"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi olan ...'a ait Bağcılar ilçesi Mahmutbey Mahallesinde kain 23 parsel sayılı taşınmazın 90 m2'lik kısmının kamulaştırıldığını, kamulaştırma bedeli olarak 27.000ETL taktir edildiğini, taktir edilen kamulaştırma bedelinin rayiçe göre düşük olduğunu, bu nedenlerle kamulaştırma bedelinin 8.000TL’ye artırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; kamulaştırma işleminin kesinleştiğini, kamulaştırma evrakının noter marifetiyle 11.07.1984 tarihinde davacıların murisi olan tapu maliki ...'a tebliğ edildiğini, bu bağlamda davanın 30 günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.12.2014 tarihli ve 2012/321 E. 2014/712 K. sayılı kararı ile; celp edilen kamulaştırma evrakının tetkikinde davalı idare tarafından gerçekleştirilen kamulaştırma evrakının noter marifetiyle 11.07.1984 tarihinde murisle birlikte sakin kardeşi Halil (Halim) Arslan imzasına tebliğ edilmiş olduğu, UYAP ortamında muris ...'a ait tekmil aile nüfus kaydının tetkikinde gerçekte Halim (Halil) isminde kardeşinin de mevcut olduğu, davacıların murisi olan ...'a ait Bağcılar ilçesi 23 nolu parselle ilgili kamulaştırma işleminin davalı idare tarafından gerçekleştirildiği, taşınmazın kesinleşen kamulaştırma işlemi nedeniyle davalı idare adına Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1985/546 E. 1985/682 K. sayılı kararı ile tescil edildiği, tebliğ tarihi itibariyle kamulaştırma bedelinin arttırılması davasının 30 günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 03.11.2015 tarihli ve 2015/5784 E. 2015/19350 K. sayılı kararı ile; “…Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Kamulaştırma işlemlerinin davacılar murisi ...’a tebliğ edildiği ve dava konusu taşınmazdaki muris payının Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24.10.1985 Tarih 546/682 sayılı kararı ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 17. maddesi uyarınca Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü adına tescil edildiği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiş ise de;
13.03.2015 gün ve 29294 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 gün ve 2013/95-2014/176 sayılı kararının 14.09.2015 günü yürürlüğe girmesi ile; 6487 sayılı Yasanın 22. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 7. maddesinin iptal edildiği anlaşılmakla bu maddenin uygulanması mümkün değildir.
Öte yandan 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 25. maddesi uyarınca hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi, mal sahibi açısından, usulüne uygun yapılan tebligatla başlar.
İdarece sunulan, Bakırköy 5. Noterliğine ait 31297 yevmiye nolu belge suretinden kamulaştırma işlemlerinin ...’a 11.07.1984 gününde “birlikte sakin kardeşi Halil Aslan imzasına” tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. ...’ın nüfus aile kayıt tablosu incelendiğinde, Halil Aslan adında bir kardeşinin bulunmadığı, dolayısıyla davacılar murisine yapılan tebligatın geçersiz olduğu anlaşılmakla, işin esasına girilerek alınacak rapor sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Doğru görülmemiştir,...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.02.2017 tarihli ve 2016/526 E. 2017/49 K. sayılı kararı ile; davaya konu edilen Mahmutbey Mahallesi 23 parsel sayılı taşınmazın, davalı idare tarafından o dönem itibariyle Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü adıyla kamulaştırıldığı ve anılan kamulaştırmaya ilişkin işlemlerin yapılarak ilgililerine noter kanalı ile tebligatların yapıldığı, söz konusu banka dekontunda görüldüğü üzere 23 nolu parselde Naim Arslan'ın 90/6240, yine kardeşi olan Halim Arslan'ın da aynı şekilde 90/6240 hisselerinin bulunduğu, Bakırköy 4. Bölge Tapu Müdürlüğünün 19.04.1984 tarihli maliklerin adreslerini bildirir yazıda her iki kişinin alt alta yazılı olup her ikisinin de Seyit Ahmet oğlu olduğu ve aynı adreste mukim olduklarının bildirildiği, Bakırköy 5. Noterliği tarafından çıkartılan tebligatlardan Naim Arslan'a çıkartılan tebligatın birlikte sakin kardeşi Halil Arslan imzasına tebliğ edildiği belirtilip 11.07.1984 tarihinde işlemin gerçekleştirildiği, aynı taşınmazda hissedar olan kardeşi Halim Arslan adına çıkartılan ve dosyaya sunulan tebligat parçasına göre bu tebligatın da kendisine denilmek suretiyle 11.07.1984 tarihinde tebliğ edildiği, aynı tebligatları alan kişinin kendi davasının reddedildiği, diğer kardeşinin ise bir harf hatasından kaynaklı olarak bu haktan yararlanmasının insanlardaki adalet düşüncesini sarsacağı gibi aradan 30 yıl gibi uzun süre geçtikten sonra bölgenin kıymetlenmesi nedeniyle hiç kimse için bir rant kapısı olarak değerlendirilemeyeceği, somut olayda sadece PTT memurunun bir harfi yanlış yazmasının tebligatı geçersiz hâle getirmeyeceği ve aksi durumun 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi uyarınca objektif iyiniyet kuralları ile bağdaşmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın kamulaştırma işleminin kesinleşip kesinleşmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikle kamulaştırmasız el koyma kavramı ve ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
13. Kamulaştırmasız el koyma kavramı, 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 9 Ekim 1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki el koymalar, 05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkındaki Kanun ile “Kamulaştırılmış” sayılmıştır.
