"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2018/179 E., 2018/531 K.
KARAR : Davanın kısmen kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 31.03.2016 tarihli ve
2014/4271 Esas, 2016/4093 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Düziçi Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleştirilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacılar vekili ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
ASIL DAVADA;
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin yolcu olarak bulunduğu araç ile davalıların maliki/işverini, sürücüsü ve trafik sigorta şirketi olduğu aracın karıştığı trafik kazası sonucu müvekkilinin yeğeni ... ...'ın ve iş arkadaşı ... ...'ün öldüğünü, müvekkilinin ve müvekkilinin iş arkadaşı ... ...'ün de yaralandığını, müvekkilinin kazada %32 oranında sakat kaldığının belirlendiğini ancak müvekkilinin %100 iş gücü kaybının olduğunu, sol kolunun tamamen iş göremez hâle geldiğini ve bakıma muhtaç duruma düştüğünü ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 20.000,00 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, 100.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte sigorta şirketi dışındaki her iki davalıdan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 20.05.2010 tarihli ıslah dilekçesiyle malûliyet tazminatı talebini 70.339,12 TL'ye, 16.01.2013 tarihli ikinci ıslah dilekçesi ile malûliyet tazminatı talebini 103.765,00 TL'ye yükseltmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; eldeki davada idari yargının görevli olduğunu, yargı yolu itirazının kabul edilmemesi durumunda davanın reddine karar verilmesinin gerektiğini savunmuştur.
6. Davalı ....... vekili cevap dilekçesinde; 234218 plakalı aracın müvekkiline trafik sigortası ile sigortalı olduğunu, bedeni zararlardan azami limitin 100.000,00 TL olduğunu, kusur ve zarar durumunun tespitinin gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur .
7. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; ceza davasının bekletici mesele yapılmasının gerektiğini, maddi ve manevi tazminat talebinin hukuka aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
BİRLEŞTİRİLEN DAVADA;
Davacı İstemi
8. Davacı vekili dava dilekçesinde; asıl dava dosyasında 20.05.2010 tarihinde davanın birinci kez ıslah edildiğini, ancak mahkemece yeniden aldırılan 08.02.2012 tarihli bilirkişi raporunda müvekkilinin %32,2 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiğinin ve mesleğini altı ay boyunca icra edemeyeceğinin, bu sürede %100 oranında malûl sayılması gerektiğinin tespit edildiğini, bu bilirkişi raporuna göre hesaplanan maddi tazminat miktarının 103.765,11 TL olduğunu, daha önce ıslah dilekçesi verildiğinden ek davanın açıldığını, müvekkili ... ...’ın, ...’ın eşi olduğunu kazadan ötürü manevi zarara uğradığını ileri sürerek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla davacı ... için 33.415,00 TL ek maddi tazminatın ve davacı ... için 15.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
9. Davalı ... vekili; duruşmadaki beyanında, davacının ek dava açma hakkının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
10. Davalı ... vekili; asıl dava dosyasındaki beyanlarını tekrarla davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı
11. Düziçi Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.07.2013 tarihli ve 2009/219 Esas, 2013/244 Karar sayılı kararı ile; asıl davada; davacının tüm maddi tazminat alacakları dava esnasında davalı ... ... Sigorta ........ tarafından ödendiğinden maddi tazminat açısından karar verilmesine yer olmadığına, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile, davacı ... için 10.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar ... ve ... ...'den müteselsilen tahsiline; birleştirilen 2013/212 Esas sayılı davada; 33.415,00 TL maddi tazminat alacağının kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar ... ve ... ...'den müteselsilen tahsiline, davacı ... ...’ın manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ve davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
13. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 31.03.2016 tarihli ve 2014/4271 Esas, 2016/4093 Karar sayılı kararı ile;
"...Dava, iki taraflı ölümlü ve yaralamalı trafik kazası sonucu maluliyet tazminatı ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
1)Davacılar vekilinin temyiz itirazları yönünden;
Manevi tazminat, zarara uğrayanda manevi huzuru gerçekleştirecek ve tazminata benzer bir fonksiyonu da olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat, bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. Zarar görenin zenginleşmemesi, zarar sorumlusunun da fakirleşmemesi gerekmektedir. Takdir edilecek miktarın, mevcut halde elde edilmek istenen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan miktar kadar olması gerekir. 22.6.1976 günlü ve 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde de takdir edilecek manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim, bu konuda takdir hakkını kullanır iken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Somut olayda, davacı ...'in yaralanması şeklinde meydana gelen trafik kazası sebebiyle duyulan acı ve elemin kısmen de olsa giderilmesi amacıyla tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile birlikte olayın meydana geliş şekli, davacı ...'in maluliyet derecesi de dikkate alınarak yaralanan davacı ...'in eşi ... için hak ve nesafet kuralları çerçevesinde uygun bir manevi tazminata, davacı ... yönünden de hükmedilen manevi tazminat miktarı bir miktar az olup daha fazla manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
Davalı ... vekilinin temyiz itirazları yönünden ise;
2)Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı ... vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
