Logo

Hukuk Genel Kurulu2022/1209 E. 2023/851 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: İlk Derece Mahkemesi kararının miktar itibariyle kesin olup olmadığı ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun ek 6. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı hususu.

Gerekçe ve Sonuç: 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun ek 6. maddesinin, dava konusu taşınmazların değerinden ziyade hakların tespiti ile ilgili olan kadastro ihtilaflarında, adil yargılanma hakkı ve hukuki güvenlik gereği, yürürlük tarihinden önce verilmiş olsa dahi kesin nitelikteki kararlara uygulanabileceği ve bu kararlara karşı istinaf yolunun açık olduğu gözetilerek, direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2022/898 E., 2022/1128 K.

KARAR : İstinaf dilekçesinin reddine

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12.01.2022 tarihli ve

2021/7835 Esas, 2022/226 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf dilekçesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 341/2 ve 352/1 inci maddeleri gereğince reddine karar verilmiştir.

Bu karara karşı davalı ... vekilinin temyiz başvurusunun da İlk Derece Mahkemesinin 08.01.2018 tarihli ek kararı ile reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı ile İlk Derece Mahkemesinin ek kararının davalı ... tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince verilen ek karar bozularak kaldırılmış, Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; Gümüşhane ili, ... ilçesi, ... Köyü kadastro çalışmaları sırasında köy içi mevkiinde bulunan 125 ada 8 parsel sayılı taşınmaz ile yine köy içi mevkinde bulunan 125 ada 6 parsel sayılı taşınmazın davalılardan ... ve ... adına, yine aynı mevkide bulunan 125 ada 26 parsel sayılı taşınmazın ise davalı ... adına tespit edildiğini, anılan tespitlerin haksız ve yersiz olduğunu, keza taşınmazların mülkiyetinin büyük bölümünün annesi ... ...’tan miras yoluyla geldiğini, bir kısmının ise babası tarafından köy senedi ile satın alındığını, 03.02.1959 tarihli senet ile babasının dava dışı ... Polat’dan satın aldığını, annesi adına da ... Tapu Sicili’nin ... Köyü 48 cilt, 42 sahife, 12 sıra sayılı ve 10.08.1953 tarihli tapu kaydının bulunduğunu ileri sürerek davalılar adına yapılan tespitlerin iptali ile dava konusu taşınmazların tamamının kendi adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

1. Davalı ... ve ... vekili; davanın yasal sürede açılmadığını, dava dışı ... ...’ın resmî olarak davacının annesi olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

2. Davalı ...; ilk aşamada davanın reddini savunmuş, ancak 21.08.2017 tarihli beyan dilekçesiyle davayı kabul etmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 26.09.2017 tarihli ve 2015/20 Esas, 2017/16 Karar sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazların davacıya babası ... ... ve annesi ... ...'tan kaldığı, taşınmazları sürekli olarak davacı ve çocuklarının kullandığı, davalıların bu taşınmazları hiç bir zaman kullanmadıkları, davacının dayandığı 48 cilt, 42 sahife, 12 sıra sayılı ve 10.08.1953 tarihli tapu senedi ve 25.11.1958 tarihli satış senedindeki sınırların dava konusu taşınmazları kapsadığı hususunun keşif, bilirkişi raporları, mahalli ve tespit bilirkişileri ile tanık beyanlarıyla anlaşıldığı, davacının annesinin adı nüfus kayıtlarında her ne kadar ... ... olarak görünmüyor olsa da mahalli bilirkişi, tespit bilirkişisi ve tanık beyanları ile davacının ... ...'ın oğlu olduğu ve dava konusu taşınmazların bir kısmının miras yoluyla davacıya annesinden kaldığı, ayrıca davalılardan ...’nın 21.08.2017 havale tarihli dilekçesiyle bu durumu kabul ettiği, diğer davalıların yazılı beyanlarında da ... ...'ın davacının babası ile evlendiğini belirttiği, aksi yönde herhangi bir delilin bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, Gümüşhane ili ... ilçesi ... Köyü 125 ada 6, 8 ve 26 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

1. Bölge Adliye Mahkemesi 25.12.2017 tarihli ve 2017/218 Esas, 2017/229 Karar sayılı kararı ile; dava dilekçesinde dava değerinin 2.000,00 TL gösterildiği, davalı tarafça gösterilen değere itiraz edilmediği, yargılama aşamasında bunun aksine bir değer tespiti de yapılmadığı, dava konusu 125 ada 6, 8 ve 26 parsel sayılı taşınmazların sırasıyla kadastro tespit tutanaklarında harca esas değerinin 1.104,08 TL, 862,20 TL ve 768,55 TL olarak belirlendiği, istinaf kanun yoluna başvuran davalı ...'nın 125 ada 6 parsel sayılı taşınmazda 1/2, 125 ada 8 parsel sayılı taşınmazda ise 1/6 hissesinin bulunduğu, dava konusu 125 ada 26 parsel sayılı taşınmazda hissesinin bulunmadığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 341/2 nci maddesine göre İlk Derece Mahkemelerince verilen, miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararların kesin olduğu, İlk Derece Mahkemesinin karar tarihi itibariyle kesinlik sınırının 3.110,00 TL olduğu, dava konusu taşınmaz ve dava değerinin 6100 sayılı Kanun’un 341/2 nci maddesi gereğince karar tarihi itibariyle kesinlik sınırı kapsamında kaldığı, ancak İlk Derece Mahkemesince 6100 sayılı Kanun’un 346 ncı maddesi gereğince bu hususta bir karar verilmeden dosyanın istinaf incelemesi için gönderildiği, davalı ... vekili tarafından kesin nitelikteki karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulduğu gerekçesiyle davalı ... vekilinin istinaf dilekçesinin 6100 sayılı Kanun’un 341/2 ve 352/1 inci maddeleri gereğince reddine karar verilmiştir.

