Logo

Hukuk Genel Kurulu2022/891 E. 2023/433 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: İşçilik alacakları davasında, yerel mahkemenin gerekçesi ile hüküm fıkrası arasında çelişki bulunup bulunmadığı ve direnme kararının usulüne uygun verilip verilmediği.

Gerekçe ve Sonuç: Yerel mahkemenin gerekçesinde davacının 10 yıl 7 ay 28 gün çalıştığının kabul edildiği belirtilmesine rağmen, hükümde 14 yıl 6 ay 3 gün çalıştığı kabulüne göre hesaplama yapılması ve direnme kararında bozma kararındaki bu hususa ilişkin herhangi bir açıklama ve gerekçeye yer verilmemesi nedeniyle, direnme kararının usul hükümlerine aykırı olduğu gözetilerek bozulmuştur.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki işçilik alacağı davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin verdiği karar davalı vekilinin temyizi nedeniyle Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucu bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı şirketin yurtdışı projelerinde 01.01.2002-15.08.2016 tarihleri arasında kesintisiz bir şekilde son olarak Rusya Federasyonunda ... Alışveriş Merkezi projesinde elektrikçi kalfası olarak çalıştığını, resmi kayıtlarda muvazaalı bir şekilde işe giriş ve çıkışının yapıldığını, son ücretinin aylık brüt 5.000,00 USD olmasına rağmen sigorta primlerinin eksik yatırıldığını, iş sözleşmesinin haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğini, çalıştığı süre boyunca fazla çalışma yaptığını, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil günlerinde de çalıştığını, yıllık izinleri kullandırılmadığı gibi karşılığı ücretlerin de ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatı ve bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının yurtdışında geçen çalışmalarına ilişkin alacak talebinde bulunması nedeniyle iş ilişkisinin yabancılık unsuru taşıdığını ve yabancı hukukun uygulanması gerektiğini, ayrıca alacakların zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 13.06.2019 tarihli ve 2017/25 Esas, 2019/248 Karar sayılı kararı ile ücret ödemeleri, sigorta ve yurtdışı giriş-çıkış kayıtları değerlendirilerek hazırlanan bilirkişi raporunda davacının 01.01.2002-18.08.2007, 23.06.2009-20.01.2010 ve 01.03.2012-15.08.2016 tarihleri arasında çalıştığına ilişkin tespitin dosya kapsamına uygun olduğu, davacının davalı şirketin yurtdışı şantiyelerinde üç dönem hâlinde toplam 10 yıl 7 ay 28 gün elektrikçi kalfası olarak 6,75 USD saat ücreti ile çalıştığı, hesaplamaya esas aylık ücretinin 1.620,00 USD olduğunun kabulü gerektiği, davalının zamanaşımı savunmasının da dikkate alındığı ve 24.12.2018 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlerin yerinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 13.10.2021 tarihli ve 2019/3196 Esas, 2021/2062 Karar sayılı kararı ile davalı işveren tarafından dosyaya sunulan sözleşmelerin imzalanmadan önce davacının sözleşmenin ayrıntılarına özellikle uygulanacak ülke hukukunun hangisi olduğuna dair bilgilendirildiğine, aydınlatıldığına ve müzakere edildiğine yönelik iddia ve ispat bulunmadığı, ayrıca sunulan iş sözleşmesinde çalışılacak ülkenin hangisi olduğuna ilişkin bir düzenleme yapılmadığı gibi çalışma koşullarının ne şekilde olacağına dair davacıya bilgi ve belge verildiğine, aydınlatıldığına dair herhangi bir delil de dosyaya sunulmadığı, Türk Hukukunda çalışma gün ve saatlerinin kanunla açıkça belirlenen nispi emredici kurallar olduğu, davacının talebini Türk Hukukunun uygulanması yönünde sınırlandırdığı, sonuç itibariyle davacının Türk vatandaşı olduğu, davalının ise Türkiye’de faaliyette bulunan Türk Ticaret Siciline kayıtlı ve vekâletnamede adresi Beşiktaş/ ... olarak belirtilen şirket olması karşısında taraflar açısından sıkı ilişki içinde bulundukları hukukun Türk Hukuku olduğu, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un (5718 sayılı Kanun) 27 nci maddesi gereğince işçinin asgari koruma haklarının saklı kalması gerektiğinden yabancı ülke hukukunun olayda uygulanmasının mümkün olmadığı, mahkeme kararının yerinde olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"...1-Mahkeme kararında yazılacak hususlar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddesinde belirtilmiştir. Maddeye göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

Öte yandan, kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararın hüküm fıkralarının, açık, anlaşılır, çelişkisiz ve uygulanabilir olması gerekmekle birlikte, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi sebeplere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.

Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi sebeple haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

Bu husus 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 298/2. maddesinde de “Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.” şeklinde özellikle düzenlenmiştir.

Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece karar gerekçesinde davacının, davalının yurt dışı şantiyelerinde 01.01.2002-15.08.2016 tarihleri arasında üç dönem halinde 10 yıl, 7 ay, 28 gün iş sözleşmesi ile çalıştığının kabul edildiği belirtilmesine karşın, 24.12.2018 tarihli ek bilirkişi raporunda davacının aynı tarihler arasında kesintisiz olarak 14 yıl, 6 ay, 3 gün çalıştığı kabulüne göre yapılan hesaplamalar dikkate alınarak talep konusu alacakların hüküm altına alındığı görülmüştür. Bu şekilde gerekçeli karar ile hüküm fıkrası arasında çelişki meydana getirilmesi Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 298/2. maddesine aykırıdır.

Mahkemece tarafların iddia ve savunmaları değerlendirilmek ve Yargıtay denetimine elverişli ve infazda tereddüt oluşturmayacak şekilde gerekçe içeren bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.

2-Kabule göre de; davalı işveren taraflar arasındaki uyuşmazlığa davacının çalıştığı yer hukuku olan Rusya Hukuku’nun uygulanması gerektiğini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince, davacının bu iddiasına değer verilmeksizin, uyuşmazlığa Türk Hukuku uygulanmak suretiyle yargılama sonuçlandırılmış ve istinaf kanun yolu incelemesinde de davalının bu yöndeki istinaf başvurusu; davacının Türk vatandaşı olup, davalının ise Türkiye’de faaliyette bulunan, Türk Ticaret Siciline kayıtlı bir şirket olması karşısında taraflar açısından sıkı ilişki içinde bulundukları hukukun Türk Hukuku olduğu, keza MÖHUK’un 27/1. maddesi gereğince işçinin asgari koruma haklarının saklı kalması gerektiği, yabancı ülke hukukunun olayda uygulanmasının mümkün olmadığı gerekçe gösterilerek reddedilmiştir.

Taraflar arasında davacının işini ifa ettiği yerin Rusya ülkesinde bulunduğu uyuşmazlık konusu değildir. Ayrıca davacı ile davalı işveren arasında imzalanan 01.03.2012 tarihli belirsiz süreli yurt dışı iş sözleşmesinin tarafların iş ilişkisindeki hak ve yükümlüklerine ilişkin fesih, çalışma süresi, yıllık izin, fazla mesai, hafta tatili ve genel tatil ücreti alacaklarına ilişkin maddelerinde çalışılan ülke mevzuatının uygulanacağının belirtildiği, yine sözleşmenin 16. maddesinde de sözleşme maddelerinde çalışılan ülke mevzuatının geçerli olduğunun belirtildiği hususlardaki ihtilafların çözümünde öncelikle çalışılan ülke mevzuatının uygulanacağının ifade edildiği ve bu suretle tarafların bir hukuk seçimi anlaşması yaptıkları görülmüştür. Davacı, talep konusu yapılan alacakların ilişkin olduğu çalışma döneminde, iş sözleşmesi kapsamında Rusya’da bulunan davalıya ait işyerinde çalışmış olup, bu durumda mutad işyerinin de işçinin işini fiilen yaptığı yer olan Rusya olduğu sabittir.

