Logo

Ceza Genel Kurulu2023/234 E. 2023/633 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Sanık müdafiine usulüne uygun tebliğ edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı sanığın temyiz başvurusunun süresinde olup olmadığı.

Gerekçe ve Sonuç: Ceza muhakemesinde müdafiin sanığı temsil etmediği, bağımsız bir yargılama organı olduğu, adil yargılanma hakkının ve etkin başvuru yollarının sanık lehine yorumlanması gerektiği, müdafiye yapılan tebligatın sanığa yapılmış sayılamayacağı, sanığın kararı 18.04.2021 tarihinde tebliğ alıp 26.04.2021 tarihinde temyiz yoluna başvurmasının eski hale getirme istemi yerine geçtiği gözetilerek, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın itirazı kabul edilerek, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin temyiz isteminin reddine ilişkin kararı kaldırılmış ve dosya temyiz incelemesi için Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

İtirazname No : 2022/135061

KARARI VEREN

YARGITAY DAİRESİ : 10. Ceza Dairesi

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi

SAYISI : 1576-3

I. HUKUKÎ SÜREÇ

Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 188/3-4(a)-5, 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 18 yıl 9 ay hapis ve 37.500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba ilişkin Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 03.12.2019 tarihli ve 409-397 sayılı, resen de istinafa tabi olan hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Ceza Dairesince 04.01.2021 tarih ve 1576-3 sayı ile TCK'nın 53. maddesi yönünden hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurularının esastan reddine, bu kararın da sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 29.06.2022 tarih ve 1137-8609 sayı ile; "Sanık müdafiine usulüne uygun şekilde 30.01.2021 tarihinde tebliğ edilen hükmün, 5271 sayılı CMK'nın 291. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen on beş günlük yasal temyiz süresinden sonra 26.04.2021 tarihinde sanık tarafından temyiz edildiği anlaşıldığı," açıklamasıyla temyiz isteminin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 298. maddesi gereğince reddine karar verilmiştir.

II. İTİRAZ SEBEPLERİ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 29.12.2022 tarih ve 135061 sayı ile; "...Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.02.2022 tarih ve 2019/16-573 esas - 2022/119 karar sayılı kararında açıklandığı üzere özetle;’...Öte yandan ‘müdafi’, ‘vekilden’ farklı olarak şüphelinin/sanığın temsilcisi değil, ondan bağımsız ayrı bir ceza muhakemesi organı/öznesidir. Ceza muhakemesinde müdafi savunduğu kişiyi temsil etmemekte, kamusal bir yargılama makamı olarak kişinin savunmasına destek sağlamaktadır. Buna göre şüpheli/sanık ile müdafi ilişkisinin temsil kavramıyla açıklanması olanaklı değildir. Buradaki ilişki temsil ilişkisi olmayıp, işleyişi kamu hukuku kurallarıyla düzenlenmiş bağımsız bir görev ilişkisidir. Ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin (İHAS) 13. maddesi ve CMK'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, Tebligat Kanunu'nun 11. maddesinin son cümlesi ile CMK'nın 35. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeler ve müdafi ile vekil arasındaki farklılıklar da gözetildiğinde; sanığın ve müdafisinin yokluğunda verilen hükmün müdafiden başka, kamu davasının tarafı, süjesi, cezanın sorumlusu kısacası ilgilisi olan sanığa da ayrıca tebliğ edilmesi gerekmektedir. Burada yapılan tebliğin, kararın içeriği hakkında bilgi sahibi olmayı ve müdafinin kusurlu davranışı ile kanun yolu başvuru süresini geçirmiş olması hâlinde eski hâle getirme imkânının bulunup bulunmadığının incelenerek koşullarının bulunması hâlinde eski hâle getirme talebinde bulunma imkânı amacı taşıdığından kanun yollarına başvuru süresinin müdafiye yapılan tebligat ile başladığının kabul edilmesi gerektiğine, sonuç olarak müdafi ile vekil arasındaki farklılıklar da gözetildiğinde, sanığın ve müdafiin yokluğunda verilen hükmün müdafiden başka, kamu davasının tarafı, süjesi ve cezanın sorumlusu olan sanığa da ayrıca tebliği Tebligat Kanunu'nun 11. maddesine aykırı olmadığı gibi tam tersine hukuken geçerli ve yapılması zorunlu bir işlem olduğuna' karar vermiştir.

