Logo

Hukuk Genel Kurulu2022/21 E. 2023/861 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Mirasbırakanın, torununa satış yoluyla yaptığı taşınmaz devrinin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı muvazaalı bir işlem olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: Mirasbırakanın mal varlığının iyi olması, satış bedeli ile taşınmazların gerçek değeri arasında önemli fark bulunması, satış için makul bir gerekçe olmaması, davalıya bedel ödenmemiş olması ve mirasçıları kapsayan bir paylaştırma yapılmaması gibi hususlar, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak yapıldığına kanaat getirilerek direnme kararı bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2021/754 E., 2021/1007 K.

KARAR : Asıl ve birleşen davaların reddine

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.04.2021 tarihli ve

2020/1253 Esas, 2021/2396 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl ve birleşen davaların kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle asıl dava yönünden kesin olmak üzere, asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararının birleşen davadaki davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı birleşen davadaki davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

1. Davacı ... vekili asıl dava dilekçesinde; müvekkilinin murisi ...’ın 16.09.2017 tarihinde vefat ettiğini, vefatı sonrasında ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 02.10.2017 tarihli ve 2017/154 Esas, 2017/155 Karar sayılı veraset ilâmı doğrultusunda muris adına kayıtlı taşınmazların intikal işlemlerinin yapıldığını ancak ... Tapu Sicil Müdürlüğünde yapılan incelemede ... ilçesi, ... köyü, ... mevkiinde kain 106 ada 207 parsel sayılı taşınmaz ile aynı mevkide kain 106 ada 242 parsel sayılı taşınmazın muris üzerinde görünmediğini, bu taşınmazların muris tarafından 21.08.2009 tarihinde torunu olan davalıya temlik edildiğini, murisin oldukça varlıklı bir kişi olması, temlikin gerçekleştirildiği tarihte mal satmayı gerektirir herhangi bir ekonomik ya da sağlık sorununun bulunmaması, üzerine kayıtlı başkaca taşınmazları da olduğu dikkate alındığında gelir elde ettiği dava konusu taşınmazları satmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, kaldı ki davalının da bu yerleri alacak ekonomik gücünün bulunmaması karşısında yapılan temliklerin müvekkilini miras haklarından mahrum bırakmak amacıyla muvazaalı işlemler olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının müvekkilinin miras payı oranında iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davacı ... vekili birleşen dava dilekçesinde; asıl davada ileri sürdüğü iddiaları tekrar ederek yapılan temlik işleminin asıl amacının esasında murisin kızı ... ...'a daha fazla miras bırakmak olduğu, bu doğrultuda ... ...'ın tek çocuğu olan davalı torun üzerinden bedelsiz şekilde temliklerin gerçekleştirildiği, temliklerin amacının müvekkilini miras hakkından mahrum bırakmak olduğu ve devirlerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının müvekkilinin miras payı oranında iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili asıl ve birleşen davalara ilişkin verdiği cevap dilekçesinde; muris ...'ın denkleştirme amacıyla dava konusu taşınmazları müvekkiline devrettiğini, murisin sağlığında tüm taşınmazlarını mirasçıları arasında taksim ettiğini, 2005 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında erkek çocuklarına yaklaşık 12.000 m² yer düşecek şekilde eşit olarak mirasını paylaştırdığını, murisin kadastro çalışmaları sırasında kendi adına tespit gören dava konusu taşınmazları ise yine mirasını taksim etmek gayesiyle ve taşınmazların tarım alanı olması, belirli büyüklüğün altında taksimin mümkün olmaması nedeni ile torunu olan müvekkili adına satış suretiyle tescil ettirdiğini, dava konusu taşınmazların fiiliyatta murisin dört kızı tarafından kullanıldığını, dört kız kardeşin davaya konu taşınmazları aralarında taksim ederek mahsullerini topladığını, bu taksimin murisin kendi arzusu ve rızası ile yapıldığını, buna ilişkin davacıların muvafakati alındığı gibi murisin davacılar ile hiçbir husumetinin de bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 24.10.2019 tarihli ve 2017/757 Esas, 2019/536 Karar sayılı kararıyla; murisin 21.08.2009 tarihli resmî akitle 106 ada 207 parseldeki hissesinin tamamını 12.750,00 TL bedelle, 106 ada 242 parseldeki hissesinin