"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı Yargıtay 3. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın reddine karar verilmiştir.
2. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı dava dilekçesinde; ... Asliye Hukuk Mahkemesinde (Eski ... Asliye Hukuk Mahkemesi) açılan davaya bakan hâkimin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesine uygun davranmayarak davanın reddine ilişkin kararını temyiz ettiğinde Yargıtay 13. Hukuk Dairesince, yargılama sırasında alınan raporlar arasında değerlendirmeler ve varılan sonuçlar açısından tam bir çelişki bulunmakla, bilirkişi raporları arasındaki çelişkiler giderilmeden bunlardan birine itibar edilerek hüküm kurulamayacağı, ceza yargılamasında başvurulması zorunlu olan Yüksek Sağlık Şurasının hukuk davalarında resmî bilirkişi niteliğinin bulunmadığı, öte yandan Yüksek Sağlık Şurası raporunda davalı doktorların kusursuz sayıldıklarına ilişkin sonucun hangi verilere dayandırıldığının net bir şekilde ortaya konulmadığı, somut ve denetime elverişli bir değerlendirme yapılmadığı için hükme esas alınamayacağı, bu nedenle eksik incelemeye dayalı hüküm kurulmasının yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle mahkeme kararının bozulduğunu, yerel mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra ... Üniversitesi Tıp Fakültesinden oluşturulan bilirkişi kurulundan rapor aldırıldığını, kendisi üzerinde hiçbir inceleme yapılmadan, son durumu gözetilmeden, geçirdiği ameliyatlar ve beyin kanaması sonucunda ne tür ilaçlara bağlı kaldığı araştırılmadan, Adli Tıp Genel Kurulu ve Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun davalılara verdikleri kusur incelenmeden ve Tabipler Odasının yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle davalı doktorlara verdiği kınama cezaları görmezden gelinerek baştan savma gerekçesiz bir raporla doktorların kusursuz olduğunun belirtildiğini, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunca, %69 oranında kalıcı beden ve çalışma gücü kaybının bulunduğu, ileri tetkik istenmeden hipotansif sefalji tanısıyla ... ilacıyla tedavisine başlandığı, bu nedenle ameliyata alındığı, Dr. ...'nün sorumluluğunun muayene ettiği 23.12.1998 tarihinde başladığı ancak hematomu zamanında tespit etmediği, ... tedavisinin kanamayı artırıcı yönde etkisinin bulunduğu hastanın geç dönemde operasyona alınmasına neden olduğu, 23.12.1998 ilâ 31.12.1998 tarihleri arasında gereksiz tedavi uyguladığı, ancak kanamayı ne miktarda artırıcı etkisinin bulunduğunun bilinemeyeceğinden ameliyattan sonraki seyir ile ilgili olarak hekimin eylemine katkısının bilinemeyeceğine karar verildiğini, bilirkişiler, herhangi bir sekel kalıp kalmayacağı, ameliyat sonrası oluşan maluliyet durumunun engellenmesi imkânının olup olmadığı, ayrıca beyin görüntüleme istenmesinin mutlak bir durum olup olmadığı, şayet istenmemiş ise kusur durumuna etkisinin ne olacağı hususunda önceki rapora atfen nörolojik muayenesinde bir patoloji izlenmediğini, bu durumda mutlaka görüntüleme yapılmasının şart olmadığını ve bu yaklaşımından dolayı doktora kusur verilmesinin uygun olmayacağını belirtince mahkemece davanın reddine karar verildiğini, dosyada davalıların kusurlu olduğuna ilişkin Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 30.01.2012 ve Adli Tıp Genel Kurulunun 24.10.2012 tarihli adli raporları bulunduğu hâlde Yargıtay bozma ilamına uygun yargılama yapılmadan bilirkişilerle anlaşarak gerçek olmayan raporlar düzenleten hakimin taraflı davrandığını, davalıları kayırdığını ve davalılardan maddi menfaat elde ettiğini, işini kaybettiğini, üç tane büyük beyin ameliyatı geçirdiğini, ailesinden ayrıldığını, %69 çalışma ve iş gücünü kaybettiğini, bu nedenle çalışamaz hâle geldiğini, hâkimin kararının mağduriyetini kalıcı hâle getirdiğini, haksız ve hukuka uygun olmayan gerekçelerle davasının reddedildiğini ileri sürerek 300.000TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; davanın Hazine Bakanlığı yerine Maliye Hazinesine açılması gerektiğinden husumetten reddinin gerektiğini, davanın zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığını, esas bakımından da hâkimin yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabilmesi için HMK’nın 46. maddesinde tahdidi olarak yazılan sebeplerin bir veya birkaçının gerçekleşmesi ve hâkimin sayılan sorumluluk nedenlerinin gerçekleşmesi için kasten veya ağır ihmali sonucu kanun hükmüne aykırı davranması gerektiğini, dava dilekçesinde herhangi somut bir iddiaya yer verilmeden soyut taleplerle manevi tazminat istendiğini, yerel mahkeme kararında tazminat sorumluluğunu gerektiren bir husus bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Görevsizlik Kararı:
6. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17.07.2019 tarihli ve 2019/40 E., 2019/66 K. sayılı kararı ile; dosya üzerinden görevsizlik kararı verilmiş ve talep hâlinde dosyanın Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmiş; kararın kesinleşmesi üzerine dosya Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesine gönderilmiştir.