Buna göre sanığın kendisine 18.04.2021 tarihinde tebliğ edilen karara karşı temyiz talebinde bulunduğu 26.04.2021 tarihli dilekçesinin öğrenme süresinde olduğu, temyiz isteminin kabulü ile dosyanın esastan incelenmesi gerektiği," görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.

CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 29.03.2023 tarih ve 388-2826 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

III. UYUŞMAZLIK KAPSAMI VE KONUSU

İtirazın kapsamına göre inceleme sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; usulüne uygun tebliğe rağmen sanık müdafii tarafından süresi içinde temyiz edilmeyen Bölge Adliye Mahkemesi kararını, atılı suçtan tutuklu olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda 18.04.2021 tarihinde tebliğ alan sanığın, 26.04.2021 tarihli temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

IV. OLAY VE OLGULAR

İncelenen dosya kapsamından;

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 10.10.2018 tarihli ve 31918-4688 sayılı iddianamesiyle sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan TCK’nın 188/3, 188/4(a)-(b), 188/5, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,

Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesince 03.12.2019 tarih ve 409-397 sayı ile sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan TCK’nın 188/3-4(a)-5, 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 18 yıl 9 ay hapis ve 37.500,00 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, taksitlendirmeye, müsadereye ve mahsuba karar verildiği, resen de istinafa tabi olan hükmün sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Ceza Dairesince 04.01.2021 tarih ve 1576-3 sayı ile TCK’nın 53. maddesi yönünden hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurularının esastan reddine hükmedildiği,

Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın usulüne uygun olarak 30.01.2021 tarihinde sanık müdafiine tebliğ edildiği, ancak müdafii tarafından süresi içinde temyiz yoluna başvurulmadığı, söz konusu kararın, atılı suçtan cezaevinde tutuklu olarak bulunan sanığa 18.04.2021 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine sanığın 26.04.2021 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunduğu, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 29.06.2022 tarih ve 1137-8609 sayı ile temyiz isteminin CMK'nın 291. maddesinin 1. fıkrasında yazılı 15 günlük süre geçirildikten sonra yapılmış olduğundan aynı Kanun’un 298. maddesi gereğince reddine karar verildiği,

Anlaşılmaktadır.

V. GEREKÇE

A. İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde hüküm altına alınan adil yargılanma hakkı hukukun üstünlüğü ile adalete erişimi koruyan ve kişilerin ceza muhakemesinin ilk aşaması olan soruşturmanın başından itibaren açık ve adil bir şekilde yargılanmalarını teminat altına alan mutlak bir hak olup kişilerin hukuk devleti kuralları içinde makul sürede yargılanmasını öngörür. Adil yargılanma hakkı hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup bireyler için bir hak, devlet için ise bir görevdir. Adil yargılanma hakkının amacı, yargılamanın doğru, hakkaniyete uygun ve adil bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktır.

Adil yargılama, ceza muhakemesi hukukunda, sanığa ve mağdura tanınan hakların tümü ve insan hakları ihlal edilmeden yapılan yargılama olarak tanımlanmakta olup soruşturma ve kovuşturma evrelerinin tamamında geçerli olan bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu ve yöntemine verilen önem dikkate alındığında, Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrası, AİHS'nin 13. maddesi ve CMK'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası ile 232. maddesinin altıncı fıkrasına uygun olarak kararın tebliğinin şeklî değil, faydalı, amacına uygun, hak arama hürriyetini ve etkin başvuru hakkını engellemeyecek biçimde yapılması gerekmektedir.

Anayasa'nın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesi; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir", "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da; "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır." şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.

Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir (Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10).

Anayasası'nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40. maddesi;

"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır." şeklindedir.

Anayasa'nın 40. maddesinde yer alan hak arama hürriyeti ile yakından ilişkili olan CMK'nın "Kararların Açıklanması ve Tebliği" başlıklı 35. maddesi;

"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.

(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyettir.

