Logo

Hukuk Genel Kurulu2020/601 E. 2022/1354 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: 1479 sayılı Kanun'un Geçici 18. maddesi kapsamında borçlanma talebinde bulunan sigortalının, Kurum'un talebi işleme koymaması üzerine uzun süre sonra dava açmasının dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edip etmediği.

Gerekçe ve Sonuç: Davacının kanunda öngörülen süre içinde borçlanma talebinde bulunduğu, ancak Kurum'un talebi işleme koymadığı ve bu nedenle davacının uzun süre sonra dava açmasının dürüstlük kuralına aykırı sayılamayacağı gözetilerek direnme kararı onanmış ve dosya esas incelemesi için Özel Daireye gönderilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesi

1. Taraflar arasındaki "Tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ... İş Mahkemesinin davanın reddine dair kararına yönelik davacının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne ilişkin ... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesince verilen karar davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı dava dilekçesinde; 01.10.1990-04.11.1993 tarihleri arasında tuhafiyecilik işi ile uğraştığını ve vergi kaydının bulunduğunu, 1479 sayılı Kanun’un 4956 sayılı Kanun ile eklenen geçici 18. maddesine göre sigortalılığının 01.10.1990 tarihinde başlatılması gerekirken 04.10.2000 tarihinde tescilinin yapıldığını, emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulunun 04.02.2009 tarihli ve 2009/52 Esas sayılı kararı ile 1479 sayılı Kanun’un 26. maddesindeki hüküm gözetildiğinde zorunlu sigortalılık tescilinin vergi kayıt tarihi itibariyle yapılması gerektiğini ileri sürerek sigortalılık başlangıç tarihinin 01.10.1990 tarihinden itibaren tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı ... (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; 1479 sayılı Kanun’un 4956 sayılı Kanun ile eklenen geçici 18. maddesinde öngörülen hak düşürücü süre içinde borçlanma talebinde bulunmayan davacının sözü edilen tarihler arasında sigortalı olarak tescilinin mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. ... İş Mahkemesinin 06.06.2017 tarihli ve 2016/78 E., 2017/135 K. sayılı kararı ile; 1479 sayılı Kanun’un 4956 sayılı Kanun ile eklenen geçici 18. maddesi uyarınca Kuruma verilen 01.09.2003 tarihli Bağ-Kur’a giriş bildirgesinde vergi dairesine kayıt tarihinin 15.05.1998 olarak yazılı olduğu, davacının 01.10.1990-04.11.1993 tarihleri arasındaki döneme ilişkin borçlanma talebinde bulunduğuna veya bu döneme ilişkin prim ödediğine dair herhangi bir kayıt mevcut olmadığı anlaşıldığından 04.10.2000 tarihi öncesi vergiye kayıtlı olunan bu dönemin 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olarak değerlendirilmesinin ve 01.10.1990- 04.11.1993 tarihleri arasında Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespiti karar verilmesinin mümkün olmadığı, dava dilekçesinde belirtilen Hukuk Genel Kurulu kararına konu uyuşmazlığı somut olaydan farklılık arzettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

7. ... İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.

8. ... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesinin 02.11.2018 tarihli ve 2018/1221 E., 2018/1828 K. sayılı kararı ile; davacının Bağ-Kura giriş kaydının 1479 sayılı Kanun'un geçici 18. madde ile tanınan 6 aylık süre içinde olmak üzere 01.09.2003 tarihi olduğu, ... Vergi Dairesinde 01.10.1990-04.11.1993 ve ... Vergi Dairesinde 15.05.1998-10.02.2000 tarihleri arasında vergi kaydının bulunduğu, ... Sosyal Güvenlik Merkezinin 12.04.2018 tarihli yazısında davacının giriş bildirgesi ekinde kanuni süresi içinde vermiş olduğu 04.10.2000 tarihi öncesi ticari vergi kayıt sürelerini borçlanma talebinin Kurumca sehven dikkate alınmadığından ilgiliye borçlanma sürelerini ve borç tutarını gösterir tebligat gönderilmediğinin bildirildiği, yine davacının bu sürelere ilişkin ödemesi gereken prim tutarının Kurumdan sorulduğu, Kurumun bildirdiği tutarı davacının verilen süre içinde yatırdığı, bu nedenle davanın kabulü gerektiği gerekçesiyle Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 353/1-b-2. maddesi uyarınca ilk derece mahkeme kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davacının vergide kayıtlı olduğu 01.10.1990-04.11.1993 ve 15.05.1998-03.10.2000 tarihleri arasındaki sürelerde 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olduğunun tespitine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. ... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.

10. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 12.03.2020 tarihli ve 2019/1789 E., 2020/1671 K. sayılı kararı ile; "...24/07/2003 tarihli 4956 sayılı Kanun'un 47. maddesi ile 1479 sayılı Kanun'a eklenen Geçici 18. maddede, "Bu Kanun'a göre sigortalılık nitelikleri taşıdıkları halde 04.10.2000 tarihine kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların hak ve mükellefiyetlerinin 04.10.2000 tarihinden itibaren başlayacağı ancak bu Kanun'a göre zorunlu sigortalı olarak tescil edilmiş olan sigortalıların sigortalılıklarının bu kanunun yürürlük tarihinden itibaren altı ay içinde Kurum'a yazılı olarak başvurmaları ve 20/04/1982-04/10/2000 tarihleri arasındaki vergi kayıtlarını belgelemek ve belgelenen bu sürelere ilişkin olan hesaplanacak prim borçlarının tamamını tebliğden itibaren bir yıl içinde ödemede bulundukları takdirde bu sürelerin sigortalılık süresi olarak değerlendirileceği,” bildirilmiştir.

Kanun'da, sigortalılık hak ve yükümlülüklerinin başlaması için öngörülen tarihlerden itibaren, borçlanma hakkı belirtilen bu süreler dahilinde kullanılmalıdır. Bu süreler içinde borçlanma hakkının kullanılmaması halinde ise, sonrasında Bağ-Kur sigortalılığının tespitine olanak bulunmamaktadır. Bilindiği gibi, 1479 sayılı Kanun'da 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun hizmet tespitine ilişkin 79/10. maddesine koşut bir düzenleme bulunmamaktadır.

Somut olayda; davacı 4956 sayılı Kanun'un 47. maddesi ile 1479 sayılı Kanun'a eklenen Geçici 18. maddesinden faydalanmak için 01/09/2003 tarihinde Bağ-Kur'a başvurarak 22/10/1985-04/10/2000 tarihleri arasında bulunan vergi mükellefiyet sürelerini borçlanma talebinde bulunmuş, talebe karşı davalı Kurum tarafından herhangi bir tahakkuk ve tebliğ işlemi gerçekleştirilmemiştir. 4956 sayılı Kanun'un 47. maddesi ile 1479 sayılı Kanun'a eklenen Geçici 18. maddesinden yararlanabilmek için hem süresi içerisinde başvurmak hem de maddede öngörülen yükümlülükleri yerine getirmek gerekmektedir. Ancak, davacı yükümlülüklerini yerine getirmeyerek başvurusunu takip etmemiş, başvuru tarihinden itibaren 13 (on üç) yıl geçtikten sonra 10/11/2016 tarihinde davasını açmıştır. Davacının 4956 sayılı Kanun'dan faydalanmak için aradan 13 (on üç) yıl geçtikten sonra davasını açması iyiniyet kurallarına aykırıdır. Bu durumda Kanundan doğan yükümlülüklerini süresinde yerine getirmeyen davacının geçmişe yönelik olarak sigortalılık elde etmesi mümkün değildir.

Bu yönü ile davadaki yasal dayanağın MK. 2. maddesinde düzenlenen “objektif iyiniyet kuralı” olduğu, kişinin kendi kusuru bulunduğu takdirde de bu ilkeden yararlanamayacağı açıktır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

