"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın davalı ... yönünden husumetten reddine, diğer davalılar yönünden kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı ile davalılar ... ve .... vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi :
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin ...’nün kızı ve ... Vakfı’nın başkanı olduğunu, davalı şirketin sahibi olduğu gazetenin 06.04.2015 tarihli sayısının ön kapak sayfasının tamamında “Atatürk’ü böyle zehirlediler” manşeti ile başlayıp 14. ve 15. sayfalarda “Gazi’yi zehirlemişler” büyük başlıkları ile verilen haberde, 15. sayfada davalı ... imzası ile “Dün Atatürk”ü Zehirleyenler Bugün Türkiye’ye Savaş Açtı” başlığı ile yayınlanan köşe yazısında, aynı gazetenin 07.04.2015 tarihli sayısının kapak sayfasının büyük bölümünde “Otopsi Yapılsın” manşeti ve 15. sayfasında “Yavaş Yavaş Öldürüldü” büyük başlıkları ile verilen haberde, yine gazetenin 08.04.2015 tarihli sayısının 19. sayfasında “Atatürk’ün; ..., ... ve doktorları tarafından zehirlenerek öldürüldüğü” ibaresi ile yer alan haberlerde Mustafa Kemal Atatürk'ün ...'nün önderi olduğu bir grup tarafından zehirlendiğine ilişkin yayınlar yapıldığını, bu iddiaların davalılar tarafından “Özel Dosya” olarak gazete ve internet sayfasında yayınlandığını, iddiaların gerçekliği kuşkulu ve kaynağı belli olmayan mektuplara dayandırıldığını, mektup içeriklerinde zehirlenmeden ve merhum ...'nün tertibinden söz edilmediğini, yazılanların dayanaksız sözler ve iddialarından ibaret olduğunu, mektupların davalıların kurduğu hayali bağ dışında birbirleriyle ilgisi olmadığını, davacının babası ...'nün manevi şahsiyetine ve hatırasına alenen hakaret edildiğini, haberlerin hukuka aykırı, gerçek dışı ve tamamen kurmaca olduğunu, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 06.04.2015 tarihindeki yayın için 100.000TL, 07.04.2015 tarihindeki yayın için 70.000TL, 08.04.2015 tarihindeki yayın için 30.000TL olmak üzere toplam 200.000TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, hüküm özetinin tirajı en yüksek ulusal üç gazeteden birisinde yayınlanması ve davalının bu yayından dolayı kınanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; husumet itirazında bulunduklarını, Basın Kanunu’nun 13. maddesi gereği müvekkili gazetenin sorumlu yazı işleri müdürü ...'e ve genel yayın yönetmeni ...'e husumet yöneltilemeyeceğini, internet sitesinde yayınlanan haber içerikleri ile müvekkili ... tarafından yazılan köşe yazısında gazetecilik mesleği gereği edinilen bilgi ve tarihi belgelere dayanılarak, Atatürk'ün vefatı üzerine o dönemde ve günümüze kadar süregelen Atatürk'ün nasıl öldüğüne dair şüphe ve bir kısım iddialara değinildiğini, gazetecilik mesleği gereği okuyucuları haberdar etme ve düşünmeye sevk etme amacıyla basın özgürlüğü çerçevesinde edinilen bilgi ve belgeler kapsamında tarihi gelişmelerin kamu yararı taşıması sebebiyle okuyuculara aktarıldığını, söz konusu yazıda kesin ibarelere yer verilmeyip okuyucular nezdinde yanlış bir algı oluşmasının önüne geçilmek istendiğini, özle biçim arasındaki dengenin hassas bir üslupla korunduğunu, yayının içeriğinin görünür gerçekliğe uygun olduğunu, güncel gelişmelerin okuyucuya iletildiğini, davaya konu köşe yazısının yazarın kişisel görüş ve eleştirileri kamu yararı gözetilerek hukuka uygun yayınlandığını, gazetecilerin haber konusunun gerçek olduğunu ispatlamak ve haberin kaynağını açıklamak zorunda olmayıp, haberin gerçekliğinin somut gerçeklik olarak değerlendirilmemesi gerektiğini, toplum tarafından tanınan davacı ve ailesi hakkında yapılan eleştiri ve yorumlara hoşgörü gösterilmesi gerektiğini, talep edilen manevi tazminat miktarının da fahiş olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.05.2016 tarihli ve 2015/206 E., 2016/233 K. sayılı kararı ile; dava konusu edilen haberler ve köşe yazısıyla Atatürk'ün zehirlenerek suikast ile ..., ... ve doktorları tarafından tezgahlanarak öldürüldüğü izleniminin verildiği, kesinliği ile doğruluğu belgelenmeyen bilgi ve belgelere dayalı olarak davacının babası ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı olan ...'nün Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve birinci Cumhurbaşkanı olan Atatürk'ü zehirlediği şeklinde haberler yapıldığı, Atatürk’ün ölümü ile ilgili şüphelerin dile getirilmesi, buna ilişkin bilgi ve belgelerin gösterilmesi basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilse de, davacının murisi olan babasının Atatürk’ün ölümünde parmağı olduğu, ..., ... ve doktorlarının tezgahlayarak Atatürk’ü öldürdüğü şeklindeki kesin yargı içeren haberlerin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği, hukuka aykırılık unsuru gerçekleştiği gerekçesiyle ... aleyhine açılan davanın husumet nedeniyle reddine, diğer davalılar aleyhine açılan davanın kısmen kabulü ile 06.04.2015 tarihli yayın için 5.000TL, 07.04.2015 tarihli yayın için 3.000TL, 08.04.2015 tarihli yayın için 3.000TL manevi tazminatın yayın tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte bu davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 19.12.2018 tarihli ve 2016/12703 E., 2018/8154 K. sayılı kararı ile; “….somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu yayınlarda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve 1. Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümü ile ilgili şüphelerin dile getirildiği, bu çerçevede geçmiş tarihteki olaylara ilişkin bilgi ve belgelerin yorumlandığı, bu yorum ve değerlendirmelerin basının araştırma, haber verme ve kamuyu bilgilendirme hakkı kapsamında kaldığı, haber içeriğinde doğrudan davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde ifadelere yer verilmediği ve eleştiri sınırları içerisinde haber yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir….” gerekçesiyle bozma nedenine göre davacının temyiz itirazları incelenmeksizin hükmün bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
9. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.02.2020 tarihli ve 2019/466 E., 2020/93 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçeleri yanında, davacının murisi ve babası olan ...’nün Atatürk'ü öldürdüğü şeklinde olgu isnadı ve kesin yargı içeren yayının kişilik haklarının ihlâli niteliğinde olduğu, basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği, yapılan haberin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan sınırlamalara ve yaptırıma tabi olduğunun açık olduğu, davaya konu yayınların hukuka aykırı olup davacının manevi tazminat isteme hakkı doğduğunun sabit olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili ile davalılar ... ve .... vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu 06.04.2015, 07.04.2015 ve 08.04.2015 tarihli yayınların ve 06.04.2015 tarihli köşe yazısının davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (BK m. 49, TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu yayınların yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde de;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24. ve Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere TBK'nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
21. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
22. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme'nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
24. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, parag. 49).
