"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin taşınmazındaki ağaçların kesilmesi ve çıkacak odunların alınması konusunda davalıyla anlaşma yapıldığını, kesim ve masraflar hariç müvekkiline bir miktar avans olarak ödemede bulunulduğunu, karşılığında da davalıya 25.12.2007 vade tarihli ve 17.000YTL bedelli senet verildiğini, davalıya 19.359YTL'lik odun teslimatı yapıldığını, ancak davalının yola indirilmiş odunları teslim almadığından bir kısmının kullanılamaz hâle geldiğini, bir kısmının ise çalındığını, dolayısıyla dava konusu bononun bedelsiz kaldığını ileri sürerek, müvekkilinin bu senetten dolayı davalıya borçlu olunmadığının tespitine ve senedin iptaline karar verilmesini talep etmiş; cevaba cevap dilekçesinde 04.04.2006 tarihli sözleşmedeki imzanın müvekkiline ait olmadığı yönünde beyanda bulunmuştur.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; kendisine davacı tarafından verilen 25.12.2007 tarihli ve 17.000YTL tutarında bir senet bulunmadığını, davacının verdiği senedin 25.12.2007 vade tarihli ve 15.000YTL bedelli protesto olmuş senet olduğunu, bu nedenle öncelikle senet bedeline itiraz ettiğini, taraflar arasındaki 04.04.2006 tarihli sözleşmeyle davacıya ait taşınmazdan kesilecek 250-ton meşe odununun tonu 100YTL’den olmak üzere nakliye tezkeresi ve yükleme işi davacıya ait olmak üzere kendisi tarafından alınması konusunda anlaşma yapıldığını, kendisinin yalnızca taşımadan sorumlu olduğunu, davacıya yaptığı ödemelerden sonra teslim edilen odunun eksik olduğunun anlaşılması üzerine davacının senet düzenleyip verdiğini belirterek davanın reddini savunmuş, davacı aleyhine alacağın %40’ı oranında kötü niyet tazminatına karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.07.2010 tarihli ve 2007/247 E., 2010/249 K. sayılı kararı ile; davacının sözleşmedeki imzayı inkârı üzerine Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan raporda imzanın davacının eli ürünü olduğunun tespit edildiği, davacı tarafından 25.12.2007 tarihli 17.000TL bedelli senetten dolayı borçlu olmadığının tespiti talep edilmiş ise de davaya konu ettiği senedin varlığını ispat edemediği, dosyaya bu senede ilişkin herhangi bir belgeyi ibraz etmediği gerekçesiyle ispatlanamayan davanın reddine, yasal koşulları oluşmadığından davalının tazminat talebinin de reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 14.09.2011 tarihli ve 2011/572 E., 2011/10757 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili, müvekkilinin taşınmazındaki ağaçların kesilmesi ve çıkacak odunların alınması konusunda davalıyla anlaşma yapıldığını, müvekkilinin aldığı avansa karşılık davalıya 25.12.2007 vade tarihli 17.000 YTL bedelli senedi verdiğini, davalıya 19.359,00 YTL'lik odun teslimatı yapıldığı halde davalının müvekkiline ödememe protestosu gönderdiğini ileri sürerek senetten dolayı davalıya borçlu olunmadığının tespitine, senedin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, taraflar arasındaki 04.04.2006 tarihli sözleşmeyle davacıya ait taşınmazdan kesilecek 250 ton meşe odununun kesilip alınması konusunda anlaşma yapıldığını, davacıya yaptığı ödemelerden sonra teslim edilen odunun eksik olduğunun anlaşılması üzerine davacının davaya konu senedi düzenleyip verdiğini belirterek davanın reddini savunmuş, % 40 tazminata karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının 25.12.2007 vade tarihli, 