"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi
1. Taraflar arasındaki “İşçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Denizli 3. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karara karşı taraf vekillerinin istinaf yoluna başvurusu üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi tarafından taraf vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine ancak harç yönünden hatalı hüküm kurulduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne yönelik kararı davacı vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 01.04.1991 tarihinden iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiği 01.06.2011 tarihine kadar davalı işyerinde müdür olarak çalıştığını, son ücretinin 2.750TL olmasına rağmen sigorta primlerinin asgari ücret üzerinden yatırıldığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile asgari geçim indirimi, yıllık izin, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili şirkette küçük çaplı bir şube olan işyerinde belirli aralıklarla yönetici olarak çalışan davacının sigorta primlerinin doğru ücret üzerinden yatırıldığını, işyerinde günlük 11 saati aşan çalışması olmadığını, üst düzey yönetici konumunda olan davacının fazla çalışma ücreti talep etmesi mümkün olmadığı gibi sözleşmesinde fazla çalışmanın aylık ücretin içinde olduğunun kararlaştırıldığını, imzasını taşıyan ibra ve beyan belgesinde kendisine ait işyerinde çalışacağından dolayı işten ayrıldığını belirten davacının müvekkili şirket adına kayıtlı daireyi ayni olarak tüm alacaklarına karşılık aldığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Denizli 3. İş Mahkemesinin 23.12.2016 tarihli ve 2014/288 E., 2016/513 K. sayılı kararı ile; davacının iş sözleşmesinin ikale (bozma sözleşmesi) ile yasal haklar ödenmek kaydıyla feshedildiği, davacıya ödemenin ibraname karşılığı gayrimenkul verilmek suretiyle yapıldığı, dairenin davacının kıdem ve ihbar tazminatları dâhil diğer işçilik alacaklarına karşılık verildiği, 01.11.2016 tarihli bilirkişi raporunun dosya içeriğine uygun denetime elverişli olduğundan hükme esas alındığı, bordrolarda davacıya asgari geçim indirimi ödendiği görüldüğünden bu alacağın bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. Denizli 3. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı taraf vekilleri tarafından süresi içinde istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 16.02.2017 tarihli ve 2017/240 E., 2017/265 K. sayılı kararı ile; davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 353/1-b maddesi uyarınca esastan reddine, davacı vekilinin 27.12.2016 tarihinde süre tutum dilekçesi ibraz ettiği, 30.06.2016 (doğrusu:30.12.2016) tarihinde istinaf harçlarını yatırdığı, ilk derece mahkemesi kararının davacı vekiline 04.01.2017 tarihinde tebliğ edildiği, ancak davacı vekilinin süresinde istinaf sebeplerini belirtir dilekçe vermediği, 31.01.2017 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi dosya gönderme formu düzenlenmesinden sonra 01.02.2017 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesi verdiği anlaşıldığından istinaf sebeplerini belirtir dilekçe süresinde verilmediğinden davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 355. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği, öte yandan mahkemece eksik harç tahakkuk ettirildiği, bu durumun kamu düzenini ilgilendiren bir husus olduğu anlaşılmakla HMK' nın 355. maddesi gereği kamu düzenine aykırılık nedeniyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne kararı verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 17.12.2019 tarihli ve 2017/20368 E., 2019/22561 K. sayılı kararı ile davacının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “….“(2) Taraflar arasında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Çalışma yaşamında daha az vergi ya da sigorta pirimi ödenmesi amacıyla zaman zaman, iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır. İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek sendikalarla, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir.
Somut uyuşmazlıkta; dava dilekçesinde, davacının aylık ücretinin net veya brüt olduğu belirtilmeksizin 2.750 TL olduğunu ve kayıtlardaki ücretin gerçeği yansıtmadığı iddia edilmiştir.
29.04.2015 tarihli bilirkişi raporunda davacının aylık ücreti brüt 2.000 TL kabul edilmiş ve davacı vekilince, 08.05.2015 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde hesaplamaların en az net 2.500 TL ücret üzerinden yapılması gerektiği ileri sürülmüştür.
