"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen “boşanma” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraflarca temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı-Birleşen Davalı İstemi:
4. Davacı-birleşen davalı vekili dava dilekçesinde; tarafların 01.10.2010 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının olduğunu, eşlerin görücü usulü ile birbirlerini tam olarak tanımadan evlendiğini, evlendikten sonra davalının davranışlarının değiştiğini, argo kelimeler kullanmaya başladığını, eşine fiziksel şiddet uyguladığını, tüm bunların davacıyı hayal kırıklığına uğrattığını, davacının boşanmak istemesi üzerine davalının özür dileyerek tedavi olacağına dair söz verdiğini, aile terapistinden yirmi seanslık paket aldıklarını, davalının bu seansa ancak bir kez gittiğini, bir daha da gitmediğini, eşine fiziksel şiddet uygulamaya devam ettiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, çocuk yararına 2.000TL tedbir-iştirak, müvekkili yararına 1.000TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 100,000TL maddi, 100,000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı-Birleşen Davacı İstemi:
5. Davalı-birleşen davacı vekili dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilinin babasının kanser olduğunu, davacı kadının kayıtsız kalıp eşine destek olmadığı gibi eşinin ailesine de iyi davranmadığını, evliliğin bu hale gelmesinde davacının kusurlu olması nedeniyle asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile tarafların boşanmasına ve müvekkili yararına 100.000TL maddi, 100,000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Küçükçekmece 2. Aile Mahkemesinin 10.03.2017 tarihli ve 2015/157 E., 2017/213 K. sayılı kararı ile; erkeğin eşine fiziksel şiddet uyguladığı, kadının ise boşanmaya yol açacak nitelikte kusurlu bir davranışının ispatlanamadığı, boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin tam kusurlu olduğu, kadının ise kusursuz olduğu gerekçesiyle birleşen davanın reddine, asıl davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, çocuk yararına 900TL iştirak nafakası ile kadın yararına 25.000TL maddi ve 35.000TL manevi tazminat ödenmesine, yoksulluk nafaka talebinin ise reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin Birinci Kararı:
7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraflarca istinaf isteminde bulunulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 25.04.2018 tarihli ve 2017/1123 E., 2018/539 K. sayılı kararı ile; boşanmaya sebep olan olaylarda eşine fiziksel şiddet uygulayan erkeğin ağır, eşinin babasının ölümcül hastalığı nedeniyle eşine destek olmayan kadının ise az kusurlu oldukları, dolayısıyla erkeğin istinaf talebinin esastan kabulü ile yerel mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği, ne var ki bu sebebe göre asıl dava yönünden de yeniden hüküm kurulması zorunlu hale geldiğinden kadının istinaf taleplerinin şimdilik incelenmesine yer olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına, yerine her iki boşanma davasının da kabulü ile tarafların boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, çocuk yararına 500TL tedbir-iştirak, kadın yararına 500TL tedbir, 20.000TL maddi ve 15.000TL manevi tazminat ödenmesine, yoksulluk nafaka talebinin ise reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
9. Bölge adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraflarca temyiz isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 22.05.2019 tarihli ve 2018/7542 E. ve 2019/6492 K. sayılı kararı ile;
“…1- Taraflarca açılan karşılıklı boşanma davalarının yapılan yargılaması sonucu ilk derece mahkemesince kadının davasının kabulü ve fer'ileri ile erkeğin davasının reddine ilişkin hüküm davacı-davalı kadın tarafından tazminatlar ve iştirak nafakasının miktarı ile yoksulluk nafakası talebinin reddi yönünden, davalı-davacı erkek tarafından ise boşanma kararını kabul ettiğini belirtmek suretiyle birleşen davasının reddi, kusur belirlemesi, kadın lehine hükmedilen tazminatlar ve nafakalar yönünden istinaf edilmiş olup, davacı-davalı kadının davasında verilen boşanma hükmü istinaf edilmeyerek kesinleşmiş olup, bölge adliye mahkemesince erkeğin boşanma talebine yönelik davası konusuz kaldığından "Karar verilmesine yer olmadığına" karar vermekle yetinilmesi gerekirken istinaf edilmeyerek kesinleşen kadının davası ile konusuz kalan erkeğin birleşen davası hakkında yeniden hüküm kurularak boşanma kararı verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
2-Mahkeme, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olup; her bir talep hakkında ayrı ayrı verilen hükmü, kararın sonuç kısmında göstermesi gerekir (HMK m.26). Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir (HMK m. 359/2). Yasal gereklilik böyleyken ve ilk derece mahkemesince verilen hüküm her iki tarafça istinaf edildiği ve her iki tarafın istinaf talepleri değerlendirilmek suretiyle sonucu uyarınca olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerektiği halde, “Davalı-davacı erkek ağır, kadının hafif kusurlu kabul edildiği, erkeğin davasının da kabulüne karar verilmesi gerektiği, bu sebeple davalı-davacı erkeğin istinaf talebinin esastan kabulü ile yerel mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesi sebebiyle kadının boşanma davası yönünden yeniden hüküm kurulması zorunlu hale geldiği” gerekçesiyle kadının istinaf taleplerinin incelenmemesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesinin İkinci Kararı:
11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 23.10.2019 tarihli ve 2019/1379 E., 2019/1716 K. sayılı kararı ile; bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda, davacı-birleşen davalı kadının tüm istinaf itirazlarının reddine, davalı-birleşen davacı erkeğin istinaf itirazlarının kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, kadının boşanma davası istinaf edilmeksizin kesinleşmiş olduğundan erkeğin davası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, ne var ki boşanmaya sebep olan olaylarda eşine fiziksel şiddet uygulayan erkeğin ağır, eşinin babasının ölümcül hastalığı nedeniyle eşine destek olmayan kadının ise az kusurlu oldukları gerekçesiyle velâyetin anneye verilmesine, çocuk yararına 500TL tedbir-iştirak, kadın yararına 500TL tedbir nafakası ile 20.000TL maddi ve 15.000TL manevi tazminat ödenmesine, kadının yoksulluk nafaka talebinin ise reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
