Logo

Ceza Genel Kurulu2018/108 E. 2021/561 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının ilanen tebliğinin usulüne uygun olup olmadığı ve dava zamanaşımının dolup dolmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: Sanığa gerekçeli kararın tebliği için gerekli yasal işlemlerin tam olarak yerine getirilmemesi ve özellikle resmî kurumlardan adres araştırması yapılmadan ilanen tebliğe karar verilmesi nedeniyle tebliğin usulsüz olduğu, bu nedenle sanık müdafisinin temyizinin süresinde olduğu ve ayrıca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştiği tarih ile denetim süresi içerisinde işlenen yeni suç nedeniyle mahkumiyet kararının kesinleştiği tarih arasında geçen sürenin de hesaba katılmasıyla dava zamanaşımı süresinin dolduğu gözetilerek yerel mahkemenin mahkûmiyet hükmü bozulmuş ve kamu davasının düşmesine karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

Kararı veren

Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu

Mahkemesi :Ceza Dairesi

Sayısı : 6-7

Sanık ... (...) hakkında yargı görevi yapanı etkileme suçundan TCK'nın 277/1, 43 ve 53/1. maddeleri uyarınca 7 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 21.09.2007 tarihli ve 2-5 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “Onama” istemli 11.01.2008 tarihli ve 137074 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilerek 02.06.2009 tarih ve 16-139 sayı ile;

"Sanıkların cezalandırılmasına ilişkin hükmün verilmesinden sonra yürürlüğe giren 23.01.2008 tarihli ve 5728 sayılı Yasa'nın 562. maddesi ile Ceza Yargılaması Yasası’nın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında gerçekleştirilen değişiklikler sonucunda, bu maddede öngörülen objektif ve subjektif koşulların varlığı hâlinde uygulanması olanağı bulunan 'hükmün açıklanmasının geri bırakılması' kurumunun tatbik alanı genişletilmiş ve somut olayda uygulanabilir hâle gelmiştir. Kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasına olanak sağlayan ve bu yönüyle sanıklar lehine sonuç doğurduğunda kuşku bulunmayan bu hukuki kurumun sanıklar hakkında uygulanıp uygulanmayacağı ise öncelikle birinci derece yargılamasını yapan mahkemece ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu itibarla, diğer yönlerinin bu aşamada incelenmesine gerek bulunmayan hükmün, öncelikle bu yasal değişikliğin değerlendirilebilmesi için ..." bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 25.11.2009 tarih ve 6-7 sayı ile; sanığın yargı görevi yapanı etkileme suçundan TCK'nın 277/1, 43 ve 53/1. maddeleri uyarınca 7 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna, CMK'nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve beş yıllık denetim süresine tabi tutulmasına karar verilmiştir.

Sanığın denetim süresi içinde yeni bir suç işlediği gerekçesiyle Yargıtay 5. Ceza Dairesince 08.06.2016 tarih ve 6-7 sayı ile açıklanmasına karar verilen hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesince 19.10.2017 tarih ve 6-7 sayı ile temyiz talebinin reddine karar verilmiş, bu kararın da sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “Onama” istemli 26.02.2018 tarihli ve 2 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:

Sanık ... (...) ve inceleme dışı sanık ... hakkında yargı görevi yapanı etkileme, resmî belgeyi yok etmek veya gizlemek ve ihaleye fesat karıştırma suçlarından kurulan beraat hükümleri Yargıtay Ceza Genel Kurulunca onanmak, inceleme dışı sanık ... hakkında yargı görevi yapanı etkileme suçundan CMK’nın 231. maddesinin onuncu ve 223. maddesinin sekizinci fıkraları uyarınca kamu davasının düşmesine ilişkin verilen hüküm temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olup inceleme, sanık ... (...) hakkında yargı görevi yapanı etkileme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ve temyiz isteminin reddi kararıyla sınırlı olarak yapılmıştır.

Ceza Genel Kurulunca yapılacak temyiz incelemesinde, sanık müdafisinin temyiz talebi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen temyiz talebinin reddi kararının isabetli olup olmadığı, bu bağlamda gerekçeli kararın usulüne uygun tebliğ edilip edilmediği, temyiz talebinin reddi kararının isabetli olmadığının kabulü hâlinde dava zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarında dava zamanaşımının ne zaman durup ne zaman işlemeye başlayacağı hususlarının ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.

1- Temyiz talebinin reddi kararının isabetli olup olmadığının değerlendirilmesinde;

İncelenen dosya kapsamına göre;

İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince, sanığın yokluğunda 08.06.2016 tarihinde verilen hükmün sanığa tebliği için Lefkoşa Kıbrıs Başkonsolosluğuna 01.09.2016 tarihli ve 877 sayılı müzekkerenin yazıldığı, sanığın duruşmada bildirmiş olduğu ve MERNİS'te kayıtlı olan “... Sok, No: 5/A, Magosa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” adresine tebligat yapılmasının istendiği,

Lefkoşa Büyükelçiliğinin 17.10.2016 tarihli ve 11506313 sayılı yazısı ile ekinde bulunan 28.09.2016 tarihli yazıya göre; tebligat konusunun "gerekçeli karar", tebligatı çıkaran mercinin "Yargıtay 5. Ceza Dairesi" olduğu belirtilip iş bu bildirimin tebliğ edildiği günden itibaren 30 gün içerisinde Büyükelçiliğe başvuruda bulunulması, otuzuncu günün çalışma saati sonuna kadar başvurulmadığı sürece söz konusu evrakın tebellüğ edilmiş sayılacağı bildirilerek, tebliğ bildiriminin iadeli taahhütlü yöntemle muhatabın adresine gönderildiği, adı geçenin bu adreste tanınmadığından tebligat evrakının 04.10.2016 tarihinde iade edildiği,

Özel Dairece Lefkoşa Büyükelçiliğine yazılan 31.10.2016 tarihli ve 1087 sayılı müzekkerede; sanığın bildirmiş olduğu “... Sok, No: 5/A, Magosa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” adresine 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 35 ve 25/a maddeleri uyarınca tebligat yapılması açıklamalarına yer verildiği,

Lefkoşe Büyükelçiliğinin 20.12.2016 tarihli ve 9697 sayılı yazısına ve ekinde bulunan 28.09.2016 tarihli yazıya göre; tebligat konusunun "gerekçeli karar", tebligatı çıkaran mercinin "Yargıtay 5. Ceza Dairesi" olduğu belirtilip iş bu bildirimin tebliğ edildiği günden itibaren 30 gün içerisinde Büyükelçiliğe başvuruda bulunulması, otuzuncu günün çalışma saati sonuna kadar başvurulmadığı sürece söz konusu evrakın tebellüğ edilmiş sayılacağı bildirilerek tebliğ bildiriminin iadeli taahhütlü olarak muhatabın adresine gönderildiği, tebligat evrakının adreste tanınmadığından bahisle 01.12.2016 tarihinde iade edildiği,

Özel Dairece gerekçeli kararın sanığın Türkiye’de oturan oğlu ...’in adresi olan ve Türkiye’ye geldiğinde kaldığını 25.05.2016 tarihli dilekçeyle beyan ettiği “... Sitesi, Kümeevleri, No: 18/4, Batıkent, Yenimahalle-...” adresine tebligata çıkarıldığı, 04.11.2016 tarihli tebligat evrakına göre muhatabın adreste tanınmadığı aynı adreste bulunan yöneticinin beyanından anlaşıldığından tebligat evrakının mahalle muhtarının tasdiki ile iade edildiği, aynı adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğe çıkarıldığı, 30.01.2017 tarihli tebligat evrakına göre muhatabın adresinden ayrıldığı, yeni adresi de bulunamadığından tebligat parçasının kapıya asıldığının belirtildiği,

Özel Dairece 16.02.2017 tarihli yazıyla sanığın nüfusa kayıtlı olduğu yerden adres araştırması yapılmasının istenmesi üzerine Şebinkarahisar İlçe Emniyet Müdürlüğünün 03.03.2017 tarihli ve 274 sayılı yazısına göre; sanığın nüfusa kayıtlı olduğu Şebinkarahisar Taş Mahallesinde yapılan araştırmalar ve sanıkla yapılan telefon görüşmesi neticesinde sanığın “Piyale Paşa Mahallesi, ... Sok, No: 5/A, Gazimagosa Kıbrıs” adresinde ikamet ettiğinin tespit edildiği,

Yenimahalle İlçe Emniyet Müdürlüğünün 17.04.2017 tarihli ve 8342 sayılı yazısına göre; Yargıtay 5. Ceza Dairesince 17.04.2017 tarihli ve 153 sayılı yazıyla sanığın oğlunun ikamet adresi olarak bildirilen “... Sitesi, Kümeevleri, No: 18/4, Batıkent Yenimahalle-...” adresinden sanığın tebligata yarar adresinin araştırılmasının istenmesi üzerine yapılan araştırma neticesinde, sanıkla telefon ile yapılan görüşmede sanığın adresinin sabit olmadığını beyan ettiğinin bildirildiği,

