"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “Tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin sigorta başlangıç tarihinin 26.12.1989 olduğunu, ancak dönem bordrosunda ismine rastlanmadığı için Kurum tarafından kabul edilmediğini, müvekkilinin 26.12.1989–30.01.1990 tarihleri arasında ...’ye ait diş hekimi muayenehanesinde sekreter olarak çalıştığını ileri sürerek müvekkilinin ilk işe giriş tarihinin 26.12.1989 olduğunun tespitine ve başvuru tarihi itibariyle emekliliğine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... (Kurum/SGK) vekili; davacının çalıştığını iddia ettiği işyerinin ... unvanlı diş protez imali işyeri olduğunu, 17.11.1989 tarihinde kanun kapsamına alınıp 30.11.1989 tarihinde kanun kapsamından çıktığını, davacı adına 26.12.1989 tarihinde işe giriş bildirgesi verilmişse de Kuruma dönem bordrosu verilmediğini, sigortalı sayılma yönünden işe giriş bildirgesinin verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, çalışma olgusunun varlığının da ispatının zorunlu olduğunu, davanın kamu düzenine ilişkin olduğundan özel bir duyarlılıkla yürütülmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
6. İzmir 14. İş Mahkemesinin 11.10.2016 tarihli ve 2015/103 E., 2016/438 K. sayılı kararı ile; 26.12.1989 tarihli işe giriş bildirgesinin süresinde Kurum kayıtlarına geçtiği ve sahteliğinin iddia edilmediği, davacı sigortalının işyerinde çalışma olgusunun mevcut olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne 26.12.1989 tarihinde hizmet akdine istinaden ve günün cari asgari ücreti üzerinden en az 1 gün çalıştığının ve sigorta başlangıç tarihinin bu tarih olduğunun tespitine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin Birinci Kararı:
7. İzmir 14. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı Kurum vekili tarafından süresi içinde istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 29.11.2016 tarihli ve 2016/138 E., 2016/84 K. sayılı kararı ile; salt Kuruma husumet yöneltilmesi suretiyle hükme varılması ve bu kapsamda işveren hakkındaki davadan feragatin mümkün olduğu sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti ile aylık bağlanması gerektiğinin tespitine yönelik davada hakkındaki davadan vazgeçildiği yönünde herhangi bir beyan ve işlem bulunmayan ...'nin karar başlığında adına yer verilmediği gibi, hakkındaki davanın akıbeti yönünden karar gerekçesi ve hüküm fıkrasında ibare bulunmadığı; ayrıca davacının yaşlılık aylığı talebi yönünden de gerekli kanıtlar toplanarak olumlu veya olumsuz bir karar verilmeksizin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddesi anlamında dava dilekçesindeki tüm talepler yönünden hüküm içeren, denetlenebilir ve infaz edilebilir bir hüküm kurulmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın yeniden görülmesi için dosyanın mahkemesine iadesine karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
9. İzmir 14. İş Mahkemesinin 28.02.2017 tarihli ve 2016/547 E., 2017/44 K. sayılı kararı ile; Bölge Adliye Mahkemesi kararı sonrası davacı vekilince müvekkilinin emekliliği hususundaki talebin dava dilekçesinde sehven yazıldığı, bu yöndeki talepten ve sigorta başlangıç tarihinin tespiti davalarında Kuruma karşı dava açılması yeterli olduğundan davalı işveren ... aleyhine açmış oldukları davadan feragat ettiklerini beyan ettiği, öte yandan davacının çalışma olgusunun mevcut olduğu gerekçesiyle sigortalılık başlangıç tarihinin 26.12.1989 olduğunun tespitine, davacının şartları oluşmayan aylık bağlama talebinin feragat nedeniyle davalı ... hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin İkinci Kararı:
10. İzmir 14. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı Kurum vekili tarafından süresi içinde istinaf yoluna başvurulmuştur.
11. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 18.05.2018 tarihli ve 2017/1233 E., 2018/842 K. sayılı kararı ile; davacıya aidiyeti belirlenen ve çalışma olgusunun karinesini oluşturan bildirgenin yasal hak düşürücü süre içerisinde Kuruma verildiği, davacı yararına oluşan bu yasal karinenin aksini ortaya koyacak herhangi bir kanıtın Kurumca ileri sürülmediği, davacıya verilen sigorta sicil numarasının 1989 yılı serilerinden olup sonraki hizmetlerinde de kullanıldığı, işyerinin, uyuşmazlık konusu tarihi kapsar biçimde 506 sayılı Kanun kapsamında faaliyetinin bulunduğu, işverenin vergide kayıtlı olduğunun Kemeraltı Vergi Dairesi müzekkere cevabından anlaşıldığı, işyeri dosyasının imha edilmesi nedeniyle dönem bordrolarının bulunmadığı, emniyet vasıtasıyla tespit edilen komşu işyeri tanıklarının aradan geçen uzun yıllar nedeniyle davacıyı hatırlayamamalarının hayatın olağan akışına uygun olduğu ayrıca bilgi ve görgülerine başvurulan davacı tanıklarının iddiayı doğrulayan aydınlatıcı ve net anlatımları karşısında, davanın kısmen kabulüne dair verilen ilk derece mahkemesi kararı isabetli ise de, 6100 sayılı Kanun'un 355. maddesindeki düzenleme çerçevesinde yapılan incelemede, istinaf kanun yoluna başvuran davalı Kurum vekilinin dilekçesinde yer verdiği itirazlar kapsamında gerekli bilgi ve belgeler getirtilerek eksikliğin toplanan kanıtlarla duruşma yapılarak giderilmiş olduğu belirtilerek ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne davacının, İşveren ... adına 258463.035 sicil numarasıyla tescilli işyerinde 26.12.1989 tarihinde hizmet akdine dayalı olarak asgari ücretle (1) gün fiilen çalıştığı ile tüm sigorta kolları yönünden sigortalılık başlangıç tarihinin 26.12.1989 olarak kabul edilmesi gerektiğinin tespitine fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
12. İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
13. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 20.12.2018 tarihli ve 2018/4236 E., 2018/9536 K. sayılı kararı ile; “..E)Temyiz:
Davalı Kurum vekili “Sadece işe giriş bildirgesinin varlığı çalışmanın ispatı değildir. Çalışmayı ispatlayacak yeterli kanıt yoktur. ” gerekçeleriyle temyiz yoluna başvurmuştur
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:
Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa'nın 108.maddesinin 1. fıkrasında; " Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir." hükmü düzenlenmiştir.
Bir kimsenin sigortalı sayılabilmesi için sigortalı işe giriş bildirgesinin varlığı yeterli değildir. Aynı zamanda o kimsenin Yasa'nın belirlediği biçimde (506 sayılı Yasa'nın 2. maddesi ve 5510 sayılı Yasa'nın 4/a maddesi) eylemli olarak çalışması da koşuldur. Bu yön 506 sayılı Yasa'nın 6. maddesi ile 5510 sayılı Yasa'nın 7/a maddesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 1999/21-549-555, 2005/21-437-448 ve 2007/21-306-320 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır. Bu bakımdan davacının işyerinde eylemli olarak çalışıp çalışmadığının yöntemince araştırılması gerektiği ortadadır. Fiili veya gerçek çalışmayı ortaya koyacak belgeler, işe giriş bildirgesiyle birlikte 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesinde belirtilen sigortalının gün sayısını, kazanç durumunu, çalışma tarihleriyle birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bilgileri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 17. maddesinde belirtilen 4 aylık prim bordroları gibi Kuruma verilmesi zorunlu belgelerdir. Yöntemince düzenlenip süresi içerisinde Kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe alınmış olduğunu gösterirse de fiili çalışmanın varlığının ortaya konulması açısından tek başına yeterli kabul edilemez. Sigortalılıktan söz edebilmek için, çalışmanın varlığı, Yargıtay uygulamasında 506 sayılı Yasanın 79/10. maddesine dayalı sigortalılığın tespiti davaları yönünden kabul edilen ilkelere uygun biçimde belirlenmelidir. Zira, sigortalılığın başlangıcına yönelik her dava sigortalılığın tespiti istemini de içerir. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında adaletsiz ve haksız bir durum yaratır. Bu nedenle, işe giriş bildirgesinin verildiği ancak yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı, kamu düzenine dayalı bu tür davalarda hakim, görevi gereği doğrudan soruşturmayı genişleterek sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir. Bu yön, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.9.1999 gün 1999/21-510-527, 30.6.1999 gün 1999/21-549-555, 5.2.2003 gün 2003/21-35-64, 15.10.2003 gün 2003/21-634-572, 3.11.2004 gün 2004/21-480-579 ve 2004/21-479-578, 10.11.2004 gün 2004/21-538 ve 1.12.2004 gün 2004/21-629 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
Bu tür davalar yalnızca bir günlük çalışmanın tespitinden ibaret olarak görülmemeli, bir günlük çalışmanın kabulü ile saptanacak sigortalılık başlangıcının sigortalıya sağlayacağı sigortalılık süresi ile birlikte kazandıracağı haklar dikkate alınmalı ve giriş bildirgesi ile birlikte eylemli çalışmanın bulunup bulunmadığı özellikle belirlenmeli, buna göre dönem bordrosunda yer alan ve davacının talep ettiği tarihte çalışması mevcut tanıklar ile gerektiğinde komşu işyerleri çalışanları olduğu kayıtlarla ya da kolluk yolu ile yaptırılacak araştırma ile belirlenen kimselerin beyanlarına başvurulmalı, sonucuna göre karar verilmelidir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden; 21/10/1969 doğumlu davacının, talep tarihinde 20 yaşında olduğu, 26.12.1989 tarihli işe giriş bildirgesinin “ 546 Sokak N:4 Yağhaneler/İZMİR” adresinde kurulu 258463 035 sicil sayılı ... unvanlı diş protez labaratuvarı iş yerinden 25.01.1990 tarih, 096746 varide ile Kuruma verildiği, 258463 sicil numaralı işyerinin 17.11.1989 - 30.11.1989 tarihleri arasında kanun kapsamında olduğu, Vergi Dairesinden; 546 Sokak N:4 adresindeki diş labaratuvarının 01/11/1989 tarihinde faaliyete başladığı ve 31/03/1990 tarihinde terk ettiğinin bildirildiği, anılan işyerinden dönem bordrosu verilmediği, dinlenen kamu tanıklarının davacıyı tanımadıklarını, söyledikleri, davacı tanıklarının iddiayı doğruladıkları ancak komşuları olan bu tanıkların çalışma iddiasını doğrulayacak vasıfta olmadıkları, toplanan delillerin kabule yeterli olmadığı, eylemli çalışma olgusunun yeterli ve gerekli bir araştırmayla sağlıklı bir biçimde belirlenmeden, davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece yapılacak iş; dönem bordrosu bulunmadığından, Kurumdan, Belediye'den ve Vergi Dairesinden sorulmak suretiyle ayrıca zabıta marifetiyle sağlıklı bir araştırma yaptırılarak komşu işverenler veya bu işverenlerin resmi kayıtlarına geçmiş çalışanlarını tespit etmek, sonrasında bu işyerlerinde çalıştığı tespit edilen kayıtlı komşu işyeri çalışanlarının kayıtları SGK’dan getirtilerek çalışmanın niteliği ile gerçek bir çalışma olup olmadığı yönünde yöntemince beyanlarını almak, işe giriş bildirgesinin aslını Kurumdan getirterek imzanın davacıya ait olup olmadığını bilirkişi marifetiyle tespit etmek, sigorta sicil numarasının hangi ilin ve yılın serilerinden olduğunu Kurumdan sormak, çalışma olgusunu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı şekilde 506 sayılı Yasanın 2, 6, 9 ve 79/8. maddeleri gereğince ortaya koyduktan sonra sonucuna göre karar karar vermek, yeterli delil toplanamazsa davanın reddine karar vermekten ibarettir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge adliye Mahkemesi kararı bozulmalıdır..” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
14. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 13.03.2019 tarihli ve 2019/151 E., 2019/353 K. sayılı kararı ile; bozma ilamının hukuka uygunluk denetimi yönünden de irdelenmesi gerektiği belirtilerek, bu konudaki öğreti görüşlerine de yer verildikten sonra ilk derece mahkemesi tarafından zabıta araştırması da yapılmak suretiyle tanık tespiti yoluna gidilmiş ise de, ilk derece yargılamasındaki incelemenin eksikliği gözetilerek istinaf yargılaması sürecinde davanın kamu düzenine ilişkin niteliği gözetilerek duruşmalı inceleme yapıldığı, yeniden zabıta araştırması yapılması yanında vergi dairesi, diş hekimleri odası gibi yerlerden de bilgi istendiği, bildirgedeki imzanın aidiyeti konusunda bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek görülmediği, aksi yöndeki yaklaşımın usul ekonomisi ve adil yargılama ilkesiyle çelişeceği, çalışma olgusunun varlığı yönünden davacı lehine yasal karine bulunduğu, 1989 yılından itibaren tescilinin geçerliliği inancıyla hareket eden kişiye aylık bağlama tarihinin yaklaştığı aşamada çıkarılan sorunun, sahtelik ve bildirgenin başkasına ait olma iddası konuları dışında inceleme olanağı bulunmadığı ve niteliği gereği en kısa sürede çözümü gereken davanın 03.04.2015 tarihinde açıldığı, tüm araştırma ve inceleme işlemlerine karşın, fiili olanaksızlıklar nedeniyle başka tanık belirlenmesine olanak bulunamadığı, 26.12.1989 tarihinde işe girişi gösteren bildirgenin 25.01.1990 tarihinde Kurum kayıtlarına intikal etmesine karşın sigortalılık tescili konusunda, 24 yılı aşkın süre beklendikten sonra çekişme yaratılıp sigortalıdan eylemli çalışmayı kanıtlamasının beklenmesinin hakkaniyet duygusuyla bağdaşmadığı, bu durumun makul sürede karar verilmesi gereğini öngören adil yargılanma hakkı yanında diğer temel hakların da ihlaline neden olacağı, istinaf uygulamasının yargılama sistemimizde yer alması sonrasında hukuka uygunluk denetimi kapsamındaki temyiz incelemesi sürecinde sosyal güvenlik haklarına ilişkin tespit davalarının kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle uygulanan re'sen araştırma ilkesi gereklerini aşan delil toplanması konulu bozma gerekçelerinin de, istinaf uygulamasının anlam ve sınırlarının belirlenmesi yönünden denetlenip Türk yargılama sistemi yönünden belirli ilkelere bağlanması gerektiği de düşünülerek dosyada yeterli inceleme ve araştırma yapılmış olmasına karşın çekişme bulunmayan bildirgenin aidiyeti konusunda dahi ek delil toplanması gereğini öngören bozma gerekçelerine uyulmasının mümkün olmadığı belirtilerek ve önceki gerekçe de tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
15. Direnme kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; sigortalılık başlangıç tarihininin tespiti istemli eldeki davada mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. 1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20'inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
18. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun geçici 7. maddesi uyarınca, davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı Kanun) 108. maddesine göre, "Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir".
19. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 108. maddesi gereğince sigortalılık başlangıç tarihinin belirlenmesine ilişkin açılan her dava, sigortalılığın saptanması istemini de içerdiğinden Kanun’un 79. maddesinin 10. fıkrasında düzenlenen ve “hizmet tespiti davası” olarak nitelendirilen bir görünüm arz etmekte olup bunun doğal sonucu olarak da söz konusu (1) bir günlük çalışmanın belirlenmesi talepli davada, hizmet tespiti davalarındaki kanıtlama yöntem ve ilkeleri benimsenip uygulanmalı, başka bir anlatımla sigortalılıktan söz edilebilmesi için çalışmanın varlığı, hizmet tespiti davaları yönünden kabul edilen yöntem ve ilkelere uygun biçimde saptanmalıdır. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında haksız ve adaletsiz bir durumun oluşmasına yol açabilecektir.
20. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79. maddesinin 10. fıkrasında; "Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar çalıştıklarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.” düzenlemesi bulunmaktadır.
21. Öte yandan 506 sayılı Kanun'un 2 ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak bu kimselerin ayrıca aynı Kanun'un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir.
22. Ne var ki, 506 sayılı Kanun'un 2 ve 6. maddelerindeki hükümler birlikte değerlendirildiğinde, sigortalılığın oluşumu için fiili çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Fiili ve gerçek bir çalışmanın varlığı tespit edilmediği sürece hizmet akdine dayanılarak dahi sigortalılıktan söz edilemez.
23. Öncelikle fiili çalışmanın varlığının hangi kanıt ve olgularla belirleneceği üzerinde durulmalıdır.
24. Hemen belirtilmelidir ki, fiili veya gerçek çalışmayı ortaya koyacak belgeler, işe giriş bildirgesiyle birlikte, 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinde belirtilen ve sigortalının çalışma gün sayısını, kazanç durumunu, çalışma tarihleriyle birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bildirgeleri ile uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte bulunan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 17. maddesinde belirtilen dört aylık dönem bordroları gibi Kuruma verilmesi zorunlu belgelerdir. Yöntemince düzenlenip süresi içerisinde Kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe girdiğini göstermekte ise de, fiili çalışmanın varlığının ortaya konulması açısından tek başına yeterli kabul edilemez. Bu nedenle; işe giriş bildirgesinin verildiği ancak yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda çalışmayı ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı ve kamu düzenine dayalı bu tür davalarda hâkim görevi gereği doğrudan soruşturmayı genişleterek sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir. Bu davalarda da işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, aynı dönemde işyerinde çalışanlar saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı açıklanmalı, gerektiğinde komşu işyeri çalışanlarının da bilgilerine başvurularak gerçek çalışma olgusu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı biçimde kanıtlanmalıdır.
25. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.06.2018 tarihli ve 2016/21-2358 E., 2018/1289 K., 07.10.2020 tarihli ve 2018/21-1021 E., 2020/743 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
26. Gelinen noktada temyiz incelemesinde maddi vakıa ve delil değerlendirilmesi ile hukuka uygunluk denetimi üzerinde kısaca durulmalıdır.
27. İlk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen, temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukukî denetim ve içtihat mercii olup yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz; temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verilir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın re'sen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyadaki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delilin görmezden gelinerek karar verilmiş olması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukukî sonuca varması hâlinde pek tabi ki Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı; bunların yanı sıra maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir.
28. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve mevcudiyet sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme kararlarını hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin de mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
29. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet, dört aşamadan oluşur ve her aşama hukukî niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tabidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği kararın da yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukukî nitelendirmesini yapar. Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukukî sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukukî sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukîlik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
30. Somut olayda 21.10.1969 tarihli Berlin doğumlu davacının davalı ...’ye ait diş hekimi muayenehanesinde 26.12.1989 tarihinde bir gün süre ile hizmet akdine tabi çalıştığının ve bu tarihin sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun tespiti istemiyle açtığı davada; davalıya ait işyerinin 17.11.1989 tarihi itibariyle 506 sayılı Kanun kapsamına alındığı, 30.11.1989 tarihinde Kanun kapsamından çıkarıldığı ve işyeri dosyasının imha olduğu, davacı adına 26.12.1989 tarihli işe giriş bildirgesinin düzenlendiği, dönem bordrolarının bulunmadığı, davacı tarafından bildirilen tanıklardan ...’in davacının çalıştığı yerin diş muayenehanesi olduğunu, davacının temizlik yaptığını ve çay dağıttığını, davacıdan başka çalışanların da olduğunu beyan ettiği, ancak davacı vekilinin 08.09.2015 tarihli duruşmada müvekkilinin işyerinde çalışan tek kişi olduğunu belirttiği, tanık ...’ın ise Erzurum’dan İzmir’e teyzesinin yanına geldiğini, davacının teyzesinin komşusu olduğunu, dişçi yanında çay servisi ve ayak işleri yaptığını söylediğini beyan ettiği, mahkemece komşu işyeri araştırması yaptırıldığı, davacı vekilince yaşlılık aylığı talebinin dava dilekçesinde sehven yazıldığının belirtildiği, ilk derece mahkemesince sigorta başlangıç tarihinin tespitine karar verildiği görülmüştür.
31. Bölge Adliye Mahkemesince işe giriş bildirgesi ve işyeri bildirgesi hakkında araştırma yapıldığı, İzmir İl Sağlık Müdürlüğünce 546 Sokak No:4 Yağhaneler/İzmir adresinde ... sahipliğinde Kasım 1989-Ocak 1990 tarihleri arasında faaliyet göstermiş diş protez laboratuvarına ve ... adına kayda rastlanmadığının bildirildiği, İzmir Diş Hekimleri odasından işveren hakkında bilgi istendiği ancak sadece diş hekimlerine ilişkin bilgilerin kaydı tutulduğunun belirtildiği, diş teknisyenleri odasına yazılan müzekkerelerin sonuçsuz kaldığı, Kemeraltı Vergi Dairesi Müdürlüğünün cevabi yazısında mükellef ...’nin 546 Sokak No:4 Yağhaneler/İzmir adresinde diş laboratuvarlığı faaliyetine 01.11.1989 tarihinde başladığı, 31.03.1990 tarihinde terk ettiğinin bildirildiği, ilk derece mahkemesince yaptırılan komşu işyeri araştırması esnasında çizilen kroki de esas alınarak tespit edilen üç tanığın dinlendiği ancak davacının çalışmalarına yönelik bilgi sahibi olmadıkları anlaşılmıştır.
32. Yukarıda açıklanan yargılama süreci kapsamında yapılan araştırma ve inceleme sonucu elde edilen kayıtların, davacının dava dışı işyerinde eylemli çalışmasını hiçbir kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlar nitelikte olmadığı açık olup bu durumda yukarıda yapılan açıklamalara, somut olaya ilişkin maddi ve hukukî olgulara göre; davanın kamu düzenine ilişkin ve re'sen araştırma ilkesine tabi davalardan olduğu gözetilerek ve Özel Daire bozma kararında belirtilen araştırmalar da yapılarak ayrıca Berlin doğumlu olan davacının yurda giriş-çıkış kayıtları getirtilerek işe giriş bildirgesinin verildiği tarihte yurt dışında olup olmadığı belirlenmeli, davacı tanığı ...’in işyerinin diş muayenehanesi olduğunu davacıdan başka çalışanların da bulunduğunu beyan etmesine rağmen davacı vekilinin müvekkilinin işyerinin tek çalışanı olduğunu ileri sürmesi ayrıca dava dilekçesinde işyerinin diş hekimi muayenesi olduğunun belirtilmesine karşın işyeri bildirgesi ve vergi kayıtlarında işyerinin diş protez laboratuvarı olarak göründüğü dikkate alındığında işyerinin mahiyetine ve işyerinde çalışan kişi sayısına ilişkin belirtilen çelişkiler giderilmeli, gerçek çalışma olgusu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı şekilde ortaya koyduktan sonra sonucuna göre karar verilmelidir.
33. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden bozulmasına karar vermek gerekmiştir
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi uyarınca dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 07.06.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.