Logo

Hukuk Genel Kurulu2021/549 E. 2022/1679 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Rücuan tazminat davasında, işverenin kusur oranının belirlenmesinde kaçınılmazlık faktörünün değerlendirilmesi ve çelişkili bilirkişi raporları nedeniyle yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılıp yaptırılmayacağı hususunda çıkan uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Bölge Adliye Mahkemesi kararının miktar itibariyle temyiz kesinlik sınırının altında kalması nedeniyle, HMK m.362/1-a uyarınca davalı vekilinin temyiz isteminin miktar itibariyle reddine karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi

1. Taraflar arasındaki “Rücuan tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) davanın kabulüne ilişkin kararına yönelik taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi tarafından verilen davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek esas hakkında yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne dair karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı ... (Kurum/SGK) vekili dava dilekçesinde; dava dışı sigortalının davalı işveren nezdinde çalışmakta iken yakalandığı meslek hastalığı sonucunda oluşan %58 oranında sürekli iş göremezlik durumu nedeniyle sigortalıya gelir bağlandığını, 506 sayılı Kanun’un 26. maddesi uyarınca Kurum zararının tazmini gerektiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 47.665,64TL’nin gelir bağlama onay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının hastalığı ile müvekkiline ait işyerindeki çalışması arasında bağlantı bulunmadığını, müvekkili tarafından tüm iş güvenliği önlemlerinin alındığını, iş göremezlik oranına bağlı olarak belirlenen peşin sermaye değerli gelir miktarını kabul etmediklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 14.02.2017 tarihli ve 2009/346 E., 2017/33 K. sayılı kararı ile; dosya kapsamının değerlendirildiğinde davacı Kurumun 47.665,64TL alacağı bulunduğunu belirten 01.04.2016 tarihli bilirkişi raporunun hükme esas alındığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

7. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.

8. ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 15.01.2019 tarihli ve 2017/1039 E., 2019/36 K. sayılı kararı ile; 506 sayılı Kanun’un 96. maddesinin 4. fıkrası uyarınca eldeki davada peşin sermaye değerli gelirde değişiklik olmayacağı ancak dava dışı sigortalının prime esas kazancının asgari ücretin üzerinde olması nedeniyle aylık alt sınır tutarı uygulanmasına rağmen peşin sermaye değerli gelir miktarında değişim olasılığı olabileceği gözetilerek alınan 20.12.2018 tarihli bilirkişi raporunda %58 oranı üzerinden bağlanan peşin sermaye değerli gelir miktarının meslekte kazanma gücü kaybı oranının %36 olarak belirlenmesi nedeniyle değişmeyeceğinin belirtildiği, ilk derece mahkemesince meslek hastalığının meydana gelmesinde davalı işverenin %70 kusurlu bulunduğu, %30 oranında kaçınılmazlığın mevcut olduğu kabul edilmiş ise de 09.07.2018 tarihli bilirkişi raporundaki tespit ve değerlendirmeler yerinde bulunmadığından davalı işverenin %100 kusurlu olduğunun kabul edildiği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davacı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle 47.665,64TL’nin gelir bağlama kararının onay tarihi olan 20.05.2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 10.03.2020 tarihli ve 2019/1929 E., 2020/2201 K. sayılı kararı ile; davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra “…2- 506 sayılı Yasa'nın 26. maddesinde; “İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22'nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı (...) Kurumca işverene ödettirilir. (Ek cümle: 29/7/2003-4958/28 md.) İşçi ve işveren sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.

Davanın, yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 26. maddesi olup, bu tür davalar kusur sorumluluğu esasına dayanmaktadır. Kusur durumu saptanırken, iş güvenliği mevzuatına göre hangi önlemlerin alınması gerektiğinin, bu önlemlerin işverence alınıp alınmadığının ve alınmış önlemlere sigortalı işçinin uyup uymadığının 4857 sayılı Kanun'un 77. maddesi hükmü doğrultusunda raporda tartışılması gerekir. Kaçınılmazlıktan ise, işveren tarafından tüm bu önlemler alındığı ve kazalı da bu önlemlere uyduğu halde kaza meydana gelmişse söz edilebilecektir.