Tüm bu hususlar dikkate alındığında, MÖHUK’un 27/1. hükmü kapsamında taraflar arasında 01.03.2012-15.08.2016 tarihleri arasındaki çalışma dönemi yönünden bir hukuk seçimi anlaşması bulunduğundan söz konusu çalışma dönemi yönünden uyuşmazlık hakkında Rusya Hukuku’nun uygulanması gerekmektedir. Bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi de hatalıdır...." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile işçinin bilgilendirilmemiş olması nedeniyle taraflar arasında yapılan iş sözleşmesindeki hukuk seçiminin geçersiz olduğu, öte yandan cevap dilekçesi ekinde ibraz edilen ücret bordroları ve pek çok emsal dosyada sunulan puantaj cetvelleri incelendiğinde taraflar arasında fiili uygulamanın Türk Hukuku hükümlerine göre yapıldığının anlaşıldığı, elektrikçi kalfası olarak çalışan davacının işini fiilen yaptığı yerin mutad işyeri olarak kabul edilemeyeceği, görevi ve çalışma koşulları birlikte düşünüldüğünde davacının geçici süreliğine yurtdışına çalışmak için gittiği, geçici çalışmanın da her olayın özelliğine göre hâkim tarafından belirlenmesi gerektiği, ekonomik olarak zayıf durumda bulunan işçinin uygulanması gereken hukuk ile ilgili mevzuat konusunda Mahkemeye yardımcı olmasının çok zor ve hatta birçok durumda imkansız olduğu gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili, taraflar arasında uygulanacak hukukun tespiti yönünden 5718 sayılı Kanun'un 27 inci maddesinin yol gösterici olduğunu,bu maddeye göre seçilmiş hukukun Rus Hukuku olması nedeniyle bu ülke hukukunun uygulanması gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada Mahkemece kararın gerekçesinde davacının davalının yurt dışı şantiyelerinde 01.01.2002-15.08.2016 tarihleri arasında üç dönem hâlinde 10 yıl 7 ay 28 gün iş sözleşmesi ile çalıştığının kabul edildiğinin belirtilmesine karşın hükme esas alınan 24.12.2018 tarihli ek bilirkişi raporunda davacının aynı tarihler arasında kesintisiz olarak 14 yıl 6 ay 3 gün çalıştığı kabulüne göre yapılan hesaplamalara göre talep konusu alacaklara hükmedildiği dikkate alındığında gerekçe ile hüküm sonucu (fıkrası) arasında çelişki bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce İlk Derece Mahkemesince verilen direnme kararının uyuşmazlık konusu ile ilgili gerekçe içerip içermediği, buradan varılacak sonuca göre direnme kararının usulden bozulmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

E. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası söyledir:

"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır."

2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) "Hükmün kapsamı" başlıklı 297 nci maddesi şöyledir:

"(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir."

2. Değerlendirme

Ön sorun yönünden;

1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile kararlarda gerekçenin önemi Anayasa düzeyinde vurgulanmış olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

2. Öte yandan 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesinde bir mahkeme hükmünün neleri kapsaması gerektiği açıklanmıştır. Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme kararında tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür.

3. Kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır.

4. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın üst mahkeme tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukuki gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez.

5. Ayrıca kararda maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiği, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığı ortaya konulmalı, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantı açıklanmalıdır. Tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirilebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçenin bulunması bu yasal ve Anayasal düzenleme karşısında zorunludur. Aksi hâlde kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde zahiri gerekçe (görünürde gerekçe) olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.

6. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetleyeceği gibi üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler.

7. Ayrıca 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 Esas, 1976/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

8. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.12.2018 tarihli ve 2017/11-101 Esas, 2018/1869 Karar; 18.02.2020 tarihli ve 2016/22-2639 Esas, 2020/165 Karar; 04.02.2021 tarihli ve 2017/(21)10-1968 Esas, 2021/31 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

9. Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukukî ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.

10. Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün son kararlardan olup mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.

11. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 373 üncü maddesi gereği Yargıtayın tamamen veya kısmen verdiği bozma kararı, istinaf başvurusunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin olduğu taktirde bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine gönderilecektir.