CMK’nın "Kanun yollarına başvurma hakkı" başlıklı 260. maddesinin ilk fıkrasında; "Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır." denilmek suretiyle sanıkların kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir. Diğer taraftan, söz konusu bu düzenleme nedeniyle temyiz mahkemesince, temyiz davasının görülmesine başlamadan önce ilgililerin tümünün davadan ve hükümden haberdar olup olmadığının denetlenmesi, kararı usulüne uygun şekilde öğrenmelerinin sağlanması ve müteakiben inceleme yaparak kanun yoluna başvuru hakkını da içeren adil yargılama ilkesine işlerlik kazandırılması gerekmektedir.

Aynı Kanun'un "Avukatın başvurma hakkı" başlıklı 261. maddesi ise; "Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir." şeklinde düzenlenerek müdafinin ve vekilin kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir.

CMK'nın 40. maddesinde eski hâle getirme kurumu düzenlenmiş olup birinci fıkrada; "Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir", ikinci fıkrada ise; "Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde kişi kusursuz sayılır." hususlarına yer verilmiştir.

CMK'nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise karar ve hükümlerde başvurulacak kanun yolu, başvurunun yapılacağı merci, başvuru süresi ve yönteminin hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde ve açıkça gösterilmesi gerektiği düzenlemelerine yer verilmiş olup anılan hükümlere aykırılık, aynı Kanun'un 40. maddesi gereğince eski hâle getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimdeki temel amaç, süjelerin başvuru haklarını etkin bir şekilde kullanmalarının sağlanması ve kanun yolu bildirimindeki eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır.

Bu aşamada, 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nda yer alan düzenlemelerden de bahsedilmesi gerekmektedir.

Tebligat hukukunun en önemli konularından biri vekile tebligattır. Bu husus anılan Kanunu’nun 11. maddesinde düzenlenmiştir

7201 sayılı Kanun’un "Vekile ve kanuni mümessile tebligat" başlıklı 11. maddesi;

"Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.

Avukat tarafından takip edilen işlerde, avukatın bürosunda yapılacak tebligatlar, resmî çalışma gün ve saatleri içinde yapılır.

Kanuni mümessilleri bulunanlara veya bulunması gerekenlere yapılacak tebligat kanunlara göre bizzat kendilerine yapılması icabetmedikçe bu mümessillere yapılır." şeklinde düzenlenmiştir.

Bilindiği gibi 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin 1. fıkrası, adı geçen kanuna değişiklik getiren 3220 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenmiştir. Eski düzenlemede 11. maddenin 1. fıkrası; "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır." hükmünü içerdiği hâlde yeni düzenleme yukarıda da açıklandığı üzere; "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden çok vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak Ceza Muhakemeleri Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." şeklindedir.

7201 sayılı Kanun'un 11. maddesini değiştiren 6.6.1985 tarihli ve 3220 sayılı Kanun'un 5. maddesinin gerekçesi, "...Diğer taraftan, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 'Kararların tefhim ve tebliği' başlığını taşıyan 33. maddesinde, ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK'nın ana ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hâl böyleyken Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun eski 124. maddesinin mukabili olan Tebligat Kanununun 11. maddesinde geçen 'vekil' kavramı çoğu zaman müdafi kavramıyla aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında, tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki 'vekil' ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatıyla hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer. Müdafi ise yalnızca ceza davasında söz konusudur. YCGK.'nın 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil, sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamayacak bir durumdur. İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11. maddenin 1. fıkrası yeniden düzenlenmiştir..." şeklinde açıklanmıştır.

Gelinen noktada müdafi ve vekil kavramlarının da açıklanması gerekmektedir.