Bir olayın kanuni anlamda meslek hastalığı sayılabilmesi için tek başına hastalığın ya da bedensel veya ruhsal engellik halinin varlığı yeterli değildir. Meydana gelen hastalığın görülen işle uygun illiyet bağı içinde bulunması gerekir. İlliyet bağı sorumluluğun temel öğesidir. Eğer işçinin çalıştığı işte çalışmaması hâlinde hastalığa yakalanmayacağı söylenebiliyorsa bu durumda meslek hastalığı ile yürütülen iş arasında uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilmelidir (M. Çenberci. Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi. ... 1985. s. 125). Başka bir söyleyişle sigortalı hastalığa, gördüğü işin özellik ve niteliği veya işin yürütüm şartları dolayısıyla tutulmuş ise uygun illiyet bağı mevcuttur.

Sorumluluğun belirlenmesinde fiille sonuç arasında bulunması gereken uygun illiyet bağı kurulamaz ya da kesilir ise borçlu sonuçtan sorumlu tutulamaz. İlliyet bağını kesen sebepler başlıca üç tanedir: Mücbir sebep, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusuru. Kaçınılmazlık da uygun illiyet bağını kesen sebeplerden en önemlisi olup mücbir sebebin bir unsurudur. Meslek hastalığının meydana gelmesinde işverenin sorumluluğu kapsamında, dış etkenler, kötü rastlantılar, teknik arıza, beklenmeyen hal sorumluluğa etkilidir. Kaçınılmazlık kanunda tanımlanmamış ancak Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği m. 45/3'de düzenlenmiştir. Yönetmeliğe göre, "İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır. Kaçınılmazlık, olayın meydana geldiği tarihte geçerli bilimsel ve teknik kurallar gereğince alınacak tüm önlemlere rağmen, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesi durumudur. İşveren alınması gerekli herhangi bir önlemi almamış ise olayın kaçınılmazlığından söz edilemez."

Genel bir tanımı yapılacak olursa, kaçınılmazlık; önüne geçmenin imkânsız olduğu veya ne kadar özen gösterirse göstersin, hangi tedbir alınırsa alınsın oluşması engellenemeyen bir durumu ifade eder. İşverenin mevzuatta yer almasa bile, iş sağlığı ve güvenliği yönünden aklın, bilimin, tekniğin gerekli gördüğü her türlü önlemi almak zorunda olduğu Yargıtayın yerleşik içtihatlarındandır. Alınması gereken her türlü tedbir objektif olarak işverenden beklenen makul tedbirler olmalıdır. Hastalığın ortaya çıkmasında kaçınılmazlığın varlığı halinde işveren ve üçüncü kişiler, belirlenen kaçınılmazlık oranında sorumluluktan kurtulacaktır.

Önemle belirtilmelidir ki, iş kazalarında işverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlığın etkisinin bulunup bulunmadığını irdelemek daha belirgin iken meslek hastalığı için durum daha farklıdır. Çünkü meslek hastalığı, iş kazasında olduğu gibi aniden veya çok kısa bir zaman içerisinde ortaya çıkmamakta, işin niteliğinden dolayı sürekli tekrarlanan bir sebeple veya yürütüm şartları yüzünden yavaş yavaş meydana gelmektedir. Sigortalı uzun süre aynı işi yapmakta, aynı şekilde çalışmakta, işin yürütümü ve niteliği nedeniyle belirli bir zaman sonra yaptığı işten etkilenmekte ve meslek hastalığına tutulmaktadır. Bazen aynı işyerinde çalışan ve aynı işi yapan sigortalıların birinde veya bir kısmında meslek hastalığı görülürken diğer kısmında hastalık belirtileri ortaya çıkmamakta işin niteliği ve yürütümü herkesi farklı etkilemektedir. Bu nedenle meslek hastalığının meydana gelmesinde tüm kusurun işverene ait olduğunu kabul etmek çoğu zaman hakkaniyete uygun düşmeyecek bir kısım etkenin kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğinin kabulü gerekecektir. Sonuç itibariyle sigortalıda meslek hastalığının ortaya çıkması hâlinde işverenin mevzuatta belirtilen yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin, gerekli özeni gösterip göstermediğinin ve kaçınılmazlığın etkisinin titizlikle araştırılarak ortaya konulması gerekmektedir. İşverenin kusur oranı belirlenirken işyerindeki tüm çalışma dönemi ve işyeri ortamındaki etkenlerin gözetilmesi zorunluluğu da bulunmaktadır.