3)Somut olayda, asıl davada davacı ...'in maluliyeti için 20.05.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile 70.339,12 TL maddi tazminat talep edilmiş, 03.05.2010 tarihli maluliyete ilişkin hesap raporunda davacının %32 maluliyetine göre 70.339,12 TL maluliyet tazminatı hesaplanmış ve bu miktarın sigorta şirketi tarafından ödenmesi nedeniyle mahkemece karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, birleştirilen davada davacı vekili %32.2 maluliyete göre hesaplanan ve bu hesaplamaya göre sigorta şirketinin ödemesi de mahsup edilerek davacı ... yönünden 33.415,00 TL maluliyet tazminatına, davacı ... yönünden manevi tazminata ilişkin açılan birleştirilen davada; asıl davada davacı vekilince maluliyet hesap raporuna itiraz edilmemekle davacı taraf için 03.05.2010 tarihli 1. hesap raporu kesinleştiğinden ve bu durum davalı lehine kazanılmış hak olduğundan ve davacı vekili tarafından ıslah dilekçesinde fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmamış olması nedeniyle birleşen davada davacı ... yönünden davanın reddine karar vermek gerekirken aksi düşünce ile yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir..." gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
14. Düziçi Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.12.2018 tarihli ve 2018/179 Esas, 2018/531 Karar sayılı kararı ile; davacı lehine hükmedilen manevi tazminat miktarının az olduğu yönündeki bozma kararına uyulmasına; maddi tazminat bakımından dava dilekçesinde açıkça fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu beyan eden davacının erken verilen ıslah dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu yeniden ve açıkça belirtmemiş olmasının sonradan düzenlenen bilirkişi hesap raporunun ardından ortaya çıkan değişikliklere dayalı olarak ek dava açmasına engel olmayacağı, aksi düşüncenin Anayasa ile koruma altına alınan mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacağı ve hak ihlâline neden olacağından birleşen davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
15. Direnme kararı süresi içinde davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından birleşen dava dosyasında davacı ... yönünden açılan maddi tazminat talebinin reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavramların ve yasal mevzuatın incelenmesi gerekmektedir.
18. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (6100 sayılı Kanun, HMK) ve mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda (1086 sayılı Kanun, HUMK) "usuli kazanılmış hak" kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
19. Türk Hukuk Lûgatında da “kazanılmış hak” daha önce yürürlükte olan hükümlere göre bir kişi yararına kazanılmış olan hak şeklinde ifade edilmiştir ( Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s. 676).
20. Kazanılmış haklar, hukuk devletinin temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2 nci maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabulü mümkün değildir.
21. Bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda ifade edilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).
22. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen "usuli kazanılmış hak" olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması durumunda, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukuki olarak değer taşımayacaktır.
23. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilmesi gerekmektedir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C. VI, s. 6340; ayrıca HGK'nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E, 2004/19 Karar ile 20.12.2017 tarihli 2017/5-2575 Esas, 2017/1906 Karar).
24. Bu belirtilenlerin dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda da usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, s. 4771 vd.).
25. Öte yandan davacı vekili HUMK’nın yürürlükte olduğu 15.09.2009 tarihinde eldeki davayı açmış, yine aynı dönemde 20. 05.2010 ıslah talebinde bulunmuş ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmamıştır. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun'un “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448/1 inci maddesi “(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermekte olup, buna göre kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde, yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2015 tarihli ve 2014/11-21 Esas, 2015/2657 Karar ve 18.03.2021 tarihli ve 2017/4-1397 Esas, 2021/292 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
26. Bilindiği üzere, davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan 1086 sayılı Kanun'un 83 vd. maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah; taraflardan birinin usule dair bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan bir yöntem olup, iddia ile savunmanın genişletilmesi yasağının da bir istisnasıdır. Aynı Kanun'un 87 nci maddesinin “Müddei ıslah suretiyle müddeabbihi tezyit edemez.” şeklindeki son cümlesi, Anayasa Mahkemesinin 04.11.2000 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararıyla iptal edilmiş, böylece davada istem sonucunun kısmî ıslah yoluyla artırılması usulen olanaklı hâle gelmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonraki yasal durum itibariyle; kısmi davada fazlaya dair haklarını saklı tutmuş olan davacının, dilerse ek dava açmak yerine, saklı tuttuğu alacak bölümü için o (kısmi) dava içerisinde ıslah yoluyla talepte bulunabilmesi mümkündür. Kısmi davada saklı tutulan alacak bölümü için, gerek kısmi dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha sonra, ayrı bir dava açılması da usulen olanaklıdır. Uygulamada bu ayrı davaya ek dava denilmektedir. Kısmi davadan sonra açılan ek davada fazlaya dair hakların saklı tutulmuş olması ve davacının hukuki yararının bulunması koşullarının birlikte varlığı hâlinde birden fazla ek dava açılması da kural olarak mümkündür.