Özel Dairece 23.06.2017 tarihli ve 6-7 sayılı ek karar ile; sanık hakkında kurulan hükmün 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 28. maddesi uyarınca ilanen tebliğine, ilanın yayın tarihinden itibaren 15 gün sonra tebliğ olunmuş sayılarak, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi delaletiyle 1412 sayılı CMUK'nın 310. maddesi gereğince takip edilen bir hafta içerisinde usulen temyiz olunmadığı takdirde kesinleşeceğine, 7201 sayılı Kanun’un 29. maddesi de gözetilerek ilanın elektronik ortamda ve ... ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Gazi Magosa'da yayımlanan trajı yüksek gazetelerden birinde yapılmasına, tebliğ olunacak evrakın ve ilan suretinin Dairece herkesin kolayca görebileceği bir yere asılmasına, tebliğ olunacak evrakın ve ilan suretinin müzekkere ekinde Basın İlan Kurumuna gönderilmesine karar verildiği,

Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 23.06.2017 tarihli yazısına göre; Dairenin 23.06.2017 ve 08.06.2016 tarihli ek kararlarının Dairenin duyuru panosuna asıldığı, 08.09.2017 tarihli yazı ile de ilgili kararların panodan kaldırıldığı,

Sanık hakkında verilen kararın 09.07.2017 tarihli Türkiye Gazetesinde yayımlandığı,

Özel Dairece sanık hakkındaki hükmün 11.09.2017 tarihinde kesinleştirilerek infaza verildiği,

Sanığın 28.06.2016 tarihli ve 13269 sayılı vekâletname ile Av. ...’yü vekil olarak atadığı, sanık müdafisinin 17.10.2017 tarihinde dosyanın fotokopisinin çekilmesini talep ettiği, vekâletnamede sanığın adresinin “Piyale Paşa Mah, ... Sok, No: 5/A, Magosa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak gösterildiği,

Sanık müdafisi tarafından 17.10.2017 tarihli dilekçe ile hükmün temyiz edildiği,

Yargıtay 5. Ceza Dairesince 19.10.2017 tarih ve 6-7 sayı ile; sanık müdafisinin kanuni süreden sonra temyiz talebinde bulunduğundan temyiz isteminin reddine karar verildiği, bu kararın sanık müdafisine 31.10.2017 tarihinde tebliğ edildiği, anılan kararın sanık müdafisi tarafından 06.11.2017 tarihli dilekçe ile temyiz edildiği,

Anlaşılmaktadır.

Gerekçeli kararın usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediği hususunun sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle bu konudaki Anayasal ve kanuni düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası;

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir...”,

“Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları ise;

“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır...” şeklinde düzenlenmiş olup Anayasa'nın 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde ise Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu belirtilmiştir.

CMK’nın “Tebligat usulleri” başlıklı 37. maddesi;

“(1) Tebligat, bu Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla, ilgili kanunda belirtilen hükümlere göre yapılır.

(2) Uluslararası andlaşmalar, yazılı belgelerin doğrudan doğruya postayla veya diğer iletişim araçlarıyla gönderilmesini kabul ettiğinde; yurt dışına yapılan tebligat, iadeli taahhütlü posta veya diğer iletişim araçları ile gerçekleştirilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun "Bilinen adreste tebligat" başlıklı 10. maddesi;

"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.

Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır...” biçiminde düzenlenmiştir.

Buna göre tebligat, tebliğ edilecek şahsın bilinen en son adresinde yapılacak, bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde ise muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi (MERNİS) bilinen en son adresi olarak kabul edilecek ve tebligat bu adrese yapılacaktır.

Anılan Kanun’un “Siyasî temsilcilik aracılığıyla yabancı ülkedeki Türk vatandaşlarına tebligat” başlıklı 25/a maddesi;

“Yabancı ülkede kendisine tebliğ yapılacak kimse Türk vatandaşı olduğu takdirde tebliğ o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu aracılığıyla da yapılabilir.

Bu hâlde bildirimi Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu veya bunların görevlendireceği bir memur yapar.

Tebliğin konusu ile hangi merci tarafından çıkarıldığı bilgilerinin yer aldığı ve otuz gün içinde başvurulmadığı takdirde tebliğin yapılmış sayılacağı ihtarını içeren bildirim, muhataba o ülkenin mevzuatının izin verdiği yöntemle gönderilir.

Bildirimin o ülkenin mevzuatına göre muhataba tebliğ edildiği belgelendirildiğinde, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurulmadığı takdirde tebligat otuzuncu günün bitiminde yapılmış sayılır. Muhatap Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurduğu takdirde tebliğ evrakını almaktan kaçınırsa bu hususta düzenlenecek tutanak tarihinde tebliğ yapılmış sayılır. Evrak bekletilmeksizin merciine iade edilir.

Bu maddeye göre kazaî merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakı doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye 11.01.2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile 5. fıkra eklenmiş olup bu eklemenin Hükümet gerekçesinde; “Tebligat Kanunu’nun 25/a maddesinde siyasî temsilcilikler aracılığıyla yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarına tebligat usûlü düzenlenmiştir. Bugüne kadar yurt dışı temsilciliklere gönderilen tebligat Adalet Bakanlığı aracılığıyla yapılmaktaydı. Maddeye eklenen yeni fikrada bu hususta kolaylık getirilmiştir. Bu bağlamda, Türk vatandaşları bakımından, Adalet Bakanlığının aracılığı olmadan, doğrudan ilgili temsilciliğe tebligatın gönderilmesi usulü kabul edilmiştir. Zira, Adalet Bakanlığının aracılığı sadece şekli hususların incelenmesi ile ilgilidir. Bu inceleme yargı organınca yapılıp tebliğ evrakı gönderilebilecek, böylece hem zaman hem de para kaybı önlenecektir. Ayrıca, Türk yargı organının yine Türk vatandaşı olan taraf için doğrudan Türk temsilciliğini kullanarak tebligat yapması hiçbir sakınca doğurmayacak, bilakis birçok yarar sağlayacaktır. Yukarıdaki gerekçelerle birlikte, çok özel durumlarda, ilgili yargı organının Adalet Bakanlığı aracılığıyla temsilcilik üzerinden tebligat yaptırması bazen gerekli olabilir. Bu gibi istisnai durumlarda da bir sakıncanın ve boşluğun doğmaması için, hüküm emredici şekilde düzenlenmemiş, ‘gönderilebilir’ ifadesi kullanılarak bu ihtimal de açık tutulmuştur. Böylece, gerektiğinde yargı organının ilgili temsilciliğe doğrudan değil, Adalet Bakanlığı aracılığıyla tebligatı ulaştırmasının önü de tamamen kapatılmamıştır." ifadelerine yer verilmiştir.

Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 43. maddesi ise;

“(1) Yabancı ülkede kendisine tebligat yapılacak kişi, Türk vatandaşı olduğu takdirde tebligat, o yerdeki Türkiye siyasi memuru veya konsolosu vasıtasıyla da yapılabilir.

(2) Bu halde tebligatı Türkiye siyasi memuru veya konsolosu ya da bunların görevlendirecekleri bir memur yapar.

(3) Tebliğin konusu ile hangi merci tarafından çıkarıldığı bilgilerinin yer aldığı ve otuz gün içinde başvurulmadığı takdirde tebliğin yapılmış sayılacağı ihtarını içeren bildirim, muhataba o ülkenin mevzuatının izin verdiği yöntemle gönderilir.

(4) Bildirimin o ülkenin mevzuatına göre muhataba tebliğ edildiği belgelendirildiğinde, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurulmadığı takdirde tebligat otuzuncu günün bitiminde yapılmış sayılır. Muhatap Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurduğu takdirde tebliğ evrakını almaktan kaçınırsa, bu hususta düzenlenecek tutanak tarihinde tebliğ yapılmış sayılır. Evrak bekletilmeksizin merciine iade edilir.

(7) Bu maddeye göre kazaî merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakı doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebilir. Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu tarafından tebliğ işleminin gerçekleştirilmesinden sonra evrak doğrudan ilgili kazaî mercie gönderilir.

(8) Tebligatı çıkaran kazaî merci bu madde hükmüne ya da 38 inci maddeye göre tebliğ yapma hususunda takdir hakkına sahiptir.”

Şeklinde düzenlenmiştir.