12. Bu düzenleme ile ilk derece mahkemesinin verdiği karar bölge adliye mahkemesine gidip istinaf başvurusu reddedilmiş olmakla artık görüşü belli olan ve bu görüşü Yargıtay tarafından yapılan bozma ile kabul edilmeyen bölge adliye mahkemesine dosyanın gönderilmesi yerine, kararı veren ilk derece mahkemesine yeniden karar verilmek üzere dosyanın gönderilmesi kanun koyucu tarafından tercih edilmiştir.

13. Bu durumda her ne kadar 373 üncü maddenin üçüncü fıkrası sadece bölge adliye mahkemelerine ilişkin düzenleme öngörmüşse de ilk derece mahkemeleri yönünden de kıyasen uygulanması gerekmektedir. Buna göre de Yargıtayın bozma kararı üzerine dosya kendisine gelen ilk derece mahkemesi yazı işleri müdürü, bozma kararını taraflara tebliğ eder ve bozma hakkında verilecek karar konusunda görüşlerini almak üzere duruşma günü tayin eder. Mahkeme, tarafları dinledikten sonra bozma kararına uymaya veya direnmeye karar verir. Aksi durum hukuki dinlenilme hakkına aykırıdır (Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 4. Cilt, Ankara, 2021, s. 5097).

14. Bunun yanında ilk derece mahkemesi bozma kararına uyma veya direnme yetkisini kullanırken bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.

15. Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine mahkemelerce verilen direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararı ile sonuçta hüküm fıkrasını da içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın, ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

16. Bu nedenle mahkemece kısa ve gerekçeli kararların Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığını gösterecek, hüküm fıkrasındaki kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde ise bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.

17. Bu noktada belirtilmelidir ki, direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar.

18. Anılan bu husus, kamu düzeni ile ilgili olup gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki olan hâkimin gerekse mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

19. Somut olayda; İlk Derece Mahkemesinin davacının davalı şirketin yurt dışı şantiyelerinde üç dönem hâlinde toplam 10 yıl 7 ay 28 gün çalıştığının kabul edildiği belirtilmek suretiyle verdiği karara karşı davalı vekilinin yaptığı istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmiş, bu kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece İlk Derece Mahkemesince karar gerekçesinde davacının davalının yurt dışı şantiyelerinde 10 yıl 7 ay 28 gün iş sözleşmesi ile çalıştığının kabul edildiği belirtilmesine karşın 14 yıl 6 ay 3 gün çalıştığı kabulüne göre yapılan hesaplamalara göre alacakların hüküm altına alındığı, bu surette gerekçe ile hüküm fıkrası arasında çelişki meydana getirildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozma sonrasında İlk Derece Mahkemesince bozma sebebine ilişkin bir açıklama ve gerekçeye yer verilmeksizin bozma kararının kabule göre olan kısmı ile ilgili gerekçe oluşturulmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.

20. Bu aşamada belirtmek gerekir ki bozma kararlarında kabule göre de veya kaldı ki gibi söz dizinleriyle başlayan, bozma sebebine göre inceleme sırası gelmemekle birlikte sadece mahkemenin hükmündeki hatanın varlığına işaret eden, hükmü o yönden eleştiren, mahkemenin aynı hataya düşmemesi için ona bir tavsiye ve yol gösterme amacına yönelik bulunan ifade ve açıklamalar usul hukuku anlamında bozma niteliği taşımamaktadır.

21. Dolayısıyla İlk Derece Mahkemelerinin bozma kararında yer alan bu tür ifade ve açıklamalara ilişkin direnme ya da uyma kararı veremeyecekleri belirgindir. Yargıtayın kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir (YHGK'nın 08.11.2017 tarihli ve 2014/(7)22-2474 Esas, 2017/1307 Karar, 14.06.2013 tarihli ve 2012/5-1926 Esas, 2013/842 Karar ile 28.09.2011 tarihli ve 2011/14–487 Esas, 2011/559 Karar sayılı kararları).

22. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, Anayasa'nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası ile ona koşut düzenleme içeren 6100 sayılı Kanun'un 297 nci maddesindeki hükümler gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma nedenine karşı direnmenin gerekçesini de gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek açıkça kararda göstermek olmalıdır.

23. Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan Anayasal ve yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere karar usulden bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

10.05.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.