12. Bölge adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraflarca temyiz isteminde bulunulmuştur.
13. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 14.10.2020 tarihli ve 2020/3423 E. ve 2020/4738 K. sayılı kararı ile;
“…1- Dosyadaki yazılara ve bölge adliye mahkemesince bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlan yersizdir.
2- Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre ortak çocuk Hatice Kübra yararına takdir edilen iştirak nafakası azdır. Bölge adliye mahkemesince Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun miktarda iştirak nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
3- Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı-davalı kadın yaranna takdir edilen maddi ve manevi tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ve Türk Borçlar Kanunu'nun 50. ve 51. maddeleri hükümleri dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.
4- İlk derece mahkemesince verilen ara karar ile davacı-davalı kadın yararına aylık 400 TL tedbir nafakasına hükmolunmuş ve karara karşı davacı-davalı kadın tarafından, diğer sebeplerin yanında, nafaka miktarlarından sadece iştirak nafakasının miktarı ve davalı-davacı erkek tarafından, diğer sebeplerin yanında, nafakalar yönünden istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bu durumda, kadın yararına hükmedilen tedbir nafakası miktarı erkek için usuli kazanılmış hak teşkil etmiştir. Bu itibarla, tedbir nafakası miktarı yönünden istinaf kanun yoluna başvuran erkek aleyhine, usuli kazanılmış hakka aykırı olacak şekilde, aylık 400 TL olan tedbir nafaka miktarının aylık 500 TL.'ye artırılması yerinde görülmemiş ve kararın bozulmasını gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
14. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 26.05.2021 tarihli ve 2020/1386 E., 2021/859 K. sayılı kararı ile; bozmanın (4) numaralı bendine uyularak kadın yararına 400TL tedbir nafakası ödenmesine, ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile benimsenen istinaf kanun yolu incelemesi sonrasında artık Yargıtay’ın tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olduğu, temyiz incelemesinde maddi vakıa ve delil değerlendirilmesine girilemeyeceği, sadece hukukî denetim yapılması gerektiği, HMK’nın 371. maddesi ile temyiz incelemesinin kapsamının belirlendiği, bozma sebebi nispi nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerektiği, nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması halinde bunların bozma sebebi sayılabilmesi için ayrıca hüküm sonucunu etkilemiş olmaları gerektiği, buna karşılık dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi hallerinin ise mutlak bozma sebebi olduğu, somut olaya gelindiğinde ise Yargıtayca temyiz incelemesi sonucunda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 174. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile düzenleme altına alınan maddi-manevi tazminat ve 182. maddesine göre iştirak nafakası koşullarının oluşup oluşmadığına ilişkin hukukî denetimin yapıldığı, buna göre davalının kusurlu eylemleri nedeniyle davacı yararına maddi-manevi tazminat ve ortak çocuk yararına iştirak nafakası ödenmesine karar verilmesinin doğru olduğunun Yargıtayın hukukî denetiminden geçtiği, bunun ötesinde tarafların belirlenen ekonomik ve sosyal durumları, tazminata esas fiillerin ağırlığı da değerlendirilerek TMK’nın 4. maddesi uyarınca takdir edilen nafaka ve tazminatların miktarlarına yönelik bozma yapılamayacağı gerekçesiyle 2 ve 3 numaralı bentler yönünden bozma ilamına karşı direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
15. Direnme kararı yasal süresi içerisinde taraflarca temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bölge adliye mahkemelerince takdir edilen maddi-manevi tazminat ile iştirak nafakası miktarlarına ilişkin temyiz talepleri hakkında, Yargıtayca yapılacak incelemenin; niteliği ve tazminat miktarları yönünden Yargıtayın temyiz olunan kararı bozup bozamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A- Davalı-birleşen davacı vekilinin temyiz talebi yönünden yapılan incelemede;
17. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, mahkemece direnme kararı öncesinde verilen kararın taraflarca temyiz edildiği, Özel Dairece davalı-birleşen davacı erkek vekilinin temyiz itirazları reddedilerek bozma kararı verildiği, direnme kararının ise yeniden taraf vekilleri tarafından temyiz edildiği dikkate alındığında, direnme öncesi verilen kararı temyiz eden ve temyiz itirazları reddedilen davalı-birleşen davacı vekilinin direnme kararını temyizinde hukukî yararının bulunup bulunmadığı, bu bağlamda temyiz isteminin reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