11. ... Bölge Adliye Mahkemesi 34. Hukuk Dairesinin 30.06.2020 tarihli ve 2020/717 E., 2020/699 K. sayılı kararı ile; 01.10.1990-04.11.1993 tarihleri arasında ve 15.05.1998 tarihinden itibaren vergi kaydı mevcut olan davacının 01.09.2003 tarihinde 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olarak tescil edilmek ve 04.10.2000 tarihinden önce vergide kayıtlı bulunduğu süreleri borçlanmak üzere Kuruma başvurduğu, 15.05.1998 tarihinde başlayan vergi kaydı dikkate alınarak 04.10.2000 tarihinden itibaren sigortalığının başlatıldığı ancak borçlanma talebi hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı, 1479 sayılı Kanun’un 4956 sayılı Kanun ile eklenen geçici 18. maddesindeki düzenlemeye göre maddede öngörülen süre içinde borçlanma için Kuruma başvurmak ve sonrasında Kurum tarafından bildirilen borçlanma bedelini tebliğ tarihinden itibaren yine maddede belirtilen bir yıllık süre içinde ödemek gerektiği, düzenlemede sigortalının başvurusunun yeterli görüldüğü, Anayasa'dan ve kendi kuruluş kanunundan kaynaklanan görevini yapması için sigortalının Kurumu zorlamasını aramadığı, vatandaşın Anayasa’da düzenlenen sosyal güvenlik hakkını elde etmesi bakımından Kurumun mevzuatın kendisine yüklediği görevini doğru ve zamanında yapmamasının sorumluğunun sigortalıya yüklenemeyeceği gibi sigortalının borçlanma bedelini ödeme yükümlülüğünün, borçlanma bedelinin tebliğ tarihinden itibaren bir yıl içinde olması gerektiği gözetildiğinde emeklilik dönemi gelene kadar bu işlemin sonucunun araştırılmamasının da iyi niyete aykırılık olarak değerlendirilemeyeceği, kaldı ki davacının Kurumun kendi üzerine düşen yükümlülüğünü yerine getirmesini engelleyici bir tutum ve davranışının da bulunmadığı, Kanunda öngörülen yükümlülüğünü yerine getiren davacının iyi niyetli olmadığının kabulü ile sosyal güvenlik hakkından mahrum bırakılmasının, buna karşılık kendi üzerine düşen görevini yerine getirmeyen ve davanın açılmasında asıl kusurlu olduğu belirgin olan Kurumun bundan faydalandırılması gerektiği yönündeki kabulün sosyal güvenliğin temel ilkelerine aykırılık teşkil ettiği, objektif iyi niyet kurallarının, uyuşmazlığı her iki tarafının durumu ve uyuşmazlığın ortaya çıkmasına katkıları dikkate alınarak belirlenmesi ve sosyal güvenlikte yorumun sigortalının anayasal sosyal güvenlik hakkına kavuşmasını sağlamaya yönelik olması gerektiği, davanın geç açılmasının iyi niyete aykırılık olarak değerlendirilmesi noktasında ise aksine kabulün işe giriş bildirgesinin Kuruma verilmesinden 15-20 yıl sonra açılan sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti davalarında da sigortalının iyi niyet kurallarına aykırı davrandığı sonucuna varılması sonucunu doğuracağı, bu itibarla borçlanma konusu hizmete ihtiyaç duyduğu anda Kuruma başvuran ve talebi reddedildiğinde dava açan davacı bakımından objektif iyi niyet kurallarına aykırı davranıldığına ilişkin bozma ilamına uyulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 4956 sayılı Kanun'un 47. maddesi ile 1479 sayılı Kanun'a eklenen geçici 18. maddeden faydalanmak için 01.09.2003 tarihinde Kuruma başvurarak 04.10.2000 tarihinden önceki vergi mükellefiyet sürelerini borçlanma talebinde bulunan ve talebi hakkında davalı Kurum tarafından herhangi bir tahakkuk ve tebliğ işlemi gerçekleştirilmemiş olan davacının başvurusunu takip etmeyip başvurusunun üzerinden 13 yıl geçtikten sonra açtığı davada kusurlu kabul edilip edilemeyeceği ve Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen objektif iyi niyet ilkesinden yararlanıp yararlanmayacağı; buradan varılacak sonuca göre davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve mevzuat hükümlerine kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.

15. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde;

“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir.

16. Buna göre dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukukî ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukukî ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış, toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün âdet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukukî ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, Mustafa/Sarı, Suat: Türk Özel Hukuku, 6. Baskı, ... 2011, s. 226-227).