Ceza muhakemesi hukuku, devletin suç şüphesi altındaki bireyleri, yani failleri yargılayarak ve gerektiğinde ceza vererek toplumun adalet ve güvenliğini sağlama görevinin yerine getirilmesi ile uğraşan hukuk dalıdır. Bu hukuk dalı en geniş anlamda ceza iddiası, savunma ve yargılama faaliyetlerinin birlikte yapılmasına ilişkin ilkeleri ve kuralları içermektedir (Nurullah Kunter/Feridun Yenisey/Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Bası, İstanbul, Beta Yayıncılık, 2010, s.13). Ancak bu faaliyet yapılırken bir yandan toplumsal düzenin korunması için devlet erki kullanılmakta, öte yandan bireylerin temel hak ve özgürlüklerine sınırlamalar getirilmekte veya en azından bu hakların ve özgürlüklerin sınırlanması tehdidinde bulunulmaktadır. Bu bağlamda ceza muhakemesi, devletin cezalandırma hakkı ile şüpheli veya sanığın özgürlük hakkı arasındaki çatışmayı ceza hukuku ilkelerine göre çözmeye çalışmaktadır (Faruk Erem, Diyalektik Açıdan Ceza Yargılaması Hukuku, 6. Bası, Ankara, Işın Yayıncılık, 1986, s.40). Sonuç olarak ceza muhakemesi hukuku, insan haklarına uygun biçimde maddi gerçeği araştırarak suç şüphesi altındaki bireyin gerçekten suçu olup olmadığını araştırmakta, suçlu olduğu tespit edilen bireyi cezalandırarak kamu düzenini sağlamaya, bunu sağlarken de devlet erki ve toplumun çıkarları ile şüpheliye/sanığa ait bireysel temel hak ve özgürlükler arasındaki dengeyi gerçekleştirmeye çalışmaktadır (Hamide Zafer, Faile Yardım Suçu ve Müdafiin Bu Suçtan Sorumluluğu, İstanbul, Beta Yayınları, 2004, s.255).

Müdafi, vekilden farklı olarak şüphelinin/sanığın temsilcisi değil, ondan bağımsız ayrı bir ceza muhakemesi organı/öznesidir. Ceza hukukunda esas olarak korunması gereken bireylerin özel çıkarları değil, kamunun yani toplumun çıkarıdır; dolayısıyla ceza davasının kamusal niteliği ve bu davada gerçeği arama yükümlülüğü, temsil ilişkisinin özel hukuktaki anlamıyla yani vekâlet sözleşmesiyle bağdaşmamaktadır (Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, Ankara, Adalet Yayınevi, 2012, s.230). Bu bağlamda sanık ile müdafi arasındaki ilişkinin temsil ilişkisi olarak kabul edilmemesi gerekir. Müdafi her zaman sanığın temsilcisi ve/veya yardımcısı değildir, müdafiin sanığa göre bağımsız bir durumu (Ünver/Hakeri, a.g.e., s.231) ayrı yetkileri ve sorumlulukları vardır. Dolayısıyla kamusal savunma görevini yerine getiren müdafi, savunmasını üstlendiği şüpheli/sanıktan bağımsız, serbest ve talimat ile bağlı olmayan bir konumdadır. Müdafi, sanığın lehine olmak kaydıyla, sanığın isteğine aykırı davranabilir. Örneğin sanığa danışmadan tutuklu sanığın tahliyesini isteyebileceği gibi, sanık istemese de sanık lehine delil sunabilir veya sanığın beraatini talep edebilir.

Müdafilik, kamu hukukuna ait bir kurumdur; dolayısıyla farklı bir mantık ve ihtiyaçtan doğan ve özel hukuka ait bir kurum olan vekâlet ilişkisi ile müdafilik kurumunun ve müdafiin sanıkla olan ilişkisinin açıklanması mümkün değildir. Ceza muhakemesinde müdafi savunduğu kişiyi temsil etmemekte, kamusal bir yargılama makamı olarak kişinin savunmasına destek sağlamaktadır, buna göre şüpheli/sanık ile müdafi ilişkisinin temsil kavramıyla açıklanması olanaklı değildir (... Volkan Dülger, Ceza Muhakemesinde Müdafini Konumu ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar, Ankara Barosu Dergisi/Hakemeli, s.48).

Müdafi ile şüpheli/sanık arasındaki ilişki, kural olarak temsil ilişkisi değil, işleyişi kamu hukuku kurallarıyla düzenlenmiş bağımsız bir görev ilişkisidir (Nur Centel, Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, İstanbul, 1984, s.48 vd.; Centel, Müdafi ile Savunma Hakkı, s.331). Nitekim Yargıtaya göre de müdafi, kanun adına faaliyette bulunmak görevi ile yükümlü, kamu hizmeti gören bir organ olup, vekilden ayrı bir statüdedir (YCGK, 9.12.1974, 272/447, YKD, S.7, Temmuz 1975, s.34). Zira bu statü, müdafie vekile oranla farklı görev, sorumluluk ve ayrıcalıklar vermektedir.