Buna göre tebligat yapılacak olan kişinin adresinin yurt dışında bulunması ve bu kişinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması durumunda tebligat muhatabın yurt dışındaki bilinen en son adresine yapılır. Muhatabın bilinen adresi yoksa o zaman adrese dayalı kayıt sisteminden temin edilen adresine tebligat çıkarılır. Adrese dayalı kayıt sistemindeki adres bir yurt içi adres olabileceği gibi bir yurt dışı adreste olabilir. Uygulamada konsoloslukta bu konu ile görevli memur, bir çağrı mektubu hazırlayarak muhatabı konsolosluğa davet etmektedir. O ülkenin posta idaresi aracılığı ile iadeli taahhütlü olarak gönderilen çağrı mektubunu alan muhatap 30 gün içinde Türkiye Cumhuriyeti dış temsilciliğine (konsolosluk veya büyükelçilik konsolosluk şubesine) müracaat ederek tebliğ evrakını alırsa muhatap açısından tebligat işlemi tamamlanmış sayılacaktır. Muhatap konsolosluğa gelmesine rağmen tebliğ evrakını almaktan imtina ederse, konsolosluk tebliğ memuru tebligat mazbatasının üzerine muhatabın tebellüğden imtina ettiğini belirtir, muhatap imzalarsa imzasını alır, imzadan imtina ederse bu durumu da tebliğ mazbatasında belirtir (Canan Ruhi-Ahmet Cemal Ruhi, Tebligat Hukuku, Seçkin Yayınevi, 2016, ..., s. 655-656.).

Gönderilen çağrı mektubunda muhatabın Tebligat Kanunu'nun 25/a maddesinde belirtilen otuz gün içinde konsolosluğa müracaat ederek tebliğ evrakını almasının, çağrı mektubunu aldığı hâlde tebligat evrakını almak üzere konsolosluğa müracaat etmezse, çağrı mektubunu aldığı tarihten itibaren otuzuncu günün bitiminde tebligatı almış sayılacağı hususunu içeren ihtarnamenin yer almaması durumunda Tebligat Kanunu'nun 25/a maddesine göre yapılan tebligat usulsüz olacaktır.

Yabancı ülkede oturan Türk vatandaşına tebligatın yapılabilmesi için (m. 25/a), bildirimin o ülkenin mevzuatına göre belgelendirilmesi (tevsiki), geçerlilik şartıdır. Aksi takdirde tebligat yapılamamış sayılır (Ejder Yılmaz-Tacar Çağlar, Tebligat Hukuku, Yetkin Yayınevi, ..., 2013, s. 494.).

Tebligat Kanunu’nun “Yabancı memlekette tebligat usulü” başlıklı 25. maddesi;

“Yabancı memlekette tebliğ o memleketin salahiyetli makamı vasıtasiyle yapılır. Bunun için anlaşma veya o memleket kanunları müsait ise, o yerdeki Türkiye siyasi memuru veya konsolosu tebligat yapılmasını salahiyetli makamdan ister.

(Mülga: 19/3/2003-4829/18 md.)

Yabancı memleketlerde bulunan kimselere tebliğ olunacak evrak, tebligatı çıkaran merciin bağlı bulunduğu vekalet vasıtasiyle Dışişleri Bakanlığına, oradan da memuriyet havzası nazarı itibara alınarak ilgili Türkiye Elçiliğine veya Konsolosluğuna gönderilir.

(Ek : 6/6/1985 - 3220/8 md.) Şu kadar ki, Dışişleri Bakanlığının aracılığına lüzum görülmeyen hallerde tebligat evrakı, ilgili Bakanlıkça doğrudan doğruya o yerdeki Türkiye Büyükelçiliğine veya Başkonsolosluğuna gönderilebilir.” biçiminde,

Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Yabancı ülkelerde bulunanlara tebligat” başlıklı 38. maddesi ise;

“(1) Yabancı ülkelerde bulunanlara tebliğ olunacak evrak, tebligatı çıkaran merciin bağlı bulunduğu bakanlık aracılığıyla Dışişleri Bakanlığına, oradan da o yerdeki Türkiye Büyükelçiliğine veya başkonsolosluğuna gönderilir.

(2) Dışişleri Bakanlığının aracılığına gerek görülmeyen hallerde, tebligat evrakı bakanlıklarca doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliğine veya başkonsolosluğuna gönderilebilir.

(3) Dışişleri Bakanlığı ve tebliği çıkaran merciin bağlı olduğu bakanlık tebliğ evrakını, 39, 40, 41, 43 ve 47 nci madde hükümlerine göre düzenlenip düzenlenmediği yönünden inceler, varsa yanlışlık ve eksiklikleri düzelttirir veya tamamlattırır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Tebligat Kanunu'nun 25/a maddesine göre tebligatın yapılamadığı durum olarak konsolosluk tarafından gönderilen çağrı mektubunun muhataba ulaşmaması nedeni ile iade edilmesi hâlinde, muhatabın çağrı mektubu gönderilen adreste ikamet etmemesi, muhatabın adresten daimi olarak ayrılmış olması ve yeni adresinin de konsolosluk tarafından tespit edilememesi, adresin yetersiz olması gibi nedenler ile çağrı mektubu muhataba ulaşamamış ise, bu gibi durumlarda istenirse ve gerek görülürse Tebligat Kanunu’nun 25. ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 38. maddesi uyarınca sözleşmeler (15 Kasım 1965 tarihli "Hukukî ve Ticari Konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı Memleketlerde Tebliğine Dair La Haye Sözleşmesine göre) ve ikili anlaşmalar çerçevesinde tebligat yapılması gerekeceğinden yeniden hazırlanacak tercümeli evrak ile sözleşmeler çerçevesinde tebligat yapılabilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında iki taraflı bir sözleşme mevcuttur. Bu sözleşme, 25 Aralık 1987 tarihinde imzalanan, 27.10.1988 tarihli ve 3490 sayılı Kanun’la onaylanması uygun bulunan Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Arasında Hukuki, Ticari ve Cezai Konularda Adli Yardımlaşma, Tanıma ve Tenfiz, Suçluların Geri Verilmesi ve Hükümlülerin Nakli SözIeşmesidir.

Tebligat Kanunu’nun 25/a-son ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 43/8. maddesi uyarınca, tebligatı çıkaran kazai merci Tebligat Kanunu’nun 25. ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 38. maddesi ile anılan Kanun’un 25/a ve 43. maddesi gereğince tebligat yapma hususunda takdir hakkına sahiptir. 7201 sayılı Kanun’un 25/a-son maddesindeki “Bu maddeye göre kazaî merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakı doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebilir.” şeklindeki ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 43/8. maddesindeki "Tebligatı çıkaran kazaî merci bu madde hükmüne ya da 38 inci maddeye göre tebliğ yapma hususunda takdir hakkına sahiptir." biçimindeki düzenlemeler ile ilgili kazaî merciin Tebligat Kanunu'nun 25/a veya 25. maddesine göre tebligat çıkarma konusunda takdir hakkına sahip olduğu vurgulanmış, anılan Kanun'un madde gerekçesinde de belirtildiği gibi istisnai durumlarda yargı organının ilgili temsilciliğe doğrudan değil, Adalet Bakanlığı aracılığıyla da tebligatta bulunabilmesi yolunun tamamen kapatılmadığı dile getirilmiştir.

Gelinen bu aşamada Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi üzerinde durulması gerekmektedir.

Tebligat Kanunu’nun 35. maddesinin son fıkrası;

“…

Daha önce yurt dışındaki adresine tebligat yapılmış Türk vatandaşı, yurt dışı adresini değiştirir ve bunu tebliğ çıkaran mercie bildirmez, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce tebligat yapılan adresine Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca 25/a maddesine göre gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz gün sonra tebligat yapılmış sayılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre Türk vatandaşları bakımından daha önce yurt dışı adresine usulünce tebligat yapılan kimse adresini değiştirdiği hâlde bu değişikliği bildirmezse, yurt dışındaki Türk vatandaşları bakımından da adres kayıt sisteminde açık adres kaydı tutulduğu için önce adres kayıt sistemindeki adresine bakılacağı, muhatabın adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce usulüne uygun şekilde tebligat yapılan adresine, Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca Tebligat Kanunu'nun 25/a maddesine göre gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz gün sonra tebligat yapılmış sayılacaktır (Canan Ruhi - Ahmet Cemal Ruhi, s. 657.).

Eğer muhatabın adresi önceden belli ise ve bu adrese daha önce tebligat yapılmışsa, daha sonra adresin değiştirilmesi durumunda, yeni adres bildirilmez ve tespit de edilemezse, adresin meçhul olması söz konusu değildir. Bu durumda Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre işlem yapılır, ilân yoluyla tebligata gidilemez. Ancak, daha önce yapılan adrese gidildiğinde, bu adresteki evin yıkılmış olduğu ve yerinde herhangi bir ev kalmadığı ve civarda da burada oturanların nereye gittiklerini bilen yoksa, adres bu durumda da meçhul sayılmalıdır (Ejder Yılmaz-Tacar Çağlar, s. 509-510.). Adresin meçhul olması hâlinde, bu durum tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tespit edilir. Aksi hâlde, tebliğ usulsüz olur.