17. Diğer bir anlatımla dürüst davranma, hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, namuslu, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekalı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi anlamındadır.

18. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde yer verilen diğer ilke ise "Hakkın kötüye kullanılması yasağı"dır.

19. Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2/1. maddesi herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk, dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü TMK'ya göre dürüstlük kuralları belirler. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.

20. Bunun yanında TMK'nın “İyiniyet” başlıklı 3. maddesinde;

“Kanunun iyi niyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.

Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.” düzenlemesi yer almaktadır.

21. İyi niyet kavramına, Türk Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu'nun değişik maddelerinde yer verilmiş olmakla beraber, bu hükümlerin hiçbirinde iyi niyetin tam bir tanımı yapılmış değildir. Ancak TMK’nın 3. ve 1024. maddeleri başta olmak üzere yasa hükümlerinin içeriğinden hareketle iyi niyetin genel bir tanımının yapılması mümkündür. Buna göre iyi niyet, bir hakkın kazanılması veya bir hukukî sonucun doğması yönünden mevcut bir engeli, bir eksikliği veya benzeri bir olguyu bilmemek ve hâlin gerektirdiği özen gösterilse dahi bilebilecek durumda olmamaktır. İyi niyetin tersi kötü niyettir. Kötü niyet ise bir hakkın kazanılması veya bir hukukî sonucun doğması yönünden mevcut bir engeli, bir eksikliği veya benzeri bir olguyu bilmek veya hâlin gerektirdiği özen gösterildiğinde bilebilecek durumda olmak şeklinde tanımlanabilir.

22. Bu tanımlar ve tanımların dayandığı kanun hükümleri dikkate alındığında, iyi niyet ve kötü niyet, belirli bir olay veya olguya ilişkin olarak bir kişinin bilgisine ve inancına yönelik yapılan bir değerlendirmeyi ifade etmektedir. Bu değerlendirme sonucuna göre bir kişinin belirli bir durum karşısında iyi niyetli veya kötü niyetli olduğundan söz edilmektedir. Bu açıdan iyi niyet kişiye özel olup subjektif bir nitelik taşır. Bununla beraber günlük hayatta ve bazı kararlarda "iyi niyetli olma, kötü niyetli olma" bir davranış şekli olarak ele alınmakta, kişilerin iyi niyetli veya kötü niyetli hareket ettiğinden bahsedilmektedir. Bu şekilde kullanımın, Türk Medeni Kanun'da iyi niyet ve kötü niyet kavramlarına verilen anlama uygun olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bununla beraber bu tarz bir kullanımda, yürürlükten kalkan 743 sayılı Medeni Kanun'un “herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsniniyet kaidelerine riayetle mükelleftir” şeklindeki 2. maddesinin de etkisi vardır. Hâlbuki hakların kullanılması ve borçların ifasında geçerli davranış kuralları, herkes yönünden uygulanacağından objektif bir nitelik taşımaktadır. Bu gerçeği göz önünde bulunduran TMK'nın 2. maddesinde herkesin “haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda” olduğu belirtilmiş, söz konusu davranış kurallarını, dürüstlük kuralı kavramı ile ifade etmiştir. Her ne kadar farklı kavramlar olsalar da dürüstlük kuralı ve iyi niyetin temelinde namuslu, doğru ve dürüst davranma kuralı yer alır (Dural/ Sarı, s. 218-219).

23. Ancak Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı, aynı Kanun'un 3. maddesinde düzenlenen iyi niyet ile birebir aynı niteliği de taşımamaktadır. TMK'nın 3. maddesinde düzenlenen iyi niyet “hakların kazanılması” ile ilgili olduğu hâlde Kanun'un 2. maddesinde yer alan dürüst davranma “hakların kullanılması” ve “borçların yerine getirilmesinde” söz konusu olur.