Alman hukukuna göre kişinin müdafisini kendisinin seçmesinde dahi, sürenin geçirilmesi müdafinin kusurundan kaynaklanıyorsa bu durumdan kural olarak sanık sorumlu değildir. Burada müdafinin kusurlu davranışı sanığa yüklenmemelidir. Kanun yolu başvurusu hakkında doğru bir şekilde bilgilendirilen sanık durumdan hemen sonra müdafinin yazılı ve gerekçeli hükmün tamamlanmasına kadar beklenmesi tavsiyesine uyması nedeniyle kanun yolu başvurusunu geçirmesi hâlinde, yine kusurlu sayılmayacaktır (Faruk Turhan, Ceza Muhakemesindeki Sürelerin Kusur Olmaksızın Geçirilmesinde Eski Hâle Getirme, Makale, s.1240-1241, 'Weslau/Deiters, in: Volter, SK-StPO I, s. 44, Nr. 342' den alıntı).

Sonuç olarak müdafi ile vekil arasındaki farklılıklar da gözetildiğinde, sanığın ve müdafiin yokluğunda verilen hükmün müdafiden başka, kamu davasının tarafı, süjesi ve cezanın sorumlusu olan sanığa da ayrıca tebliği 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesine aykırı olmadığı gibi tam tersine hukuken geçerli ve yapılması zorunlu bir işlemdir (Serap Keskin, Karar İncelemeleri, Ceza Muhakemesinde Müdafie Yapılan Tebligat Sanığa Yapılmış Sayılır Mı?, İHFM C.LV-S3, 1997, s. 362).

Diğer taraftan hâkim veya mahkeme kararlarının şüpheli veya sanığa bildirilmesi ile kanun yolu başvuru süresinin başlamasını birbirinden ayırmak gerekir. Bu aşamada başvuru süresinin müdafiye yapılan tebligat ile başladığı kabul edilmelidir (Faruk Turhan, Ceza Muhakemesinde Hakim ve Mahkeme Kararlarının İlgilisine Bildirilmesi, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 27, Sayı 2, Aralık 2021, s. 37). Müdafi yanında şüpheli veya sanığa yapılacak tebligat, kararın içeriği hakkında bilgi sahibi olmayı ve müdafinin kusurlu davranışı ile kanun yolu başvuru süresini geçirmiş olması hâlinde eski hâle getirme imkânının bulunup bulunmadığının incelenerek koşullarının bulunması hâlinde eski hâle getirme talebinde bulunma imkânı verebilecektir.

B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme

Sanığın TCK’nın 188/3-4(a)-5 ve 62. maddeleri uyarınca 18 yıl 9 ay hapis ve 37.500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesince kurulan 03.12.2019 tarihli ve 409-397 sayılı resen de istinafa tabi olan hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Ceza Dairesince 04.01.2021 tarih ve 1576-3 sayı ile TCK’nın 53. maddesi yönünden hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurularının esastan reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesi kararının usulüne uygun olarak 30.01.2021 tarihinde sanık müdafisine tebliğ edildiği, ancak müdafi tarafından süresi içinde temyiz yoluna başvurulmadığı, söz konusu kararın, atılı suçtan cezaevinde tutuklu olarak bulunan sanığa 18.04.2021 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, sanığın 26.04.2021 tarihli dilekçesi ile temyiz talebinde bulunduğu dosya kapsamında;

