi tazminat, kişinin malvarlığında iradesi dışında gerçekleşen azalmanın karşılığını oluşturan giderimdir (Türk Hukuk Lugatı, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 746). Boşanma nedeniyle, mevcut veya beklenen menfaatleri zedelenen, kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun miktarda tazminat talep edebilir. Maddi tazminatın ön koşulu, talep edenin boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatlerinin zedelenmesi, boşanma ve maddi zarar arasında nedensellik bağının bulunmasıdır. Başka bir sebepten kaynaklı kayıplar maddi tazminat kapsamında yer alamaz. Mevcut menfaatlerin belirlenmesinde evliliğin taraflara sağladığı yararlar göz önünde bulundurularak tarafın maddi tazminat talebi değerlendirilir. Evliliğin boşanma ile sona ermesi hâlinde taraflar birliğin sağladığı menfaatlerden ileriye dönük olarak faydalanamayacaklardır. Beklenen menfaatler ise evlilik birliği sona ermeseydi kazanılacak olan olası çıkarları ifade eder.
37. Türk Medeni Kanunu’nun 174/2. maddesinde düzenlenen manevi tazminata boşanmaya sebep olan olayın, kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi hâlinde hükmedilir (Türk Hukuk Lugatı, s. 763). Manevi zarar ise, insan ruhunda kişinin iradesi dışında meydana gelen acı, ızdırap ve elem olarak ifade edilmektedir. Manevi tazminat da, bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kabul edilen bir telafi şeklidir. Hukuka aykırı ve kusurlu bir davranış sonucu hakkı ihlâl edilenin zararının giderilmesi, menfaatinin denkleştirilmesi hukukun temel ilkesidir. Ancak TMK’nın 174/2. maddesi genel tazminat esaslarından ayrılmış, aile hukukunda getirilmiş, kendine özgü bir haksız fiil düzenlemesidir. Eşler arasındaki ilişkinin özelliği itibariyle burada manevi zararı tam olarak belirlemek zordur. Manevi tazminat miktarı, maddi olarak kesin bir miktar değildir. Manevi tazminat talep eden eşin ruhen uğramış olduğu çöküntü ile psikolojik olarak yaşamış olduğu sıkıntılara karşılık olarak onu rahatlatacak olan bir bedeldir. Bu özelliği nedeniyledir ki; yasa, menfaati zedelenen ve kişilik hakları ihlâl edilen eşe “uygun bir tazminat” verileceğini belirtmektedir. O hâlde hâkim; manevi tazminatın miktarını belirlerken, kişilik haklarına yapılan saldırının niteliği ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınarak takdir hakkını kullanmalıdır.
38. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; tarafların 03.09.2011 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten ortak üç çocuklarının bulunduğu, dosyada dinlenen tanık beyanlarından da anlaşıldığı üzere davacı erkeğin davalı kadına karşı şiddete yönelik eylemlerde bulunduğu, hakaret ettiği, davalı kadının da eşinin ailesini istemediği ve erkeği tırmaladığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu kusurlu davranışlar karşılaştırıldığında boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin ağır, kadının ise az kusurlu olduğu hususu tartışmasızdır.
39. Yukarıda açıklandığı üzere davacı erkek ağır kusurlu olduğundan, boşanma yüzünden mevcut ve beklenen menfaatleri zedelenen ve kişilik hakları saldırıya uğrayan, davalı kadın yararına TMK’nın 174/1-2. maddesi gereğince uygun miktarda maddi ve manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, kadının bu istekleri hakkında cevap dilekçesi süresinde olmadığı ve ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle “karar verilmesine yer olmadığı” kararı verilmesi doğru değildir.
40. Hâl böyle olunca, direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 27.10.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.