Davacı vekilinin rapora itirazı ve özellikle Tuik yazısı ile davalı tanıklarının beyanları dikkate alındığında, davacının aylık ücretinin net 2.500 TL olduğu anlaşılmakla, işçilik alacaklarının buna göre hesaplanıp hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Bozma sonrası yapılacak hesaplamalarda, mahsup işlemlerinin 01.11.2016 havale tarihli bilirkişi raporundaki sıraya göre yapılması gerektiği de gözetilmelidir….” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
11. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 03.03.2020 tarihli ve 2020/292 E., 2020/646 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesi kararının tefhimi üzerine davacı vekilince süre tutum dilekçesi verilmesine rağmen gerekçeli istinaf dilekçesinin ilk derece mahkemesi kararının tebliğinden itibaren 8 günlük istinaf süresi geçtikten sonra sunulduğu eldeki davada; bölge adliye mahkemesince istinaf incelemesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesine göre yapıldığı gözetildiğinde Özel Daire tarafından temyiz dilekçesinde ileri sürülen aylık ücret miktarı ile ilgili bozma yapılmasının mümkün olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre ilk derece mahkemesince davacıya ödenen aylık ücret miktarının dosyadaki delillere uygun olarak belirlenip belirlenmediğinin istinaf incelemesinde değerlendirip değerlendirmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve mevzuat hükümlerine kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.
15. 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan bölge adliye mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
16. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 341. maddesinin 1. fıkrasında ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyatî tedbir, ihtiyatî haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabileceği hükmü bulunmakta iken 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 34. maddesi ile 341. maddenin 1. fıkrasında değişiklik yapılarak ilk derece mahkemelerinin nihai kararları ile, ihtiyatî tedbir ve ihtiyatî haciz taleplerinin reddi kararlarına, ayrıca karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyatî tedbir ve ihtiyatî haciz kararlarına, yine karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyatî tedbir ve ihtiyatî haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara yönelik istinaf yoluna gidilebileceği belirtilmiş ve bu suretle kapsam genişletilmiştir.
17. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''İstinaf dilekçesi'' kenar başlıklı 342. maddesi;
(1) İstinaf yoluna başvurma, dilekçeyle yapılır ve dilekçeye, karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir.
(2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.
b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.
ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.
d) Kararın özeti.
e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.
f) Talep sonucu.
g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.
(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.
18. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesinde ise;
"(1) İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' hükmü mevcut olup bölge adliye mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf nedenlerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.
19. Bu itibarla istinaf sebeplerinin yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Hakan/Özekes, Muhammet/Akkan, Mine/Korkmaz, Hülya Taş: Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).
20. Bir kuralın kamu düzeni ile ilgisi, ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihsel gerçeklerine göre belirlenmektedir. Diğer bir anlatımla, sözü edilen gerçekler kuralın vazgeçilmezliğini; toplumsal yararını ve hukuk düzeninin korunmasına yönelik amacını ortaya koyuyorsa, kuralın kamu düzeni ile ilgisi olduğu kabul edilmelidir. Bilimsel içtihatlarda kamu düzeninin zamana ve mekâna göre değişiklik gösterdiği kabul edilmekte, devletlerin vazgeçemeyeceği temel ilkelerde kamu düzenine ilişkin olarak değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Kamu düzenine ilişkin hükümler, toplumun veya genel bir grubun menfaatlerini sağlamaya ve korumaya yönelik kurallar olmakla bu kuralların temelinde kamu yararının, genel ahlak ve adabın ve zayıfların korunması düşüncesi bulunmaktadır. Örneğin, iş hukukundaki hizmet tespit davaları kamu düzenine ilişkin davalar olup re’sen araştırma ilkesine tabidir.
21. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 12.12.1990 tarihli 1990/3-527 E., 1990/627 K. ile 17.02.2010 tarihli ve 2010/9-52 E., 2010/89 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
22. Kanun'un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez Usûl, s.2214).
23. Öte yandan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrası da, “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklindedir.
25. Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir [Anayasa Mahkemesinin (AYM) 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararı]. Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (... , B. No: 2012/1049, 26.3.2013, § 22).
26. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (... , B. No: 2012/791, 7.11.2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukukî belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (.../Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
27. Hukukî güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukukî güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukukî güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K.).
28. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (... , B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).
29. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''Başvuru süresi'' kenar başlıklı 345. maddesinde ''(1) İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' düzenlemesi ile hangi süre içinde istinaf yoluna gidilebileceği açıkça düzenlenmiştir.
30. Özel kanun niteliğinde olan ve ilk derece mahkemesi karar tarihinde yürürlükte bulunan 30.01.1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun (5521 sayılı Kanun) 02.03.2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile değişik 8. maddesine göre; "İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihai kararlar kesindir.
İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.
Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilmeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihaî kararlara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir…” Sözü edilen bu hüküm ile iş yargılamasının daha kısa sürede tamamlanması amacıyla temyiz süresi sekiz gün olarak belirlenmiştir. Hemen belirtilmelidir ki, 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren ve 5521 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun (7036 sayılı Kanun) 7. maddesinde, iş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanacağı ve HMK’nın kanun yollarına ilişkin hükümlerinin iş mahkemelerince verilen kararlar için de geçerli olduğu belirtilmiş, ayrıca kanun yoluna başvuru süresinin ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlayacağı vurgulanmıştır.
31. Konuya dönecek olursak tefhimden anlaşılması gereken, kısa kararın taraflara tefhimi değil; gerekçeli ve tam olarak kararın tefhimidir. Bu sebeple mahkemece hüküm duruşmasında karar, gerekçesi ve tüm unsurlarıyla birlikte tam olarak açıklanmışsa süre bu andan, değilse kararın tüm unsurlarıyla tebliğinden itibaren başlamalıdır. Aksinin kabulü hâlinde, sadece alenileşmiş, ancak bütün unsurlarıyla ortaya konulmayan gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı kanun yoluna başvurmak ve gerekçe oluşturmak gibi hem mantığa hem de hukuka uygun olmayan bir sonuç ortaya çıkacaktır (Pekcanıtez Usûl, s.2219-2220).
32. Mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanacağı; 15. maddesinde ise bu Kanun’da açıklık olmayan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 450. maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu yürürlükten kaldıran HMK’nın 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanun’daki basit yargılama usulü ile ilgili hükümler uygulanacağından artık iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.
33. Basit yargılama usulüne ilişkin hükümlerin düzenlendiği HMK’nın Altıncı Kısmında yer alan “Hüküm” kenar başlıklı 321. maddesinde;
“(1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü yer almaktadır.
34. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 321. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK’nın 297. maddesindeki unsurlardır. Buna göre mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.
35. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 322. maddesindeki atıf nedeniyle basit yargılama usulünde de uygulanması gereken HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre mahkemenin, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakları, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresi sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Diğer bir deyişle HMK’nın 321. maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.
36. Kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterli ise de, ayrıca tebliğ edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yollarına başvurulabilmesi için tebliğ şarttır (HMK m. 345/1, 361/1; Pekcanıtez Usûl, s.1997).
37. Ancak uygulamada ilk derece mahkemelerinin tefhim edilen kısa kararında HMK’nın 321. maddesi anlamında gerekçe bulunmamasına rağmen kanun yoluna başvurma süresini kaçırmak istemeyen taraflar, gerekçeli kararın açıklanmasını beklemeden kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan dilekçeler sunmakta olup anılan dilekçeler uygulamada “süre tutum dilekçesi” olarak adlandırılmaktadır.
38. Bu durumda süre tutum dilekçesi vermenin istinaf süresine etkisi olup olmadığı incelenmelidir.
39. Bu kapsamda öncelikle yasada öngörülen süreler, bunların yargılamaya etkisi ve yargısal uygulamanın irdelenmesi gereklidir.
40. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanunî bir değer kazanan bu zaman aralıklarına "süre" denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzusuna, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
41. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
42. Şu hâlde süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi, uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
43. Nitekim HMK’nın “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesi; “(1) Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez.
(2) Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeple artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.” şeklindedir.
44. Aynı Kanun’un “Sürelerin başlaması” kenar başlıklı 91. maddesi ise; “(1) Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir.
45. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK'nın "Kesin süre" başlıklı 94. maddesinin 1. fıkrasında “Kanunun belirlediği süreler kesindir." denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır. Aynı maddenin 3. fıkrasında ise kesin süre içinde yapılması gereken işlemi süresinde yapmayan tarafın o işlemi yapma hakkının ortadan kalkacağı hükme bağlanmıştır.
46. Kesin sürenin kaçırılması hâlinde bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştirmez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez Usûl, s.467).
47. Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve re'sen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanunda, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkân da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.
48. Zira Kanun'un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez Usûl, s.454).
49. Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvuru süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 7036 sayılı Kanun’da (ve mülga 5521 sayılı Kanun’da) ve HMK’da bir hüküm bulunmamaktadır.
50. Bir dilekçe ile kanunî sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme, zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes; Muhammet: “Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan”, Ankara 2009, s.381-396, s.390).
51. Uygulamada yapıldığı üzere kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez Usûl, s.2220).
52. Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli ve 2003/13-581 E., 2003/527 K. sayılı kararında da; "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2. maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada 'müddeti muhafaza' olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır…” yönünde açıklamalar yapılarak sonuç olarak hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesinin mevcut olmadığı belirtilmiştir.
53. İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için iki haftalık istinaf yolu süresinden sonrasına sarkacak şekilde ek bir süre tanındığı anlamına gelmemektedir.
54. Bu durum yukarıda tarif edilen hukukî belirlilik ve hukukî güvenlik ilkelerine de aykırıdır.
55. Anayasa Mahkemesi de gerekçeli istinaf dilekçesine rağmen incelemenin yalnızca kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yapılan bireysel başvuru kapsamında verdiği kararda; kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra gerekçeli istinaf dilekçesinin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri tarafından yapılan yorumun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi, mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediği belirtilerek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır (Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 Başvuru numaralı, R.G; 14.06.2018 tarih ve 30451 sayılı kararı).
56. Burada öncelikle tespiti gereken husus, ilk derece mahkemesi kısa kararının 23.12.2016 tarihinde tefhim edilmesi üzerine 30.12.2016 harç tarihli süre tutum dilekçesi vererek istinaf yoluna başvuran davacı vekiline gerekçeli kararın 04.01.2017 tarihinde tebliğ edilmesinden sonra 01.02.2017 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesinin ibraz edildiği somut olayda, bölge adliye mahkemesince gerekçeli istinaf dilekçesinin kanunda öngörülen süreden sonra verildiği belirtilerek davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı vekilinin ise süresinde verdiği istinaf dilekçesindeki istinaf sebepleri yerinde görülmediğinden esastan reddine ancak ilk derece mahkemesince eksik harç tahakkuk ettirilmesi sebebiyle kamu düzenine aykırılık bulunduğundan harç yönünden ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulması yönünde verilen kararın yerinde olup olmadığı noktasındadır.
57. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ilk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm unsurların gerekçeli kararda açıklanması nedeniyle istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ edilmesi ile başladığı, davacı vekilinin karar tarihinde yürürlükte bulunan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren işlemeye başlayan 8 günlük istinaf başvuru süresi içinde istinaf nedenlerini açıkladığı istinaf dilekçesi vermediği dikkate alındığında, bölge adliye mahkemesi tarafından davacı vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek istinaf başvurusunun HMK’nın 355. maddesi uyarınca esastan reddine, ancak hüküm altına alınan alacak miktarına göre eksik harç tahakkuk ettirilmesi kamu düzenine ilişkin olduğundan harç alınmasına yönelik hüküm yönünden ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması ile harca yönelik yeniden hüküm kurularak karar verilmesinin yerinde olduğu sonucuna varılmıştır.
58. Gelinen bu noktada, davacı vekilinin süresinde verdiği temyiz dilekçesi kapsamında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı ile ilgili bozma kararı verilip verilemeyeceği üzerinde durulmalıdır.