Somut olayda, sigortalı, davalı şirkete ait kuvars ve feldspat madenlerinin kırma, yıkama, eleme, öğütme işleminin yapıldığı işyerinde öğütme (değirmen) bölümünde çalışmakta olup, çalıştığı ortamdaki silis tozlarının akciğerine yerleşip kalması sonucu mesleki pnömokonyoz (silikozis) hastalığına yakalanması biçiminde gelişen olayda, ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince, davalı işveren şirkete %100 oranında kusur verilmek suretiyle düzenlenen rapor, ilk derece mahkemesi tarafından ise, davalı şirketin %70 oranında kusurlu ve %30 oranında kaçınılmazlık faktörünün etkili olduğunun tespit edildiği rapor esas alınmak suretiyle davanın kabulüne dair kararların verildiği anlaşılmaktadır.

Değinilen yasal mevzuat ve yapılan açıklamalar çerçevesinde; kuvars ve feldspat madenlerinin kırma, yıkama, eleme, öğütme işleminin yapıldığı işyerinde çalışan sigortalının ... Meslek Hastalıkları Hastanesince 02.03.2004 tarihli raporla "pnömokonyoz" teşhisi konularak meslek hastalığına yakalandığının anlaşılması üzerine, sigortalının yaptığı işin özellikleri, yakalandığı meslek hastalığına yol açan etkenler, hastalığın önlenebilmesi için alınması gereken önlemler ile bunların gerçekleştirilme ve önlemlere uyum durumları ile kaçınılmazlık faktörü değerlendirilmek suretiyle, meslek hastalığının niteliği de dikkate alınarak bir miktar kaçınılmazlık faktörünün etkisi olduğunun göz önünde bulundurulmaması, yine ilk derece mahkemesi kararına dayanak alınan rapor ile ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi kararına dayanak kabul edilen rapor arasındaki kusur oranı yönünden oluşan çelişkinin giderilmemesi de uygun bulunmamıştır.

Bu halde, davaya konu alanda işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda uzmanlar ile aralarında göğüs hastalıkları uzmanı hekimin de bulunduğu kişilerden oluşturulacak yeni bir bilirkişi kurulundan; işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına uygun yargısal denetime elverişli, ayrıntılı irdeleme içeren ve verilen kusur oran ve aidiyetlerinin yanında kusur gerekçelerini de gösteren, meslek hastalığının niteliği de dikkate alınarak kaçınılmazlık faktörünün değerlendirildiği, yine dosyada mevcut raporlar arasındaki çelişkilerin giderildiği kusur raporu alınıp, dosyada mevcut deliller ışığında yapılacak değerlendirmeyle sonuca varılması gereğinin gözetilmemiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O hâlde, hükmü temyiz eden davalı şirket vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kısmen reddine kısmen kabulüne ilişkin kararı bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı :

11. ... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 16.09.2020 tarihli ve 2020/841 E., 2020/1195 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesince kabul edilen işçi sağlığı ve iş güvenliği kuralları çerçevesinde düzenlenmeyen bilimselliği tartışmalı, varsayıma dayalı kaçınılmazlık oranını %30 olarak belirleyen bilirkişi raporunun değerlendirmeye alınmasının mümkün olmadığı, bölge adliye mahkemesince alınan somut olaya uygun bilirkişi raporunda ilk derece mahkemesi tarafından alınan bilirkişi raporunda belirtilen görüşten ayrılma nedenlerinin açıklandığı, ilk derece mahkemesince alınan bilirkişi raporunun takdiri delil niteliğinde olduğu, bu itibarla bilimsel ve teknik veriler esas alınarak sonuca ulaşıldığı, yargılama süreci ve gerekçe gözetildiğinde birbiri ile çelişen bilirkişi raporlarından söz edilemeyeceğinden yeniden bilirkişi raporunun alınmasına gerek görülmediği belirterek direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; rücuan tazminat istemine ilişkin eldeki davada işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanları ile göğüs hastalıkları uzman hekiminden oluşan bilirkişi kurulundan mevzuata uygun, yargısal denetime elverişli, ayrıntılı, kusur oranı ve aidiyetlerin yanı sıra kusur gerekçelerinin gösterildiği, meslek hastalığının niteliğini de dikkate alarak kaçınılmazlık faktörünün değerlendirildiği, dosyadaki bilirkişi raporları arasındaki çelişkilerin giderildiği kusur raporu alındıktan sonra dosyadaki tüm deliller değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle davalı vekilinin direnme kararının miktar itibariyle direnme kararının verildiği 16.09.2020 tarihinde 72.070TL olan temyiz kesinlik sınırı altında kalıp kalmadığı; buradan varılacak sonuca göre davalı vekilinin temyiz isteminin miktardan reddinin gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.