2. Bölge Adliye Mahkemesi Kararı, davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiş, ancak İlk Derece Mahkemesince verilen 08.01.2018 tarihli ek karar ile anılan davanın istinaf dilekçesinin Bölge Adliye Mahkemesince kesin olarak reddine karar verilmiş olması nedeniyle davalı ... vekilinin temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına ve İlk Derece Mahkemesinin 08.01.2018 tarihli ek kararına karşı süresi içinde davalı ... vekilince temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; "...Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir.

Anayasa'nın 36. maddesinin 1. fıkrası uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmıştır. Buna göre, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.

28.07.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53.maddesi, 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesi ile "Kadastro Mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar ve değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir." hükmü getirilmiştir. Kanun maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere, bu madde ile söz konusu davaların miktar veya değerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna tabi olup olmadığıyla ilgili uygulamada oluşan tereddütlerin giderilmesi amaçlanmıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuk güvenliği ile hukuki belirlilik ilkesi, 28.07.2020 tarihli ve Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesi karşısında, tereddüte yol açan usul kurallarının hakkaniyete halel getirecek kadar aşırı şekilci olarak uygulanmaması ve adalet duygusunun rencide edilmemesi gerektiği de gözetildiğinde, Gümüşhane Kadastro Mahkemesi’nin 26.09.2017 tarihli ve 2015/20 Esas, 2017/16 Karar sayılı kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulabileceği kabul edilmelidir..." gerekçesiyle davalı ... vekilinin temyiz itirazının kabulü ile İlk Derece Mahkemesinin ek kararının kaldırılmasına, Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi uyarınca bozulmasına, aynı Kanun'un 373 üncü maddesi uyarınca istinaf incelemesi yapılması için dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmek üzere İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki gerekçeye ilaveten; Bölge Adliye Mahkemelerinin 20.07.2016 tarihinde faaliyete geçmesi sonrasında yasa yollarına başvurularda dava konusunun malvarlığına ilişkin olması durumunda dava konusu miktarın karar tarihi itibariyle belirli bir parasal sınırın üzerinde olması gerektiği, bu kapsamda 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinde İlk Derece Mahkeme kararlarında kesinlik sınırının belirlendiği, bu sınırın altında kalan davalarda verilen kararların kesin olduğu, bu kararların sonradan çıkarılan kanun ile kanun yollarına tâbi hâle gelmesinin usul hukuku kapsamında tartışılması gerekmekle bu tartışmanın kanunların geriye yürümezliği ilkesi ve kazanılmış hakların korunması ilkesi ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği, kanunların geriye yürümezliği ilkesinin hukuki güvenlikle alakalı olduğu, ayrıca geçmişe etkili olmamanın aynı zamanda kazanılmış haklara saygı ilkesinin de gereği olduğu, usul hukukunda ise derhâl uygulama ilkesinin geçerli olduğu, ancak tamamlanan usul işlemleri için yeni kanun hükümlerinin uygulanamayacağı, bu hususun 6100 sayılı Kanun’un 448/1 inci maddesinde de düzenlendiği, somut olayda kadastro komisyonunca tespit tutanaklarında dava harcı ve yargılama giderine ilişkin olarak 125 ada 6 parsel sayılı taşınmazın emlak vergi değerinin 1.104,06 TL, 125 ada 8 parsel sayılı taşınmazın 862,20 TL ve 125 ada 26 parsel sayılı taşınmazın 768,55 TL olarak belirlendiği, İlk Derece Mahkemesince 26.09.2017 tarihinde istinaf yasa yolu açık olmak üzere hüküm kurulmuş ise de verilen kararın hüküm tarihi itibariyle kabul edilen istinaf kanun yolu parasal sınırının (3.110,00 TL) altında kaldığı, yerel mahkemece verilen ek kararın temyiz incelemesi esnasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na (3402 sayılı Kanun) 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile (7251 sayılı Kanun) ek 6 ncı maddenin eklendiği, bu hükmün 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe girdiği, bu düzenleme ile 6100 sayılı Kanun’un 341 inci ve 362 nci maddelerindeki kesinlik sınırına istisna getirildiği, usule ilişkin bu hükmün geçmişe etkili olacağına dair bir düzenlemenin mevcut olmadığı, İlk Derece Mahkemesince verilen karar tarihi itibariyle temyiz edilebilirlik sınırına dair 3402 sayılı Kanun’un ek 6 ncı maddesinin yürürlükte olmadığı, bu sebeple tamamlanmış işlemlere uygulanamayacak olup derdest davalara uygulanabileceği, İlk Derece Mahkemesince verilen karar tarihi itibariyle 6100 sayılı Kanun’da belirlenen parasal sınırın altında bulunan gayrimenkulün aynını etkileyecek malvarlığına ilişkin eldeki davada İlk Derece Mahkemesi kararının kesin olduğu, verildiği anda kesin nitelikteki kararlara karşı kanun yoluna başvurulmuş olması hâlinin davanın derdest olduğu anlamına gelmediği, aksinin kabulü hâlinde lehine hüküm kurulan taraf yönünden kanunların geriye yürümezliği ilkesi ve kazanılmış hakların korunması ilkesinin ihlali ile hukuk güvenliğinin ortadan kalkacağı, bu nedenle 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmünün verildiği anda kesin nitelikteki kararlara uygulanma imkânının bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı ... vekili; istinaf mahkemesinin açık kanun hükmüne aykırı karar verdiğini, karara karşı kanun yollarının açık olduğunu, dava konusu taşınmazların arsa vasfında olduğunu, keşif sonrası bilirkişi raporunda inşaat bilirkişisinin yer almadığını, ziraat bilirkişisince hazırlanan raporun hükme esas alınamayacağını, istinaf mahkemesince de bu hususun incelenmediğini, davacının annesinin ... olduğunu, annesinin ... olduğuna dair iddia ile açtığı davanın reddedildiğini, bu kararın kesinleştiğini, dolayısıyla davacının annesinin ... olduğuna dair kabule dayalı şekilde karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, bu anlamda davacının aktif dava ehliyetinin bulunmadığını belirterek direnme kararının bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; İlk Derece Mahkemesince verilen karara karşı davalı ... vekilinin istinaf dilekçesinin, Bölge Adliye Mahkemesince 6100 sayılı Kanun’un 341/2 nci ve 352/1 inci maddeleri kapsamında reddine karar verilmesini müteakip 22.07.2021 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 6 hükmünün yürürlüğe girmiş olması karşısında, bu hükmün somut olaya uygulanıp uygulanamayacağı, buradan varılacak sonuca göre İlk Derece Mahkemesince verilen kararın miktar itibariyle kesin hüküm niteliğini haiz olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 13 ve 36 ncı maddeleri,