Adil yargılama, ceza muhakemesi hukukunda, sanığa ve mağdura tanınan hakların tümü ve insan hakları ihlal edilmeden yapılan yargılama olarak tanımlanmakta olup soruşturma ve kovuşturma evrelerinin tamamında geçerli olan bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu ve yöntemine verilen önem dikkate alındığında, Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrası, AİHS'nin 13. maddesi ve CMK'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası ile 232. maddesinin altıncı fıkrasına uygun olarak kararın tebliğinin şeklî değil, faydalı, amacına uygun, hak arama hürriyetini ve etkin başvuru hakkını engellemeyecek biçimde yapılması gerekmektedir. CMK’nın "Kanun yollarına başvurma hakkı" başlıklı 260. maddesinin ilk fıkrasında; "Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır." denilmek suretiyle sanıkların kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir. 7201 sayılı Kanun'un "Vekile ve kanuni mümessile tebligat" başlıklı 11. maddesinin 1. fıkrası; "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden çok vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak Ceza Muhakemeleri Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." şeklinde düzenlenmiş olup madde gerekçesinde de; ceza yargılamasında duruşmanın vekil için değil, sanık için yapıldığı, yargılamanın akıbetinin de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunduğu, bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemenin, müdafie yapılan tebliği geçerli saymanın adalet ilkeleriyle bağdaştırılamayacak bir durum olduğu ifade edilmiştir. CMK'nın "Kararların Açıklanması ve Tebliği" başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararlarının hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunacağı hususu açıkça belirtilerek, müdafiin yanı sıra sanığa da tebligat yapılmasının yolu açılmıştır.

Öte yandan müdafii, vekilden farklı olarak şüphelinin/sanığın temsilcisi değil, ondan bağımsız ayrı bir ceza muhakemesi organı/öznesidir. Ceza muhakemesinde müdafii savunduğu kişiyi temsil etmemekte, kamusal bir yargılama makamı olarak kişinin savunmasına destek sağlamaktadır. Buna göre şüpheli/sanık ile müdafii ilişkisinin temsil kavramıyla açıklanması olanaklı değildir. Buradaki ilişki temsil ilişkisi olmayıp işleyişi kamu hukuku kurallarıyla düzenlenmiş bağımsız bir görev ilişkisidir. Şüpheli/sanık ve müdafii birlikte ancak birbirinden bağımsız olarak savunma makamını işgal eden iki süjedir. Dolayısıyla savunmaya ilişkin tüm kararlar iki süjeyi de ilgilendireceğinden, ilgili sıfatıyla hem müdafiye hem de şüpheli/sanığa tebligat yapılmalıdır.

Yukarıda yapılan değerlendirme ve tespitler doğrultusunda; ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu, AİHS'nin 13. maddesi, CMK'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesi, CMK'nın 35. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeler ve müdafii ile vekil arasındaki farklılıklar ve de itiraza konu olayda olduğu gibi; müdafiinin usulüne uygun olarak tebliğ edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı kusurlu davranışı ile süresi içinde temyiz yoluna başvurmaması nedeniyle oluşan hukuki sonuçlardan sanığı sorumlu tutmanın, hak arama hürriyeti ve adil yargılanma ilkesi çerçevesinde etkin bir şekilde temyiz yoluna başvurma hakkı ile bağdaşmayacağı da dikkate alındığında; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Ceza Dairesinin 04.01.2021 tarihli ve 1576-3 sayılı kararının, kamu davasının asli bir süjesi ve tarafı, diğer bir anlatımla cezanın sorumlusu olan sanığa ayrıca tebliğ edilmesi gerektiği, bu yöndeki Yerel Mahkeme uygulamasının doğru ve yerinde olduğu, yapılan tebliğ ile kararın içeriği ve başvurulacak kanun yolu hakkında bilgi sahibi olan sanık yönünden, müdafiinin süresi içinde temyiz yoluna başvurmama şeklindeki kusurlu davranışının eski hâle getirme nedeni sayılması gerektiği, bu kapsamda sanık tarafından süresi içinde kaçırılan işlemin yapılmış, diğer bir ifadeyle 18.04.2021 tarihinde tebliğ alınan karara karşı 26.04.2021 tarihinde temyiz yoluna başvurulmuş olunmasının da eski hâle getirme istemi yerine geçtiği, bu hâliyle sanığın temyiz isteminin süresinde olduğu ve dosyanın temyiz incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerektiği kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

VI. KARAR

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 29.06.2022 tarihli ve 1137-8609 sayılı sanık ...'nun temyiz isteğinin reddi kararının KALDIRILMASINA,

3- Dosyanın, sanık yönünden temyiz incelemesinin yapılabilmesi amacıyla Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.11.2023 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.