Özel Daire Kararı:
7. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 19.10.2021 tarihli ve 2020/2 E., 2021/4 K. sayılı kararı ile;
“…DAVA: Davanın ilk önce açıldığı Yargıtay 4 Hukuk Dairesi 17 Temmuz 2019 tarih ve 2019/40- 66 sayılı görevsizlik kararı ile dosyayı dairemize göndermiştir.
Dairemizce davacının adli yardım talebi 31 Ekim 2019 tarihinde kabul edilmiştir.
Davacı asil, 16 Temmuz 2019 tarihli dava dilekçesinde; eski ... 1.yeni ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığı davaya bakan hakimin , HMK 46 maddesine uygun davranmayarak verdiği red kararının hukuka aykırı olması nedeniyle uğradığı manevi zararın tazmini istemiş, bu davaya esas olan Asliye Hukukta açtığı davanın reddine ilişkin kararı temyiz ettiğinde; Yargıtay 13 Hukuk Dairesinin yargılama sırasında alınan raporlar arasında değerlendirmeler ve varılan sonuçlar açısından tam bir çelişki bulunmakla bilirkişi raporları arasındaki çelişkiler giderilmeden bunlardan birine itibar edilerek hüküm kurulamayacağı, Ceza yargılamasında başvurulması zorunlu olan Yüksek Sağlık Şurasının hukuk davalarında resmi bilirkişi niteliğinin bulunmadığını, Öte yandan Yüksek Sağlık Şurası raporunda davalı doktorların kusursuz sayıldıklarına ilişkin sonucun hangi verilere dayandırıldığının net bir şekilde ortaya konulmadığı somut ve denetime elverişli bir değerlendirme yapılmadığı için hükme esas alınamayacağı, Bu nedenle eksik incelemeye dayalı hüküm kurulmasının yasaya aykırı olması nedeniyle mahkeme kararının bozulduğunu belirtmiştir.
Mahalli mahkeme bozma ilamına uyulduktan sonra ... Üniversitesi Tıp Fakültesinden oluşturulan bilirkişi kurulundan rapor aldırıldığını, hasta olan kendisi üzerinde hiçbir inceleme yapılmadan son durumu gözetilmeden geçirdiği ameliyatlar ve beyin kanaması sonucunda ne tür ilaçlara bağlı kaldığı araştırılmadan Adli Tıp Genel kurulu ve Adli Tıp 3 İhtisas Kurulunun davalılara verdikleri kusur incelenmeden ve Tabipler Odası'nın yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle davalı doktorlara verdiği kınama cezaları görmezden gelerek baştan savma gerekçesiz bir raporla doktorların kusursuz olduğunun belirtildiği Adli Tıp 3 İhtisas Kurulunun % 69 oranında kalıcı beden ve çalışma gücü kaybının bulunduğu ,Adli Tıp 3 İhtisas Kurulunun 19 Aralık 2004 tarihli raporunda ileri tetkik istenmeden hipotansif sefalji tanısıyla ... ilacıyla tedavisine başlandığı,bu nedenle ameliyata alındığı, Dr ...'nün sorumluluğunun muayene ettiği 23 Aralık 1998 tarihinde başladığı ancak hematomu zamanında tespit etmediği, ... tedavisinin kanamayı artırıcı yönde etkisinin bulunduğu hastanın geç dönemde operasyona alınmasına neden olduğu 23 Aralık ila 31 Aralık 1998 tarihleri arasında gereksiz tedavi uyguladığı ancak kanamayı ne miktarda artırıcı etkisinin bulunduğunun bilinemeyeceğinden ameliyattan sonraki seyir ile ilgili olarak hekimin eylemine katkısının bilinemeyeceğine karar verildiğini,
Bilirkişiler herhangi bir sekel kalıp kalmayacağı ameliyat sonrası oluşan maluliyet durumunun engellenme imkanı olup olmadığı ayrıca beyin görüntüleme istenmesinin mutlak bir durum olup olmadığı şayet istenmemiş ise kusur durumuna etkisinin ne olacağı hususunda önceki rapora atfen nörolojik muayenesinde bir patoloji izlenmediği bu durumda mutlaka görüntüleme yapılmasının şart olmadığı bu yaklaşımından dolayı doktora kusur verilmesinin uygun olmayacağı belirtince mahkemece davanın reddine karar verildiğini,