2. 6100 sayılı Kanun'un 341 ve 448 inci maddeleri ile ek madde 1 hükmü,

3. 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi,

4. 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmü,

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

2. Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş olup anılan maddede düzenlenen hak arama özgürlüğü, yargılama usulüne ilişkin güvencelerle hakkaniyete uygun yargılama yapılmasını hedefleyen ve demokratik toplumda vazgeçilmez nitelikte olan adil yargılanma hakkını da kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir.

3. Hak arama, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ve insan onuru kavramıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle demokratik hukuk düzenlerinde hakların korunmasını ve hak ihlallerinin giderilmesini temin edebilecek hukuki yollar öngörülmüştür. Nitekim Anayasa Mahkemesi de kararlarında hak arama özgürlüğünün hukuk devletinin başlıca ölçütü ve demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biri olduğunu ifade etmiştir (AYM 19.09.1991 tarih ve 1991/2 Esas, 1991/30 Karar; 25.11.2015 tarih ve 2014/86 Esas, 2015/109 Karar, 01.10.2020 tarih ve 2020/21 Esas, 2020/53 Karar). Bu doğrultuda Anayasanın 40 ıncı maddesinde hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.

4. Anayasanın 36 ncı maddesinde güvence altına alınan yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğü, hakların korunmasını amaç edinen vazgeçilmez meşru yöntemlerin başında gelmektedir. Anayasadaki temel hakların korunmasında önemli bir teminat olan yargısal hak arama yolu, hakların korunmasında en etkili ve güvenceli yoldur. Hak arama özgürlüğünün kapsamının belirlenmesinde adalet ve hukuk devleti gibi temel anayasal ilkelerin de gözönünde bulundurulması gerekir. Bu doğrultuda hak arama özgürlüğünün amacının hak ihlalinin önlenerek kişiye hakkının teslim ve adaletin tesis edilmesi olduğu söylenebilir. Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, kanunun açıkça hatalı veya keyfi uygulanmasına ilişkin istisnalar dışında yargılama sonucunda verilen hükmün adil olup olmadığı veya hukuki açıdan isabetli olup olmadığı hususlarını içermemektedir. Bu itibarla adil yargılanma hakkının davanın taraflarına sağladığı tüm usul güvencelerine uyulmuş olsa bile yargılama sonucunda verilen hükmün hatalı olması mümkündür. Diğer bir ifadeyle adil yargılanma hakkının güvencelerine riayet edilmiş olsa da hâkimin gerek maddi vakıaların değerlendirilmesinde gerekse hukuk kurallarının uygulanmasında yanılgıya düşmesi ve buna bağlı olarak hukuka aykırı hüküm vermesi söz konusu olabilmektedir. Böyle kararlara ilgililerin veya toplumun katlanmasını istemek adalete olan güveni sarsar ve hukuk devletini zedeler. Bu nedenle hak arama özgürlüğünden yararlanılabilmesi bakımından adil ve isabetli olmadığı düşünülen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından denetlenmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasa açısından bu gereklilik, özel olarak düzenlenen hak arama özgürlüğünün kapsamı ve mahiyetinden kaynaklanmaktadır (AYM 27.12.2018 tarih ve 2018/71 Esas, 2018/118 Karar).

5. Anayasanın 154 ve 155 inci maddelerinin de mahkeme kararlarının kural olarak denetlenmesi gerektiği düşüncesiyle düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anayasanın 36, 154 ve 155 inci maddeleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasanın mahkemelerce verilen hükmün bir başka yargı mercii tarafından denetlenmesini talep etme hakkını yargılamanın konusuna göre herhangi bir kısıtlamaya tâbi olmaksızın Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü kapsamında güvenceye kavuşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, konusu bir suç isnadına dayanan ya da medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan tüm yargılamalar için geçerlidir.

6. Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü kapsamındaki hükmün denetlenmesini talep etme hakkı, kişinin aleyhine verilen bir hükmün başka bir yargı mercii tarafından gözden geçirilmesini ve denetlenmesini isteyebilmesini teminat altına almaktadır. Bununla birlikte hükmün denetlenmesini talep etme hakkının tabiatı itibariyle devletin kanuni düzenleme yapmasını gerektirdiği açıktır. Kişilerin ne şekilde bu haktan yararlanacakları ve bu hakkın temini bakımından nasıl bir sistemin kurulacağı hususunda kanun koyucunun geniş takdir yetkisi bulunmaktadır.