59. Temyiz incelemesi kural olarak dosya üzerinden yapılmaktadır. Ön inceleme sırasında dosya üzerinden yapılan inceleme ile Dairenin istinaf incelemesi yapmakla görevli olup olmadığı, kararın temyiz edilebilir nitelikte bulunup bulunmadığı, temyiz başvurusunun süresinde yapılıp yapılmadığı, başvuru şartlarının yerine getirilip getirilmediği, başvuru sebepleri ve gerekçelerinin gösterilip gösterilmediği, duruşma istemi bulunup bulunmadığı hususlarında inceleme yapılır. Ön inceleme aşamasında eksiklik bulunmadığı takdirde dosya esası bakımından incelemeye alınır.
60. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin 1. fıkrasında; "Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir." düzenlemesi mevcut olup bu düzenleme ile temyiz incelemesinin sınırı belirlenmiştir.
61. Temyiz incelemesinde Yargıtay, istinaf incelemesinin aksine tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmayıp kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir. Bu durumda yani temyiz sebepleri ve gerekçelerinin gösterilmemesi hâlinde temyiz incelemesinde istinaf incelemesinden farklı olarak açık kanun hükmüne aykırılık bulunup bulunmadığı da inceleneceğinden bu hususun ön inceleme aşamasında tespiti mümkün olmayacağından esastan inceleme yapılması gerekmektedir.
62. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Bozma sebepleri” başlıklı 371. maddesi;
“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar:
a) Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.
b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.
c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.
ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Anılan madde ile bölge adliye mahkemelerince verilen kararlara ilişkin temyiz sebepleri belirtilmiştir.
63. Tüm yasal düzenlemeler ışığında Yargıtayın temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırılık hâllerini inceleyebileceği öngörülmüşse de, istinaf incelemesinde ileri sürülmediği için bölge adliye mahkemesince incelenmeyen bir konunun temyiz yolunda ileri sürülmesi durumunda Yargıtayın bu temyiz sebebini incelemesi mümkün değildir. Diğer bir ifadeyle temyiz incelemesinin sınırlarından biri ve en önemlisi ileri sürülen temyiz sebebinin istinafta ileri sürülüp sürülmediği ve ileri sürülen sebeple ilgili bölge adliye mahkemesinin yaptığı değerlendirmenin hukuka aykırı olup olmadığı hususudur.
64. Somut olayda, davacı işçiye ödenen aylık ücretin miktarı ile ilgili taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
65. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesinin 1. fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
66. Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir. Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir. Yukarıda değinilen Kanun maddesinde bu süre en çok bir ay olarak belirtilmiştir.
67. İş sözleşmesinin tarafları, asgari ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemiş olması, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda dahi ücret, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 401. maddesine (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 323/2. maddesi) göre tespit olunmalıdır. İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılmadığı hâllerde ücretin miktarı, işçinin kişisel özellikleri, işyerindeki ya da meslekteki kıdemi, meslek unvanı, yapılan işin niteliği, iş sözleşmesinin türü, işyerinin özellikleri, emsal işçilere o işyerinde ya da başka işyerlerinde ödenen ücretler, örf ve adetler göz önünde tutularak belirlenir.
68. Bu genel açıklamalar dikkate alındığında ilk derece mahkemesi kararına karşı başvuru nedenlerini bildirmeksizin istinaf yoluna başvuran davacı vekilinin ödenen aylık ücretin miktarını istinaf sebebi yapmadığı, ayrıca ödenen aylık ücretin miktarı hususunun kamu düzenine ilişkin olmadığı gibi kanunun açık hükmüne aykırılık da teşkil etmediği dikkate alındığında, bu hususun Özel Daire tarafından bozma konusu yapılması mümkün değildir. Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 355. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesinin yerinde olduğu, Özel Daire tarafından aylık ücret miktarına ilişkin bozma yapılmasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
69. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, sebep bildirilmeksizin sunulan istinaf dilekçesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince kamu düzenine ayrılık kapsamında sınırlı olarak istinaf incelemesi yapıldıktan sonra istinaf dilekçesinde ileri sürülmeyen sebeplerin temyiz dilekçesinde ileri sürülmesi durumunda hukukîlik denetimi yapan Özel Daire tarafından bu temyiz sebeplerinin incelenmesinin mümkün olduğu, bu doğrultuda Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
70. Hâl böyle olunca direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
71. Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
Dosyanın Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 15.03.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.