27. Islah yoluyla dava konusunun artırılması hususunda, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararından sonra ortaya çıkan durumun tartışılmasına gelince: bilindiği gibi kısmi dava müessesinin hukuk yargılama sistemimizde kabul edilen ve özellikleri bulunan bir dava çeşidi olduğu belirgindir. Kısmi davanın kabulüne dair karar ek davada kesin delil teşkil eder. Anayasa Mahkemesinin anılan kararında kısmi dava ile ilgili herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Anayasa Mahkemesi kararından sonra “fazlaya dair hakkını saklı tutmamış” yani ek dava açma olanağı bulunmayan kimseler bakımından uygulama olanağı bulunup bulunmadığı sorusuna olumlu yanıt verme olanağı bulunmamaktadır. Çünkü kısmi dava açmamış (fazlaya dair haklarını saklı tutmamış) bulunan davacı fazlaya dair haklarından zımnen feragat etmiş demektir ve ıslahla bu feragat veya başka bir görüşe göre kesin hüküm sonucunu ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi HUMK’nın 87/son cümleyi iptal ederken yerleşik kuralları yani kısmi dava, hakların saklı tutulması kurallarını irdelememiş, kanun hükmünü sadece “itiraz konusu kural, davacıyı ikinci kez dava açmaya zorlaması sebebiyle hak arama özgürlüğünü sınırlandırdığı için” iptal etmiştir. HUMK’nın 87/son cümlesi iptal edilmiş olmakla, dava konusunun ıslah yoluyla artırılabilmesi ancak davacının kısmi dava açmış bulunmasına ve haklarını saklı tutmuş olmasına bağlıdır. Yeni oluşan durumda da eğer kısmi dava açılmamışsa, ıslah yolu ile dava konusunu artırabilmeye olanak yoktur (..., Ejder: Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi Banka ve Ticaret Hukuk Araştırma Enstitüsü, Özel Hukuk ve Anayasa Mahkemesi Kararları Sempozyumu, 11.05.2001, s.105 vd.). Nitekim aynı hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.05.2018 tarihli ve 2017/1818 Esas, 2018/1025 Karar sayılı kararında da vurgulanmıştır.
28. Eldeki davada, 03.05.2010 tarihli ilk bilirkişi raporunda, davacı tarafça sunulan özürlü sağlık kurulu raporunda belirtilen malûliyet oranına göre (%32) hesaplama yapılarak davacının zararının 70.399,12 TL olduğu belirtilmiştir. Söz konusu bilirkişi raporuna davacı tarafça itiraz edilmemiş, aksine 20.05.2010 harç tarihli dilekçe ile (fazlaya dair hakları saklı tutulmadan) dava bilirkişi raporu ile belirlenen miktarda ıslah edilmiştir. Islahtan sonra 14.06.2010 tarihinde de davacı taraf ile davalı ....... arasında (poliçe teminatı üzerinde kalan talepler ve davadaki diğer talepler saklı kalmak üzere), sulh ve ibra protokolü imzalanmış, davacı taraf bu suretle tüm maddi zararlarının karşılandığını kabul etmiştir. Esasen bu husus mahkemenin de kabulündedir. Zira asıl dava bakımından davacı tarafın tüm maddi tazminat talepleri karşılandığından, karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. İlk bilirkişi raporuna ise, sigorta şirketi dışındaki davalılar tarafından itiraz edilmiştir. Bu itiraz üzerine alınan 2012 tarihli raporda davalının malûliyet oranı %32,2 olarak belirlenmiştir. Davalı tarafın itirazı üzerine alınan, 2013 tarihli olan ve hesap hatalarını da içeren bilirkişi raporunda ise %0,2 oranındaki farka rağmen zarar 103.765,11 TL olarak belirlenmiştir. Davacı tarafça bu sefer, 18.01.2013 harç tarihli ikinci ıslah dilekçesi sunulmuş ve itiraz üzerine de bakiye kısım için 04.04.2013 tarihinde, birleştirilen dava açılmıştır. Yukarıda açıklanan suretle davacı taraf bilirkişi raporuna itiraz etmeyerek, ıslah dilekçesinde de bu miktarı belirtip fazla hakkı olmadığını kabul ederek ilk tazminat miktarını benimsemiş ve bu bedel ile sulh ve ibra protokolü de imzalamıştır. Bu durumda zararın ilk bilirkişi raporu ile kesinleştiği ve davalı lehine kazanılmış hak oluştuğu gözetilerek birleştirilen davanın reddine karar verilmesi gerekirken, eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
29. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; Özel Dairece iki bozma nedeni yapılmasına rağmen, mahkemece tek neden dikkate alınarak hatalı bir şekilde sonuca ulaşıldığı, direnme kararının Özel Daire kararında gösterilen nedenlerden yalnızca usuli kazanılmış hak doğmuş olması nedeniyle bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
30. Hâl böyle olunca, mahkemece verilen direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerle bozulması gerekmiştir.
31. Ne var ki, Özel Dairece, uyulan kısımlar yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1) Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilâve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
2) Davalı vekilinin uyulan kısma yönelik ve diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Aynı Kanun’un 440/III-1 inci maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
06.12.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.