7. Hükmün denetlenmesini talep etme hakkına ilişkin kanuni düzenlemelerde bu denetimin sadece hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığı hususuyla mı sınırlı olacağı yoksa bunun yanında maddi olguların değerlendirilmesini de mi kapsayacağı hususu kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Bu bağlamda mahkeme hükmünün denetiminin maddi olguların değerlendirilmesini de kapsaması gerektiğine dair bir anayasal zorunluluk bulunmamaktadır. Denetimi yapacak yargı mercinin hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığına yönelik bir denetim yapma yetkisi ile donatılması, hükmün denetlenmesini talep etme hakkının sağlanmasına ilişkin anayasal yükümlülüğün yerine getirilmesi bakımından yeterli görülebilir.

8. Bunun yanında hükmün denetlenmesini talep etme hakkının niteliği dikkate alındığında bu hakkın mutlak bir hak olarak kabulü mümkün değildir. Dolayısıyla bu hak kanun koyucu tarafından bazı sınırlamalara tâbi tutulabilir. Ancak bu sınırlandırmaların Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen ölçütlere uygun olarak yapılması gerekir. Nitekim aynı esaslar Anayasa Mahkemesinin 24.02.2022 tarihli ve 2021/34 Esas, 2022/21 Karar sayılı kararında da benimsenmiştir.

9. Adil yargılanma hakkı çerçevesinde adli yargı sistemi içerisinde görülen hukuk davalarında hükmün denetlenmesini talep hakkının kullanımına dair düzenleme, 6100 sayılı Kanun'da mevcut olup anılan hükümlerde hukuk davalarında kanun yollarına başvuru hakkının hangi koşul ve şekillerde kullanılacağı, bu hakkın temininde nasıl bir yol izleneceği ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

10. Adli yargıda İlk Derece Mahkemelerinin nihai kararlarına karşı kural olarak istinaf yolu öngörülmüştür. 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar düzenlenmiştir. Anılan maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararların kesin olduğu öngörülmüştür. Kuralda belirtilen parasal sınır, anılan Kanun’un ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası gereğince her yıl yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanmaktadır. Buna göre uyuşmazlık konusu İlk Derece Mahkemesince verilen 2017 yılı itibariyle bu sınır 3.110,00 TL olup 2017 yılı itibariyle bu miktarın altındaki değerde mal varlığına ilişkin davalarda verilen kararlar kesin niteliktedir.

11. Öte yandan 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun'a eklenen ek madde 6 hükmüne göre; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir.

12. Anılan maddenin gerekçesinde; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararların miktar veya değerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna tabi olup olmadığıyla ilgili uygulamada tereddütlerin bulunduğu belirtilerek bu tereddütlerin giderilmesi amacıyla bu davalarda verilen kararların miktar veya değeri dikkate alınmaksızın istinaf veya temyiz incelemesine açık olduğunun hükme bağlandığı belirtilmiştir.

13. Gerçekten 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesi, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndan (1086 sayılı Kanun) farklı olarak tüm malvarlığı davalarında istinaf sınırı olarak belirli bir miktarı öngörmüş olup bu hususta hukuk davaları arasında herhangi bir ayrım yapmamış, hükmün kadastro işlemlerinden ... davalarda ne şekilde uygulanacağı konusunda açık bir hüküm ihdas etmemiştir. Hükümdeki bu belirsizlik, 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğü sonrasında uygulamada kadastro işlemlerinden ... davalarda bir takım tereddütlere sebebiyet vermiş, İlk Derece Mahkemeleri bakımından 6100 sayılı Kanun'da belirtilen kesinlik sınırının altındaki kararlara karşı kanun yolunun açık olup olmadığı hususunda 7251 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğe kadar yorum farklılıkları ortaya çıkmıştır. Kadastro işlemleri sonucu ortaya çıkan uyuşmazlıklardan ... davaların bünyesinde barındırdığı bir kısım özellikler, bu yorum farklılıklarının oluşumunda önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

14. Gelinen aşamada; 6100 sayılı Kanun'un 341 inci maddesinin uygulanması sırasında ortaya çıkan tereddütlere vaki etkisi sebebiyle, 3402 sayılı Kanun çerçevesinde kadastro faaliyetinin niteliği ile aynı Kanun'dan kaynaklanan davaların bünyesinde barındırdığı bir kısım özelliklerin üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.

15. Kadastro faaliyeti ile amaçlanan, taşınmaz malların sınırlarının ve hukuki durumlarının belirlenerek tapu sicilinin oluşturulmasıdır. Nitekim 3402 sayılı Kanun'un 1 inci maddesinde bu amaç “Bu Kanunun amacı, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi veya harita üzerinde belirterek hukuki durumlarını tespit etmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun öngördüğü tapu sicilini kurmak, mekansal bilgi sisteminin alt yapısını oluşturmaktır" şeklinde ifade edilmiştir. Bu kapsamda kadastro faaliyetleri ile gerçek hak durumuna uygun şekilde yapılacak tespitlerle taşınmazların hukuki ve fiili durumlarının açık bir biçimde belirlenmesi öngörülmüştür.