Yabancı ülkede bulunan Türk vatandaşları için uygulanabilecek 7201 sayılı Kanun’un 35/son maddesi için yurt dışı adresine tebliğin yapılmış olması ön koşul olup anılan Kanun’un 25/a maddesi uyarınca tebligatın yapılamaması hâlinde 7201 sayılı Kanun’un 28. maddesi uyarınca ilânen tebligat usulünün izlenmesi gerekir.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “İlanen tebligat” başlıklı 28. maddesi;

“Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.

Yukarıki maddeler mucibince tebligat yapılamıyan ve ikametgahı, meskeni veya iş yeri de bulunamıyan kimsenin adresi meçhul sayılır.

Adresin meçhul olması halinde keyfiyet tebliğ memuru tarafından mahalle veya köy muhtarına şerh verdirilmek suretiyle tesbit edilir. (Değişik ikinci cümle: 19/3/2003-4829/9 md.) Bununla beraber tebliği çıkaran merci, muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirir.

Yabancı memleketlerde oturanlara ilanen tebligat yapılmasını icabettiren ahvalde tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı memlekette bulunan kimsenin malüm adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzunu dosyasına koyar.” şeklinde,

Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 48. maddesi ise;

“(1) Bu Yönetmelik hükümleri uyarınca kendisine tebligat yapılamayan, tebliğ memuru tarafından adresi tespit edilemeyen, adres kayıt sisteminde de yerleşim yeri adresi bulunmayan kişinin adresinin tespiti için tebligatı çıkaran merci tarafından adres araştırması yapılır.

(2) Tebligatı çıkaran merci, muhatabın adresini öncelikle resmî veya özel kurum ve dairelerden, bunlardan sonuç alınamadığı takdirde kolluk vasıtasıyla araştırabilir ve tespit ettirebilir. Yapılan araştırmalara rağmen muhatabın adresinin tespit edilememesi halinde adres meçhul sayılır.

(3) Adresi meçhul olanlara tebligat ilanen yapılır.

(4) İlânen tebligat, bu maddedeki usuller izlendikten sonra başvurulacak son çaredir.” biçiminde,

Anılan Yönetmelik’in “İlanen tebligat usulü” başlıklı 49. maddesi;

“(1) İlanen tebliğ, 48 inci madde gereğince ilgili merciin sebebini göstermek suretiyle vereceği karar üzerine aşağıdaki şekilde yapılır:

a) İlan, kendisine tebliğ yapılacak kişinin en güvenilir bir şekilde öğrenmesini sağlayabilecek ve varsa tebliği çıkaran merciin bulunduğu yerde yayımlanan bir gazetede ve elektronik ortamda Basın İlan Kurumu vasıtasıyla yapılır. Muhatabın en güvenilir bir şekilde öğrenmesini sağlayabileceği umulan gazete, tebliği çıkaran merciin bulunduğu yerde yayımlanan bir gazete ise, ayrıca bir diğer gazete ile ilan yapılmaz.

b) Tebliğ olunacak evrak ve ilan sureti bir ay süreyle tebliği çıkaran mercide herkesin kolayca görebileceği bir yere asılır.

c) Merci, gerekirse, ikinci defa ilan yapılmasına karar verebilir. İkinci ilan da (a) ve (b) bendi hükümlerine göre yapılır. İki ilan arasındaki süre bir haftadan az olamaz. İkinci ilan, gerekiyorsa yabancı ülke gazeteleriyle de yaptırılabilir.

(2) Adresi yabancı ülkede bulunanlara ilan yoluyla tebliğ yapılmasını gerektiren hallerde, tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı ülkede bulunan kişinin varsa bilinen en son adresine, ayrıca, iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzunu dosyasında saklar.”

Şeklinde düzenlenmiştir.

Anılan Kanun ve ilgili Yönetmelik uyarınca kendisine tebligat yapılamayan, tebliğ memuru tarafından adresi tespit edilemeyen, adres kayıt sisteminde de yerleşim yeri adresi bulunmayan kişinin adresinin tespiti için tebligatı çıkaran merci tarafından adres araştırması yapılır. Tebligatı çıkaran merci, muhatabın adresini öncelikle resmî veya özel kurum ve dairelerden, bunlardan sonuç alınamadığı takdirde kolluk vasıtasıyla araştırmalıdır. Yapılan araştırmalara rağmen muhatabın adresinin tespit edilememesi halinde adres meçhul sayılır.

Tebligat Kanunu’nun 28. maddesinin üçüncü fıkrası 19.03.2003 tarihli 4829 sayılı Kanun ile değişiklik öncesi “Bununla beraber tebliği çıkaran merci, lüzum görürse muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar veya zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirebilir” şeklinde düzenlenmişti. Yeni düzenlemede “lüzum görürse” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve anılan hükümdeki “ettirebilir” kelimesi “ettirir” olarak değiştirilmiştir. Yine eski düzenlemede “zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit” tebligatı çıkaran mercie bir takdir hakkı tanınmak suretiyle “veya” ile ifade edilmişken “zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit” yoluna müracaat edilmesi hususunda yeni düzenlemede “ve” bağlacı kullanılmıştır. Tebligat Kanunu’nun 28. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi 27.03.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4829 sayılı Kanun’un 9. maddesi ile değiştirilmiş olup "lüzum görürse" cümlesi çıkarılarak, adres araştırılması hususu tebligat çıkaracak mercinin takdirine bırakılmamıştır. Şu hâlde tebliğ çıkaracak merci muhatabın adresi meçhul olarak bildirilmişse, mutlaka araştırma yapacak, tebligata yarar adres saptanamamışsa ilanen tebliğ yoluna gidecektir (Ahmet Uğur Turan, Tebligat Hukuku, Seçkin Yayınevi, s. 239.). Savunma hakkıyla sıkı sıkıya ilişkili olan adres araştırmasının zabıtaya yaptırılan bir inceleme ile sınırlı tutulması savunma hakkının kısıtlanmasına yol açabilecek bir durum yaratabileceğinden adres araştırmasının geniş bir çerçeve içinde ele alınıp, soruşturmanın çok yönlü yapılması gerekir (Timuçin Muşul, Tebligat Hukuku, Adalet Yayınevi, 7. Baskı, ... 2018, s. 153.).

Bu değişikler sonucunda yeni yapılan düzenlemeye göre, adres araştırması bakımından tebliği çıkaran mercinin takdir hakkı sınırlandırılmış olup, tebliğ çıkaran merci muhatabın adresinin tespiti için hem gerekli gördüğü resmî veya hususi müessese ve dairelere soracak ve hem de zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit yaptıracaktır (Ejder Yılmaz-Tacar Çağlar, s. 523-524.). Söz konusu düzenleme ile tebligatı ilanen yapmak isteyen makama adres araştırmasını geniş bir şekilde yapma zorunluluğu yüklenmiştir (Ahmet Uğur Turan, s. 239.).

Netice olarak adres araştırması geniş bir çerçeve içinde ele alınmalıdır. Geniş kapsamlı olarak adres araştırması yapılmadan ilanen tebligata karar verilemez. Yapılan tüm araştırmalara rağmen adres tespit edilemediği için tebligat yapılamıyor ise tebligatta başvurulacak son çare, ilân yolu ile tebligattır. Adres araştırması iki temel üzerinden yapılır. Birincisi, özellikle adresin bulunma ihtimali yüksek olan resmî veya özel müessese ve dairelerden gerekli görülenlere sorularak yapılır. Örneğin, belediye başkanlığına, tapu sicil müdürlüğüne, vergi dairesine, trafik tescil ve denetleme bürosuna, ayrıca erkekler için askerlik şubesine vs. kurumlara yazılarak sorulur. İkinci olarak, kanunî karine olarak kabul edilen nüfusa kayıtlı olduğu yerden ve ayrıca muhatabın bilinen en son iş ve ev adresinde de araştırma yapılır. Bu araştırma kolluk kuvvetleri vasıtası ile yapılır. Yapılan tüm araştırmalara rağmen muhatabın adresi tespit edilemiyorsa ilanen tebligata karar verilir. Aksi hâlde yani bu araştırmalar yapılmamış ise usulsüz tebligat söz konusu olur.

İlanen tebligat yapabilmek için muhatabın kimliğinin bilinmesi, muhatabın adresinin meçhul olması, muhatabın adres araştırmasının yapılmış olması ve gerekli masrafların yatırılmış olması gerekir. Muhtabın yurt dışında bulunması hâlinde, yurt dışındaki adresin araştırılması gerekir.

Uygulamada Türk vatandaşı olup da, yabancı ülkede bulunan fakat adresi bilinmediği ve adres kayıt sisteminde de adresi bulunmadığı, Türkiye'deki adreslerine tebligat yapılamadığı için kendisine tebligat yapılamayan muhataba yabancı ülkede yayımlanan Türkçe gazete ile tebligat yapılmaktadır. Yabancı ülkede gazete ile tebligat son bulunduğu ülkede yapılmaktadır.

