Logo

Hukuk Genel Kurulu2021/844 E. 2023/473 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davacıya, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinden kaynaklanan borcunu ödemesi için verilen kesin sürenin usulüne uygun olup olmadığı ve bu süreye uyulmaması nedeniyle davanın reddedilmesinin doğru olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: Mahkemece davacıya verilen kesin sürede, kesin süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarının açıkça anlatılarak tutanağa geçirilmediği ve bu sürenin HUMK’nın 163. maddesi ile yerleşik yargısal uygulamada aranan şartları taşımadığı gözetilerek, direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Tüketici Mahkemesi

SAYISI : 2015/1098 E., 2015/1795 K.

KARAR : Davanın reddine

1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... 4. Tüketici Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davanın reddine ilişkin karar asıl ve birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı asıl ve birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Asıl Davada Davacı İstemi

4. Asıl davada davacı vekili, müvekkili ile davalılardan yüklenici ... arasında 12.11.2002 tarihinde taşınmaz satış vaadi sözleşmesi imzalandığını, sözleşme ile davalının inşa edeceği binada (10) No.lu dubleks dairenin müvekkiline satışının kararlaştırıldığını, sözleşmede dairenin teslim tarihi 30.03.2003 olarak belirlenmesine rağmen taşınmazın sözleşme şartlarına uygun olarak inşa edilerek müvekkiline teslim edilmediğini, tapusunun da verilmediğini ileri sürerek dava konusu bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Asıl Davada Davalılar Cevabı

5. Asıl davada davalı ... vekili, sözleşme uyarınca edimlerini yerine getirmeyen davacının eksik kalan bedeli ödemesi hâlinde tapuda devir işlemlerinin yapılacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Asıl davada davalı Gülçin Yalçınkaya vekili, usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen davaya cevap vermemiş, duruşmadaki beyanında ise, davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmesini istemiştir.

Birleşen Davada Davacı İstemi

7. Birleşen davada davacı vekili, müvekkili ile davalılardan yüklenici ... arasında taşınmaz satış vaadi sözleşmesi imzalandığını, sözleşme ile davalının inşa edeceği binada (10) No.lu dairenin müvekkiline teslim edilmesi gerekirken taşınmazın tapuda devredilmediğini, satış vaadi sözleşmesinin 08.01.2009 tarihinde tapunun beyanlar hanesine şerh edildiğini, 30.01.2009 tarihinde de yüklenicinin taşınmazı damadı olan diğer davalıya satış gibi göstererek devrettiğini, davalılar arasında yapılan satış işleminin muvazaalı olduğunu, davalı ...’nun bağımsız bölümü, tapuda satış vaadi sözleşmesinin şerh edildiğini bilerek satın aldığını ve iyiniyetli olmadığını ileri sürerek davalılar arasında yapılan satış sözleşmesinin iptaline, taşınmazın tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Birleşen Davada Davalılar Cevabı

8. Birleşen davada davalılar vekili, derdestlik itirazında bulunduklarını, ... 4. Tüketici Mahkemesinde görülen tapu iptali ve tescil davasının bu davada bekletici mesele yapılması gerektiğini, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi uyarınca davacının ...’na verdiği senetlerin bedelini ödemediğini, bunun üzerine davacı aleyhine ciranta olan diğer davalı ... tarafından icra takipleri başlatıldığını, yapılan icra takiplerine rağmen senet borcunun ödenmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı

9. ... 4. Tüketici Mahkemesinin 20.04.2007 tarihli ve 2006/296 Esas, 2007/207 Karar sayılı kararı ile, davacı ile davalı yüklenici ... arasında imzalanan taşınmaz satış vaadi sözleşmesine konu (10) No.lu daireye tahsisli 62/470 arsa payının davalı Gülçin Yalçınkaya adına kayıtlı olduğu, diğer davalı ...’nun hissesinin bulunmadığı gerekçesiyle tapu maliki olmayan davalı ... aleyhine açılan davanın yasal dayanağı bulunmadığından reddine; tapu maliki olan davalı Gülçin Yalçınkaya yönünden ise, davanın feragat nedeniyle reddine, davalı-karşı davacı davasından vazgeçtiğinden karşı davanın da açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı

10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

11. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 29.01.2008 tarihli ve 2007/13492 Esas, 2008/564 Karar sayılı kararı ile;