Dosyada davalıların kusurlu olduğuna ilişkin Adli Tıp 3.İhtisas Kurulunun 30 Ocak 2012 ve Adli Tıp Genel Kurulunun 24 Ekim 2012 adli raporları bulunduğu halde Yargıtay bozma ilamına uygun yargılama yapılmadan bilirkişilerle anlaşarak gerçek olmayan raporlar düzenleten Hakimin taraflı davrandığı, ,davalıları kayırdığı ve davalılardan maddi menfaat elde ettiğini, işini kaybettiği 3 tane büyük beyin ameliyatı geçirdiği,ailesinden ayrıldığını,, %69 çalışma ve iş gücünden kaybettiğini ,bu nedenle çalışamaz hale geldiğini Hakimin kararının mağduriyetini kalıcı hale getirdiğini haksız ve hukuka uygun olmayan gerekçelerle davasının reddedildiğini belirterek davalı Hazine aleyhine 300.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte alınmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Adli Yardımla Barodan atanan davacı vekili: dava dilekçesine katıldığını, Hakimin bilirkişi raporları arasındaki çelişkiyi gidermeden karar verdiğini, doktorların ve sağlık kuruluşlarının müvekkilinin beyin kanamasına bağlı engelli hale gelmesine yol açan mağduriyetine sebebiyet verdikleri için kusurlu olduklarını belirterek davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı hazine vekili; 14 Ocak 2020 tarihli cevap dilekçesinde, davanın Hazine Bakanlığı yerine Maliye Hazinesine açılması gerektiğinden husumetten reddine, davanın zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığını, esas bakımından da Hakimin yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabilmesi için HMK 46 maddesinde tahdidi olarak yazılan sebeplerin bir veya birkaçının gerçekleşmesi gerektiği Hakimin sayılan sorumluluk nedenlerinin gerçekleşmesi için kasten veya ağır ihmali sonucu kanun hükmüne aykırı davranması gerektiğini, dava dilekçesinde herhangi somut bir iddiaya yer verilmeden soyut taleplerle manevi tazminat istendiğini, mahalli mahkeme kararında tazminat sorumluluğunu gerektiren bir husus bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.
İHBAR: Dava mahalli mahkeme hakimi ... a ihbar edilmiş, herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
DELİLLER : 1- İşbu davaya esas olan ... Asliye Hukuk Mahkemesi en son 10 Temmuz 2012 tarih ve 2009/368 ve ve 2012 /353 sayılı kararında, Davacı ... tarafından Davalılar ..., ..., ... Sağlık Tesisleri Limited Şirketi ve Türkiye ... Derneği Genel Başkanlığı aleyhine açılan davada davacının Aralık 1998 tarihinde baş ağrısı şikayeti ile ... Hastanesine müracaat ettiğini davalılardan Dr ... tarafından muayene edilerek ilaç verildiğini ancak şikayeti geçmeyince ... ... Polikliniğine müracaat ettiğini Orada görevli davalılardan Dr ... yeterli muayene etmeden tansiyon ölçmeden ilaç vermesi akabinde 31 Ekim 1998 tarihinde şuurunu kaybederek ... Devlet Hastanesinde beyin kanaması nedeniyle ameliyat edildiği davalıların gerekli dikkat ve özeni göstermemeleri nedeniyle ameliyat sonrası malül kaldığını belirterek şimdilik 1000 TL maddi 1000 TL manevi tazminatın tahsilini istemiş,Davalılar davanın reddini dilemişler,Mahkemece ilk yargılamada davanın reddi üzerine Yargıtay 13 Hukuk Dairesinin 2008/7761 Esas 2008/15420 Karar sayılı bozma ilamı üzerine yeniden yapılan yargılamada üniversiteden seçilen bilirkişilerden alınan rapor ve ek raporlarda davalıların olayda kusurunun bulunmadığı belirtilmekle davanın reddine karar verilmiş, bu karar Yargıtay 13 Hukuk Dairesinin 2 Nisan 2013 tarih 2013/ 175 ve 8214 sayılı onama kararı ile kesinleşmiştir.