16. Tapu sicili, taşınmazlar üzerindeki mevcut hakları göstermek, bunların tesis ve devirlerini sağlamak için tutulan resmî bir sicildir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 997 ve devamı maddelerinde düzenlenen tapu sicili, ana ve yardımcı sicillerden oluşan ve çeşitli defter ile belgeleri kapsayan bir bütündür. Zira, tapu sicilinin en önemli unsuru tapu kütüğü olmakla birlikte tek başına ... kaydının bir taşınmazın geometrik ve hukuki durumunu göstermeye yeterli olduğu söylenemez. Bu anlamda devletin yetkili kıldığı memurlar tarafından tutulan defter, belge ve planlar; taşınmazın malikini, taşınmazı takyit eden sınırlı ayni hakları, konumunu, yüzölçümünü, miktarını, türünü ve şeklini, yine varsa taşınmazla ilgili bazı şahsi haklar ile devir ve temlik hakkı üzerindeki kısıtlamaları da gösterir.

17. Kural olarak taşınmazlar üzerindeki ayni haklar tescille kazanılır (4721 sayılı Kanun md. 705/1). Tescil, tapu kütüğünde ayni hakka ilişkin kaydı ifade eden teknik bir terimdir. Tapu sicilinin taşınmazlar üzerindeki ayni hakları gösterebilmesi için öncelikle taşınmazın tapu siciline kaydı gerekmektedir. Çünkü 4721 sayılı Kanun'un 1000/1 inci maddesinde, her taşınmaza kütükte bir sayfa açılacağı belirtilerek, tapu sicilinin oluşturulmasında "ayni sistem" adı verilen sistem kabul edilmiştir. Bu sistemi kadastrosu yapılmamış yerlerde uygulama imkânı bulunmadığından ülke topraklarının kadastrosunun sağlıklı bir şekilde yapılması, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların çap kaydının oluşturularak tapulanması yüksek seviyede önem arz eden bir husustur.

18. Bu çerçevede kadastro işlemlerinin sağlıklı olarak tamamlanması ve bu işlerden ... uyuşmazlıkların gerçek durumu gösterir tapu sicili oluşturma gayesine uygun şekilde çözülmesi de "ayni sistemin" doğru ve yararlı bir şekilde faaliyet göstermesi için zorunludur. Belirlenen bu amaç kapsamında kadastro işlemlerinden ... ve 3402 sayılı Kanun'un uygulama alanı bulduğu uyuşmazlıklar ile ilgili yapılacak yargılamalarda 3402 sayılı Kanun'da belirtilen amaç göz önüne alınmalıdır. Nitekim bu amaç çerçevesinde kadastro işlemleriyle ilgili davalarda hâkim, taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalara bakan hâkimlerden farklı olarak bir kısım yetkilere sahiptir. Kadastro işlemlerinden kaynaklanan davalarda hukuk davalarına egemen genel ilkelerden ve usul kurallarında da bir kısım ayrılmalar ve belirli koşullarda yargılamalarda resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu durumlar gözlenmektedir. Kadastro mahkemesinde görülen davalarda belirli koşullarda resen araştırma yetkisinin geçerli olması, şüphesiz 3402 sayılı Kanun'un gerçeğe uygun tapu sicili oluşturulması şeklinde ifade edilebilen amacına uygundur.

19. Kadastro işlemleri ile bu işlemlerden ... davaların yargılaması sırasında uygulanacak kuralların kendine özgü nitelikleri nazara alındığında, ülke toprakları üzerinde gerçekleştirilecek kadastro çalışmaları ile hem taşınmazların sınırlarının tayini hem de bu taşınmazlar üzerindeki hakların doğru bir şekilde tespiti sonrasında tapu sicilinin oluşturulmasında, hak sahibi şahıslar yanında bir ölçüde kamu yararının da mevcut olduğu söylenebilir. Zira 3402 sayılı Kanun'un genel sistematiği içerisinde kadastro çalışmalarının sağlıklı ilerlemesi ve tapu sicilinin gerçeğe uygun olarak tutulması için kadastro komisyonlarına ve mahkemeye tanınan yetkiler ile belirli durumlarla alakalı olarak yargılamalarda resen araştırma ilkesinin uygulanacağının düzenlenmesi, tapu sicilinin doğru tutulmasındaki kamu yararının göz önüne alındığını göstermek bakımından önemlidir.

20. Kadastro işlemlerinden ... davaların belirtilen özellikleri ışığında; kadastro işlemleri sırasında, işleme konu taşınmaz üzerindeki hakkın ihlal edildiği iddiasıyla açılan davalarda, verilen kararın doğru olmadığına dair iddia bakımından denetlenmesini talep etme hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında devreye girer. Aynı zamanda kadastro davalarının hizmet ettiği kamusal yarar göz önüne alındığında; kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalarda verilen kararların üst mahkemelerce denetlenmesi, kadastro işlemlerinin sağlıklı olarak tamamlanıp gerçeğe uygun tapu sicilinin oluşumu yönünden gerekli ve yararlıdır.

21. Ayrıca kadastro işlemlerinden ... davalarda uyuşmazlık, taşınmazın değerinden ziyade taşınmaz üzerindeki hakların ve bu hakların sınırlarının tespiti ile tapu sicilinin gerçek duruma uygun olarak oluşturulmasıyla ilgilidir. Anılan yönüyle bu tür davalar; uyuşmazlık konusunu belirli bir değer yahut miktar olarak esas alan diğer dava türlerinden ayrılmakla dava konusu taşınmazın değerine dair tartışmalar, yargılama sırasında 3402 sayılı Kanun'un sistematiği gereği geri planda yer almaktadır.

