Logo

Hukuk Genel Kurulu2022/581 E. 2023/372 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Geçerli bir arsa satış sözleşmesinin ifasının belediye tarafından imar değişikliğine gidilmesi sebebiyle imkânsız hale gelmesi üzerine açılan rayiç bedel davasında, davacıya daha önce yaptığı ödemenin iade edilmesinin borcu sona erdirip erdirmediği hususu.

Gerekçe ve Sonuç: Davacının, belediyenin ihtar yazısı üzerine daha önce ödediği bedelin güncellenmiş halini talep etmesi ve bu tutarı herhangi bir ihtirazi kayıt koymadan alması, ödenen miktar ile gerçek zarar arasında açık bir orantısızlık bulunması ve davacının ibra iradesinin de bulunmaması gözetilerek, yapılan ödemenin borcu sona erdirmediği, davalının arsanın ifa imkansızlığı anındaki rayiç bedelinden sorumlu olduğu gerekçesiyle yerel mahkemenin direnme kararı bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2021/348 E., 2022/9 K.

KARAR : Davanın kısmen kabulüne

1. Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gaziantep 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

4. Davacı vekili; müvekkilinin davalı Belediyenin dar gelirli ailelere konut edindirme amacıyla başlattığı Nüve Konut Projesi kapsamında arsa tahsisine hak kazandığını, taraflar arasında arsa tahsis sözleşmesi imzalandığını, müvekkilinin sözleşme bedeli olan 2.610,00 TL'yi ödeyerek edimini ifa ettiğini ancak davalının arsayı devir ve teslim etmediği gibi arsa tahsislerini 07.07.2005 tarihli Belediye Meclisi kararıyla iptal ettiğini ve imar planı değişikliğine gittiğini, bu kararla birlikte edimin ifasının imkânsız hâle geldiğini, Belediyenin 13.05.2013 tarihinde yalnızca ödenen para karşılığında 3.698,58 TL'den ibaret meblağı iade ettiğini ancak bu miktar müvekkilinin gerçek zararını karşılamadığı gibi bedel ödenirken herhangi bir ibraname de imzalanmadığını, Belediyenin ifanın kendi eylemiyle imkânsız hâle geldiği tarihteki rayiç bedelden sorumlu olduğunu ileri sürerek taşınmazın rayiç bedelinin tespiti ile bu bedelden müvekkiline iade edilen meblağ mahsup edilerek bulunacak miktarın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 16.11.2015 tarihli ıslah dilekçesiyle talep sonucunu 76.267,22 TL'ye yükseltmiştir.

Davalı Cevabı

5. Davalı vekili; davacının o dönemdeki yargı kararları çerçevesinde ödediği bedelin iade edilmesi yönünde müvekkiline başvurduğunu ve parasını faiziyle birlikte geri aldığını, davacının isteği üzerine ve o günkü emsal içtihatlar çerçevesinde yapılan bu ödemenin ibraname mahiyeti taşıdığını, buna rağmen ibraname imzalamadığından bahisle hak iddia edilmesinin kötüniyeti ortaya koyduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı

6. Gaziantep 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.01.2016 tarihli, 2015/22 Esas, 2016/18 Karar sayılı ilk kararı ile; davalının sözleşmeye konu arsanın ifanın imkânsız hâle geldiği tarihteki rayicinden sorumlu olduğu, davacıya yapılan ödemenin mahsubu gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne, 76.267,22 TL tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

7. Bu karara karşı davalı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 24.01.2017 tarihli, 2016/11416 Esas, 2017/711 Karar sayılı kararıyla, 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na eklenen geçici 10 uncu madde düzenlemesi çerçevesinde değerlendirme yapılması gerektiğinden bahisle karar bozulmuştur.

8. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 06.11.2018 tarihli, 2017/252 Esas, 2018/566 Karar sayılı ikinci kararı ile; 775 sayılı Kanun’un geçici 10 uncu maddesine göre davacının ancak tahsis için ödenen bedeli ve kanuni faizini talep edebileceği gerekçesiyle davanın reddine, davalı tarafça depo edilen 1.388,86 TL'nin davacıya ödenmesine karar vermiştir.

9. Karara karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 22.04.2019 tarihli, 2019/244 Esas, 2019/5184 Karar sayılı ikinci bozma kararıyla bu kez bir önceki bozma kararında işaret edilen 20.08.2016 tarihli 6745 sayılı Kanun'un 12 nci maddesiyle 775 sayılı Gecekondu Kanunu'na eklenen geçici 10 uncu maddenin, Anayasa Mahkemesinin 20.12.2018 tarihli 2016/181 Esas ve 2018/111 Karar sayılı kararı ile iptal edildiği, kararın 05.04.2019 tarihinde yayımlandığı, bu durumun bozmaya uyulmakla doğan usuli kazanılmış hakkın istisnası kapsamında kaldığı ve Mahkemece, tarafların iddia ve savunmaları, özellikle de davadan önce bir ödeme olgusu olup olmadığı, var ise bunun borcu sona erdirip erdirmediği hususu üzerinde durulup Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.01.2015 tarih 2014/3-8 Esas, 2015/10 Karar sayılı kararı da gözetilerek, gerekirse konusunda uzman bilirkişiden rapor da alınmak suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.

10. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda 05.01.2021 tarihli, 2019/396 Esas, 2021/6 Karar sayılı kararla; taraflar arasındaki sözleşmenin geçerli olarak kurulduğu ve temerrüde düşen davacının edimin ifasının imkânsız hâle geldiği tarihteki rayiç bedelden sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 76.201,42 TL tutarındaki tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı

11. Yukarıda belirtilen karara karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

12. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 26.01.2021 tarihli ve 2021/4560 Esas, 2021/6807 Karar sayılı kararı ile; “…Dava, taraflar arasında yapılan arsa tahsis sözleşmesi ve bilahare belediye meclisinin arsa tahsislerinin iptaline yol açan kararı ile ifanın imkansız hale gelmesinden kaynaklı rayiç değerin tahsili isteğine ilişkin olup, tahsisi yapılan arsa satış bedelinin davacı tarafından taksitler halinde davalı belediyeye ödendiği hususunda taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır. Dosya kapsamı ile davadan önce davalı ... tarafından davacıya ödeme yapıldığı anlaşılmakta olup, öncelikle belirtilen bu olgu kapsamında borcun sona erip ermediği hususunun açıklığa kavuşturulması ve varılacak sonuç çerçevesinde tarafların diğer iddia ve savunmalarına göre karar verilmesi gerekeceği açıktır.

Bilindiği ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 131. maddesinde işaret edildiği üzere; asıl borç ifa ya da diğer bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur, keza aynı yasanın 132. maddesinde " Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir." düzenlemesine yer verilmiş olup, benzer düzenlemelere 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda da yer verilmiştir.

Eldeki bu davada, davacı; Şahinbey Belediye Başkanlığına hitaben yazdığı 18.05.2010 kayıt tarihli dilekçesi ile " Nüve Konut Projesi kapsamında, Belediyeniz ile tarafım arasında imzalanmış olan Arsa Tahsis Sözleşmesi, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2008/6366 E. 2008/11883 K. sayılı ilamı ile hukuken geçersiz sayılmıştır. Bu karar doğrultusunda Gaziantep 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.11.2008 tarih 2008/206 E. , 2008/552 K. sayılı ilamda, 20.10.2008 tarihli bilirkişi raporu ile asıl alacağa belirlenen değer artış oranı eklenerek davacıya ödeme yapılması gerektiği yönünde karar verilmiştir. Buna göre ... sayılı ilamının emsal kabul edilerek, Belediyenize yapmış olduğum ödeme tutarının, 20.10.2008 tarihli bilirkişi raporu ile belirlenen değer artış oranına göre hesaplanmasını ve belirlenen tutarın tarafıma ödenmesini arz ederim. " şeklinde talepte bulunmuş, buna göre de kendisine davalı ... tarafından ödeme yapılmış olup, davacının yapılan ödemeyi olduğu gibi kabul ettiği, ödeme esnasında ise herhangi bir ihtirazi kayıt ileri sürmediği anlaşılmaktadır. Bu haliyle davacının talebine uygun yapılan ödemenin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 131. maddesinde ( 818 sayılı Borçlar Kanunu 113. madde ) işaret edilen ve borcu sona erdiren hallerden biri olduğu sonucuna varılmaktadır. Davacı, ödemenin irade fesadı ve baskı ile kabul edildiğine ilişkin iddiasını da ispatlayabilmiş değildir. Hal böyle olunca davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, kararın bozulması gerekmiştir...” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

13. Mahkemenin 11.01.2022 tarihli ve 2021/348 Esas, 2022/9 Karar sayılı kararı ile; ilk karar gerekçesinin yanında, emsal içtihatlar gözetildiğinde alacak miktarı ve ödeme arasında açık orantısızlık var ise ödemenin ancak kısmî ifayı içeren bir makbuz niteliğinde kabul edilmesi gerektiği de belirtilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

14. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; geçerli sözleşmenin ifasının imkânsız hâle gelmesi nedeniyle sözleşmeye konu taşınmazın rayiç bedelinin tahsili istemiyle açılan dava yönünden, sözleşme çerçevesinde ödediği bedelin kendi talebi üzerine davacıya iade edilmiş olmasının ve bu ödeme sırasında herhangi bir ihtirazî kayıt konulmamasının dava konusu borcu sona erdirip erdirmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

16. Borç ilişkisini kuran en önemli kaynak sözleşmedir. Her sözleşme taraflar arasında bir hukuki ilişki meydana getirir; bu ilişkiye sözleşme ilişkisi denir. Bir borcun sona ermesi, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin bir tasfiye ilişkisine dönmesi anlamına gelir.

17. Geniş anlamda borç ilişkisini sona erdiren genel sebepler fesih, dönme, geri alma ve iptaldir. Geniş anlamda borcu sona erdiren sebepler, bütün olarak borç ilişkisini sona erdirirler (Fikret Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2019, s. 1407). Böylece sözleşme ortadan kalkar. Buna karşılık dar anlamda borcu sona erdiren sebepler; ifa, ifa imkânsızlığı, ibra, süreli sözleşmelerde sürenin dolması, yenilme, takas, zamanaşımı ve borçlu ve alacaklı sıfatlarının birleşmesidir. Dar anlamda borcu sona erdiren sebepler, borç ilişkisini değil, bu ilişkiden doğan çeşitli hâlleri sona erdirirler.