2-Davacının aynı olayla bağlantılı olarak, davacının kendisi olduğu, davalıların ise ... İlaç Sanayi Ticaret Anonim Şirketi ile ... İlaç Ticaret Anonim Şirketi olan tazminat davasının reddi nedeniyle ... Tüketici Mahkemesi Hakimi hakkında açtığı HMK 46 maddesine dayalı manevi tazminat davası dairemizin 2020/1 esasında görüldüğü yapılan inceleme sonucunda anlaşılmıştır.
3-Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün davacının müracaatı üzerine 21 Mart 2007 tarihli yazısında söz konusu ilacın kan basıncı artışına bağlı olarak istenmeyen durumlara yol açabileceği belirtilmiştir.
4-Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün 3 Eylül 2010 tarihli mahkemeye hitaben yazısında, ... retart draje isimli ilacın ... ilaç Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi adına ruhsatlı iken 8 Ekim 2008 tarihinde ruhsatının iptal edildiği, 2006-2008 tarihleri arasında ürün ile ilgili herhangi bir geri çekimi ve toplatma yaptırımı uygulanmadığı belirtilmiştir.
5-... Tabip Odası'nın 16 Ekim 2001 tarihli Onur kurulu kararı ile Dr ...'nün hastaya ileri tetkik önerdiğini belirtmekle birlikte bu isteğini protokol defterine kaydedilmemiş olması nedeniyle belgelendirmedigi, tüm tanı yöntemlerinden yeterli düzeyde yararlanmadığı,tanı gecikmesinde rolü bulunduğu ve durumun özen eksikliği olarak değerlendirilebileceği belirtilerek kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
6-Adli Tıp Kurumu Genel kurulunun 24 Ekim 2002 tarihli raporunda; Dr ... in semptomlara yönelik uygun tedavi düzenlemiş olması ve ağrının devam etmesi sonucu nöroloji kliniğine sevk etmesi nedeniyle kusurlu bulunmadığı, Dr ... nün ise yapılan tedaviye cevap vermeyen baş ağrısı nedeniyle gerekli tetkikleri yaptırmadan 110/ 80 tansiyon değeri ile hipotansif sefalji tanısı ile tedavi düzenlediği gerekli özeni göstermediği ve hatalı teşhis nedeniyle 2/8 kusurlu bulunduğu oy çokluğu ile belirtilmiş, Muhalefet şerhinde ise hastanın önceden bir kafa travması tanımlanmadığı, baş ağrısı dışında herhangi bir yakınması olmadığı, baştaki subdural hematomun 31 Aralık 1998 tarihli ameliyat BT çekiminden önceki 3 gün ila 3 haftalık bir süre içinde oluşmaya başladığı,bu tabloya göre ilk ... ... Polikliniği müracaatında kanamanın başlamış olduğu bu dönemde Nöroloji uzmanı olan bir hastaneye gönderilmesi halinde daha erken teşhis ve tedavinin mümkün olduğu, erken teşhis konulamaması halinde uygulanan tedavi girişimlerinde bir değişiklik olmayacağı cihetle söz konusu doktorlara atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmadığı belirtilmiştir.
7-Adli Tıp 3 İhtisas kurulunun 30 Ocak 2002 tarihli raporunda davacının 9 Aralık 1998 tarihinde müracaat ettiği (Dr ...) semptomlara yönelik uygun tedavi düzenlediği için kusurlu bulunmadığı, 23 Aralık 1998 tarihinde müracaat ettiği (Dr ...) müracaat tarihinde subdural hematomun başlamış olduğu ancak nörolojik defisit bulunmadığı göz önüne alındığında progresif seyir göstermiş olduğu radyolojik tetkikinde buna uyumlu olduğu yapılan tedavilere cevap vermeyen baş ağrısı olmasına rağmen 11/ 8 tansiyon değeri ile hipotansif sefalji tanısı koyarak tedavi düzenleyen hekimin gerekli özeni göstermeyip hatalı teşhis koyması nedeniyle 2/8 kusurlu olduğu oy birliği ile belirtilmiştir.