“…Davalı yüklenici ... 18.7.2000 tarihinde arsa malikleri ile 1998 ada 17 parsel sayılı taşınmaza bina yapımı için arsa payı devri karşılığı inşaat yapım sözleşmesi yapmış, bu taşınmaz 1998 ada 18 parsel sayılı taşınmaz ile tevhit edilerek 1998 ada 26 parsel sayılı taşınmaz oluşmuş ve 2.8.2006 tarihinde kurulan kat irtifakı neticesinde dava konusu 10 nolu bağımsız bölüm Gülçin Yalçınkaya adına tescil edilmiş ise de, taşınmazın bulunduğu yerde 2981 sayılı yasa uyarınca 3.8.2006 tarihinde imar uygulaması yapılmış ve 1998 ada 51 parsel numarasını alan taşınmazda dava konusu 10 nolu bağımsız bölüm devir nedeniyle davalı ... adına tescil edilmiştir.

Görüldüğü gibi çekişme konusu bağımsız bölüm halen ... adına kayıtlı bulunduğundan davanın esası incelenerek karar verilmesi gerekirken ...’nun malik olmadığı gerekçesi ile davanın reddi doğru olmadığından karar bozulmalıdır.

Kabule göre de; davalı ...’nun eldeki dava ile usulen birleştirilmiş bir karşı davası olmadığı halde birleştirilen karşı davanın reddine karar verilmesi de doğru görülmemiştir,…” gerekçesiyle kararın bozulmasına, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı

12. ... 4. Tüketici Mahkemesinin 27.01.2009 tarihli ve 2008/392 Esas, 2009/36 Karar sayılı kararı ile, Özel Dairenin bozma kararına uyulduktan sonra 18.07.2000 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak davalı ...'na bırakılan dava konusu dairenin davacıya 12.11.2002 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile kaba inşaat hâlinde 300,00 TL bedel karşılığı satışının yapıldığı, satış bedelinin peşin olarak alındığının resmî şekilde düzenlenen taşınmaz satış vaadi sözleşmesinde belirtildiği, davacının resmî şekilde düzenlenen sözleşme kapsamında taşınmaz bedelini ödediğini kanıtladığı, resmî şekilde düzenlenen taşınmaz satış vaadi sözleşmesinden sonra taraflar arasında haricen düzenlenen sözleşme kapsamında taşınmazın satış bedelinin 36.000,00 TL olarak kararlaştırıldığı, bu bedelin bir kısmının davacı tarafından nakden ödendiği, kalan kısmın 8.900,00 TL’lik senet düzenlenmek suretiyle ödendiği, bu konuda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığı, haricen düzenlenen sözleşme geçersiz ise de, davacının sözleşme kapsamında daire bedelini ödediği, yüklenicinin de daireyi davacıya teslim ettiği, bu hâlde sözleşmenin fiilen geçerli hâle geldiği, davacının taşınmaz satış vaadi sözleşmesi kapsamında yükleniciye karşı edimini yerine getirdiğinin kabulü gerektiği, senet bedelinin ödenmemiş olmasının ayrı bir alacak davasının konusunu oluşturduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu (10) No.lu bağımsız bölümün davalı ... adına kayıtlı tapusunun iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı

13. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

14. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 19.11.2009 tarihli ve 2009/12526 Esas, 2009/13039 Karar sayılı kararı ile;

“…Dava konusu 10 no’lu bağımsız bölüm bozma kararından sonra davalı tarafından 30.01.2009 tarihinde tapudan “satış" suretiyle ...’na devredilmiştir. Bu durumda, mahkemece Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 186. maddesi hükmü uyarınca davacıya seçimlik hakkı hatırlatılmalı, davacı seçimlik hakkını kullandıktan sonra kullanılan seçimlik hakka göre davaya devam edilerek karar verilmelidir.

Mahkemece, açıklanan bu yön düşünülmeden ve ödenmeyen senetlerin ayrı bir davanın konusunu oluşturacağından bahisle davanın kabulü doğru olmadığından karar bozulmalıdır.