18. Borç ilişkisinden doğan tüm borçlar sona ermişse, kural olarak borç ilişkisi ve dolayısıyla da sözleşme sona erer.

19. İfa da borcu sona erdiren en doğal sebeptir. Bir borç ilişkisi alacaklısına borcun ifasını isteme yetkisi verir. Ancak alacaklı ve borçlu olmaktan kaynaklanan hukuksal ilişkiler her zaman tereddütsüz bir süreç içinde gerçekleşmeyebilir ve bazı durumlarda borçlunun ifasının borcu sona erdirip erdirmediği hususu ayrı bir değerlendirmeyi gerektirebilir.

20. Özel hukuk alanında borç ilişkileri bakımından ifa kavramı ile sıklıkla bir araya gelen ihtirazî kayıt kavramı da asıl borç ilişkisinden kaynaklanan ve ona bağlı olarak varlık kazanan bir hak niteliği taşır. Bu kavramla, çoğunlukla alacaklının borcun tam olarak ifa edilip edilmediği konusundaki tereddütlerinin bir görünümü olarak karşılaşılır. Hukuk düzeni ifadaki belirsizliğin hak sahibine zarar vereceğini düşündüğü konularda bu belirsizlikten kaçınmak için ihtirazî kayıt ileri sürme hakkının kullanımına yer vermiştir.

21. Kelime anlamı olarak ihtirazî kayıt (çekince); belirli hakları kullanma konusunda serbestliğini korumak isteyen kişinin bu konudaki oy açıklamasıdır (Türk Hukuk Lügatı: Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, s. 239).

22. İhtirazî kaydın alacak ilişkisindeki etkisi, ifa işleminin bitmediğinin hukuksal olarak borçluya hatırlatılmasıdır. İfa teknik anlamda tam bir ifa olmasa da ihtirazî kayıtsızlık borcun teknik anlamda ifası dışında borçtan kurtulmanın bir şekli olarak tezahür edebilir.

23. Bu noktada ifayla ilgili çekince açıklamasının ifadan önce veya ifa sırasında hakkın sona ermesinden önce kullanılması gerektiği de gözden kaçırılmamalıdır.

24. Somut olayda davacı, davalı Belediyenin başlattığı proje kapsamında arsa tahsisine hak kazanmış ve sözleşme bedeli olan 2.610,00 TL'yi taksitler hâlinde ödeyerek edimini ifa etmiştir. Ne var ki sonrasında tahsis edilen arsayla ilgili imar planı iptal edilmiş ve davalı yönünden edimin ifası imkânsız hâle gelmiştir. Anılan projeyle ilgili ihtilâflar doğmaya başlamış ve yargı merciileri sözleşmeyi geçersiz olarak değerlendirerek ödenen bedelin ilgili hak sahiplerine sebepsiz zenginleşme ve denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde geri ödenmesi gerektiğine işaret eden içtihatlar ortaya koymuşlardır. Bu doğrultuda davalı ... 12.11.2009 tarihli yazıyla sözleşme bedelinin enflasyon çerçevesinde güncellenmiş değeri olan 3.698,58 TL'yi hak sahibi davacıya iade etmek istediklerini, ihtarın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde yazılı olarak bu yönde başvuru yapılmadığı takdirde başkaca bir değer artışı talebinde bulunulamayacağını bildirmiş, ihtar davacıya 06.01.2010 tarihinde elden tebliğ edilmiştir. Davacı 18.05.2010 tarihinde davalı Belediyeye başvurarak yaptığı ödemenin emsal kararlar ve bilirkişi raporları çerçevesinde hesaplanmasını ve tarafına iade edilmesini talep etmiş, Belediye tarafından bu ödeme yapılmıştır. Bu suretle davacı borcun ne suretle tasfiye edileceği konusunda talebiyle ilgili bir tercihte bulunmuş olup gerek başvuru gerekse ödeme anı sırasında borç ilişkisinde fazlaya ilişkin hakları bulunup bunları saklı tuttuğuna yahut ödemenin miktar ve nev'ine itirazı olduğuna dair herhangi bir ihtirazî kayıt ileri sürmemiş, bu ödemeden sonra da bakiye alacağının mevcut olduğuna dair hiçbir işlem yapmamış, aradan yaklaşık beş sene geçtikten sonra içtihatların değişmesi üzerine hak iddiasında bulunmuştur. Tüm bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda dava tarihinden önce yapılan bu ödemeyle davalının borcunun sona erdiğinin kabulü gerekir. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 15.02.2023 tarihli, 2022/3-116 Esas, 2023/64 Karar sayılı kararında da aynı hususa işaret edilmiştir.