Bunun için tebligatı çıkaracak olan merci tebligat çıkarmadan önce öncelikle yurt dışında Türkçe bir gazetede yapılacak olan ilan metnini gönderir ve bu tebligat için gerekli olan masrafı sorar. Tebligatı çıkaracak olan merci bulunduğu yerdeki Cumhuriyet Başsavcılığına, varsa üst savcılığa yoksa Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğüne, Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü tebliğ edilecek kişinin bulunduğu yeri ve yurt dışı temsilciliğin görev bölgesini göz önüne alarak Türk konsolosluğuna, konsolosluk bulunmayan yerlerde Türk Büyükelçiliğine gönderir. Gelen cevabı ilgili merciye gönderir. Düzenlenecek tebligat evrakı ve masraf düzenlenecek bir çek ile konsolosluğa gönderilir. Konsolosluk yabancı ülkede Türkçe bir gazetede ilanı yapar ve sonucunu ilgili merciye bildirir.

Tebligat Kanunu’nun “İlan şekli” başlıklı 29. maddesi;

“İlan suretiyle tebliğ, tebliği çıkartacak merciin mucip sebep beyaniyle vereceği karar üzerine aşağıdaki şekilde yapılır.

1. İlan alakalının ıttılaına en emin bir şekilde vasıl olacağı umulan ve varsa tebliği çıkaran merciin bulunduğu yerde intişar eden birer gazetede ve ayrıca elektronik ortamda yapılır.

2. Tebliğ olunacak evrak ve ilan sureti, tebliği çıkaran merciin herkesin kolayca görebileceği bir yerine de asılır...” biçiminde ,

Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 49. maddesi ise;

"(1) İlanen tebliğ, 48 inci madde gereğince ilgili merciin sebebini göstermek suretiyle vereceği karar üzerine aşağıdaki şekilde yapılır:

a) İlan, kendisine tebliğ yapılacak kişinin en güvenilir bir şekilde öğrenmesini sağlayabilecek ve varsa tebliği çıkaran merciin bulunduğu yerde yayımlanan bir gazetede ve elektronik ortamda Basın İlan Kurumu vasıtasıyla yapılır. Muhatabın en güvenilir bir şekilde öğrenmesini sağlayabileceği umulan gazete, tebliği çıkaran merciin bulunduğu yerde yayımlanan bir gazete ise, ayrıca bir diğer gazete ile ilan yapılmaz.

b) Tebliğ olunacak evrak ve ilan sureti bir ay süreyle tebliği çıkaran mercide herkesin kolayca görebileceği bir yere asılır.

(2) Adresi yabancı ülkede bulunanlara ilan yoluyla tebliğ yapılmasını gerektiren hallerde, tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı ülkede bulunan kişinin varsa bilinen en son adresine, ayrıca, iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzunu dosyasında saklar.”

Şeklinde düzenlenmiştir.

Buna göre ilan, kendisine tebliğ yapılacak kişinin en güvenilir bir şekilde öğrenmesini sağlayabilecek ve varsa tebliği çıkaran mercinin bulunduğu yerde yayımlanan bir gazetede ve elektronik ortamda Basın İlan Kurumu vasıtasıyla yapılır. Muhatabın en güvenilir şekilde öğrenmesini sağlayabileceği umulan gazete, tebliği çıkaran mercinin bulunduğu yerde yayımlanan bir gazete ise ayrıca bir diğer gazete ile ilan yapılmaz. Tebliğ olunacak evrak ve ilan sureti bir ay süreyle tebliği çıkaran mercide herkesin kolayca görebileceği bir yere asılır.

Ayrıca Tebligat Kanunu’nun 28. maddesinin son fıkrası ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 49/2. maddesi uyarınca yabancı memleketlerde oturanlara ilanen tebligat yapılmasını icabettiren ahvalde tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı ülkede bulunan kimsenin varsa bilinen son adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzu dosyasına konulur.

Öğretide bu hükmün yabancı ülkelerde tebligat yapılması olanağı bulunmayan devirlerden kalma olup yabancı ülkede tebligat yapılamadığı devirlerde, durumun ilânla tebliğ edildiğini, ancak, bugün için yapılan ikili ve çok taraflı sözleşmelerde ve sözleşme bulunmasa bile ülkeler arasındaki karşılıklılık (mütekabiliyet) esasına göre, eğer yabancı ülkede bulunan kimsenin adresi biliniyorsa, bu durumda ona doğrudan doğruya tebligat yoluna gidilip ve ilân yoluna başvurulmayacağından Tebligat Kanunu’nun 28 ve devamı maddeleri uyarınca ilân yoluyla tebligat yapılabilmesi için, adresin meçhul olması koşulu bulunmasına rağmen anılan Kanun’un 28. maddesinin son fıkrasında açıkça, yurt dışında olan kişinin malûm adresinden söz edilmesi nedeniyle, 28. maddenin son fıkrasının uygulanabilme alanının çok dar olduğu, bu hükmün uygulanabilmesinin ancak yabancı ülke ile Türkiye arasında sözleşme bulunmaması ve karşılıklılık esasının da uygulanmamasına ve belki sözleşme bulunmasına karşın, tebliğ konusunun o ülkenin kamu düzeni nedeniyle tebliğ yapılamaması gibi istisnaî hallerde düşünülebileceği (Ejder Yılmaz-Tacar Çağlar, s. 521) belirtilmiş ise de anılan Kanun ve ilgili Yönetmelik'teki düzenlemeler doğrultusunda bu hükmün ilanen tebligat yapılması için gereken şekil şartlarından olduğu kabul edilmelidir.

Konumuzla ilgisi bakımından usulüne aykırı tebliğin hangi hâllerde geçerli olacağına da değinilmesi gerekmektedir.

7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun “Usulüne aykırı tebliğin hükmü” başlıklı 32. maddesi;

“Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.

Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur.”,

Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Usulüne aykırı Tebliğin Hükmü” başlıklı 53. maddesi ise;

“(1) Tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliği öğrenmiş ise geçerlidir. Aksi takdirde tebligat yapılmamış sayılır. Muhatap, her ne şekilde olursa olsun tebliğ evrakını veya davetiyeyi alırsa ya da bunların içeriğini öğrenirse tebliği öğrenmiş sayılır.

(2) Muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir.

(3) Tebliğin usulüne aykırı yapılmış olması halinde, muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunun tarihinin iddia ve ispatı mümkün değildir.” şeklinde düzenlenmek suretiyle sanığın tebliği öğrendiğini beyan ettiği veya hâl ve hareketleri ile bunu ortaya koyduğu tarihte tebliğin geçerli olacağı kabul edilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince denetim süresi içerisinde kasıtlı suç işleyen sanık ... (...) hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı 08.06.2016 tarihinde açıklanarak suç tarihindeki düzenleme uyarınca yargı görevi yapanı etkileme suçundan sanığın mahkûmiyetine dair yokluğunda verilen kararın sanığın duruşmada bildirdiği bilinen son adresi ve aynı zamanda MERNİS adresi olan “... Sok, No: 5/A, Magosa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” adresine tebligat yapılmasının Lefkoşa Kıbrıs Başkonsolosluğundan istendiği, Başkonsoloslukça tebliğ bildiriminin iadeli taahhütlü yöntemle muhatabın adresine gönderilmesi üzerine adı geçenin bu adreste tanınmadığından bahisle tebligat evrakının iade edildiği, bu kez Özel Dairece aynı adrese 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 35. ve 25/a maddeleri uyarınca tebligat yapılmasının Lefkoşa Kıbrıs Başkonsolosluğundan istendiği, tebliğ bildiriminin iadeli taahhütlü olarak muhatabın adresine gönderilmesi üzerine adreste tanınmadığından tebligat evrakının iade edildiği, sanığın oğlunun adresi olduğunu bildirdiği ve Türkiye’ye geldiğinde kaldığını 25.05.2016 tarihli dilekçeyle beyan ettiği “... Sitesi, Kümeevleri, No: 18/4, Batıkent, Yenimahalle-...” adresine Özel Dairece gerekçeli kararın tebligata çıkarıldığı, muhatabın adreste tanınmadığından tebligat evrakının iade edildiği, Özel Dairece aynı adrese Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğe çıkarıldığı, tebligat evrakına göre muhatabın adresinden ayrıldığı ve yeni adresinin de bulunamadığından tebligat parçasının kapıya asıldığının belirtildiği, gerekçeli kararın sanığa tebliğ edilememesi üzerine Özel Dairece sanığın nüfusa kayıtlı olduğu yerde kolluk aracılığıyla yaptırmış olduğu adres araştırmasına göre; sanığın “Piyale Paşa Mahallesi, ... Sok, No: 5/A, Gazimagosa, Kıbrıs” adresinde ikamet ettiğinin tespit edildiği, Özel Dairece sanığın oğlunun ikamet adresi olduğunu bildirdiği “... Sitesi, Kümeevleri, No: 18/4, Batıkent, Yenimahalle-...” adresinden kolluk aracılığıyla yaptırılan adres araştırmasında da sanığın sabit adresinin olmadığı anlaşıldığından, Özel Dairece sanık hakkında kurulan hükmün ilanen tebliğ edilmesine karar verilerek sanık hakkındaki ilan kararın 23.06.2017 tarihli yazı ile ilan panosuna asıldığı, 08.09.2017 tarihinde ise ilan panosundan kaldırıldığı, ilanın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de yayınlanan Türkiye Gazetesi'nde 09.07.2017 tarihinde yayımlanması sonrasında Özel Dairece sanık hakkındaki hükmün 11.09.2017 tarihinde kesinleştirilerek infaza verildiği, sanık müdafisi tarafından 17.10.2017 tarihli dilekçe ile hükmün temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece 19.10.2017 tarihinde sanık müdafisinin kanuni süreden sonra temyiz talebinde bulunduğundan bahisle temyiz isteminin reddine karar verildiği, bu kararın sanık müdafisine 31.10.2017 tarihinde tebliğ edildiği ve anılan kararın sanık müdafisi tarafından 06.11.2017 tarihli temyiz dilekçesi ile temyiz edildiği ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesindeki tebligatın, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılacağı, bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresinin bilinen en son adresi olarak kabul edilip tebligatın buraya yapılacağına ilişkin düzenleme uyarınca, Özel Dairece sanığa gerekçeli kararın bilinen son adresi ve aynı zamanda MERNİS adresi olan söz konusu adrese tebliğ edilemediği anlaşılmakla;