24. İyi niyet, anılan Kanun'un 3. maddesinde ifade edildiği üzere hakların kazanılmasında kazanmaya engel bir durumu bilmemek ve bilmesi gerekmemektir. İyi niyette objektif olarak haksız bir davranış vardır, fakat haksızlık yaptığı bilinci bulunmadığı için hukuk düzeni, bu iyi niyeti korumaktadır. Bu sebeple kanunda belirtilen hâllerde hak kazanan şahsın olumsuz durumu, elverişsiz durumu kaldırılmakta, bertaraf edilmekte, onun hakkı kazanması sağlanmaktadır. Yanlış bir durum doğduğu hâlde Kanun'un 2. maddesinde ifadesini bulan güvenin korunması düşüncesi ile iyi niyetin korunması gerekmektedir. Başka bir deyişle iyi niyetin korunması, temelindeki dürüstlük kuralı gereği olan güvenin korunmasına dayalıdır. Mesela emin sıfatı ile zilyetten bir menkulün mülkiyetinin kazanılmasında, devredenin tasarruf yetkisine sahip olmadığını bilmeme (yani iyi niyetli olma) başka deyişle tasarruf yetkisinin varlığına güvenme korunmaktadır. İşte bu güveni koruma, dürüstlük kuralı temeline dayanmaktadır. Ancak işaret etmek gerekir ki bu yakınlık iki kurum arasında dürüstlük kuralı ile iyi niyet arasında mevcut farklılığı ortadan kaldırmaz. Dürüstlük kuralı ahlâki temele dayalı, orta vasıfta, makul ve dürüst bir insanın davranışını göstermektedir. İyi niyet ise sadece bir hakkın veya hukukî durumun kazanılmasına engel olabilecek bir durumu bilmemek ve bilmesi gerekmemektir (Akyol, Şener: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, ... 1995, s. 10-11).

25. Objektif iyi niyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK’nın 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını Kanun'un korumayacağını belirtmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır.

26. Dürüstlük kuralı, bir kimseden dürüst bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlâk ölçülerine gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulana gelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir.

27. Diğer yandan hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken o kişinin hakkın kullanılmasında geçerli ve haklı bir yararının varlığı, hakkın kullanılmasının sağlayacağı yarar ile başkalarına vereceği zarar arasında aşırı oransızlığın olmaması, bir kimsenin kendi ahlâka aykırı davranışına dayanmaması ve uyandırılan güvene aykırı davranışta bulunmaması gibi ölçütler hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirler (Oğuzman, M. Kemal: Medeni Hukuk-Temel Kavramlar, 5. B, ... 1985, s. 154 vd).

28. Bütün hakların kullanılmasında ve borçların ifasında uyulması gereken dürüstlük kuralı ve hakların genel sınırlarını oluşturan hakkın kötüye kullanılması yasağı, kamu düzeni ihtiyaç ve gerekleri nedeniyle konulmuş kurallardır. Bu nedenle Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin her iki fıkrası da emredici niteliktedir. Tarafların aralarındaki ilişkide dürüstlük kuralının ve hakkın kötüye kullanılması yasağının uygulanmayacağının kararlaştırmaları mümkün değildir. Dürüstlük kuralına veya hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı bir davranış, doğrudan hakkın mevcudiyetini ortadan kaldırdığından bir itiraz teşkil eder. Bu nedenle dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden hâkim, dürüstlük kuralına aykırı, hakkın kötüye kullanılması oluşturan davranışı tespit ediyorsa ilgili tarafından ileri sürülmemiş olsa bile kendiliğinden (re'sen) bunu dikkate almalıdır (Dural / Sarı, s. 243-244, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 14.02.1951 tarihli ve 1949/ 17 E., 1951/1 K. ; HGK'nın 21.10.1983 tarihli ve 1981/1-30 E., 1983/1000 K. sayılı kararları).

29. Gelinen bu noktada 14.09.1971 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Esnaf Ve Sanatkarlar Ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu'nun (1479 sayılı Kanun) sigortalılık ile ilgili düzenlemelerine değinmekte fayda vardır.

30. 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu'nun 24. maddesinde sigortalı olmanın koşullarına yer verilmiştir. Bu hükmün ilk şeklinde Bağ-Kur sigortalılığı için esnaf sicili veya kanunla kurulu meslek kuruluşu kaydı aranırken 04.05.1979 tarihinde yürürlüğe giren 2229 sayılı Kanun ile 1479 sayılı Kanun'un 24. maddesinin öngördüğü meslek kuruluşlarına kayıtlı olma koşulu kaldırılmış, sadece Kanun'un temel ilkesi olan kendi ad ve hesabına çalışma koşulu getirilmiştir.