25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; konuyla ilgili yargısal kararlar süreç içerisinde değişkenlik göstermiş ise de son içtihatlarda hak sahiplerine taşınmazın rayiç değerinin ödenmesi gerektiğinin kabul edildiği, davacıya sözleşmenin geçersiz olduğu şeklindeki bir kabulle sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde ödediği bedelin iadesi yönünde yapılan ödemenin taraflar arasındaki borç ilişkisini tümüyle sona erdirmediği, davalının geçerli sözleşmenin kendi kusuruyla ifasını imkânsız hâle getirmesi nedeniyle davacıya karşı taşınmazın rayiç bedeli nispetinde sorumluluğunun devam ettiği, davacının sözleşmeyle ödediği bedelin kendisine iade edilmesi yönündeki başvurusunun ibra niteliği taşımadığı, sözleşmeye dayalı olarak gerçek zararın tazminini isteyen davacının kısmî ödeme sırasında ihtirazî kayıt sunmamış olmasının davalıyı borç yükünden kurtarmayacağı, bu nedenle direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu ve sair temyiz itirazları incelenmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

26. Hâl böyle olunca yapılan ödemeyle davalının sorumlu olduğu borcun sona erdiğine işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle,

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "Geçici madde 3" hükmüne göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun'un 440 ncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

26.04.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

"K A R Ş I O Y"

Davacı, dar gelirli ailelere konut edindirilmesi kapsamında davalı ... ile aralarında sözleşme düzenlendiğini, arsa tahsisi yapıldığını, satış bedelinin taksitler hâlinde ödendiğini; bilahare tahsis kararının iptal edildiğini, imar planı değişikliği ile ifanın imkânsız hâle geldiğini ileri sürerek; arsanın rayiç değerinin tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı davanın reddini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesince üç ayrı karar, ayrı ayrı Yargıtay Yüksek Dairelerince bozulmuş ve nihayetinde, 11.01.2022 tarihli son direnme kararı üzerine dosya Genel Kurul Dairesine gelmiş bulunmakla, sayın çoğunluğun bozmaya dair görüşlerine karşılık olmak üzere muhalefet görüşümüz aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.

Yerel Mahkeme neticeten davanın kabulüne karar vermiş ve Yüksek Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 21.06.2021 tarihli ilâmı ile kararı bozmuştur.

Bozma ilâmında gelişmeler sonrası, davalı ... tarafından davacıya yapılan ödemenin, TBK'nın 131 inci maddesi gereğince borcu sona erdirmesi sebebiyle, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü yanlış bulunmuştur.

Genel kurulda yapılan tartışmalar itibarıyla, davacıya bilahare, davadan önce yapılan ödemenin "borcu sona erdirip-erdirmediği" konusu önem arz etmektedir.

TBK'nın 131 inci maddesi (eski BK md. 113); "Asıl borca bağlı hak ve borçların sona ermesi" başlığını taşımaktadır. Olayımızda edimi yerine getiren davacı (tüketici) olup, asıl borçlu olan taraf ise davalı Belediyedir. Belediyenin asıl borcu, arsa ile ilgili taahhüdünü yerine getirerek, tapuda arsayı davacıya devretmek olacaktır.

Davacımız asıl edimin yerine getirilmemesi sebebiyle, davamızda rayiç bedeli talep etmektedir. Kanaatimizce davalının asıl borcu (arsa) ifa edilmemiş, bundan dolayı da TBK'nın 131 inci maddesi şartları dosyamızda oluşmamıştır.

Gelişmeler itibarıyla taraflar arasındaki sözleşmenin geçerli olduğu ve davacının talep hakkının gerçek ve meşru olduğu açıktır.

Borcun sona erebilmesi için iki tarafın anlaşması, bu hususun kayıt altına alınması ve ibralaşılması gerekmektedir.

Öncelikle iki taraf arasında borcun sona ermesi yönünde bir SÖZLEŞME bulunmadığı açıktır.

Davalının yanlış bilgilerle davacıyı uyarması ve sonrasında davacı tarafından, davalı idareye 13.05.2013 tarihli dilekçeyi vermesi sonrası, süreç başlamış ve neticeten bir miktar para posta yoluyla davacıya gönderilmiştir.

Taraflar arasında usulüne uygun ibra sözleşmesi olmadığı gibi, davacının "ibra" anlamında bir kabulünün bulunmadığı, yine davacıya gönderilen miktarın, ne şekilde hesap edildiğine dair bir döküman düzenlenmediği ve davacıya başvurabileceği yolların hiç açıklanmaması karşısında; davacıya yapılan ödemenin usulsüz olduğu açıktır.

Ödemenin, olsa olsa makbuz niteliği tartışılabilir ise de, bu konuda da açıklık bulunmadığı gözetildiğinde, neticeten davalının ödeme yükümlülüğünün sona ermediği açıktır.

Yapılan ödeme ile gerçek zarar arasında bulunan fahiş fark sebebiyle, davacıdan "ihtirazi kayıtta" bulunmasının beklenemeyeceği, tam olarak hayatın olağan akışı görüşüne de aykırıdır.

Davacı ve benzerlerini mağdur etmek düşüncesi ile 775 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10 uncu maddesi ile oluşturulmak istenen düzen de, tam olarak sayın çoğunluğun benimsediği düzendir.