8-Adli Tıp 3 İhtisas kurulunun 18 Haziran 2003, 19 Ocak 2004, 16 Haziran 2004 ve 22 Aralık 2004 tarihli raporlarında davacının % 69 oranında meslekte kazanma gücü neden kaybetmiş sayılacağı şekilde engelli kalmasına yol açan hastalığında, davacının baş ağrısı şikayeti üzerine ilk önce ... ... kliniğinde Dr ... tarafından tedavi edildiğini daha sonra ... ... polikliniğinde Dr ... tarafından tedaviye devam edildiği Ancak tedavinin kanamayı ne miktarda artırıcı etkisinin olduğunun bilinemeyeceği, ameliyattan sonraki seyir içinde hekimin eyleminin katkısının bilinemeyeceği oybirliği ile belirtilmiştir.
9-Adli Tıp Kurumu Genel kurulunun 2 Haziran 2005 tarihli raporunda ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 24 Şubat 2005 tarihli talebi üzerine sonuç olarak dosyada mevcut adli ve tıbbi belgeler dikkate alındığında 1964 doğumlu ...'un 9 Aralık 1998 ila 21 Aralık 1998 tarihleri arasında baş ağrısı şikayeti ile Dr ... tarafından tedavi edildiği tedaviye cevap verilmeyince nöroloji uzmanı Dr ... tarafından 23 Aralık 1998 günü muayene edildiği, 20 gündür tedaviye cevap vermeyen baş ağrısının bulunduğu ,tansiyon 110 / 80 olarak ölçülmesine rağmen ileri tetkik istenmeden hipotansif sefalji tanısıyla ... tedavisine başlandığı 31 Aralık 1998 tarihinde subdural hematom nedeniyle ameliyata alındığı göz önüne alındığında Dr ...nün sorumluluğunun 23 Aralık 1998 tarihinde başladığı, 31 Aralık 1998 tarihinde beyin ameliyatının kafadaki subdural hematomun boşaltılması gerektiği ancak doktorun hematomu daha erken dönemde tespit etmediği,uyguladığı ... tedavisinin kanamayı artırıcı yönde etkisinin bulunduğu, 23 Aralık ila 31 Aralık tarihleri arasında gereksiz tedavi uyguladığı ancak halen sekel olarak kalan bulguların ne kadarının hekimin kusurlu eylemi ile ortaya çıktığını tıbben tayin etmenin mümkün olmadığı cihetle maluliyet oranına katkısı yönünde görüş bildirilemeyeceği, ameliyattan sonraki seyir ile ilgili olarak da hekimin eyleminin katkısının bilinemeyeceği oy birliği ile belirtilmiştir.
10-Adli tıp raporlarının çelişkili olması nedeniyle ... Asliye Hukuk Mahkemesince görüş sorulan Yüksek Sağlık Şurasının 14 Aralık 2007 tarihli raporunda hastada gelişen kanamanın mevcut Serebral dejeneratif hastalığının kolaylaştırıcı etkisinden dolayı geliştiği ... adlı ilacın kanamayı kolaylaştırıcı etkisinin olmadığı Bu nedenle her iki doktorun da kusursuz oldugu oybirliği ile belirtilmiştir.
11-Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin bozma ilamı sonrası ... Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden aldırılan 3 kişilik bilirkişi kurul raporunda hastayı ilk gören doktor ...'in rutin ilaç tedavisi uyguladığı yakınmaların devam etmesi üzerine hastayı bir üst kuruma sevk ettiği, 1. basamak sağlık hizmetini düzgün bir şekilde yerine getirdiği için bir ihmalinin bulunmadığı, hastayı ikinci gören doktor ...'nün ilk muayene ve tedavide hata yapmadığı, tomografi istemekle doğru yaptığı ancak bunu belgeleyemediği, hastayı gördüğünde nörolojik defisit saptaması yapmadığı için ihmalinden söz edilemeyeceği, hastanın nörolojik muayenesinde bir patoloji saptanmadığı süregiden baş ağrısı nedeniyle beyin görüntülemesinin yapılabileceği ancak tanıda gecikme olsa dahi subdural hematomda tedavi yaklaşımının ameliyat olacağı, verilen ... isimli ilacın kanamaya yol açma açısından nedenselliğin düşünülmediğini, bu nedenlerle davalı doktorların kusurunun bulunmadığı belirtilmiş itirazlar üzerine alınan ek raporda yine kusurlarının bulunmadığı belirtilmiştir.