31. 20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile 1479 sayılı Kanun'un 24. maddesi tekrar değiştirilerek zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için gelir vergisi mükellefi olma şartı getirilmiş ancak gelir vergisinden muaf olanlar için meslek kuruluşuna kayıtlı olma yeterli görülmüştür. 22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanun ile 24. madde bir kez daha değişikliğe uğramış ve zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için vergi kaydı veya esnaf sicil kaydı veya oda kaydının bulunması şartı aranmıştır.

32. Daha sonra 04.10.2000 tarihinde yürürlüğe giren Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (619 sayılı Kanun Hükmünde Kararname /619 sayılı KHK)'nin geçici 1. maddesinde ise, “Bu Kanuna göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların sigortalılık hak ve mükellefiyetleri bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar. Ancak, 1479 sayılı Kanuna göre zorunlu sigortalı olarak tescil edilmiş olmak kaydıyla, 20.04.1982 tarihinden bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar vergi dairelerine kayıtlı olarak kendi nam ve hesabına bağımsız çalıştıklarını belgeleyen sigortalıların, vergiye kayıtlı bulundukları süreler, bu süreye ilişkin primleri, ödeme tarihinde bulundukları gelir basamağı prim tutarı üzerinden ödemek kaydıyla sigortalılık süresi olarak değerlendirilir.” hükmüne yer verilmiş ise de anılan Kanun Hükmünde Kararname Anayasa Mahkemesinin 08.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren 26.10.2000 tarihli ve 2000/61 E., 2000/34 K. sayılı kararı ile tüm ekleriyle birlikte iptal edilmiştir.

33. Anayasa Mahkemesince 619 sayılı KHK'nin iptal edilmesinden sonra 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile 24. maddede yine değişiklik yapılmış ve zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için gelir vergisi mükellefi olma şartı getirilmiş ancak gelir vergisinden muaf olanlar için esnaf sicil kaydı ve oda kaydının bir arada bulunmasının gerektiği hükme bağlanmıştır.

34. Öte yandan 4956 sayılı Kanun'un 47. maddesi ile 1479 sayılı Kanuna eklenen geçici 18. madde;

“Bu Kanuna göre sigortalılık niteliği taşıdıkları halde 04.10.2000 tarihine kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olan sigortalıların sigortalılık hak ve mükellefiyetleri 04.10.2000 tarihinden itibaren başlar. Ancak, bu Kanuna göre zorunlu sigortalı olarak tescil edilmiş olanların sigortalılıkları, bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren altı ay içinde Kuruma yazılı olarak başvurmaları ve 20.04.1982-04.10.2000 tarihleri arasındaki vergi kayıtlarını belgelemek ve belgelenen bu sürelere ilişkin olarak 49 uncu ve ek 15 inci maddelere göre hesaplanacak prim borçlarının tamamını, tebliğ tarihinden itibaren bir yıl içinde, ödeme tarihinde bulundukları gelir basamağının yürürlükte olan prim tutarı üzerinden ödemek kaydıyla bu süreler sigortalılık süresi olarak değerlendirilir.” hükmünü içermeke olup bu madde 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe girmiş ve maddede öngörülen başvuru süresi 02.02.2004 günü mesai bitimi itibariyle sona ermiştir. Maddede belirtilen altı aylık yasal başvuru süresinin geçirilmesi hâlinde 04.10.2000 tarihi öncesi vergiye kayıtlı olunan dönemin 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olarak değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır.