Çünkü Anayasa Mahkemesi haklı olarak bu Kanun hükmünü iptal ederken, "... taşınmazların mülkiyeti kazanılmamış olsa da icrası mümkün bir alacağı elde etme konusunda meşru beklenti içine giren davacılar, bu alacaklar yönünden Anayasa'da yer alan MÜLKİYET HAKKI güvencesinden yararlanırlar" demiş, söz konusu haklara getirilen sınırlamalar itibarıyla da "MÜLKİYET HAKKININ VE HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN SINIRLANDIRILMASI" Anayasa'ya aykırı bulunmuştur.

Kanuni düzenleme tamda, yargı içtihatlarının oluştuğu bir sırada yapılmış ve tazminat hakları kısıtlanarak, sadece yatırılan bedellerin geri alınabileceği haksız olarak düzenlendiği ve bu husus Anayasa Mahkemesince de tespit edilip, kanuni düzenleme iptal edildiği hâlde, Genel Kurulun sayın çoğunluğunun, mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyetini tekrar iptal edilen kanuni düzenleme seviyesine getirmesi, başlı başına bir hak ihlâlidir.

Yargılamanın uzun sürmesi, bu süreçlerde davacının herhangi bir kusurunun bulunmaması karşısında, yeniden bozma kararı verilmesi başlı başına Adil Yargılanma hakkının ihlalini oluşturmaktadır.

Bu tespitin dışında, yukarıda açıklanan hususlar dikkate alındığında, ortada bir ibra sözleşmesi bulunmadığı hâlde, varmış gibi değerlendirme yapılması ise, yine hak arama özgürlüğüne vurulmuş bir darbe oluşturmaktadır.

Yapılan itirazlara rağmen, ibra sözleşmesinin varlığı ortaya konulamamıştır. Vatandaşa göre daha güçlü ve donanımlı olan idarenin, vatandaşına karşı daha dikkatli, hassas ve hukuka uygun davranması beklenir.

Daha önce dava açmadığı hâlde, başka davaları bahane ederek, davacıya usulsüz bir uyarı belgesi gönderilmiş, bilahare kuvvetle muhtemel aynı bilgileri ihtiva eden-idarece düzenlenmiş-bir belge imzalatılmış, halka hesap vermesi gerekirken gerekçeli-dökümlü bir belge düzenlenmeden, bir miktar para davacıya gönderilmiştir.

Anlatırken bile zorlandığımız bu süreçlerde, davalı tarafa hâkim-üstünci bir görüş hâkim olup, halka hesap verme gibi bir davranış ilgili idarede bulunmamaktadır.

Bu gelişmeler yetmemiş gibi, bu sefer meclisten Anayasa'ya aykırılığı açık olan bir düzenleme çıkarıldığı ve davacı gibi olan kişilerin "tazminat" haklarının elinden alınması gibi sürecin başlatılması karşısında, sayın çoğunluğun, tüketicinin değil de, güçlü olan idarenin yanında tavır alması anlaşılmamaktadır.

Dosyada yer alan usulsüzlükler ile ilgili daha uzun anlatım yapılabilir ise de, neticeten rayiç değeri esas alan İlk Derece Mahkemesi kararının usul ve kanuna uygun olması sebebiyle, kararın onanması görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma görüşüne muhalifim.

"K A R Ş I O Y"

Hukuk Genel Kurulu (HGK) önüne gelen olayda temel uyuşmazlık, davacı ile davalı ... arasında imzalanmış olan geçerli bir arsa satış sözleşmenin ifasının Belediye tarafından imar değişikliğine gidilmesi sebebiyle imkânsız hâle gelmesi sonucunda; sözleşmeye konu taşınmazın rayiç bedelinin tahsili istemiyle açılan dava yönünden, sözleşme çerçevesinde ödediği bedelin davacıya iade edilmiş olmasının davalı Belediyenin borcunu sona erdirip erdirmediği hususundadır.

Sayın Çoğunluk, eldeki davada davacının ödediği tutarın, istemi üzerine Belediye tarafından kendisine iade edildiğini ve davacının bu ödemeye bir ihtirazı kayıt koymadığını dikkate alarak, bu durumda dava konusu borcun sona erdiği değerlendirmesinde bulunmuş ve İlk Derece Mahkemesinin aksi yöndeki direnme kararının bozulmasına hükmetmiştir.

Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlerle İlk Derece Mahkemesinin direnme kararının dosya kapsamına ve somut olayın özelliklerine uygun olduğunu düşündüğümüzden Sayın Çoğunluğun görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.

Somut olayda Şahinbey İlçe Belediye Encümeni tarafından alınan karar uyarınca, davacı ile davalı ... arasında arsa tahsis sözleşmesi imzalanmıştır. Davacı, sözleşmede öngörülen bedeli ödemesine rağmen Belediye tarafından imar değişikliği yapılması dolayısıyla sözleşmeye konu taşınmazın davacıya devri (tahsisi) mümkün olmamıştır.