14. Gerek 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nda gerekse bu Kanunu kaldırarak kamulaştırma konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda; kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına el konulan kimsenin, uğradığı zarar ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemişti. Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi tazminat verilmesini de isteyebileceği, 16.05.1956 tarihli ve 1956/1 E. 1956/6 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme bağlanmıştır.
15. Bu noktada 04.11.1983 tarihinde kabul edilip 08.11.1983 gününde yürürlüğe giren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinde, kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan davalarda süre yönünden yirmi yıllık bir sınırlama getirilmiş ise de; bu hükmün, Anayasa Mahkemesinin 04.11.2003 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 10.04.2003 tarihli ve 2002/112 E. 2003/33 K. sayılı kararıyla iptal edilmesi sonucu, idarenin kamulaştırmasız el koyma işlemine karşı hak sahiplerinin dava hakkını yirmi yıl ile sınırlayan hak düşürücü süre ortadan kalkmıştır.
16. Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği 04.11.2003 tarihinden sonra ve bu tarihten önceki yirmi yıl içinde taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların, idare aleyhine tazminat ve elatmanın önlenmesi istemiyle süreye bağlı olmaksızın dava açmalarının önünde yasal bir engel bulunmadığı gibi; iptal kararının yürürlüğe girdiği tarihten önceki yirmi yıldan daha önce taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların hak ve durumları da, 30.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 18.06.2010 tarihli ve 5999 sayılı “Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na geçici 6. madde eklenmiş ve malikçe tazmin talebinde bulunulması hâlinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi, uzlaşma temin edilemeyen hâllerde dava yoluna gidilebileceği öngörülmüştür.
17. Bu düzenlemeden sonra 25.02.2011 tarihinde yayımlanan 6111 sayılı “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un geçici 2. maddesi ile “ Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6'ncı maddesi hükmü, 04.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6'ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.” hükmü getirilmiştir.
18. Ne var ki, anılan bu madde Anayasa Mahkemesinin 01.11.2012 tarihli ve 2010/83 E. 2012/169 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararının 30.05.2013 tarihinde yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır.
19. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine, 30.05.2013 tarihinde kabul edilip 11.06.2013 günlü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı “Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 21. maddesi ile 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6. maddesinde değişiklik yapılmıştır.
20. Diğer taraftan, kamulaştırmasız el koyma müessesesi, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve kanunlara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız el koymada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.
21. Ancak kamulaştırmasız el koyma ile kamulaştırmanın konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır. Her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız el konulmuş olması gereklidir. Kamulaştırmasız el koymada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın gerekse kamulaştırmasız el koymanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.
22. Yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız el koyma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen el koyma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.
23. Kamulaştırmasız el koyma hâlinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanunu’na uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmaktadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 tarihli ve 1958/17 E., 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).
24. Modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Malikin hem yetkileri hem de yakınlarına ve topluma karşı ödevleri bulunmaktadır. Hakkın kapsamında yer alan ödevler, mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları, kamu yararı amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak düşünmelidir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Başka bir deyişle, kanun koyucunun malikin yetkilerini sınırlama yetkisi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 35. maddesinin 2. fıkrasında sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun”dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne dokunamaz.
25. Anayasa’da modern mülkiyet anlayışı benimsenmiştir ve mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi öngörmektedir.
26. Anayasa’nın, “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesi:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” düzenlemesini getirmiştir. 35. maddede mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır:
27. Birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın varlığı anayasal bir hak olarak saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir. Mülkiyetinde olan şeyi dilediği gibi kullanabilir. Başkalarının o şeye el koyması durumunda onun el koymasının önlenmesini ve bu hakkının korunmasını dava yolu ile isteyebilir. Mülkiyet hakkının bu görünümü kural olarak sınırsız ve kısıtlamasızdır. Kutsal, sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin 2 ve 3. fıkraları ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır.