17.000,00 TL bedelli senedin varlığını ispatlayamadığı, davacının 04.04.2006 tarihli sözleşmedeki imzasını inkar etmesi üzerine adli tıp kurumundan alınan rapor sonucunda sözleşmedeki imzanın davacıya ait olduğunun belirlendiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, bonodan dolayı borçlu bulunulmadığının tespitine ilişkindir. Taraflar arasında odun alım satımı ilişkisi bulunduğu ve bu ilişki nedeniyle bir senet verildiği ihtilafsızdır. Uyuşmazlık kararlaştırılan miktarda odun teslim edilip edilmediği yönünde toplanmaktadır. Dava dilekçesinde 25.12.2007 vade tarihli 17.000,00 YTL bedelli senetten söz edilmiş ise de dosyaya sunulan bononun vade tarihi, dava dilekçesinde belirtilen tarih olmakla birlikte miktarının 15.000,00 YTL olduğu, yani dava dilekçesindeki miktarla senetteki miktarın uyuşmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim yerel mahkemece bu husus gerekçe yapılarak hüküm oluşturulmuştur. Ne var ki, davalı 28.02.2008 tarihli oturumdaki beyanıyla dava konusu senedin taraflar arasındaki hukuki ilişki nedeniyle alındığını ve miktarının 15.000,00 YTL olduğunu açıkça bildirmiştir. Bu durum karşısında mahkemece dava dilekçesindeki senet miktarına yönelik açıklamaların maddi hataya dayalı olduğu düşünülerek dosyaya sunulan ve davalının duruşmadaki beyanına göre dava konusu olduğu anlaşılan bonoya yönelik iddia ve savunmalar üzerinde durulup deliller hep birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Birinci Direnme Kararı:
9. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.03.2012 tarihli ve 2012/7 E., 2012/43 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, davacı vekilince maddi hata nedeniyle senet miktarının 15.000TL olduğu beyan edilmediği gibi 25.12.2007 tarihli 15.000TL bedelli senet yönünden mahkemenin 2011/15 E. sayılı dava dosyası ile menfi tespit ve senet iptali davası açıldığı, HMK'nın 25. maddesi gereğince "Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz" düzenlemesi ile HMK'nın 26. maddesinde "Hakim tarafların talep sonuçları ile bağlıdır, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez" düzenlemesinin bulunduğu, bu yasal düzenlemeler karşısında mahkemece dava dilekçesindeki senet miktarına yönelik açıklamaların maddi hataya dayalı olduğu düşünülerek davacı tarafın davaya konu etmediği 15.000TL bedelli senet yönünden yargılama yapılıp hüküm kurmasının mevcut usul yasasına aykırılık teşkil edeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Birinci Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Usule İlişkin Bozma Kararı:
11. Hukuk Genel Kurulunun 27.06.2018 tarihli ve 2018/(19)11-638 E., 2018/1242 K. sayılı kararı ile;
“…Somut olaya gelince; mahkemece aslolan kısa kararda yukarıda açıklanan mevzuata uygun hüküm fıkrası oluşturulmamış sadece "Mahkememizin 2007/247 Esas 2010/249 Karar sayılı kararına 6100 sayılı HMK'nın 373/5 maddesi gereğince direnilmesine" denilmekle yetinilmiş, dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar kurulmamıştır.
Bu durumda, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda bir direnme hükmü de bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş; dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır.
Mahkemenin, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan kısa karar usule uygun karar değildir,…” gerekçesiyle direnme kararı belirtilen usulî nedenle bozulmuştur.