22. Bunun yanında bu tür davalarda 3402 sayılı Kanun'un 36/2 nci maddesi gereğince dava harcı, yargılama giderlerinin tespit ve hesaplanmasında ilgili taşınmaz mala ait son beyan dönemi emlak vergisi değerinin esas alınacağı düzenlenmiştir. Aynı maddenin altıncı fıkrası gereğince kadastrosu yapılan yerlerde, emlak vergisi değeri belli olmayan taşınmaz mallara, kadastro ve dava harcı ile yargılama giderlerine esas olmak üzere kadostro komisyonunca kıymet takdir edileceği düzenlenmiştir. Ancak bu hükümler, hâkimin dava konusu taşınmazın değerini serbestçe takdir etme kuralının varlığı karşısında yol gösterici bir mahiyet arz etmekle birlikte belirlenen bu değerlerin mevcut ekonomik koşullarda her zaman gerçeği yansıtmayacağı kabul edilmelidir.

23. Bu nedenle kadastro işlemlerinden ... davalara konu taşınmazın değeri esas alınarak verilen kararların miktar itibariyle kesinliğinin tayini, hakkaniyete uygun olmayan neticelerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu itibarla; 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile yapılan değişiklik öncesinde kadastro işlemlerinden ... davalar ile ilgili olarak 6100 sayılı Kanun'un 341/2 nci maddesinde yer alan istinaf sınırı uygulamasında yorum farklılıklarına dayalı bir kısım tereddütler hasıl olmuş ve bu durumun açıklığa kavuşturulması amacıyla 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmü ihdas edilmiştir.

24. Her ne kadar 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmünün geçmişe etkisi hakkında bir düzenleme bulunmasa da; hükmün gerekçesinden anlaşılacağı üzere madde hükmünde belirtilen davalar yönünden kanun yolu incelemesine dair uygulamada ortaya çıkan tereddütlerin giderilmesi amacının, hükmün zaman bakımından uygulanması sırasında göz önüne alınmasını gerektirmektedir.

25. Bu anlamda adil yargılanma hakkı kapsamında kanun yoluna başvurma hakkının sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerde Anayasanın 13 üncü maddesi gereğince ölçülük ve sınırlama sebeplerine uygunluk mevcut olmalıdır. Zira hükmün denetlenmesini talep etme hakkını sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir. Bu durum Anayasanın 2 nci maddesinde düzenlenen hukuk devletinin bir gereği olup sınırlamayı içeren kanunda bulunması anayasal anlamda gerekli olan tüm nitelikler aynı zamanda hukuki güvenliğin tesisi bakımından elzemdir.

26. Buradan hareketle, 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmünün, düzenlemede belirtilen davaların niteliği göz önüne alındığında yürürlük tarihinden önce derdest olan davalara da uygulanması mümkündür. Zira anılan düzenleme, bir usul kurumu olan kanun yollarına dair hükümler içerse de verilen kararların denetlenmesini talep hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında maddede belirtilen davaların bünyelerinde barındırdığı özellikler sebebiyle verilen kararların denetlenmesi, kamu yararı bakımından da önem arz etmektedir. Bu kapsamda tereddüte yol açan usul kurallarının Anayasada güvence altına alınmış temel haklara, hukuki güvenlik ile hukuki belirlilik ilkelerine aykırı olacak surette aşırı şekilci olarak uygulanması hakkaniyete aykırı durumların ortaya çıkmasına sebebiyet vereceğinden 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmünün zaman bakımından uygulanmasında hem maddede belirtilen davaların nitelikleri hem de adil yargılanma hakkına dair sağlanan güvenceler gözden uzak tutulmamalıdır.

27. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Bölge Adliye Mahkemesince, istinaf dilekçesinin reddine dair karara dayanak olarak dava konusu taşınmazların kadastro tutanaklarındaki değerlerin esas alındığı ve istinaf başvurusunda bulunan davalı ...'nın bu taşınmazlardaki payı nispetinde yapılan hesaplama neticesinde anılan davalı yönünden İlk Derece Mahkemesi kararının kesin olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.

28. Oysa ki yukarıda yapılan açıklamalar ile dava konusu taşınmazların fiziki ve hukuki durumlarının tespit edilerek tapu siciline doğru bir şekilde kaydedilmesindeki kamu yararı dikkate alındığında, taşınmazların parasal değerlerinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Aksinin kabulü, doğru tespit edilip edilmediği denetlenmeyen ve davanın niteliği gereği taraflar arasında esas çekişme konusu olmayan taşınmaz değerleri esas alınarak kararın kanun yolu vasıtasıyla denetlenmesini talep hakkı engellenmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlaline neden olur.

29. Davanın bünyesinde barındırdığı tüm bu özellikler nedeniyle verilen kararın denetlenmesini talep etme hakkının Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında güvence altına alınması, hukuki güvenlik, hukuki belirlilik ve hakkaniyet gereğidir. Nitekim 6100 sayılı Kanun'un 341/2 nci maddesindeki düzenleme ile alakalı kadastro işlemlerinden ... davalarda kesinlik sınırının ne yönden belirleneceğinin açık bir biçimde belirlenmemiş olması sonucu ortaya çıkan bir takım tereddütler, 7251 sayılı Kanun'un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun'a eklenen ek madde 6 hükmü ile ortadan kaldırılmıştır. Bu anlamda 3042 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmü, geçmiş dönemdeki farklı yorumları nihayete erdirip miktar itibariyle kesinlik sınırının kadastro işlemlerinden kaynaklanan davalarda uygulanmayacağını açık bir biçimde düzenlemiştir.