28. İkinci fıkra uyarınca: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”. Demek ki kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz olarak burada kamu yararı vardır denilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel kişisi mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama koyamaz. Öyle ise bu fıkranın içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan kamu yararı olsa bile mülkiyet hakkına el uzatılamaz. Kanunun olanak tanıdığı yerde de kamu yararı bulunmalıdır.
29. Anayasa’nın 35. maddesinin 2. fıkrasında kastedilen kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlanması, 46. maddede “Kamulaştırma” olarak ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan madde; “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hâllerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her hâlde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
hükmünü içermektedir.
30. Ancak maddede öngörülen koşullar gerçekleştiğinde, mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte ve karşılığı ödenmek suretiyle malı elinden zorla alınmaktadır.
31. Anayasa’nın 35. maddesinin 3. fıkrası, mülkiyet hakkına bir sınırlama daha koymuştur. Bu fıkrada, “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun ne olduğunu göstermiştir.
32. Dikkat edilecek olursa; Anayasa’da mal sahibinin kullanma hakkı, 35. maddenin 2. fıkrasında “kamu yararı”, 3. fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise de; her iki durumda da, taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir.
33. Yine Anayasa’nın “mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını” içeren 35. maddesi ile TMK’nın 683. maddesi (mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi m. 618) hükümlerinin birlikte incelenmesinden varılan sonuç, Türk hukukunda mülkiyet hakkının sosyal (modern) mülkiyet anlayışıyla düzenlenmiş olduğudur.
34. Türk Kanunu Medenisi ve bu Kanunu ilga eden TMK’nın Dördüncü Kitabında ilkin, mülkiyet hakkı düzenlenmiş; ne var ki 683. madde (Türk Kanunu Medenisi m. 618) ile bir tanım verilmemiş, sağladığı yetkilerin belirtilmesiyle yetinilmiştir.
35. Türk Medeni Kanunu’nun “Mülkiyet hakkının içeriği” başlıklı 683. maddesine göre;
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir”.
36. Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi (Türk Kanunu Medenisi m. 618) uyarınca, malik, eşya üzerinde ancak hukuk düzeninin sınırları içinde tasarruf edebilecektir. Dolayısıyla mülkiyet, kişilere, eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Bu hak, malikin gerek yetkilerini ve gerekse komşularla topluma karşı olan ödevlerini kapsamakta, böylece mülkiyetin özü, yetki ve ödevlerden oluşmaktadır.
37. Mülkiyet hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma, satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi, eşya üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmıştır.
38. Malikin eşya üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş bulunmaktadır. TMK’nın 683. maddesine (Türk Kanunu Medenisi m. 618) göre malik, eşyayı hukuka aykırı olarak elinde bulunduran ya da eşyaya el koyan kişilerden onun geri verilmesini isteyebileceği gibi, yine hukuka aykırı olarak zilyetliğine yapılan el koymaların önlenmesini, taşkınlıkların giderilmesini de isteme hakkına sahiptir.
39. Bu suretle, mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin müeyyidesi olan dava hakları malike tanınarak mülkiyet korunmuştur. Kanunun deyimiyle, “istihkak ve elatmanın önlenmesi” istemleri mülkiyet hakkından doğup, varlıklarını mülkiyet hakkına ayrılmaz bir biçimde bağlı olarak sürdürürler.
40. Mülkiyet hakkının içeriğine giren ödevler ise; yapmama, katlanma ve yapma ödevleridir. Komşuluk hukukuna ilişkin ödevler yapmama ödevine, kar, yağmur ve tutulamayan kaynak sularını kabule zorunluluk katlanma ödevine, taşınmaz mallar için vergi, resim ve harç ödeme yükümlülüğü de yapma ödevine örnek olarak gösterilebilir.
41. Bütün bu anlatılanların ortaya koyduğu sonuç şudur; mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli kendine özgü bir haktır.
42. O hâlde malik mülkiyet hakkına dayanarak, mülkiyete ilişkin yetkilerin kullanılmasında, hukuksal bir nedene dayanılmadan üçüncü kişilerin engellemesi ile karşılaştığı takdirde, el atmanın önlenmesi davası açabilecektir. Açıktır ki, bu gibi davranışlarla ihlal edilen, Anayasal ve yasal bağlamda teminat altına alınmış bulunan, mülkiyet hakkıdır.