IV. GEREKÇE

15. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesinin 1. fıkrasında, “…Bölge adliye mahkemelerinin kuruluşları, yargı çevreleri ve tüm yurtta göreve başlayacakları tarih, Resmî Gazetede ilân edilir.” düzenlemesine yer verilmiş ve 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazetede ilan edilerek bölge adliye mahkemeleri 20.07.2016 tarihi itibariyle göreve başlamıştır.

16. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 341. maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar, aynı Kanun’un 361 ve 362. maddelerinde de temyiz edilebilen ve temyiz edilemeyen kararlar belirtilmiştir. HMK’nın 362/1-(a) maddesi uyarınca “miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar” hakkında temyiz yoluna başvurulmaz. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgili olup re'sen nazara alınır.

17. 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 44. maddesiyle HMK'ya eklenen Ek 1. madde ile aynı Kanun’un 362/1-(a) maddesinde öngörülen parasal sınırlar her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 04.01.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle ile belirlenmektedir. Anılan Ek 1 maddenin 2. fıkrasında ise HMK’nın 341, 362 ve 369. maddelerindeki parasal sınırların uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktarın esas alınacağı hükme bağlanmıştır.

18. Bu açıklamalara göre direnme kararının verildiği 16.09.2020 tarihinde HMK’nın 362/1-(a) maddesinde öngörülen kesinlik sınırı 72.070TL’dir.

19. Belirtilmelidir ki bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki “karar” teriminin, bölge adliye mahkemesinin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksama bulunmamaktadır.

20. Somut olayda davacı Kurum vekili dava dilekçesinde dava dışı sigortalının davalı işveren nezdinde çalışmakta iken yakalandığı meslek hastalığı sonucunda oluşan %58 oranında sürekli iş göremezlik duruma girmesi nedeniyle sigortalıya gelir bağlandığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 47.665,64TL’nin gelir bağlama onay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş; İlk Derece Mahkemesince hükme esas alınan 01.04.2016 tarihli ek hesap bilirkişi raporunda davacı Kurum’un bağlanan gelir ile peşin sermaye değeri olan 68.093,77TL’nin davalı işverenin %70 kusuruna denk gelen 47.665,64TL’sini talep edebileceği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği, karara yönelik taraf vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince 20.12.2018 tarihli bilirkişi raporunda %58 oranı üzerinden bağlanan peşin sermaye değerli gelir miktarının meslekte kazanma gücü kaybı oranının %36 olarak belirlenmesi nedeniyle değişmeyeceğinin belirtildiği ve ilk peşin sermaye değerinin 67.654,88TL olarak hesaplandığı, davalının %100 kusurlu olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davacı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp düzelterek yeniden esas hakkında hüküm kurmak suretiyle 47.665,64TL’nin gelir bağlama kararının onay tarihi olan 20.05.2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece kusur oranı ve aidiyeti yönünden bozma kararı verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince önceki hükümde direnildiği anlaşılmıştır.

21. Görüldüğü üzere Bölge Adliye Mahkemesinin kabulüne göre davacı Kurumun talep edebileceği ilk peşin sermaye değerli gelir miktarı 67.654,88TL olmakla birlikte davacının talebi doğrultusunda 47.665,64TL hüküm altına alınmıştır. Bu durumda yukarıda belirtilen ve direnmeye konu olan miktar direnme kararının verildiği 16.09.2020 tarihinde geçerli olan 72.070TL tutarındaki temyiz edilebilirlik sınırının altında olduğundan davalı vekili tarafından anılan karara karşı temyiz yoluna gidilmesi miktar itibariyle mümkün değildir.

22. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında eldeki davanın HMK’nın yürürlük tarihi olan 01.10.2011 tarihinden önce açıldığı, yapılan yargılama sonucunda Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başladığı tarihten sonra karar verildiğinden HUMK hükümlerinin uygulanamayacağından istinaf ve temyize ilişkin HMK hükümlerinin uygulanması gerektiği, bu itibarla HMK’nın yürürlük tarihinden önce açılan eldeki davada uygulanması gereken HMK’nın geçici 1/2. maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen direnme kararının kesinlik sınırı olmaksızın temyiz edilebilir nitelikte olduğu, açık Kanun hükmünün aksine bir düzenleme bulunmadığı hâlde kesinlik sınırı bulunduğu kabul edilerek temyiz incelemesinin yapılmamasının adil yargılanma hakkına aykırı olacağı, bu nedenle ön sorun bulunmadığından direnme kararına ilişkin davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

23. Hâl böyle olunca davalı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz isteminin miktar itibari ile reddine karar verilmelidir.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin direnme kararına yönelik yaptığı temyiz isteminin miktar itibariyle REDDİNE,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 08.12.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

6100 sayılı HMK geçici 1/2. maddede; “Bu Kanunun senetle ispat, istinaf ve temyiz ile duruşma yapılmasına ilişkin parasal sınırlarla ilgili hükümleri Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan dava ve işlerde uygulanmaz ” hükmü bulunmaktadır.

Bu hükmün hükümet tasarısındaki ilk hâli “Bu Kanunun görev, senetle ispat, istinaf ve temyiz ile temyizde duruşma yapılmasına ilişkin parasal sınırlarla ilgili hükümleri Kanunun yürürlüğe girmesinden sonraki tarihte açılacak olan dava ve işlerde uygulanır.” şeklinde iken Adalet Komisyonunda değişikliğe uğramış ve belli değerin altındaki uyuşmazlıkların sulh hukuk mahkemesi yerine tümünün asliye hukuk mahkemesinde görülmesi benimsenerek 3. maddede yapılan değişikliğe bağlı olarak görev ibaresi çıkarılmıştır.

Görev ibaresi parasal sınır düzenlemesi olarak maddeden çıkarılmış ise de maddeye “Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz” şeklinde yeni bir fıkra eklenmiştir.

Maddenin hükümet tasarısındaki tek fıkra olan hâli yönünden madde gerekçesinde; “Maddede yer alan düzenlemeyle, bu Kanunun zaman bakımından uygulanmasını öngören hükmünün, parasal sınırlar bakımından somutlaştırıldığı belirtilmiştir.

Tasarıda yapılan değişikliğin gerekçesi ise; “Yargılama usulüne ilişkin hükümlerin derhal yürürlüğe girmesi ve uygulanması esastır. Bu kural, yeni düzenlemeler yürürlüğe girdiği sırada derdest bulunan davalar hakkında da uygulanacaktır. Ancak, kural bu olmakla birlikte kanun koyucu derhal yürürlüğe girme esasına istisnalar da getirebilir. Bu çerçevede, göreve ilişkin hükümlerin derhal yürürlüğe girmesi, uygulamada birçok dava hakkında görevsizlik kararı verilmesini gerektireceğinden, görevle ilgili hükümlerin uygulanması bakımından istisna getirilmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. Göreve ilişkin hükümlerin kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte derhal uygulanması, davanın esasına girmiş ve dosyayı belli bir aşamaya getirmiş mahkemenin görevsizlik kararı verme zorunluluğunu gerektirecek ve bu durum yargılamanın gereksiz yere uzamasına sebebiyet verecektir. Uygulamada yaşanabilecek bu tür gereksiz zaman kayıplarının önüne geçilebilmesi bakımından, Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılan davaların o tarihte görevli olan mahkemelerce bakılmasına devam edilmesi yönünde bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemenin usul ekonomisi bakımından işin niteliğine daha uygun olduğu değerlendirilmiştir.” şeklindedir.

Bu gerekçe hem eklenen fıkra, hem de tasarının ilk hâlinde yer alan görev ibaresinin çıkarılmasıyla ilgilidir. Bu gerekçenin eklenmesi maddenin ilk gerekçesinden vazgeçildiği anlamına gelmemektedir. Zira vazgeçilmediğini gösterir şekilde görev ibaresi dışında düzenleme korunmuş ve kanunlaşmıştır. Görev ve yargı yoluyla ilgili zaman bakımından uygulama kuralına dair yeni fıkra eklenmesi temyiz ve istinaf için tasarının ilk hâlindeki zaman bakımından uygulama kuralına ilişkin bir değişiklik amacı ve sonucunu içermemektedir.