35. Somut olayda; Kurum yazısı içeriklerine ve dosya içindeki vergi mükellefiyet kayıtlarına göre tuhafiyecilik işinden dolayı 01.10.1990-04.11.1993 tarihleri arasında ... Vergi Dairesinde; 15.05.1998-10.02.2000 tarihleri arasında ... Vergi Dairesi (... Vergi Dairesi) nezdinde vergi mükellefiyet kaydı bulunan davacının Kurum kayıtlarına 01.09.2003 tarihinde giren dilekçesi ile 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılık tescilinin yapılmasını talep ettiği, dilekçesine 04.10.2000 tarihinden önceki döneme ilişkin vergi mükellefiyet bilgilerinin yer aldığı belgeyi eklediği, Kurumca 01.09.2003 tarihli Bağ-Kur'a giriş bildirgesi gereğince 04.10.2000 tarihinden itibaren sigortalılık tescili yapılan ve o tarihten sonra sigortalılığı devam eden davacının 18.07.2016 tarihli dilekçesi ile 01.09.2003 tarihli başvurusuna istinaden 04.10.2000 tarihi itibariyle tescilinin yapıldığını, ... Vergi Dairesindeki 1990 yılında başlayan vergi kaydı nedeniyle bu sürelerin Bağ-Kur hizmetlerine eklenmesini talep ettiği, ... Sosyal Güvenlik Merkezinin 10.08.2016 tarihli davacıya hitaben yazılan yazısında 1479 sayılı Kanun'un 4956 sayılı Kanun'un 47. maddesi ile eklenen geçici 18. maddesinde belirtilen süre içinde Kurum kayıtlarına ulaşan bir talebi olmadığından sigortalılık sürelerinde değişiklik yapılmasının mümkün olmadığının bildirilmesi üzerine eldeki davanın açıldığı, istinaf yargılaması aşamasında geri çevirme kararı üzerine ilk derece mahkemesince yazılan müzekkereye cevaben gönderilen ... Sosyal Güvenlik Merkezinin 12.04.2018 tarihli yazısında davacının Kuruma ilk defa 01.09.2003 tarihinde başvurarak 15.05.1998 tarihinde başlayan ... Vergi Dairesi kaydını belgelemesi nedeniyle 619 sayılı KHK ve 4956 sayılı Kanun gereği 04.10.2000 tarihi itibariyle 4/b (Bağ-Kur) tescilinin yapıldığı, ancak sigortalının giriş bildirgesi ekinde süresinde vermiş olduğu 04.10.2000 tarihi öncesi ticari vergi kaydı sürelerini borçlanma talebinin Kurumca sehven dikkate alınmadığı ve ilgiliye borçlanma süreleri ile borç tutarını gösterir tebligat gönderilmediğinin bildirildiği anlaşılmıştır.

36. Şu hâlde yukarıda değinilen yasal düzenlemeler ve yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının 1479 sayılı Kanun'un 4956 sayılı Kanun'un 47. maddesi ile eklenen geçici 18. maddesinde öngörülen süre içinde Kuruma başvurarak sigortalılık tescilinin yapılmasını talep ettiği, ayrıca dilekçesine 04.10.2000 tarihinden önceki vergide kayıtlı olduğu sürelere ilişkin belge eklediği, Kurumun 12.04.2018 tarihli yazısından da anlaşılacağı üzere Kurumca davacının 04.10.2000 tarihinden önceki sürelere ilişkin borçlanma talebi hakkında sehven işlem yapılmayarak borçlanma sürelerini ve borç tutarını gösteren tebligat gönderilmediği, bu durumda kanunda öngörülen süre içinde üzerine düşen yükümlülüğü yerine getiren, buna karşılık talebi hakkında Kurumca işlem yapılmayan davacının uzun süre sonra dava açtığından bahisle Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesi uyarınca objektif iyi niyet (dürüstlük) kuralına aykırı davrandığının kabul edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

37. Hâl böyle olunca direnme kararı usul ve yasaya uygundur.

38. Ne var ki bozma nedenine göre Özel Dairece işin esasına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

39. Öte yandan somut olayda 01.10.1990-04.11.1993 ve 15.05.1998-03.10.2000 tarihleri arasındaki dönemlerin ihtilaf konusu olmasına rağmen bozma kararında davacının "...22/10/1985-04/10/2000 tarihleri arasında bulunan vergi mükellefiyet sürelerini borçlanma talebinde bulunmuş…” şeklinde yazılmasının maddi hata olduğu anlaşılmakla bu hususa işaret edilmekle yetinilmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun bulunduğundan davalı Kurum vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 20.10.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.