tamamını 9.850,00 TL bedelle davalıya sattığı, bilirkişi raporu ile 207 parselin satış tarihindeki değerinin 66.428,28 TL, 242 parselin satış tarihindeki değerinin 51.436,56 TL olarak tespit edildiği, davalıya yapılan temliklerdeki asıl amacın gerçek bir satış olmayıp taşınmazları kızlarına bırakmak olduğu, murisin tüm kızlarının ortak kararı doğrultusunda taşınmazları davalı olan torununa devrettiği, taşınmazların devrinden itibaren murisin kızları tarafından kullanıldığı, murisin taşınmazları satma ihtiyacı olmadığı gibi davalının da akit tarihinde alım gücüne sahip olduğunun ispatlanamadığı, taşınmazların akitte gösterilen bedeli ile gerçek değeri arasında fark bulunduğu, yapılan temlikin muvazaalı olduğu gerekçesi ile asıl ve birleşen davaların kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 13.02.2020 tarihli ve 2020/174 Esas, 2020/184 Karar sayılı kararıyla; murisin yörede varlıklı bir kişi olarak bilindiği, taşınmazları satmasını gerektirir bir ihtiyacının bulunmadığı, kendisinden önce vefat eden iki oğlu ile asıl davada davacı olan oğlu ...'a kadastro tespitinden önce kendine ait taşınmazlardan bir kısmını verdiği, vefat tarihinde hâlen adına kayıtlı olan iki adet taşınmazın tüm mirasçılarına intikal ettiği, yaşlandığı dönemde davaya konu taşınmazların fındıklık olarak murisin tüm kızları tarafından birlikte kullanılarak tasarruf edildiği, vefatından sonra da aynı şekilde kullanılmaya devam edildiği, birleşen dosya davacısının murisin ikinci eşi olup 1998 yılında evlendikleri, ortak çocuklarının olmadığı, murisin vefatına kadar birlikte yaşadıkları ve mutlu oldukları, beşeri anlamda muris ile eşi arasında en ufak sorunun dahi bulunmadığının anlaşıldığı, her ne kadar bir kısım tanıklar muris ile oğlu olan davacı ... ... arasında kırgınlık olduğunu belirtmişlerse de kırgınlığın başlama tarihi olarak tam bir tarihin verilememesi ile birlikte bu kırgınlığın başka bir sebepten dolayı davaya konu taşınmazların devir tarihinden sonraki bir tarihe isabet ettiği, dolayısıyla davaya konu taşınmazların devir tarihi itibari ile muris ile oğlu olan davacı ... ... arasında da bir kırgınlığın bulunmadığı, murisin kadastro tespitinden önce malik sıfatı ile zilyedi olduğu bir kısım yerleri üç oğluna bıraktığı ve kadastro tespitlerinin bu şekilde oğulları adına yapılmasını sağladığı, taşınmazların bulunduğu yörede geleneğin önce erkek evlatlara malın paylaştırılması, mal sahibi yaşlanınca veya ölünce de kalan malların kız çocuklarına paylaştırılması şeklinde olduğu, murisin torunu olan davalıya devir yapmasının nedeninin taşınmazların vasfı ve büyüklükleri nedeni ile bu devrin kızları adına yapılamamasından kaynaklandığı, gerçek iradesinin davaya konu taşınmazları dört kızına devretmek ve devamında onların kullanımına terk etmek olduğu, bedeller arasındaki farkın tek başına muvazaanın kanıtı olamayacağı, murisin mal kaçırma kastı olsa idi ölüm tarihi itibari ile adına kayıtlı 3456 numaralı parsel ile 104 ada 183 numaralı parsel sayılı taşınmazları da devretmesinin bekleneceği, dava konusu taşınmazların mirasçılardan mal kaçırmak amacı ile devredilmediğinin açık olduğu gerekçesi ile davalı vekilinin istinaf talebinin kabulüyle İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak sureti ile asıl dava yönünden kesin olmak üzere, asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde birleşen dosyadaki davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"...Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan ...’in 207 ve 242 parsel sayılı taşınmazlarını 21.08.2009 tarihinde kızı ...’in oğlu davalı ...’e satış suretiyle temlik ettiği, mirasbırakanın 16.09.2017 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak ikinci eşi ... ile ilk eşinden olma çocukları ... ..., ..., ..., ... ve ... ile kendisinden önce ölen oğlu ...’nin çocukları ... ..., ... ve ..., kendisinden önce ölen oğlu ...’in çocukları ..., ..., ..., ..., ... ve ...’nin kaldığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras ... çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olayda, davalının da kabulünde olduğu üzere mirasbırakanın dava konusu taşınmazları bedelsiz olarak davalı torununa temlik ettiği, her ne kadar davalı taraf denkleştirme savunmasında bulunmuş ise de amacın paylaştırma olmayıp kız çocuklarından ve ikince eşten mal kaçırma olduğu, bu nedenle muris muvazaasının şartlarının oluştuğu görülmüştür.

Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların mal kaçırma kastı ile davalıya temlik edildiği gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçelerinin yanında murisin eşi olan davacı ... ile arasındaki ilişkinin iyi olması ve murisin temlik dışı taşınmazları dikkate alındığında murisin mal kaçırma kastı ile hareket etmediği gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde birleşen davadaki davacı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı ... vekili; davalı tarafından dava konusu taşınmazların bedeli ödenmek sureti ile satın alınmadığının açıkça ikrar edildiğini, davalının muvazaalı temlik işlemine yönelik miras paylaşımı savunmasında bulunduğunu ancak paylaştırma savunmasının yasal mirasçılar arasında söz konusu olabileceği dikkate alındığında yasal mirasçı olmayan davalının bu savunmasının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, davalının tanık listesinde murisin dava dışı dört kızının yer almadığını, dava dışı murisin kızlarıyla ilgili beyanları dahi alınmaksızın kendileri hakkında miras paylaşımı değerlendirmesinde bulunmanın gerçeği yansıtmadığını, murisin sağlığında müvekkiline yönelik herhangi bir taşınmaz temliki gerçekleştirmediğini, bozma kararı sonrasında davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin de hatalı olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; miras bırakanın 207 ve 242 parsel sayılı taşınmazlarını davalı olan torunu ...'a satış suretiyle yaptığı temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme

1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; "Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem" şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanun'un 19 uncu [mülga 818 sayılı Kanun'un 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

8. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; "Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras ... çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına" hükmedilmiştir.

10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

11. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşınmaktadır.

12. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

13. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 6 ncı maddesindeki "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 190/1 inci maddesindeki "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir" hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

16. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1921 doğumlu miras bırakan ...'ın 16.09.2017 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı ikinci eşi ... ile ilk eşinden olma çocukları davacı ... ... ile yine ilk eşinden olma dava dışı çocukları ..., ..., ... ve ... ile kendisinden önce ölen oğlu ...’nin çocukları ..., ..., ... ve ..., yine kendisinden önce ölen oğlu ...'in çocukları ..., ..., ..., ..., ... ve ... kalmıştır.

21. Celbedilen kayıtlara göre miras bırakanın 21.08.2009 tarihli ve 5255 yevmiye numaralı akitle çekişme konusu Sakarya ili, ... ilçesi, ... köyü, ... mevkiinde kain 106 ada 207 parsel sayılı fındık bahçesi nitelikli taşınmazını 12.750,00 TL bedel üzerinden, aynı mevkide kain 106 ada 242 parsel sayılı fındık bahçesi nitelikli taşınmazını ise 9.850,00 TL bedel üzerinden davalı torununa satış suretiyle devrettiği, hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre 207 parsel sayılı taşınmazın temlik tarihindeki değerinin 66.428,28 TL, dava tarihindeki değerinin 332.141,40 TL, 242 parsel sayılı taşınmazın ise temlik tarihindeki değerinin 51.436,56 TL, dava tarihindeki değerinin 257.182,80 TL olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır.

22. Davacı tarafça yapılan işlemin gerçek bir satış olmadığı, davaya konu taşınmazların mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla bedelsiz olarak davalıya verildiği iddia edilmiş, davalı taraf ise satış sırasında bir paranın verilmediğini kabul etmekle birlikte, murisin davacıdan mal kaçırmak amacı ile değil denkleştirme amacı ile dava konu taşınmazları devrettiğini savunmuştur.

23. Öncelikle miras bırakanın sağlığında hak dengesini gözeten paylaştırma savunmasının ancak mirasçılar arasında söz konusu olabileceği ve davalının da mirasçı olmadığı dikkate alındığında bu savunmaya değer verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan miras bırakanın ekonomik durumunun yerinde olduğu, dava konusu taşınmazların satış tarihinde tapuda gösterilen bedelleri ile gerçek bedelleri arasında fahiş fark bulunduğu, murisin dava konusu taşınmazları satmasını gerektirir makul ve haklı bir nedenin varlığı ortaya konulamadığı gibi davalı tarafça da tapudaki devir işlemi sırasında murise herhangi bir bedel ödenmediğinin kabul edildiği, murisin sağlığında tüm mirasçılarını kapsar şekilde yapılan bir taksim işleminin olmadığı, miras bırakan tarafından yapılan temlikin ikinci eşi ve diğer mirasçılarından mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak yapıldığı anlaşıldığından, davanın kabulü gerektiğine değinen bozma ilâmına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

24. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Birleşen davadaki davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesi uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

27.09.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.