Madde yorum gerektirmeyecek biçimde çok açık bir biçimde düzenlenmiş olup kapsamını belirlemek için gerekçesine bakılmaya dahi gerek yoktur. Gerekçesi de farklı bir sonuca varmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Bu açık hükmün sonucu olarak 01.10.2011 tarihinden önce açılan davalar için istinaf ve temyiz parasal kesinlik sınırı bulunmadığının kabulü gerekir. Bu tarihten önce açılan davalar için çok açık bir şekilde, kesinlik sınırı bulunmadığını belirten bir hüküm var iken, aranması gereken bir kesinlik sınırı olup olmadığı konusunda başkaca hükümlere başvurup yorum yoluyla farklı bir sonuca varılabilmesi de mümkün değildir.

6763 sayılı Kanunun 44. maddesi ile getirilen ek 1. maddenin 2. fıkrasında TMK 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerindeki parasal sınırların uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktarın esas alınacağı düzenlenmiş ise de 2016 yılında yürürlüğe giren bu hüküm kesinlik sınırının uygulaması gereken hâllerde bu sınırın hangi tarihteki parasal sınırlara göre belirleneceği ile ilgili bir hüküm olup, kesinlik sınırının bulunmadığı davalarla ilgili bir hüküm olabileceği de düşünülemez. Bu nedenle daha sonra getirilen bu fıkra, HMK geçici 1/2. maddeyi açık veya dolaylı olarak ortadan kaldıran bir hüküm de değildir.

Geçici 1/2. madde hükmü nedeniyle yürürlükten kalkmış bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanması gerektiği sonucuna da varılamaz. Zira dava tarihinde yürürlükte olsa da hüküm tarihinde yürürlükte olmayan bir kanuna dayalı olarak kesinlik sınırı bulunduğu kabul edilemez. Zaten madde gerekçesinde HMK’nın zaman bakımından uygulama kuralının somutlaştırıldığı belirtilmekle, yürürlükten kalkmış olan HUMK hükümlerinin uygulanmayacağı gerekçede yer alan açıklamadan da anlaşılmaktadır. Zira kişinin istinaf veya temyiz hakkı mahkeme kararları verildikten sonra doğduğundan hakkın doğduğu tarihte yürürlükte olmayan bir kanuna dayanılarak bir kesinlik sınırı düzenlemesi bulunduğunun kabul edilmesi de mümkün değildir.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununda istinaf ve temyize ilişkin özel düzenlemeler bulunduğundan kesinlik sınırı bu Kanuna göre belirlenmekte iken 7036 sayılı İş mahkemeleri Kanunu ile 5521 sayılı Kanun kaldırılmış ve istinaf ve temyizle ilgili olarak 6100 sayılı HMK hükümlerinin uygulanacağı düzenlenmiştir. Kanunda yapılan yollama nedeniyle istinaf ve temyiz kesinlik sınırı yönünden HMK hükümleri uygulanacağından geçici 1/2 madde hükmü iş mahkemelerince verilen kararlar için de uygulanacaktır.

Kanunlarda yer alan istinaf ve temyizle ilgili parasal kesinlik sınırları adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkıyla ilgilidir. “Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakknıı içerdiğini belirtmektedir (Anayasa Mahkemesinin B. No: 2018/8474, 12.01.2022 § 42, B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Anayasa Mahkemesinin B. No: 2018/8474, 12.01.2022 § 43, B. No: 2012/791, 07.11.2013, § 52,).

Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir (Anayasa Mahkemesinin B. No: 2018/8474, 12.01.2022 § 44, B. No: 2015/1950, 22.02.2018, § 37).

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; dava HMK’nın yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden önce olmak üzere 2009 yılında açılmıştır. Dosyada ilk kez bölge adiyle mahkemelerinin göreve başladığı tarihten sonra karar verildiğinden HUMK temyiz hükümlerinin uygulanması söz konusu olmayıp istinaf ve temyize ilişkin HMK hükümleri uygulanacaktır. Dava tarihinin HMK’nın yürürlük tarihinden önce olması ve geçici 1/2 madde hükmü nedeniyle bölge adliye mahkemesince verilen karar, kesinlik sınırı olmaksızın temyiz edilebilir niteliktedir.

Açık bir kanun hükmü var iken bunun aksine bir istisna olmadığı hâlde kesinlik sınırı bulunduğu kabul edilerek temyiz incelemesinin yapılmaması, adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını sınırlayacağından adil yargılanma hakkına da aykırı olacaktır.

Tüm bu nedenlerle ön sorun bulunmadığı ve temyiz incelemesi yapılabileceği görüşünde olduğumdan, ön sorun bulunduğu ve temyiz incelemesi yapılamayacağı yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.