30. Bu itibarla 3402 sayılı ek madde 6 hükmünün, davanın bünyesindeki kendine has özellikleri ile verilecek kararın etki edeceği kamusal menfaat ve 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmünün amacı göz önüne alındığında, adil yargılanma hakkının ve hukuki güvenliğin tesisi için somut olayda uygulanması, maddenin ihdas amacı ile hakkaniyet gereğidir. Dolayısıyla İlk Derece Mahkemesince verilen kararın, temyiz kanun yolu aşamasında yürürlüğe giren 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmü karşısında miktar itibariyle kesin hüküm niteliğini haiz olduğu söylenemeyeceğinden bu karara karşı istinaf kanun yolu açıktır.

31. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; 3402 sayılı Kanun'un ek madde 6 hükmünün geçmişe etkili olarak düzenlenmediği, bu sebeple somut olayda uygulanamayacağı, 6100 sayılı Kanun'un 448 inci maddesi kapsamında İlk Derece Mahkemesince kararın verilmesi ile usul işleminin tamamlandığı, kararın verildiği tarihte miktar itibariyle kesin olduğu, dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulamayacağı, temyiz sınırı bakımından taşınmazlarla ilgili bir ayrımın mevcut olmadığı, kesin olan bir kararın doğuracağı usuli kazanılmış hakkın nazara alınması gerektiği, kanun koyucu tarafından tanınmayan kanun yoluna başvuru hakkının yargı kararlarıyla tanınamayacağı, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

32. Hâl böyle olunca; Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

27.09.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I O Y"

Dava, kadastro tespitine itiraz ile tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Uyuşmazlığa konu ilk derece mahkemesi kararının verildiği tarih itibariyle yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 341 inci maddesinin 7251 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesindeki hâline göre miktar veya değeri 1.500,00 TL’yi geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesin olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 34 üncü maddesi ile yapılan değişiklik sonrası 6100 sayılı Kanun’un 341 inci madde hükmü, bugünkü şeklini almış olup buna göre miktar veya değeri 3.000,00 TL’yi geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. İstinaf sınırına ilişkin bu miktar, 6100 sayılı Kanun’un ek madde 1 hükmü kapsamında uyuşmazlığa konu İlk Derece Mahkemesi kararının verildiği 2017 yılı itibariyle 3.110,00 TL olarak belirlenmiştir.

Yine 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’na (3402 sayılı Kanun) eklenen ek madde 6 hükmü gereğince; kadastro mahkemesinin veya otuz günlük askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Kanun hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir.

3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü, içeriği ve niteliği itibariyle usul hukukuna ilişkin bir kuralı düzenleme altına almaktadır. Her ne kadar 3402 sayılı Kanun’da yapılan bu değişikliğe ilişkin kanun gerekçesinde uygulamadaki tereddütlerin giderilmesinin amaçlandığı ve maddede sayılan davalarda verilen kararların miktar ve değerine bakılmaksızın istinaf ve temyiz kanun yolu incelemesine tâbi olduğu belirtilmiş ise de; hem madde hükmü hem de madde gerekçesinde düzenlemenin yürürlüğü ile alakalı herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.

Buradan hareketle 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü, yürürlüğe girmiş olduğu tarih itibariyle tamamlanmış işlemlere uygulanmamak kaydıyla düzenlemede belirtilen davalara derhâl uygulanacaktır. Zira usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin usul hükümlerinin derhâl yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.

Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhâl uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde ilgili usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığıdır. Hemen belirtilmelidir ki dava, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.

Bir usul işlemi yargılama sırasında yapılmaya başlanıp tamamlandıktan sonra yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar, aksine ilişkin bir düzenleme öngörülmediği takdirde genel olarak hemen etkili olup uygulanırlar.

Yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak 6100 sayılı Kanun’un “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448/1 inci maddesi de “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna veya hükümlere göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır.

Dolayısıyla 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmü de, maddede belirtilen niteliği haiz davalarda tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanacaktır. Buradan hareketle 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün yürürlüğe girdiği tarihten önce, maddede belirlenen uyuşmazlık türleri hakkında verilen hükümler de karar tarihleri itibariyle tamamlanmış bir usul işlemi niteliğini haiz olduklarından ve anılan Kanun’un ek madde 6 hükmünün bir usul kuralı niteliği göz önüne alındığında; 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesi gereğince bu kararlara 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün uygulanması mümkün değildir.

Bu sebeple 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün yürürlük tarihinden önce verilmiş olan ve madde hükmü kapsamındaki malvarlığına ilişkin davalar yönünden verilen kararlara yönelik olarak yapılacak olan istinaf ve temyiz kanun yolu incelemelerinde öncelikle 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi kapsamında miktar itibariyle temyiz ve istinaf kanun yollarına ilişkin sınırların gözetilmesi ve belirlenen miktarlar altında kalan malvarlığına ilişkin uyuşmazlıklar bakımından verilen kararın miktar itibariyle kesin hüküm niteliğinde olduklarının kabulü zorunludur.

Aksinin kabulü hâlinde verildiği tarih itibariyle kesin olan ve davanın tarafları arasındaki uyuşmazlığı kesin olarak nihayete erdiren kesin hükmün sahip olduğu değişmezlik ve dokunulmazlık nitelikleri zedelenir. Zira kesin hükmün taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü ile hukuki durumlarının kati bir şekilde belirlenmesinde sahip olduğu nihai etki, aynı zamanda bir hukuk sisteminin olmazsa olmazı olan hukuki güvenlik ve hukuki öngörülebilirlik ilkelerinin gereğidir. Anılan ilkeler sebebiyle kesin hüküm, çözüme ulaştırdığı uyuşmazlığın kapsamı içerisindeki hususlarla alakalı olarak değişmezlik ve dokunulmazlık sıfatlarını bünyesinde barındırır. Bu nitelikleri sayesinde kesin hükmün kapsamındaki hususlar başka bir davanın inceleme konusu olamayacak şekilde muhafaza edilir.