43. Burada, davranışların haksız olması ve bir hakka dayanmaması yeterli olup, kusurun bulunması gerekli değildir. Malikin, mülkiyet hakkını, engellemenin varlığını ve nedensellik bağının bulunduğunu ispatlaması gerekli ve yeterlidir (Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.2010 tarihli ve 2010/5-662 E., 2010/651 K. sayılı kararı).
44. Öte yandan, Türkiye’nin 18 Mayıs 1954 tarihinde onaylamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) başlangıçta mülkiyete ilişkin bir kural içermemekle birlikte, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce mülkiyet hakkının da yer almasına yönelik bir protokol oluşturulmuş ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye Ek Protokol imzalanmıştır.
45. AİHS Eki Birinci Protokolün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
46. Buna göre protokolün birinci maddesi mülkiyetin korunmasını düzenlemekte olup; bu madde üç kuraldan oluşmaktadır. Bu kuralların ilki mülkiyet hakkına saygı duyulması biçiminde genel ilkedir. İkincisi mülkiyet hakkından kamu yararı nedeniyle hukuka uygun olarak yoksun bırakılmasının meşruluğu ilkesidir ve nihayet üçüncüsü, mülkiyet hakkının kamu yararına uygun olarak kullanılmasının düzenlemesinin yine meşru bir müdahale sayılacağı ilkesidir.
47. Bu bağlamda kamulaştırmasız el koyma iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürüldüğü zaman, mahkeme meşru müdahalelerin olup olmadığını incelemekte, meşru bir müdahale yoksa mülkiyet hakkına saygı duyulmadığına ve hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir.
48. Diğer yandan, 16.5.1956 tarihli ve 1956/1 E. 1956/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;
“Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine meni müdahale davası açmağa hakkı olduğuna, ancak dilerse bu fiili duruma razı olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulünün bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve isteyebileceği bedelin de mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki bedel olduğuna 16.05.1956 tarihinde ilk toplantıda ittifakla karar verildi.”
şeklinde bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir.
49. Yine Yargıtayın 16.5.1956 tarihli ve 1954/1 E., 1956/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, gayrimenkulünün bedelinin tahsiline ilişkin olarak, gayrimenkulünü yola kalbeden hükmü şahsiyeti aleyhine açacağı bedel davasında müruruzamanın mevzuubahis olamayacağına ve bu itibarla da, hadisede Borçlar Kanunu'nun 66. maddesinin tatbik kabiliyeti bulunmadığına...” karar verilmiş, kamulaştırmasız el koyma hâlinde açılacak bedel davalarının zamanaşımına bağlı olmadığı belirtilmiştir.
50. Mülkiyet hakkına, kamulaştırmasız el atmaya ilişkin bu açıklamalardan sonra somut olay incelendiğinde; Bağcılar ilçesi Mahmutbey Mahallesi 23 parsel sayılı taşınmazın Bayındırlık ve İskan Bakanlığının 17.02.1984 tarihli ve 346/202 sayılı Olur’u ile kamulaştırma işlemine tabî tutulduğu, idare tarafından malikin adresinin tespiti amacıyla Kocasinan Vergi Dairesi, Bakırköy Belediye Başkanlığı, Jandarma Bölük Karakol Komutanlığı, Mahmutbey Köyü Muhtarlığı, Bakırköy Tapu Müdürlüğü ve Nüfus Müdürlüğüne müzekkere yazıldığı, vergi dairesine yazılan müzekkere cevabına istinaden bildirilen adrese noter kanalı ile kamulaştırma evrakının gönderildiği, tebliğ mazbatasında “birlikte sakin kardeşi Halil Aslan imzasına tebliğ edildi. 11.07.1984” şerhinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
51. Dosyada bulunan nüfus kayıt içeriklerine göre davacılar murisi ...’ın Halim Arslan adında kardeşinin bulunduğu, 23 parsel sayılı taşınmaza ilişkin malik listesinin bulunduğu 05.06.1984 tarihli banka dekontunda davacılar murisi ile kardeşi Halim Arslan’ın 90/6240’ar hisselerinin mevcut olduğu, Bakırköy 4. Bölge Tapu Müdürlüğünün müzekkere cevabında ... ve Halim Arslan’ın Seyit Ahmet oğlu olduğu ve aynı adreste mukim olduklarının belirtildiği, bu hâliyle Bakırköy 5. Noterliği tarafından muhataba yapılan tebligatın usulüne uygun olduğu kanaatine varılmıştır. Bu nedenle yerel mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
52. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacılar murisi ...’ın Halil Arslan adında bir kardeşinin bulunmadığı, davacılar murisine yapılan tebligatın geçersiz olduğu, bu nedenle hükmün bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
53. Hâl böyle olunca usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.10.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.