Sonrasında davalı ... tarafından düzenlenen 11.12.2009 tarihli yazı davacıya tebliğ edilmiştir. Anılan yazıda Belediye ile davacı arasında yapılmış olan arsa tahsis sözleşmesinin yargı kararıyla geçerli olmadığı, emsal bir davadaki mahkeme kararında bu geçersiz sözleşme uyarınca ne şekilde ödeme yapılacağının belirlendiği, Belediyenin bu karara göre ödeme yapmasının hukuki bir görevi olduğu belirtilerek; davacıya, yapmış olduğu ödemenin emsal karardaki artış oranına göre hesaplanmış tutarı olan 3.698,58 TL'nin kendisine ödenmesi için 15 gün içinde Belediyeye yazılı olarak başvurması gerektiği, aksi taktirde temerrüte düşmüş olacağı ve temerrüt tarihi sonrasında başkaca bir değer artışı talebinde bulunmasının yasal olarak mümkün olmadığı hususları ifade edilmiştir.

Bunun üzerine davacı, Belediyeye başvurarak yapmış olduğu ödemeyle ilgili olarak, emsal davadaki bilirkişi raporunda belirlenen değer artış oranına göre hesaplanmış tutarın tarafına ödenmesini talep etmiş; sonrasında Belediye tarafından davacıya 3.698,58 TL ödeme yapılmıştır.

Davacı, kendisine ödenen bedelin gerçek zararını karşılamadığı iddiasıyla eldeki davayı açmıştır. İlk Derece Mahkemesince "davalının edimin ifasının imkânsız hâle geldiği tarihteki rayiç bedelden sorumlu olduğu" gerekçesiyle 76.201,42 TL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi ise "davacıya, Belediye tarafından yapılan ödemenin borcu sona erdiren hâl olduğu ve buna göre davanın reddine karar verilmesi gerektiği" değerlendirmesiyle kararın bozulmasına hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi bu kez, daha önce açıkladığı gerekçelere ilaveten "alacak miktarı ve ödeme arasında açık orantısızlık var ise ödemenin ancak kısmî ifayı içeren bir makbuz niteliğinde kabul edilmesi gerektiği" değerlendirmesiyle önceki kararında direnmiştir.

Somut olayda davacı ile davalı ... arasında imzalanmış olan arsa tahsis sözleşmesi uyarınca davacının edimini yerine getirdiği, sözleşmenin Belediyenin imar planını değiştirmesi sebebiyle ifa edilemediği ve sözleşmeye konu taşınmazın davacıya teslim edilemediği hususlarında bir anlaşmazlık bulunmamaktadır. Bu durumda sözleşmenin ifa edilememesinde davacıya atfedilebilecek bir kusurun bulunduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Sözleşmenin davalı Belediyenin sonradan imar planında yaptığı değişiklik nedeniyle ifa edilememesi ve imar planı değişikliğinin Belediye tarafından yapılan bir işlem olması sebebiyle sözleşmenin ifa edilememesinden sorumlu olan tarafın yalnızca davalı ... olduğunun kabulü gerekmektedir.

Geçerli şekilde kurulmuş bir sözleşmede, tarafların sözleşmeye uygun hareket etmeleri, edimlerini sözleşmeye uygun olarak yerine getirmeleri, edimin ifasını imkânsız hâle getiren her türlü davranıştan kaçınmaları zorunludur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 112 nci maddesinde de -mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 96 ncı maddesindeki düzenlemeye benzer şekilde "Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür." hükmüne yer verilmiştir. Borçlunun edimin ifasını kusuruyla imkânsız hâle getirmesi anılan Kanun hükmü anlamında borca aykırı bir davranıştır. Borçlu bu durumda alacaklının uğradığı tüm zararlarını tazmin etmekle yükümlüdür.

HGK, somut olayda olduğu gibi başlangıçta geçerli olarak kurulan ancak, sonradan hükümsüz hâle gelen sözleşmede zararı "Bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda, davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep edebilmelidir." şeklinde belirlemiştir. Burada benimsenen ilkeye göre; zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise zarar verenin tazminat borcu da o miktarda olmalıdır. Öyle ise oluşan gerçek zarar ne kadarsa tazminat da o kadar olacaktır (bkz. HGK'nın 29.09.2010 tarihli ve 2010/14-386 Esas, 2010/427 Karar sayılı; 15.12.2010 tarihli ve 2010/13-618 Esas, 2010/668 Karar sayılı; 05.03.2003 tarihli ve 2003/19-152 Esas, 2003/125 Karar sayılı kararları).

Somut olayda davacı ile davalı ... arasında "bedel karşılığı arsa tahsis sözleşmesi"nin yapıldığı ve davacı tarafın edimini yerine getirdiği, sözkonusu sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra davalı ... tarafından taşınmazın bulunduğu alanda imar değişikliği yapılarak sözleşmenin ifasını kendi kusurlu eylemi ile imkânsız hâle getirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda sözleşmenin ifasının imkânsız hâle geldiği tarihteki davacının gerçek ve güncel müspet zararına hükmedilmesi gerekmektedir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. HGK'nın 14.01.2015 tarihli ve 2014/3-8 Esas, 2015/10 Karar sayılı kararı). Bu müspet zararın da sözleşmeye konu taşınmazın bedeli olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

Buna göre davacının ödediği satış bedelinin, başlangıçtan itibaren geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici adalet ilkesine göre (enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artış, maaş artışları gibi ekonomik etkenlerin ortalamaları esas alınarak) bulunacak karşılığının davacının gerçek zararını karşılamadığı da ortadadır. Nitekim HGK'da davacı ile aynı durumda olan bir kişi ile davalı ... arasındaki uyuşmazlığa ilişkin kararında aynı sonuca ulaşmıştır (bkz. HGK'nın 14.01.2015 tarihli ve 2014/3-8 Esas, 2015/10 Karar sayılı kararı).