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
26. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlâl edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukukî normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, Osman/ Nalbant, Atilla: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, ... 2013, s. 232).
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
28. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2020 tarihli ve 2017/4-1349 E., 2020/407 K. ; 23.06.2020 tarihli ve 2017/4-1406 E., 2020/449 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
29. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside, parag. 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
30. O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkemeye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
31. Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
32. Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
33. Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince;
Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
34. 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” hükmü yer almaktadır.
35. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
36. Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
37. Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat hürriyeti (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
38. Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayınlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK'nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
39. Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
40. Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayının hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayın yapmak hukuka aykırıdır.
41. Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayının haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayının hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayın bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K. sayılı kararları).
42. Önemle vurgulanmalıdır ki yayınlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
43. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
44. Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.
45. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki, basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
46. Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması TBK’nın 58. maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
47. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ile birlikte somut olay incelendiğinde; davalı şirkete ait ... Gazetesi’nin 06.04.2015, 07.04.2015 ve 08.04.2015 tarihli sayılarında üç gün arka arkaya yazı dizisi şeklinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü ile ilgili olarak haber yapıldığı ve ayrıca davalı ... tarafından bir köşe yazısı yazıldığı anlaşılmaktadır.
48. Gazetenin 06.04.2015 tarihli sayısında 1. sayfada “Atatürk’ü Böyle Zehirlediler” başlığı ile tüm sayfayı kapsayan bir haber yapıldığı, bu başlığın hemen altında “…ve “suikastin” ... tarafından tezgahlandığını ortaya koyuyor.” şeklinde açıklama bulunduğu, orta sayfa olan 14. ve 15. sayfanın da bir köşe yazısı dışında tamamen bu haber ve dava konusu köşe yazısına ayrıldığı, “Gaziyi Zehirlemişler” başlığının iki sayfası kapsayacak şekilde kullanıldığı, “Kesinlikle öldürüldü” alt başlığı ile habere devam edildiği, 15. sayfada ayrıca davalı ... tarafından yazılmış olan “Dün Atatürk’ü zehirleyenler bugün Türkiye’ye savaş açtı” başlıklı köşe yazısının bulunduğu, bu yazı içeriğinde de “Bugün ...’ta Cumhuriyetin kurucu lideri olan Atatürk’ün nasıl zehirlenip öldürüldüğüne dair belgeler göreceksiniz. Kimse “bu belgeler sahte” tezi işlemesin açığa düşer. Yabancı doktorlar, ..., ... teşkilatı içinde kümelenen yapıların Atatürk’ü öldürmek için nasıl planlar yaptıklarını, hangi doktorlar üzerinden ne tür ilaçlar kullanılıp onu gün gün zehirlediğini siz de öğreneceksiniz…” şeklinde ifadeler bulunduğu görülmektedir.
49. Gazetenin 07.04.2015 tarihli sayısında ilk sayfada sürmanşet olarak “Otopsi Yapılsın” başlığı ve 15. sayfada “Yavaş yavaş öldürüldü” başlığı ile haber yapılmıştır.
50. Gazetenin 08.04.2015 tarihli sayısında da 19. sayfada yine aynı konu ile ilgili “...’in tüm eğitimi ... okullarında” başlıklı bir haber yer almıştır.
51. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü ile ilgili olarak haber yapılması, bir takım şüphelerin dile getirilmesi, buna ilişkin bilgi ve belgelerin haberde ve köşe yazısında gösterilmesi basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmekle birlikte, davacının murisi olan babası ile ilgili olarak somut olgu isnadı biçiminde kesin yargı içeren haberlerin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Üç günlük yazı dizisi şeklindeki haberler ve köşe yazısı ile bu şekilde basın özgürlüğü sınırları aşılmış ve hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiştir.
52. Hâl böyle olunca; ilk derece mahkemesince yukarıda açıklanan hususlara değinilerek kişilik haklarına saldırının varlığını kabul eden direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
53. Direnme kararı usul ve yasaya uygun olmakla birlikte, Özel Dairece davacı ile davalıların diğer temyiz itirazları yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olduğundan, davacı vekilinin ve davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması nedeniyle öncelikle mahkemesince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile eklenen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme açık olmak üzere, 04.10.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.