Tebligat Kanunu’nun 25/a-son maddesine 11.01.2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun’la eklenen son fıkrasındaki "Bu maddeye göre kazaî merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakı doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebilir." şeklindeki düzenleme uyarınca kazaî merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakının doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebileceğinin düzenlenmesi, bu değişikliğe ilişkin hükümet gerekçesinde; söz konusu hükmün emredici şekilde düzenlenmeyip “gönderilebilir” ifadesi kullanılarak gerektiğinde yargı organının ilgili temsilciliğe doğrudan değil, Adalet Bakanlığı aracılığıyla tebligatı ulaştırmasının önünün de tamamen kapatılmadığının belirtilmesi, Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 43. maddesinin 8. fıkrasındaki “Tebligatı çıkaran kazaî merci bu madde hükmüne ya da 38 inci maddeye göre tebliğ yapma hususunda takdir hakkına sahiptir.” biçimindeki düzenlemede de aynı hususun vurgulanması, Tebligat Kanunu'nun 25/a maddesine göre konsolosluk tarafından gönderilen çağrı mektubunun ilgilinin adreste tanınmadığından bahisle muhataba ulaşamaması hâlinde ayrıca Tebligat Kanunu’nun 25. ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 38. maddesi uyarınca sözleşmeler ve ikili anlaşmalar çerçevesinde tebligatın da yapılmasının zorunlu olmayacağı sonucuna ulaşılması, muhataba 7201 sayılı Kanun’un 25/a maddesi uyarınca tebligatın yapılamaması hâlinde 7201 sayılı Kanun’un 28. maddesi uyarınca ilanen tebligat usulünün izlenmesi gerekeceğinin anlaşılması karşısında; her ne kadar Özel Dairece gerekçeli kararın sanığa anılan Kanun’un 25/a maddesi uyarınca tebligatın yapılamaması nedeniyle sanığın yurt dışındaki adresine ve oğluna ait olduğunu bildirdiği adrese 7201 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca tebliğ edilmeye çalışılmış ise de bu adreslere daha önce tebligatın yapılmamış olduğu da dikkate alındığında anılan Kanun'un 35. maddesine göre yapılmak istenen tebligatın usulsüz olduğunun anlaşılmasına karşılık 7201 sayılı Kanun’un 25/a maddesine göre tebligat yapılamaması üzerine adı geçen Kanun'daki usuller izlendikten sonra başvurulacak son çare olan ilanen tebligata Özel Dairece başvurularak sanığa gerekçeli kararın ilanen tebliğine karar verilmesinin isabetli olduğu kabul edilmekle birlikte;

İlanen tebliğ kararı verilmeden önce yapılması gereken işlemlere ilişkin düzenlemeye Tebligat Kanunu’nun 28. maddesinde yer verilmesi, anılan Kanun’un 28. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin, “Bununla beraber tebliği çıkaran merci, muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar ve zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirir.” şeklinde olması, 19.03.2003 tarihli ve 4829 sayılı Kanun ile değişiklik öncesinde bu düzenlemenin “Bununla beraber tebliği çıkaran merci, lüzum görürse muhatabın adresini resmî veya hususi müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorar veya zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit ettirebilir.” biçimindeyken ilanen tebligatın çıkarıldığı tarihte yürürlükte olan şekliyle “lüzum görürse” ibaresinin madde metninden çıkarılması ve anılan hükümdeki “ettirebilir” kelimesinin “ettirir” olarak değiştirilmesi, zabıta vasıtasıyla tahkik ve tespit hususundaki “veya” yerine “ve” bağlacı kullanılarak maddenin ilan tarihindeki ve mevcut yürürlükteki şeklini alması hususları birlikte değerlendirildiğinde; muhatabın adresinin resmî veya özel müessese ve dairelerden gerekli gördüklerine sorulmasının yanı sıra kolluk vasıtasıyla araştırılmasının da zorunlu olduğu, bu araştırmalar yapıldıktan sonra Tebligat Kanunu’nun 28. maddesinde düzenlenen ilanen tebliğ yoluna gidilmesi gerektiği ancak Özel Dairece adres araştırmasının kolluk araştırması ile sınırlı tutularak, gerekli görülen resmî veya özel müessese ve dairelerden adres araştırmasının yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan 7201 Sayılı Tebligat Kanunu'nun 28. maddesinin son fıkrası gereğince; “Yabancı memleketlerde oturanlara ilanen tebligat yapılmasını icabettiren ahvalde tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı memlekette bulunan kimsenin malüm adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla gönderir ve posta makbuzunu dosyasına koyar.” şeklindeki ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in ilanen tebligat usulünü düzenleyen 49/2. maddesindeki benzer düzenleme uyarınca adresi yabancı ülkede bulunanlara ilan yoluyla tebliğ yapılmasını gerektiren hâllerde, tebliği çıkaran merci, tebliğ olunacak evrak ile ilan suretlerini yabancı ülkede bulunan kişinin varsa bilinen en son adresine ayrıca iadeli taahhütlü mektupla göndereceği ve posta makbuzunu dosyasında saklayacağı hüküm altına alınmasına rağmen Özel Dairece bunun yerine getirilmediği, belirtilen bu hususlar yapılmaksızın ilanen tebligat kararı verilmesi sonucunda sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmü kesinleştirilerek infaza verilmiş ise de, açıklanan sebeplerle yapılan ilanen tebligatın Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’teki düzenlemelere aykırı bulunduğundan usulsüz olduğu, Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca gerekçeli kararı öğrenme tarihinin tebliğ tarihi sayılacağından sanık müdafisinin temyiz talebinin süresinde olduğu kabul edilerek sanık müdafisinin temyiz talebi üzerine Özel Dairece verilen temyiz talebinin reddine dair ek kararın kaldırılmasına ve dosyanın esasının görüşülmesine karar verilmelidir.

2- Sanık hakkında dava zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı ve bu bağlamda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarında dava zamanaşımının ne zaman durup ne zaman işlemeye başlayacağı hususlarının değerlendirilmesinde;

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık ... (...) hakkında yargı görevi yapanı etkileme suçundan kamu davasının açıldığı, suç tarihinin ise 24.08.2005 olduğu,

Özel Dairece 25.09.2011 tarih ve 6-7 sayı ile; sanığın TCK’nın 277/1, 43 ve 53. maddeleri uyarınca 7 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve CMK'nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, 5 yıl denetim süresine tâbi tutulmasına ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına yer olmadığına dair karara sanık müdafisi tarafından itiraz edilmesi üzerine Yargıtay 6. Ceza Dairesince 23.02.2010 tarihli ve 1-1 değişik iş numaralı kararla itirazın reddine karar verilerek kesinleştiği,

Sanığın denetim süresi içinde 26.06.2012 tarihinde işlediği 7201 sayılı Kanun’un 53. maddesinde düzenlenen yanlış adres bildirmek suçundan ... 23. Sulh Ceza Mahkemesince 17.04.2014 tarih ve 701-469 sayı ile; 7201 sayılı Kanun’un 53, TCK’nın 62, 50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca 3.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu kararın 07.04.2016 tarihinde Yargıtay 19. Ceza Dairesince onanmak suretiyle kesinleştiği,

Sanığın denetim süresi içinde işlediği kasıtlı suç nedeniyle verilen mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinden sonra yapılan ihbar üzerine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını ele alan Özel Dairece 08.06.2016 tarih ve 6-7 sayı ile, sanığın TCK’nın 277/1, 43 ve 53. maddeleri uyarınca 7 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verildiği,

Anlaşılmaktadır.