Diğer taraftan davacının, Belediye tarafından yapılan yazılı ihtarat üzerine, ödediği bedelin emsal bir davadaki bilirkişi raporuna göre hesaplanan güncellenmiş tutarını istemesi ve bu tutarı -bir ihtirazı kayıt koymadan- almasının borcu sona erdiren bir durum olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

İbra, borcun özel bir sona erme sebebi olup, alacaklının alacak hakkından vazgeçmesini ve bu surette borçlunun borcundan kurtulmasını sağlayan bir sözleşmedir. Mülga 818 sayılı Kanun'da düzenlenmemiş olan ibra sözleşmesi 6098 sayılı Kanun'un 132 nci maddesinde "Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir." şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Mülga 818 sayılı Kanun'da borcu sona erdiren sebepler arasında sayılmasa da ibra, hukukumuzda borcu sona erdiren sebepler arasında kabul edilmekte ve geçerli bir ibranın varlığı hâlinde aynı ilişkiye dayalı olarak aynı kapsamda bir hak talebi mümkün olmamaktadır. İbra, alacak ve borcu doğrudan doğruya ve kesin olarak ortadan kaldırır. Tam ibrada borcun tamamı, kısmî ibrada ise borcun ibra edilen kısmı sona erer. Bunun sonunda borçlu da borcundan tam veya kısmen kurtulur (HGK'nın 04.02.2020 tarihli ve 2018/17-24 Esas, 2020/78 Karar sayılı kararı). İfa, borçlanılan edimin konu, zaman ve yer olarak tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesi, alacaklının tatmin edilerek borcun sona erdirilmesidir. İfa ilke olarak alacaklıya ya da yetkili temsilcisine yapılmalıdır (HGK'nın 01.07.2021 tarihli ve 2017/3-2278 Esas, 2021/890 Karar sayılı kararı).

Öte yandan gerçek anlamda ibranameden söz edebilmek için tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık oransızlığın bulunmaması koşuldur. Başka bir anlatımla, açık oransızlığın bulunduğu durumlarda anılan belge ibraname değil, ancak makbuz niteliğindedir. Bu yönün ise ibranamenin verildiği tarih göz önünde tutularak zarar görenin gerçek zararının uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanması suretiyle belirleneceği ortadadır. Açık oransızlık, edimler arasında bir misline yakın, bir misli veya daha fazla fark bulunmasıdır. Buna göre tanzim edilecek tutar ile buna karşılık alınacak tutar arasında açık bir oransızlığın bulunduğu durumlarda hukuki anlamda bir ibranameden söz etmek mümkün değildir (HGK'nın 12.02.2019 tarihli ve 2015/21-1323 Esas, 2019/128 Karar sayılı ilâmı).

Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirilirken ilk olarak Belediyenin davacıya gönderdiği bir yazı üzerine davacının, ödediği satış bedelinin güncellenmiş tutarını talep ettiği hatırda tutulmalıdır. Belediye tarafından gönderilen yazıda davacıya -gerçekte öyle olmadığı hâlde- kendisine ödenecek tutarın yargı kararıyla belirlendiği izlenimini uyandıracak ifadeler kullanılmıştır. Olayların gelişimi karşısında davacının, hak kaybı yaşamama adına ve yanlış yönlendirilme sonucu bu yazının tebliğinden sonra Belediyeye başvurduğunu söylemek mümkündür. Bunun yanı sıra davacının Belediye tarafından yapılan ödemeyi alırken sözleşme nedeniyle kalan zararından feragat ettiği veya zararının tümüyle karşılandığını kabul ettiği ya da Belediyeyi ibra ettiği yönünde bir irade açıklaması da söz konusu değildir.

Ayrıca davacıya ödenen bedel (3.698,58 TL) ile davalı kurumun sorumlu olduğu tazminat tutarı olan tahsis edilmiş olan arsa için ifanın imkânsız hâle geldiği tarihteki değeri (79.965,80 TL) arasında açık bir orantısızlığın bulunduğu görülmektedir. Buradaki orantısızlık zarar ile ödeme arasında yaklaşık 20 misli bir farklılık boyutundadır. Bu durumda yukarıda değinilen HGK kararlarında da vurgulandığı üzere söz konusu ödemeye ilişkin belgenin ibra değil, makbuz niteliğinde olduğunun kabulü gerekmektedir.