Kabule göre de; davalı yüklenici davacının satış bedelinin bir kısmının ödenmediğini ve edimini yerine getirmediğini savunmuş, davacı da 02.11.2006 tarihli oturumda satış bedelinin bir kısmını ödemediğini kabul etmiştir. Taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri karşılıklı olarak iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerdendir. Kural olarak, taraflardan birinin ifa talebinde bulunabilmesi için öncelikle kendi borcunu yerine getirmesi gerekir. Kısaca satış vaadi sözleşmelerinde ifa, satış vaadi konusu olan taşınmaz bedelinin vaad borçlusuna ödenmesi, vaad borçlusunun ise taşınmazı vaad alacaklı adına tescili ile gerçekleşir. Ödenmeyen satış bedeli miktarı kadar vaad borçlusuna senet verilmesi halinde edimin tam olarak yerine getirildi kabul edilemez. Senet bedellerinin de tam olarak ödenmesi gerekir.

Somut olayda; satış vaadi sözleşmesi ile birlikte vaad borçlusuna satış bedelinin bir kısmı nakden ödenmiş bir kısmı için ise senet verilmiştir. Ödenmeyen senetler nedeniyle davacı aleyhine Gaziosmanpaşa 1. İcra Müdürlüğünün 2006/10878 ve 2006/11675 sayılı icra takibi yapılmıştır. Hal böyle olunca, vaad alacaklısı davacının tescil talebinde bulunabilmesi için icra takibine konu dosyalardaki takibe konu borç miktarını ödemesi ya da mahkeme veznesine depo etmesi gerekir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı

15. ... 4. Tüketici Mahkemesinin 26.07.2011 tarihli ve 2010/272 Esas, 2011/596 Karar sayılı kararı ile, Özel Dairenin bozma kararına uyulduktan sonra önceki karar gerekçesi yanında, davacı vekilinin 01.02.2011 tarihli oturumda alınan imzalı beyanında, müvekkilinin sözleşme bedelinin 9.500,00 TL'lik kısmını davalıya ödemediğini belirttiği, dava konusu (10) No.lu bağımsız bölümün 30.01.2009 tarihinde tapudan satış suretiyle ...'na devredildiği, davacının davasını tazminata dönüştürmek istemediğini beyan ettiği, verilen süreye rağmen davacının sözleşme bedelinin bir kısmını ödemediği, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin karşılıklı olarak iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerden olduğu, kural olarak taraflardan birinin ifa talebinde bulunabilmesi için öncelikle kendi edimini ifa etmesi gerektiği, davacının sözleşmeyle üstlendiği yükümlülüklerini yerine getirmediği için davalıdan sözleşmenin ifasını isteyemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı

16. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

17. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 29.11.2011 tarihli ve 2011/13849 Esas, 2011/14517 Karar sayılı kararı ile;

“…Bozma ilamından sonra davacı vekili HUMK'nun 186 maddesi hükmü uyarınca davasını tazminata dönüştürmek istemediğini, dava konusu bağımsız bölümü tapudan satış suretiyle devralan ... aleyhine Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2010/726 E. sayılı dosyada dava açtığını ve açılan bu davanın neticesinin beklenmesini istemiştir.

Görüldüğü gibi davacı vekili, dava konusu bağımsız bölümü satın alan ... aleyhine tapu iptali ve tescil isteminde bulunarak davasına ayın davası olarak devam etmeyi tercih etmiştir. Bu halde mahkemece yapılması gereken iş 6100 sayılı ...nun 166/2 maddesi hükmü uyarınca ikinci davanın açıldığı Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinden 2010/726 Esas sayılı davanın eldeki dava ile birleştirilmesi hususunda görüş almak, birleştirilmesi uygun bulunduğu takdirde sonradan açılan davayı eldeki dava ile birleştirmek ve hasıl olacak sonuca göre bir karar vermek olmalıdır.

Mahkemece açıklanan bu yön düşünülmeden yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru olmadığından karar bozulmalıdır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Dördüncü Kararı

18. ... 4. Tüketici Mahkemesinin 22.11.2013 tarihli ve 2012/373 Esas, 2013/1369 Karar sayılı kararı ile, Özel Dairenin bozma kararına uyulduktan sonra, Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/726 Esas, 2012/556 Karar sayılı dosyasında davacının, davalılar ... ile ... aleyhine açtığı tapu iptali ve tescil istemli davanın eldeki dava ile birleştirilerek dosyanın mahkemeye gönderildiği belirtilmek suretiyle önceki karar gerekçesi yanında, davacıya verilen süreye rağmen sözleşme bedelinin bir kısmının ödenmediği, davacının sözleşme bedelini ödeme yükümlülüğünü yerine getirmediği için davalı yükleniciden edimini ifa etmesini isteyemeyeceği, davacı tarafından, birleşen davada davalı ...'nun tapudaki şerhe rağmen dava konusu bağımsız bölümü davalı ...'ndan kötüniyetli olarak devraldığı ileri sürülmüş ise de, birleşen dosyanın davalıları arasında muvazaalı işlem bulunduğu yönündeki iddianın haklılığını kanıtlayacak nitelikte delil sunulamadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Dördüncü Bozma Kararı

19. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleşen davada davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

20. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 21.01.2015 tarihli ve 2014/8386 Esas, 2015/649 Karar sayılı kararı ile;

“…Hukukumuzda, kişilerin satın aldığı şeylerin ileride kendilerinden geri alınabileceği endişesi taşımamaları, dolayısıyla toplum düzeninin sağlanması düşüncesiyle, satın alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bir tanımlama yapmak gerekirse iyiniyetten maksat, hakkın doğumuna engel olacak bir hususun hak iktisap edilirken kusursuz olarak bilinmemesidir.

Belirtilen ilke, TMK’nun 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde hükme bağlanmış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddede “bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde vurgulanmıştır. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.

Somut olaya gelince; Davalı ...'in davalı ...'ın damadı olduğu ve dava konusu taşınmazı tapu kaydına 08.01.2009 tarihinde davacı lehine konulan satış vaadi şerhini görerek satın aldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davalı ...'in iyiniyetinden söz edilemez. Davalılar arasındaki satış işleminin muvazaalı olduğunun kabulü gerekir.

Ayrıca, Gaziosmanpaşa 4. Noterliği'nin 18.07.2000 tarihli ve 15476 Yevmiye nolu düzenleme şeklindeki taşınmaz mal satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak davalı yüklenici ...'na bırakılan dava konusu dairenin davacıya Gaziosmanpaşa 4. Noterliğinin 12.11.2002 tarihli ve 19248 yevmiye no'lu taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi ile kaba inşaat halinde üçyüzmilyon TL bedel karşılığı temlik edildiği, satış bedelinin peşin olarak alındığı belirtilmektedir. Taraflar arasındaki satış vaadi sözleşmesi resmi olarak düzenlendiğinden geçerlidir. Resmi şekilde düzenlenen taşınmaz mal satış sözleşmesinden sonra taraflar arasında haricen düzenlenen sözleşme kapsamında taşınmaz malın satış bedelinin 36.000.000.000 TL olarak kararlaştırıldığı, bu bedelin bir kısmının davacı tarafından nakten ödendiği, kalan bölüm için 8.900.000.000TL’lik senet düzenlendiği anlaşılmıştır. Bu konuda taraflar arasında uyuşmazlık yoktur. Davacı vekili 01.02.2011 tarihli oturumdaki imzalı beyanıyla sözleşme bedelinin 9.500,00 TL'lik kısmının davalıya ödenmediğini bildirmiştir. Yüklenici tarafından davacı aleyhine ödenmeyen senetler nedeniyle 1. İcra Müdürlüğünün 2006/10879 Esas ve 2006/11675 Karar sayılı dosyalar ile takip başlatılmıştır. Bu nedenle mahkemece, davacı tarafa takibe konu borcun ödenmesi için süre verilmesi ve ödendiği takdirde davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

21. ... 4. Tüketici Mahkemesinin 17.11.2015 tarihli ve 2015/1098 Esas, 2015/1795 Karar sayılı kararı ile; Özel Dairenin bozma kararından önceki yargılama aşamasında 01.02.2011 tarihli oturumda alınan taraf vekillerinin imzalı beyanları doğrultusunda Gaziosmanpaşa 1. İcra Müdürlüğünün 2006/10878 Esas ve 2006/11675 Esas sayılı icra dosyalarında davacı aleyhine başlatılan icra takipleri nedeniyle takibe konu borcun ödenmesi yönünde davacı vekiline bir sonraki oturuma kadar kesin süre verilmesine ve gerekli uyarının yapılmasına rağmen davacı vekilinin ara karar gereğini yerine getirmediği, bozma kararında değinilen hususların 01.02.2011 tarihli duruşmada yerine getirildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

22. Direnme kararı süresi içinde asıl ve birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

23. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Özel Dairenin 21.01.2015 tarihli bozma kararında belirtilen ve ödenmeyen senetler nedeniyle davacı aleyhine Gaziosmanpaşa 1. İcra Müdürlüğünün 2006/10878 ve 2006/11675 Esas sayılı dosyalarda başlatılan takiplerden dolayı mahkemece, davacıya icra takiplerine konu borcun ödenmesi için süre verilmesinin gerekip gerekmediği, mahkemece Özel Dairenin bozma kararında değinilen hususların bozmadan önce yerine getirilip getirilmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

24. Uyuşmazlığın çözümü bakımından yasada öngörülen süreler ile bunların yargılamaya etkisine ilişkin düzenlemeler ve yargısal uygulamanın irdelenmesi gerekmektedir.

25. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için konulmuş süreler ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır.

26. Mahkemeler için konulmuş olan süreler hak düşürücü nitelikte değildir. Mahkemelerin süresinden sonra yapmış oldukları işlemler de (örneğin, mahkemenin vermiş oldukları kararlar da (HMK md. 294/4) geçerlidir (Baki Kuru/Burak Aydın, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, s. 614, ... 2020).

27. Diğer bir anlatımla hâkim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur.

28. Süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının ve diğer dava ile işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve öngörülebilir bir sürede yürütülmesi suretiyle adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.

29. Sürelerin önemli bir kısmı ise taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur (Kuru/Aydın, s. 612). Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:

30. Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir (Cevap süresi, temyiz süresi gibi). Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanunî süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece resen gözetilir. Başka bir ifadeyle, kanunî süreler hak düşürücü niteliktedir (Kuru/Aydın, s. 613).

31. Hâkimin tespit ettiği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hâkim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nın 90/2 nci maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir [HMK md. 94/2; mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) md.163].

32. Yukarıda da belirtildiği üzere ilke olarak hâkimin verdiği süre kesin değildir. Kesinlik için şu iki durumdan birinin varlığı zorunludur:

İlk hâlde, hâkimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hâkimin verdiği ikinci sürenin kesin olması, bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK md. 163, c. 4; HMK 94/2). Bu hâlde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi sonuç değişmez.

İkinci hâlde ise, yasaya göre hâkimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK md. 163/3 c. 3; HMK md. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş olması gerekir.

33. Kesin süreye ilişkin ara kararın verilmesiyle karşı taraf lehine usuli kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hâkimin de bağlı olduğu ve dolayısıyla hâkimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur.

34. Kısaca belirtmek gerekirse; ister kanun, ister hâkim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir.

35. Öte yandan, HUMK’nın 163 üncü maddesi ile HMK’nın 94 üncü maddesi uyarınca mahkemece kesin süreye ilişkin ara kararında; yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve ne miktar ücret yatırılacağının hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, özellikle tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut delillere göre karar verilip, gerektiğinde ret kararı verilebileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.

36. Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, kesin süre tarafların yanında hâkimi de bağlayacağından uyulmaması hâlinde, gereğinin hâkim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir.

37. Bazı hâllerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Buradan hareketle, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

38. Önemle vurgulanmalıdır ki, mahkemelerin gerek maddi hukuka ve gerekse usul hukukuna ilişkin hak düşürücü ara kararlarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması ve sonuçlarının, sıfatı ne olursa olsun ilgilisine bildirilmesi zorunludur.

39. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 18.12.2021 tarihli ve 2017/4-1462 Esas, 2021/104 Karar sayılı kararında da aynı hususlara değinilmiştir.

40. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; asıl ve birleşen davada davacı, davalılardan ... ile imzalanan taşınmaz satış vaadi sözleşmesi uyarınca kendisine teslim edilmesi gereken (10) No.lu dairenin tapusunun devredilmediğini, muvazaalı olarak birleşen davada davalı ...’na devredildiğini ileri sürerek davalı ... adına kayıtlı tapunun iptali ile kendi adına tescilini talep ettiği, davalıların ise davacının sözleşme gereğince daire bedelini eksik ödediğini, davalı ...’na verdiği senet bedellerini ödemediği için hakkında icra takibi başlatıldığını savundukları görülmektedir.

41. Gaziosmanpaşa 4. Noterliği'nin 18.07.2000 tarihli ve 15476 yevmiye No.lu düzenleme şeklindeki taşınmaz mal satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak davalı yüklenici ...'na bırakılan dava konusu (10) No.lu dairenin, Gaziosmanpaşa 4. Noterliğinin 12.11.2002 tarihli ve 19248 yevmiye sayılı taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi ile 300,00 TL bedelle davacıya temlik edildiği ve satış bedelinin peşin olarak alındığı belirtilmiştir.