İkinci Direnme Kararı:
12. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.12.2018 tarihli ve 2018/485 E., 2018/702 K. sayılı kararı ile; mahkemece bozma gereği yerine getirilerek önceki karar gerekçesi yanında, davacı vekilince maddi hata nedeniyle senet miktarının 15.000TL olduğu beyan edilmediği gibi, 25.12.2007 tarihli 15.000TL bedelli senet yönünden mahkemenin 2011/15 E. sayılı dava dosyası ile menfi tespit ve senet iptali davası açıldığı, HMK'nın 25. maddesi gereğince "Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz" düzenlemesi ile HMK'nın 26. maddesinde "Hakim tarafların talep sonuçları ile bağlıdır, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez" düzenlemesinin bulunduğu, bu yasal düzenlemeler karşısında mahkemece dava dilekçesindeki senet miktarına yönelik açıklamaların maddi hataya dayalı olduğu düşünülerek davacı tarafın davaya konu etmediği 15.000TL bedelli senet yönünden yargılama yapılıp hüküm kurmasının mevcut usul yasasına aykırılık teşkil edeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
İkinci Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesine göre 25.12.2007 vade tarihli ve 17.000YTL bedelli senet dava konusu ise de, dosyaya sunulan bononun vade tarihi, dava dilekçesinde belirtilen tarih olmakla birlikte miktarının 15.000YTL olduğu ve davalının 28.02.2008 tarihli oturumdaki beyanında dava konusu senedin taraflar arasındaki hukukî ilişki nedeniyle alındığını ve miktarının 15.000YTL olduğunu bildirmiş olduğu eldeki davada, mahkemece dava dilekçesindeki senet miktarına yönelik açıklamaların maddi hataya dayalı olduğunun kabul edilerek işin esasına girilmesinin gerekip gerekmediği, maddi hata olarak kabul edilerek işin esasına geçildiği takdirde bu durumun HMK’nın 25. ve 26. maddelerine aykırılık teşkil edip etmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
16. Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), Ankara 2013, s. 346).
17. Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
18. Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
19. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.
20. Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer. Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî İlişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, menfi tespit davasını açan davacı (borçlu), davalının (alacaklı) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkinin hiç doğmadığını iddia etmeyip, bilakis bu ilişkinin doğduğunu bildirerek başka bir nedenle hukukî ilişkinin geçersiz olduğunu veya son bulduğunu ileri sürmekte ise bu iddiayı ispat yükü TMK’nın 6. maddesi gereğince davacıya düşer. Örneğin; alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).
21. Borçlunun, temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek açtığı menfi tespit davası, öğreti ve uygulamada bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır. Bedelsizlik ise, bir kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın herhangi bir nedenle mevcut olmamasıdır (İnan, Nurkut: Türk Hukukunda Hatır Senetleri ve Özellikle Hatır Bonoları, Ankara, 1969, s.16). Başka bir deyişle bir kambiyo taahhüdünün temel alacağı geçersizse ya da sona ermişse, o kambiyo taahhüdü bedelsiz demektir. Bu anlamda senedin bedelsiz sayılmasında esas alınan husus, temel borç ilişkisinin kendisi değil, bu temel borç ilişkisinden doğan temel alacaktır. Bu itibarla bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası ile maddi hukuk bakımından borcun mevcut olup olmadığının tespiti amaçlanmakta; borçlu olmadığını iddia eden borçluya, genel hükümlere göre bu durumu tespit imkânı verilmektedir. Dava neticesinde borçlu olunmadığının tespiti hâlinde ise davacı (borçlu) hakkında bir icra takibi başlatılması engellenmiş olacak veya başlatılan ve devam eden icra takibi iptal edilerek, davacının mevcut olmayan bir borcu ödemesi engellenmiş olacaktır.
22. Bedelsizlik iddiası, 6762 sayılı TTK’nın 599. (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (6102 sayılı TTK) m.687) maddesi anlamında bir kişisel def’idir. Bedelsizlik bir kişisel def’i olduğundan düzenleyen tarafından kural olarak ancak senet lehtarına karşı ileri sürülebilir. Ancak borçlu, hamilin senedi bilerek kendi zararına devraldığını kanıtlamak şartıyla hamile karşı da bedelsizlik def’ini ileri sürebilir.