18. Bilindiği üzere hukukî yarar, dava şartı olduğundan temyiz incelemesi yapılabilmesi için de gerekli bir şarttır.
19. Mahkeme kararını temyiz edip, bu istemi Özel Dairece reddedilen taraf yönünden karar kesinleşmiş olmakla, artık bu tarafın direnme kararını temyizde hukukî yararı bulunmamaktadır.
20. O hâlde davalı-birleşen davacı vekilinin direnme hükmüne yönelik temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
B- Davacı-birleşen davalı vekilinin temyiz talebi yönünden yapılan incelemede;
21. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
22. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.
23. Kural olarak, HMK’nın 361. maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362. maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.
24. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamı HMK’nın 369. maddesinin 1. fıkrasında; “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.
25. “Bozma sebepleri” HMK’nın 371. maddesinde;
“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar,
a) Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.
b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.
c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.
ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin bulunması” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.” şeklindeki hüküm ile düzenleme altına alınmıştır.
26. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması” bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (HMK m. 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu re'sen uygular (HMK m. 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Kuru, Baki; İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, s. 706, 707, 708 vd).
27. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. HMK’nın 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. HMK’nın 25. maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. HMK’nın 187. maddesine göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Aynı Kanun’un 189/4 maddesine göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda HMK’nın 371/c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.
28. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukukî denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın re'sen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyada ki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delilin gözden kaçırılarak karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukukî sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir. Bu kapsamda Yargıtay taraflar lehine veya aleyhine hükmedilen tazminatların miktarlarını da hukukun uygulanmasında hata olduğundan denetlemekte HMK’nın 371 maddesi birinci fıkranın a bendi gereği kanundan kaynaklanan nedenle yükümlüdür.
29. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde içtihat birlikteliğini temin edecek şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
30. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukukî niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tabidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukukî nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukukî sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukukî sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukîlik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
31. Yukarıda anlatılanlarla birlikte somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; eldeki davada, tarafların boşanması sonucu ilk derece mahkemesince kadın eş yararına 25.000TL maddi ve 35.000TL manevi tazminata ile ortak çocuk yararına 900TL iştirak nafakasına hükmedildiği, bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada ise kadın yararına 20.000TL maddi ve 15.000TL manevi tazminat ile ortak çocuk yararına 500TL iştirak nafakası ödenmesine karar verildiği, Özel Dairece tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat, TMK’nın 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alındığında davacı-birleşen davalı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminatların az olduğu gibi ortak çocuk yararına hükmedilen iştirak nafakasının da az olduğu gerekçesi ile kararın bozulduğu anlaşılmıştır. Bölge adliye mahkemesi ise, Yargıtayın temyiz incelemesinde sadece hukukî denetim yapacağı, maddi vakıa ve delil değerlendirmesi yapma yetkisi bulunmadığı gerekçesiyle direnmiştir.
32. Boşanma nedeni ile oluşan maddi ve manevi tazminatın TMK’nın 174. maddesinde “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir” şeklinde, iştirak nafakası ise aynı Kanun’un 182. maddesinde “Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkeğin tam kusurlu olduğu, kadının ise kusurlu bir davranışının ispatlanamadığı, boşanmaya sebebiyet veren olayların aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte bulunduğu, kadın yararına TMK’nın 174 ve 182. maddelerinin koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır. Hâkim, TMK’nın 4. maddesi, TBK’nın 50 ve 51. maddeleri gereği gerçekleşen kusurun ağırlığı, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ve hakkaniyet gereği uygun bir maddi-manevi tazminat ile iştirak nafakasına hükmetme yetkisine sahiptir. Burada hâkime tanınan takdir hakkının maddi hukuktan kaynaklanan ve hukukî sonuca yönelik olarak kullanılan bir hukuka uygunluk sorunu olduğu tartışmasızdır.
33. Belirtilen bu nedenlerle bölge adliye mahkemesi maddi vakıa ve delilleri doğru belirlemesine rağmen bunlarla varılacak hukukî sonucu yanlış değerlendirmiş bir başka ifade ile hata yapmıştır. Özel Dairenin bu hususa değinen bozma kararı ise Yargıtayın denetimi kapsamında ve yerinde bir sonuçtur.
34. O hâlde, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
I- A bendinde (§17-20) belirtilen gerekçelerle davalı-birleşen davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan oy birliği ile REDDİNE,
II- B bendinde (§21-34) belirtilen gerekçelerle davacı-birleşen davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara ayrı ayrı geri verilmesine,
Dosyanın HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 29.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.