42. Davacı ile davalı ... arasında resmî şekilde düzenlenen taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden sonra haricen tanzim edilen sözleşme kapsamında taşınmazın satış bedelinin 36.000,00 TL olarak kararlaştırıldığı, bu bedelin bir kısmının asıl ve birleşen davada davacı tarafından nakden ödendiği, kalan kısım için de davalı ... adına 8.900,00 TL tutarında senet düzenlendiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

43. Davacı vekili 01.02.2011 tarihli duruşmadaki imzalı beyanında, sözleşme bedelinin 9.500,00 TL'lik kısmının davalıya ödenmediğini belirtmiştir. Sözleşmede kararlaştırılan tutara karşılık verilen senet bedellerinin ödenmemesi üzerine senetleri elinde bulunduran birleşen davada davalı ... tarafından davacı ve davalı ... aleyhine ödenmeyen senetler nedeniyle Gaziosmanpaşa 1. İcra Müdürlüğünün 2006/10878 Esas ve 2006/11675 Esas sayılı dosyalar ile icra takibi başlatılmıştır.

44. Mahkemece davanın reddine dair verilen 22.11.2013 tarihli ve 2012/373 Esas, 2013/1369 Karar sayılı karar, asıl ve birleşen davada davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 21.01.2015 tarihli ve 2014/8386 Esas, 2015/649 Karar sayılı kararı ile davacı tarafa icra takiplerine konu borcun ödenmesi için süre verilmesi ve ödendiği takdirde davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.

45. Mahkeme tarafından, Özel Dairenin bozma kararından önce 01.02.2011 tarihli duruşmada, davacı vekiline icra takiplerine konu borcun ödenmesi için kesin süre verildiği ve bozmada belirtilen hususların öncesinde yerine getirildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

46. Mahkemenin direnme kararının gerekçesinde yer alan 01.02.2011 tarihli duruşma zaptı incelendiğinde, bir No.lu ara kararda; “Davacı vekiline Gaziosmanpaşa 1. Icra Müdürlüğünün 2006/10878, 2006/11675 takip sayılı dosyaları üzerinden davacı aleyhine yapılan takip nedeni ile takibe konu borcun ödenmesi yönünde süre verilmesine, ödemeye ilişkin belgeyi sunmak üzere önümüzdeki oturuma kadar süre verilmesine (kesin sürenin sonuçları hakkında gerekli uyarı yapıldı)” şeklinde davacı vekiline kesin süre verildiği görülmekte ise de, az yukarıda bahsedildiği gibi taraflara verilen kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut delillere göre karar verilip, gerektiğinde ret kararı verilebileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerekmektedir.

47. Bu kapsamda mahkemece HUMK’nın yürürlükte olduğu dönemde davacı vekiline verilen kesin sürede, kesin süreye uyulmaması hâlinde hukuki sonuçlarının açıkça anlatılarak tutanağa geçirilmediği, davacı vekiline verilen kesin sürenin HUMK’nın 163 üncü maddesi ile yargısal uygulamada öngörülen şartları taşımadığı dikkate alındığında verilen bu sürenin sonuç doğurmayacağı, diğer bir ifade ile hakkı düşürücü bir süre olarak kabul edilemeyeceği anlaşılmaktadır.

48. O hâlde mahkemece HMK’nın 94 üncü maddesinde belirtildiği gibi usulüne uygun olarak davacı tarafa kesin süre verilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, usulüne uygun olmayan kesin süreye dayalı olarak davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

49. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, mahkemece 01.02.2011 tarihli duruşmada davacı vekiline icra takiplerine konu borcun ödenmesi yönünde usulüne uygun olarak kesin süre verildiği, ancak verilen kesin süre içerisinde icra takiplerine konu borcun ödenmemesi nedeniyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmesinin yerinde olduğu, açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ile, davacı aleyhine ödenmeyen senetler nedeniyle icra takipleri başlatıldığından, mahkemece davacıya icra takiplerine konu borcun ödenmesi için süre verilmesi ve ödendiği takdirde davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği, açıklanan nedenlerle direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen gerekçe ve nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

50. Hâl böyle olunca, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmelidir.

KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Asıl ve birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,

Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,17.05.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.