Logo

Hukuk Genel Kurulu2021/847 E. 2022/360 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Boşanma davasında, bölge adliye mahkemesince takdir edilen yoksulluk nafakasının miktarının azlığı nedeniyle Yargıtay tarafından bozulan karar üzerine direnme kararı verilmesinin hukuka uygunluğu.

Gerekçe ve Sonuç: Bölge adliye mahkemesinin, yoksulluk nafakasının miktarının belirlenmesinde hâkime tanınan takdir yetkisinin hukukî denetime tabi olduğunu göz ardı ederek ve Yargıtay'ın, nafakayı az bularak verdiği bozma kararına direnmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, direnme kararı bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi

1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 25.05.2005 tarihinde evlendiklerini, ortak çocuklarının bulunmadığını, davalının evlilik birliğinin kendisine yüklemiş olduğu asgari sorumlulukları dahi yerine getirmediğini, maddi-manevi eşine destek olmadığını, bağımsız konut temin etmediğini, davalının yurt dışında çalıştığını, eşini götürmediğini, bu yönde sürekli davacıyı oyaladığını, yalan söylediğini, davacıya hakaret ve tehdit ettiğini, ilk evliliğinden olan oğluna ve ailesine bağırıp çağırdığını, aşağılayıcı sözler söylediğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına, davacı yararına 1.500TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 60.000TL maddi, 50.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, tarafların görücü usulü tanıştığını, yurtdışında birlikte yaşamaya karar vererek evlendiklerini, ancak davacının resmî yoldan Almanya'ya davet edilmiş olmasına rağmen çocuğunu bahane ederek bu daveti kabul etmediğini, yapılan resmî davete karşı çocuğuna da vize verilmesini şart koştuğunu, bu durumda davetin olumsuz sonuçlandığını, müvekkilinin gerek Türkiye'deki ve gerekse Almanya'daki tüm hazırlığını eşini yanına alacak şekilde ayarlamasına rağmen davacının davalı ile birlikte yaşamaktan kaçındığını, davalının şeker hastası ve bakıma muhtaç olduğunu, ekonomik durumunun iyi olmadığını, buna rağmen eşine her ay düzenli para gönderdiğini, iki tane kredi kartı verdiğini, davanın tazminat ve nafaka almak amacıyla açıldığını, davacının sosyal ağlar üzerinden birçok kişi ile arkadaşlık ilişkisi içine girdiğini, kendisini bekâr olarak tanıttığını, hiçbir zaman eşine ilgi ve destek göstermediğini, bu nedenlerle davalının da boşanmak istediğini, ancak evlilik birliğinin sarsılmasında kusurlu olan davacının maddi taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Körfez Aile Mahkemesinin 06.06.2017 tarihli ve 2015/262 E., 2017/263 K. sayılı kararı ile; 2005 yılında evlenen tarafların evlendiklerinden beri ortak bir eve sahip olmadıkları, evlilik süresi boyunca davalının yurt dışında davacının ise Türkiye'de ailesi ile birlikte yaşadığı, erkeğin kısa süreli olarak eşinin yanına gelip tekrar yurt dışına döndüğü, Türkiye'de bir arada oldukları zamanlarda da erkeğin eşini Almanya'ya götürmek istememesinden dolayı tartıştıkları, davalının davacının ilk eşinden olma çocuğunu istemediği, davacının ailesine yönelik olarak da “sizlere ben bakıyorum” şeklinde küçümseyici söylemlerde bulunduğu, eşine Türkiye'de evlilik birliğini devam ettirecek nitelikte bağımsız konut temin etmediği gibi emekli olmasına rağmen yurt dışında yaşamaya devam ettiği, Türkiye'ye eşinin yanına dönmediği, her ne kadar davalı tanıklarınca “davacının kendisinin yurt dışına gitmek istemediği” yönünde beyanda bulunulmuş ise de davacı tanıklarının “tarafların davalının davacıyı yurt dışına aldırmadığı için sürekli tartıştıkları” tartıştıkları yönündeki beyanlarının hayatın olağan akışına daha uygun olduğu, dolayısıyla boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin tam kadının ise kusursuz olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, kadın yararına 300TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 10.000TL maddi ve 15.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf isteminde bulunulmuştur.

8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 12.11.2019 tarihli ve 2018/335 E., 2019/1770 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesince tespit edilen kusur belirlemesinin hatalı olduğu, gerçekleşen olaylara göre evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında tarafların eşit kusurlu olduğu, hâl böyle olunca kadın yararına maddi-manevi tazminat koşullarının oluşmadığı, boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek olan kadın yararına yoksulluk nafakası verilmesinin doğru olduğu ne var ki tarafların çok kısa süre evli kalmaları ve ortak çocuklarının bulunmadığı gözetilerek nafakanın süresiz olarak verilmesinin doğru bulunmadığı gerekçesiyle erkeğin istinaf taleplerinin kabulüne, davacının tazminat taleplerinin reddi ile yararına TMK'nın 176/1. maddesi uyarınca aylık 300TL olmak üzere dört yıllık toplam 14.400TL toplu yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. Bölge adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 03.11.2020 tarihli ve 2020/3609 E. ve 2020/5280 K. sayılı kararı ile;