TCK'nın "Yargı görevi yapanı etkileme" başlıklı 277. maddesi suç tarihi itibarıyla;

"Bir davanın taraflarından birinin veya bir kaçının veya sanıkların veya davaya katılanların, mağdurların leh veya aleyhinde, yargı görevi yapanlara emir veren veya baskı yapan veya nüfuz icra eden veya her ne suretle olursa olsun adı geçenleri hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kimseye iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır" şeklinde düzenlenmiş iken, 05.07.2012 tarihli ve 28344 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 90. maddesiyle madde başlığıyla birlikte,

"Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs

1) Görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla, davanın taraflarından birinin, şüpheli veya sanığın, katılanın veya mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2) Birinci fıkradaki suçu oluşturan fiilin başka bir suçu da oluşturması halinde, fikri içtima hükümlerine göre verilecek ceza yarısına kadar artırılır" biçiminde değiştirilmiş, 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun'un 69. maddesi ile birinci fıkrada yer alan “veya yapılmakta olan bir soruşturmada” ve “şüpheli veya” ibareleri madde metninden çıkarılmış ve fıkraya “Teşebbüs iltimas derecesini geçmediği takdirde verilecek ceza altı aydan iki yıla kadardır.” cümlesi eklenmiştir.

TCK'nın 66. maddesinde, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, maddenin birinci fıkrasının (e) bendinde beş yıldan fazla olmamak üzere hapis ya da adli para cezasını gerektiren suçlarda bu sürenin sekiz yıl olacağı hüküm altına alınmıştır.

Dava zamanaşımı kural olarak tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden, teşebbüs hâlinde kalan suçlarda son hareketin yapıldığı günden, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden, çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlenen suçlarda çocuğun onsekiz yaşını bitirdiği günden itibaren işlemeye başlayacaktır. Suçun işlendiği gün zamanaşımı süresinin birinci günüdür. Zira suçun işlendiği gün dahi kamu davasının açılması mümkündür. Bu nedenle dava zamanaşımının da dava açmak hakkı mevcut olduğu andan itibaren başlaması tabiidir. Kanun koyucu bazı hallerde dava zamanaşımının süresinin başlangıcını özel olarak belirlemek gereğini hissetmiştir. Örneğin, iftira suçunda mağdurun fiili işlemediğinin sabit olduğu, evlenme yasaklarına aykırılık suçlarında ise evlenmenin iptali kararının kesinleştiği tarihten itibaren dava zamanaşımının işlemeye başlayacağı kabul edilmiştir (TCK m. 267/8 ve 230/4.).

Dava zamanaşımı suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurularak kanunda öngörülen soyut cezası ve şüpheli veya sanığın yaşına göre belirlenen sürenin son günün hitamı ile gerçekleşecektir. Zamanaşımı süresinin son günü zamanaşımı süresine dâhildir.

Dava zamanaşımı süresinin kesintisiz bir şekilde işleyip tamamlanması mümkün ise de sürenin işlemesi sırasında bir takım engellerle karşılaşılması da söz konusu olabilir. Bu engeller zamanaşımının durması ve kesilmesi halleridir.

Dava zamanaşımının durması, kanunda açıkça sayılan bazı hâllerde soruşturma veya kamu davasının yürütülememesinden dolayı, bu hâlin ortaya çıkmasından, kalkması anına kadar geçen sürede zamanaşımının işlememesini ifade etmektedir. Zamanaşımını durduran nedenlerin varlığı hâlinde, zamanaşımı süresi en son kesen işlemden itibaren, durdurucu nedenin ortaya çıktığı ana kadar işleyecek, bu engelin kalkmasıyla duran zamanaşımı süresi kaldığı yerden işlemeye başlayacaktır. Zamanaşımı süresinin hesaplanmasında ise önceden işleyen süre ile sonradan işleyen süreler birbirine eklenmek suretiyle zamanaşımı süresi belirlenecektir. Dava zamanaşımının durmasının kabul edilmesinin nedeni, suçun soruşturma veya kovuşturma makamlarınca takip ediliyor olmasına rağmen kanunda sayılan bazı engel nedenlerden dolayı soruşturma veya kovuşturmanın yürütülmesinin mümkün olmamasına dayanmaktadır (Faruk Erem-Ahmet Danışman-Mehmet Emin Artuk, Ümanist Doktrin Açısından Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, ..., 1997, s. 1013.). Durma kabul edilmezse ortaya çıkan engel hâl nedeniyle işin uzaması sonucu davanın zamanaşımına uğraması söz konusu olabilecektir. Ancak davanın devam etmesini önleyebilecek her türlü engel dava zamanaşımının durdurmasını haklı göstermeyeceğinden, kanun açıkça bu sonuç ve etkiyi doğurabilecek hâlleri sınırlı bir şekilde saymıştır. Bu kapsamda 765 sayılı TCK'nın 107. maddesinde; "Hukuku âmme dâvasının ikamesi mezuniyet veya karar alınmasına yahut diğer bir mercide halli lâzım gelen bir meselenin neticesine bağlı bulunduğu takdirde mezuniyet ve kararın alınmasına yahut meselenin halline kadar müruruzaman durur.", 5237 sayılı TCK'nın 66/1. maddesinde ise "Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hâllerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı durur." hükümlerine yer verilmiştir. Her iki düzenleme arasındaki fark 5237 sayılı TCK'da, 765 sayılı TCK'daki "hukuku âmme dâvasının ikamesi" ibaresi yerine "soruşturma ve kovuşturma yapılması" ibaresinin tercih edilmesi ve yeni bir durma nedeni ihdas edilerek kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımının duracağının kabul edilmesidir. Dava zamanaşımını durduran sebepler anılan maddelerde sayılanlarla sınırlı olmayıp Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve özel ceza kanunları ile ceza içeren kanunlarda bu konuda hükümler mevcuttur. Nitekim CMK'nın 231/8. maddesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi hâlinde denetim süresi içinde dava zamanaşımı duracağı kabul edilmiştir.

Dava zamanaşımının kesilmesi ise kanunda açıkça sayılan bazı hukuki fiillerden dolayı, o ana kadar işlemiş olan dava zamanaşımı süresinin işlememiş sayılmasını ve dava zamanaşımı süresinin yeni baştan işlemeye başlamasını ifade etmektedir. Suçun doğurduğu içtimai sarsıntı devam ettiği müddetçe suçlunun cezalandırılmasında kamu faydası olduğu esasından, dava canlı ve harekette iken zamanaşımı olmayacağı, davanın canlı ve hareketli olduğunu gösteren hadiselerin zamanaşımını keseceği sonucu çıkarılmıştır (Nurullah Kunter, Ceza Hukukunda Zamanaşımı, Yayımlanmamış Doçentlik Tezi, s. 92.). Durma sebepleri gibi kesme sebeplerinin de kanunda açıkça gösterilmesi gerekir. 765 sayılı TCK’da dava zamanaşımını kesen nedenler bakımından, dava zamanaşımı süresi bir yıldan az ve fazla olan suçlar olmak üzere ikili bir ayrıma gidilmiş ve bu suçlar için birbirlerinden farklı kesme nedenleri belirlenmiş, birinci gruba giren suçlarda her türlü usuli muamelenin dava zamanaşımını keseceği kabul edilmiş iken ikinci gruba giren suçlarda kesme nedenleri tek tek ve sınırlı sayıda gösterilmiştir. 5237 sayılı TCK'da ise bu şekilde bir ayrıma gidilmeksizin bütün suçlar bakımından kesme nedenleri ortak olarak düzenlenmiştir. 765 sayılı TCK'nın 104. maddesinde dava zamanaşımının; mahkûmiyet hükmü, yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda sanığın sorguya çekilmesi, sanık hakkında son tahkikatın açılmasına dair karar veya Cumhuriyet savcısı tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesileceği öngörülmüş, 5237 sayılı TCK'nın 67/2. maddesinde ise yakalama, celb, ihzar müzekkereleri ve sanık hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karara yer verilmeyerek daha dar kapsamlı biçimde ve kesme nedenlerinin sirayeti konusunda nesnel sistem esas alınarak bir suçla ilgili olarak şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi, iddianame düzenlenmesi, sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde dava zamanaşımının kesileceği kabul edilmiştir. Aynı maddenin üçüncü fıkrası gereğince kesen bir nedenin bulunması hâlinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak, dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması hâlinde ise son kesme nedeninin gerçekleştiği tarih esas alınacak, dördüncü fıkrası uyarınca da kesilme hâlinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.