23. Bedelsizliğe dayalı menfi tespit davasının yasal dayanağı 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 61 vd. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 77 vd.) maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşmedir. Zira kambiyo senetlerinde geçerli olan mücerretlik (soyutluk) ilkesi gereğince, temel alacağın mevcut olmaması veya geçersiz olması, kambiyo senedinin hükümsüzlüğü sonucunu doğurmamakta; buna karşılık temel ilişkideki sakatlık, kambiyo borçlusuna, borçlu olmadığının tespitiyle birlikte, alacaklıya karşı sebepsiz zenginleşme def’ini dermeyan etme hakkını vermektedir.
24. Kambiyo senedi düzenlenmesine neden olan hukukî ilişkinin, karşılıklı borç yükleyen sözleşme olması ve bu sözleşmeden doğan borcun ifası için kambiyo senedinin düzenlenmesi hâli ise sıklıkla karşılaşılan bir durumdur.
25. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, temel borç ilişkisindeki para borcunun (kambiyo senedindeki temel alacağın) karşılığı olan edimin ifa edilmemesi hâlinde kambiyo senedinin bedelsizliğinden bahsedebilmek için, borçlunun BK 106 ve 108’deki (TBK m. 125) seçimlik haklardan borcun ifa edilmemesi sebebi ile olumlu zararının tazminini veya sözleşmeden dönerek olumsuz zararının tazminini talep yolunu seçmesi gerekir. Zira seçimlik haklardan ilki olan borcun ifası ve gecikme tazminatının talep edilmesi durumunda, sözleşmenin ifasını talep eden taraf kendi borcunu ifa ile yükümlü olduğundan, senet henüz bedelsiz kalmayacaktır. Borçlunun zaten var olan borcun ifası ile gecikme tazminatı isteme hakkından vazgeçmesi ile alacaklı (kambiyo senedi borçlusu) ifayı talep etmek hakkını kaybederken, borçlu da asli edim yükümlülüğünü yerine getirme borcundan kurtulur. İşte bu noktada senedin bedelsizliği bu hâllerde gündeme gelecektir.
26. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava bonoya dayalı menfi tespit istemine ilişkin olup, mahkemece dava dilekçesindeki senet miktarına yönelik açıklamaların maddi hataya dayalı olduğu düşünülerek davacının davaya konu etmediği 15.000TL bedelli senet yönünden yargılama yapıp hüküm oluşturması mevcut usul yasasına aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
27. Davacı taraf, dava dilekçesinin dördüncü bendinde davalının 25.12.2007 vade tarihli ve 17.000TL bedelli senedi ... Bankası ... Şubesine tahsil için verdiğini beyan ettiği gibi ... Bankasına yazılan müzekkere cevabında da ...’ın alacaklısı, ...’nin borçlusu olduğu 25.12.2007 vade tarihli, 15.000YTL bedelli senedin 04.01.2008 tarihinde ...’a iade edildiği, 25.12.2007 vade tarihli ve 17.000YTL bedelli senedin ise şubelerine tahsil için verilmediği bildirilmiştir.
28. Ayrıca, ... Bankası ... Şubesi tarafından davacı ...’ye çekilen 27.12.2007 tarihli ödememe protestosunun konusunu 25.12.2007 vade tarihli ve 15.000YTL bedelli senet oluşturmakta olup, davalı 28.02.2008 tarihli duruşmadaki beyanında dava konusu alacağın 15.000TL bedelli senede ilişkin olduğunu belirtmiştir.
29. O hâlde; dava konusu senedin 25.12.2007 vade tarihli ve 15.000YTL bedelli senet olduğunun ve dava dilekçesindeki senet miktarına yönelik açıklamaların maddi hataya dayalı olarak yapıldığının kabulüyle, dosyaya sunulan ve davalının duruşmadaki beyanına göre dava konusu olduğu anlaşılan bonoya yönelik iddia ve savunmalar üzerinde durulup deliller hep birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
30. Diğer taraftan dava tarihi 10.12.2007 olduğu hâlde gerekçeli karar başlığında 14.09.2018 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
31. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
32. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 01.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.