“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre davacı kadın yararına takdir edilen toplu yoksulluk nafakası azdır. Mahkemece, Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun miktarda nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir,..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 11.03.2021 tarihli ve 2020/1376 E., 2021/385 K. sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile benimsenen istinaf kanun yolu incelemesi sonrasında artık Yargıtay’ın tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olduğu, temyiz incelemesinde maddi vakıa ve delil değerlendirilmesine girilemeyeceği, sadece hukukî denetim yapılması gerektiği, HMK’nın 371. maddesi ile temyiz incelemesinin kapsamının belirlendiği, bozma sebebi nispi nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerektiği, nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde bunların bozma sebebi sayılabilmesi için ayrıca hüküm sonucunu etkilemiş olmaları gerektiği, buna karşılık dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi hâllerinin ise mutlak bozma sebebi olduğu, somut olaya gelindiğinde ise Yargıtayca temyiz incelemesi sonucunda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 175. maddesine göre yoksulluk nafakası koşullarının oluşup oluşmadığına ilişkin hukukî denetimin yapıldığı, buna göre davacı yararına yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmesinin doğru olduğunun Yargıtayın hukukî denetiminden geçtiği, bunun ötesinde tarafların evlilik süresi dikkate alınarak takdir edilen nafakanın miktarına yönelik bozma yapılamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bölge adliye mahkemelerince takdir edilen yoksulluk nafakasının miktarına ilişkin temyiz talepleri hakkında, Yargıtayca yapılacak incelemenin; niteliği ve tazminat miktarları yönünden Yargıtayın temyiz olunan kararı bozup bozamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

15. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.

16. Kural olarak, HMK’nın 361. maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362. maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.

17. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamı HMK’nın 369. maddesinin 1. fıkrasında; “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.

18. “Bozma sebepleri” HMK’nın 371. maddesinde;

“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar,

a) Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.

b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.

c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.

ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin bulunması” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.” şeklindeki hüküm ile düzenleme altına alınmıştır.

19. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması” bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (HMK m. 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu re'sen uygular (HMK m. 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Kuru, Baki; İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, s. 706, 707, 708 vd).

20. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. HMK’nın 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. HMK’nın 25. maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. HMK’nın 187. maddesine göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Aynı Kanun’un 189/4 maddesine göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda HMK’nın 371/c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.

21. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukukî denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın re'sen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyada ki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delilin gözden kaçırılarak karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukukî sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir. Bu kapsamda Yargıtay taraflar lehine veya aleyhine hükmedilen tazminatların miktarlarını da hukukun uygulanmasında hata olduğundan denetlemekte HMK’nın 371 maddesi birinci fıkranın a bendi gereği kanundan kaynaklanan nedenle yükümlüdür.

22. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde içtihat birlikteliğini temin edecek şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.

23. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukukî niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tabidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukukî nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukukî sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukukî sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukîlik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.

24. Yukarıda anlatılanlarla birlikte somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; eldeki davada, tarafların boşanması sonucu ilk derece mahkemesince kadın eş yararına 300TL yoksulluk nafakası ile 10.000TL maddi, 15.000TL manevi tazminata hükmedildiği, bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada eşlerin boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu oldukları gerekçesi ile kadın eş yararına tazminat şartlarının oluşmadığı gibi yoksulluk nafakasının süresiz olarak verilmesinin de doğru bulunmadığı gerekçesiyle kadın yararına TMK'nın 176/1. maddesi uyarınca aylık 300TL olmak üzere dört yıllık toplam 14.400TL toplu yoksulluk nafakası ödenmesine karar verildiği, Özel Dairece nafakanın niteliği, tarafların tespit edilen ekonomik-sosyal durumları ve günün ekonomik koşullarına göre TMK’nın 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen yoksulluk nafakasının az olduğu gerekçesi ile kararın bozulduğu anlaşılmıştır. Bölge adliye mahkemesi ise, Yargıtayın temyiz incelemesinde sadece hukukî denetim yapacağı, maddi vakıa ve delil değerlendirmesi yapma hakkı bulunmadığı gerekçesiyle direnmiştir.

25. Boşanma nedeni ile oluşan yoksulluk nafakası TMK’nın 175. maddesinde “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Kanun 176. maddesi ile de maddî tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebileceğini hüküm altına almıştır. Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden, kadın yararına TMK’nın 175. maddesi koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır. Hâkim, TMK’nın 4. maddesi, TBK’nın 50 ve 51. maddeleri gereği tarafların ekonomik ve sosyal durumları ve hakkaniyet gereği uygun bir nafakaya hükmetme yetkisine sahiptir. Burada hâkime tanınan takdir hakkının maddi hukuktan kaynaklanan ve hukukî sonuca yönelik olarak kullanılan bir hukuka uygunluk sorunu olduğu tartışmasızdır.

26. Belirtilen bu nedenlerle bölge adliye mahkemesi maddi vakıa ve delilleri doğru belirlemesine rağmen bunlarla varılacak hukukî sonucu yanlış değerlendirmiş bir başka ifade ile hata yapmıştır. Özel Dairenin bu hususu belirten bozma kararı ise Yargıtayın denetimi kapsamında ve yerinde bir sonuçtur.

27. O hâlde, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 22.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.