Anayasa’nın 38. maddesinde dava zamanaşımının kanunilik ilkesi kapsamında olduğu benimsenmiş olup dava zamanaşımını durduran veya kesen nedenlerin kanunda açıkça gösterilmesi gerekir, bu nedenlerin yorum veya kıyas yoluyla genişletilmesi mümkün değildir.

Öte yandan Ceza Genel Kurulunun süreklilik gösteren birçok kararında açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup davayı düşüren hâllerden biri olan zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi hâlinde, mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.

Bu aşamada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili temel bazı bilgilerin verilmesi, daha sonra da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarında dava zamanaşımının ne zaman durup ne zaman işlemeye başlayacağı hususlarının ele alınması gerekmektedir.

a) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması:

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesine eklenen 5 ilâ 14. fıkrayla büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı Kanun'un 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanun'un 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır.

Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden yalnızca şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanun'un 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasa'nın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılap kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarına ilişkin suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, 6008 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle maddenin 6. fıkrasının sonuna "Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez." cümlesi, 6545 sayılı Kanun'un 72. maddesiyle de maddenin 8. fıkrasına "Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasına karar verilemez." cümlesi eklenmiştir.

5560, 5728, 6008 ve 6545 sayılı Kanunlarla 5271 sayılı CMK'nın 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;

1) Suça ilişkin olarak;

a- Yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması,

b- Suçun Anayasa'nın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılap kanunlarında yer alan suçlardan olmaması,

2) Sanığa ilişkin olarak;

a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması,

b- Yargılamaya konu kasıtlı suçun, sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suç nedeniyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin denetim süresi içinde işlenmemiş olması,

c- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

d- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,

e- Sanığın, hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması,

Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.

Bu şartların varlığı hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve on sekiz yaşından büyük olan sanıklar beş yıl, suça sürüklenen çocuklar ise üç yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas itibarıyla bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur. İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması hâlinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması hâlinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmüdür. İkinci karar ise bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği varlığı devam ettiği sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır.

Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildikten sonra, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesi uyarınca düşmesine karar verilecek, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde ise CMK'nın 231/11. maddesi gereğince hüküm açıklanacak, ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilecektir.

b) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarında dava zamanaşımının ne zaman durup ne zaman işlemeye başlayacağı:

5271 sayılı CMK'nın 231. maddesinin 8. fıkrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi hâlinde sanığın beş yıl süreyle denetime tâbi tutulacağı, bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verilebileceği, denetim süresi içinde dava zamanaşımının duracağı; 10. fıkrasında, sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlememesi ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranması hâlinde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesi kararı verileceği; 11. fıkrasında ise denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması hâlinde mahkemece hükmün açıklanacağı öngörülmüş, denetim süresinin hangi tarihleri kapsadığı, dava zamanaşımının ne zaman durup ne zaman işlemeye başlayacağı hususlarında açık bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

CMK'nın 231/12. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir. İtiraz durumunda merci tarafından itirazın kabul edilerek kararın kaldırılması her zaman mümkündür. Bu nedenle denetim süresinin başlayabilmesi ve denetimlik serbestlik tedbiri olarak öngörülen yükümlülüklerin yerine getirilmesinin istenebilmesi için kararın kesinleşmiş olması gerekir. İtiraz sürecinde dava zamanaşımının durması gerektiğine ilişkin bir hüküm de bulunmadığından, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi durumunda dava zamanaşımı, kararın itiraz edilmeksizin yahut itirazın reddine karar verilerek kesinleştiği yani uygulanma kabiliyeti kazanıp denetim süresinin başladığı tarihten itibaren durmaya başlayacağı kabul edilmelidir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi ile kovuşturma geçici olarak durmakta olup ancak denetim süresinin sonunda yahut denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbiri olarak öngörülen yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ortadan kaldırılarak hüküm kurulabilmektedir. Durma nedeni ortadan kalktığında zamanaşımı süresinin tekrar işlemeye başlayacağı gözetildiğinde, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbiri olarak öngörülen yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde denetim süresi sonunda, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde ise yeni suçun işlendiği veya denetimli serbestlik tedbiri yükümlülüklerine aykırı davranıldığı tarihte dava zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlayacaktır.

Ancak, Anayasa'nın 38/4 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan "masumiyet karinesi" gereğince denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi nedeniyle hükmün açıklanabilmesi için ihbar olunan kasıtlı suçla ilgili mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması gerekir. Denetim süresi içinde işlenen suçun kesinleşmesine kadar dava zamanaşımının duracağına ilişkin açık bir kanun hükmü bulunmamaktadır. İhbar olunan suçun kesinleşmesi şartının yorum yoluyla dava zamanaşımını durduran izin, karar yahut bekletici sorun olarak mütalaa edilmesi de mümkün değildir. Kanun koyucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması hâlinde özel bir durma nedeni ihdas etmiş ve dava zamanaşımının sadece denetim süresi içinde duracağını kabul etmiştir. Bu nedenle denetim süresi içinde işlenen suçun kesinleşmesine kadar geçen sürede hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu suçun dava zamanaşımının işlemeye devam ettiği kabul edilmelidir. Bu yorum kanun koyucunun amacına daha uygun olacağı gibi yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle oluşacak "hukuki güvenlik" ilkesini zedeleyici sonuçların bertaraf edilmesi bakımından da en uygun çözüm yolu olacaktır. Nitekim öğretide de ağırlıklı olarak bu görüş kabul görmüştür (Caner Gürühan, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına İlişkin Güncel Sorunların Yargıtay Kararları Işığında Değerlendirilmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 2014, Sayı-111, s. 139-140; Yusuf Solmaz Balo, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Seçkin Yayınevi, 1. Bası, ..., 2016, s. 147; Mehmet Balık, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Adalet Yayınevi, 1. Bası, ..., 2015, s. 169-170; M. Ramazan Aksoy, Hükmün Açıkanmasının Geri Bırakılması, Adalet Dergisi, 2008, Sayı-31, s. 237.).

Bu açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmede;

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi durumunda dava zamanaşımı, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştiği tarihte durmaya başlayıp denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde denetim süresi sonunda, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde ise yeni suçun işlendiği veya denetimli serbestlik tedbiri yükümlülüklerine aykırı davranıldığı tarihte dava zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlayacaktır. Anayasa'nın 38/4 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan "masumiyet karinesi" gereğince suçluluğu kanunen sabit oluncaya kadar herkesin masum sayılacağı cihetle, hükmün açıklanabilmesi için denetim süresi içinde işlendiği ihbar olunan kasıtlı suçla ilgili mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması şartı aranmalı ve bu sürede hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu suçun dava zamanaşımının işlemeye devam ettiği kabul edilmelidir.

Suç tarihindeki düzenleme uyarınca sanığa atılı olan yargı görevi yapanı etkileme suçunun yaptırımı TCK’nın 277/1. maddesi uyarınca 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası olup TCK'nın 66/1-e. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı süresi sekiz yıl, 67/4. maddesi göz önüne alındığında ise kesintili dava zamanaşımı süresi on iki yıldır.

Daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 24.08.2005 tarihinde gerçekleştiği iddia edilen eylemle ilgili olarak, dava zamanaşımını kesen son işlemin Özel Dairece sanık hakkında verilen 08.06.2016 tarihli mahkûmiyet kararı olduğu, bu tarihten sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran başkaca bir sebebin de bulunmadığı, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştiği 23.02.2010 tarihi itibarıyla dava zamanaşımının durduğu, denetim süresi içinde kasıtlı yeni suçun işlendiği 26.06.2012 tarihinde yeniden işlemeye başladığı ve önceden işleyen süre ile sonradan işleyen süreler birbirine eklenmek suretiyle hesaplandığında, 12 yıllık kesintili dava zamanaşımı süresinin 27.12.2019 tarihinde dolduğu anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, Özel Dairece verilen mahkûmiyet hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda 1412 sayılı CMUK'nın, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesine göre karar verilmesi mümkün olduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının TCK'nın 66/1-e, 66/2 ve CMK'nın 223/8. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 19.10.2017 tarihli ve 6-7 sayılı sanık müdafisinin temyiz talebinin reddine dair kararının KALDIRILMASINA,

2- Yargıtay 5. Ceza Dairesince sanık ... (...) hakkında verilen 08.06.2016 tarihli ve 6-7 sayılı mahkûmiyet hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle BOZULMASINA, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda 1412 sayılı CMUK'nın, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesine göre karar verilmesi mümkün olduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının TCK'nın 66/1-e, 66/2 ve CMK'nın 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,

3- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.11.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.