Dolayısıyla düzenleme şekli itibariyle geçmişe etkili olmayan bir başka deyişle bir geçiş hükmü içermeyen, 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün, yürürlüğe girmesinden önce verilen ve 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi gereği miktar itibariyle kesin olan kararlara uygulanarak kesin hükmün değişmezlik ve dokunulmazlık vasıflarına verilecek zarar, aynı zamanda ve dolayısıyla hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkelerini de zedeleyecektir.

Yapılan bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlık incelendiğinde; 7251 sayılı Kanun ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek madde 6 hükmünün yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihinden önce İlk Derece Mahkemesince 26.09.2017 tarihinde davanın kabulüne karar verildiği, bu karara karşı davalı ... vekilince yapılan istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince 25.12.217 tarihli karar ile istinaf dilekçesinin reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince verilen bu karara karşı davalı ... vekilince gerçekleştirilen temyiz başvurusunun ise İlk Derece Mahkemesince 08.01.2018 tarihli ek karar ile reddine karar verildiği sabittir. Ayrıca işbu dava malvarlığına ilişkin olup istinaf başvurusunda bulunan davalı ... yönünden hüküm altına alınan malvarlığının değeri 659,81 TL'dir.

Bu itibarla İlk Derece Mahkemesince 26.09.2017 tarihinde tesis edilen hüküm tamamlanmış bir usul işlemi olup verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesi kapsamında miktar itibariyle kesin hüküm niteliğini haizdir. Dolayısıyla ve 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesi gereğince; 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren ve düzenlenme şekli itibariyle geçmişe etkili olmayan 3402 sayılı Kanun’un ek madde 6 hükmünün, 26.09.2017 tarihli İlk Derece Mahkemesince tesis edilen kesin hükmüne uygulanamayacağı açıktır. Bu sebeple uyuşmazlık konusu İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı miktar yönünden istinaf kanun yolu kapalıdır.

Tüm bu nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği kanaatiyle direnme kararının Özel Dairenin bozma kararındaki nedenlerle bozulmasına dair değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

"K A R Ş I O Y"

Dava, kadastro tespitine itiraz davasıdır. Bölge Adliye Mahkemesince; dava değerinin 3.110,00 TL olarak gösterildiği, kararların kesin olması nedeniyle istinaf yoluna başvurulamayacağı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 341/2 ve 352 nci maddeleri gereğince reddine karar verilmiş davacı vekilinin bu karara yönelik temyiz talebi de yine dava değeri itibariyle kararın temyizi kabil olmadığı gerekçesiyle ek karar ile reddedilmiş, ek karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Özel Dairece, Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvuru hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen ek 6 ncı maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüte yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasal denetim yolları kullanımını önemli ölçüde etkileyeceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hükmün kesinleşinceye kadar geçirdiği derecatın bir bütün oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı Yasanın ek 6 ncı maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak uygulanacağı belirtilerek istinaf isteminin miktardan red kararının bozulmasına karar verilmişir.

İstinaf mahkemesince, verildiği anda kesin nitelikte olan kararlara karşı kanun yoluna başvurulmasının davayı derdest hâle getirmeyeceği, bu nedenle Kadastro Kanunu’nun ek 6 ncı maddesinin verildiği anda kesin nitelikteki kararlara uygulanma imkânının bulunmadığı, belirtilerek eldeki davada ilk derece mahkemesi kararının verildiği tarih itibariyle kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Olayımızda uygulanması gereken 3402 sayılı Kanunun ek madde 6 “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu hüküm tipik “usul hukuku” hükmüdür. Dolayısıyla yürürlüğe girdiği tarihte tamamlanmamış derdest olan davalarda uygulanabilir.

Öte yandan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2 nci maddesi, “miktar veya değeri bir milyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” hükmü, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihine kadar, geçerlidir.

Anılan düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 tarihi ile Kadastro Kanunu’nun ek 6 ncı maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan ve miktar itibariyle verildiği anda yasa yolu kapalı olan uyuşmazlıklar açısından 3402 sayılı Yasanın ek 6 ncı maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.

Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’nun 427/2 nci maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, HMK’nın geçici 3 üncü maddesinin açık hükmüdür. HMK'nın temyiz sınırı için gayrimenkuller açısından bir ayrım yapmamıştır. 3402 sayılı Kanunu'n ek 6 ncı maddesinin yürürlük tarihi ile ilgili bir hüküm bulunmadığına göre, usul hükmü olan 3402 sayılı Yasanın ek 6 ncı maddesi sadece yürürlüğe girdiği tarihte derdest davalara uygulanmalıdır.

Somut olayda kararın verildiği tarihte istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların kesin olduğundan şüphe yoktur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için istinaf ve temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. HMK'nın 448 inci maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6 ncı maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bir karar, lehine olan taraf açısından “usulü kazanılmış hak” doğuracağından ve usulü kazanılmış hak, kamu düzenini ve hukuki güvenliği ilgilendiren bir hukuki kurum olduğundan resen gözetilmesi gerekir. Öte yandan kanun koyucunun tanımadığı istinaf ve temyiz hakkının yargı kararıyla tanınmasının da mümkün olmadığı kanaatindeyim. Bu nedenlerle direnme hükmünün onanması gerekirken bozulmasına dair Sayın Çoğunluğun kararına muhalifim.