Somut olayda uyuşmazlığa konu hukuki sürecin mülkiyet hakkı yönünden de incelemeye tabi tutulmasında yarar bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu hukuki süreçle ilgili olarak yapılan yasal bir düzenleme (20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 12 nci maddesiyle 775 sayılı Gecekondu Kanunu'na eklenen geçici 10 uncu madde) Anayasa Mahkemesi önünde iptal istemine konu olmuştur. Anılan maddenin birinci fıkrasında; Gaziantep ili Şahinbey ilçesi sınırları içinde bu maddenin yürürlüğe girdiği 07.09.2016 tarihinden önce bu Kanun'a göre ilgili idarelerce yapılan arsa veya konut tahsis işleminin gerçekleştirilememesi hâlinde arsa veya konut tahsisi için ödenen bedellerin, ilgili idarece yapılacak tebligatı müteakip en geç üç ay içinde, ödeme gününden itibaren hesaplanacak kanuni faizi ile birlikte hak sahiplerine veya kanuni mirasçılarına ödeneceği, hak sahiplerinin bunun dışında ilgili idareden herhangi bir hak, bedel ve tazminat talebinde bulunamayacakları belirtilmektedir.

Anayasa Mahkemesi anılan düzenlemeyi mülkiyet hakkı yönünden değerlendirmiştir. Bu kapsamda Yüksek Mahkeme "İptali istenen madde yürürlüğe girmeden önce açılan tazminat davalarında da sözü edilen 6098 sayılı Kanun'un genel hükmü çerçevesinde, tahsislerin yapıldığı alanda imar değişikliği nedeniyle başlangıçta geçerli olarak kurulan arsa tahsis sözleşmelerinin gereğinin yerine getirilmesi, ilgili belediyenin kendi kusuruyla imkânsız hâle geldiğinden hak sahiplerinin gerçek ve güncel zararlarının karşılanması gerekecektir. Bu zararın karşılanması ifanın imkânsız hâle geldiği tarihteki rayiç değer üzerinden alacağın belirlenmesiyle olmaktadır ... Her ne kadar iptali istenen madde ile yapılan düzenlemeye sebep teşkil eden olayda, Gaziantep Şahinbey Belediyesi tarafından arsa tahsis işlemlerinin belli bir bedel karşılığında yapılmasıyla taşınmazların mülkiyetleri kazanılmamış olsa da icrası mümkün bir alacağı elde etme konusunda meşru beklenti içine giren davacılar, bu alacakları yönünden Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilecektir" değerlendirmesinde bulunmuştur (AYM, 2016/181 Esas, 2018/111 Karar, 20.12.2018, § 33).

Anayasa Mahkemesine göre "Anılan bu farklı düzenlemeyle hak sahiplerinin ödedikleri bedellerin ödeme gününden itibaren hesaplanacak kanuni faizi ile birlikte iade edileceği belirtilmekte, bu iade dışında ilgili idareden herhangi bir hak, bedel ve tazminat talebinde bulunamamaları hükme bağlanmaktadır ... Bu itibarla sözleşmenin ifasının imkânsız hale geldiği tarihte, sözleşmenin hiç yerine getirilmemesinden doğan zararı ifade eden alacaklının gerçek ve güncel müspet zararına hükmedilmesi kuralının herkes yönünden bağlayıcı olmasında bir değişiklik öngörülmeksizin, iptali talep edilen hüküm ile genel kuraldan ayrılmayı gerektirecek makul bir neden de gösterilmeden sırf anılan Belediye ile hak sahipleri arasındaki ilişkiye uygulanacak şekilde hak sahiplerinin 6098 sayılı Kanun uyarınca talep edebileceği hakların çoğundan mahrum bırakıldığı görülmektedir. Bu durum hak sahiplerine orantısız ve öngörülemez bir külfet getirerek araç ile amaç arasında bulunması gereken makul dengeyi idare lehine bozmakta[dır]" (AYM, 2016/181 Esas, 2018/111 Karar, 20.12.2018, § 36). Mahkeme bu gerekçelerle söz konusu yasal düzenlemenin Anayasa'nın 35 inci maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkına aykırı olduğu sonucuna ulaşmış ve kuralın iptaline karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesinin bu kararı dikkate alındığında, somut olayda eldeki uyuşmazlık bakımından davacının ödediği beledin güncellenmiş tutarının ödenmesinin oluşan zararın giderilmesi bağlamında yeterli görülmesi, davacının mülkiyet hakkını ihlal eden bir yaklaşım olacaktır. Bir başka ifadeyle yasal düzenleme ile yapılan mülkiyet hakkının ihlali, kuralın iptal edilmesiyle ortadan kaldırılmış olsa da somut olayda Sayın Çoğunluğun yaklaşımı kabul edildiğinde bu kez yargısal bir değerlendirme sonucunda davacının mülkiyet hakkı ihlal edilmiş olmaktadır.

Bu durumda, İlk Derece Mahkemesinin somut olayın koşullarında "davalının edimin ifasının imkânsız hâle geldiği tarihteki rayiç bedelden sorumlu olduğu ve davacıya yapılan ödemenin ibra değil makbuz niteliğinde bulunduğu" yönündeki değerlendirmesinin somut olayın koşullarında hukuka aykırı bir yönü bulunmamaktadır.

Bu itibarla İlk Derece Mahkemesinin direnme kararının onaması gerektiği kanaatinde olduğumdan Sayın Çoğunluğun hükmün bozulması yönündeki kararına katılmıyorum.