12-Davacının şikayeti üzerine, ... Cumhuriyet Başsavcılığının 24 Nisan 2019 tarih ve 2019/71660 sayılı, şüpheliler (Doktorlar) ... ve ... hakkında taksirle yaralamaya neden olma şikayeti için zamanaşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı verilmiştir.
13-Davacının şikayeti üzerine, ... Cumhuriyet Başsavcılığının 01 Mayıs 2018 tarih ve 2018/92499 sayılı, şüpheliler(Bilirkişiler) ..., ..., ... hakkında gerçeğe aykırı rapor düzenlemek şikayetinden kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı verilmiştir.
14-Dr. ...'nün resmi evrakta sahtecilik suçundan Beraatına ilişkin ... Ağır Ceza Mahkemesinin 16/09/2002 tarih ve 2001/404-2002/261 sayılı kesinleşmiş kararı dosyamıza konulmuştur.
GEREKÇE: Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesi uyarınca hâkimin kararından dolayı Hazine aleyhine açılan tazminat istemine ilişkindir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 15/07/2011 tarihli ve 2011/4 Esas - 2011/4 Karar sayılı ilamında da vurgulandığı üzere; Hâkimlerin görevlerini yaparken yargısal faaliyetleri sebebiyle, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olmaları durumunda, vermiş oldukları zararlar için HMK 46. maddesinde sayılan hallerde haklarında tazminat davası açılabilecektir. Açıklanan hükümler, hâkimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla Yasa’ya konulmuştur.
T.C. Anayasasının 138/1-2. maddesi gereğince; “Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Hâkimlerin Anayasa güvencesi altına alınan bağımsızlığı, ilke olarak yargı fonksiyonunun ifa edilmesi dolayısıyladır. Yargı yetkisinin özellikleri, hâkimlerin kişisel sorumluluğunda, özel bir sorumluluk düzeninin uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Zira yargı görevinin bağımsızlık ve tarafsızlık içinde aksatılmadan yerine getirilmesi esastır. Gerçekten, hâkimlerin diğer devlet memurlarının tâbi bulundukları sorumluluk esaslarına bağlanmaları, yaptıkları her işlemin, aleyhlerine bir tazminat davasına yol açabileceğini düşünmelerine ve bunun sonucu olarak tereddüt içinde kalmalarına yol açabilir.
Tabiidir ki; adaletin gerçekleşmesi, hâkim hakkında sorumsuzluk müessesesinin kabulünü gerektirmez. Ancak, Hâkimin hukuki sorumluluk halleri benimsenirken, yargısal faaliyetten ibaret olan esas görevinin aksatılmamasına büyük özen gösterilmesi zorunludur. Gelişigüzel bir sorumluluk sisteminin benimsenmesi, hâkimin bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye düşürebilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46/1. maddesinde; Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği vurgulandıktan sonra, dava sebepleri;
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması,
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması,
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması,
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması,
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması,
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması şeklinde tahdidi olarak gösterilmiştir. Davacının karardan dolayı zarar görmesi ve Hâkimin davranışı ile zarar arasında illiyet bağının olması ve bu hususların davacı tarafından kanıtlanması gerekir.
İhbar olunan Hâkim tarafından yapılan yargılamada; uyuşmazlığa konu tüm bilgi ve belgelerin dosya arasına alındığı, belgelerde bir tahrifat ve sahteciliğin bulunmadığı gibi, davacının "davalı Dr....'nün kusurlu olduğuna ilişkin Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 30 Ocak 2012 ve Adli Tıp Genel Kurulunun 24 Ekim 2012 tarihli raporları, ... Tabip Odasının aynı doktoru kınama cezası ve tedavide kullanılan ... adlı ilacın ruhsatının sonradan iptalini" dayanak gösterip açtığı davanın; Adli Tıp Genel Kurulunun ve 3. İhtisas Kurulunun sonraki kararlarında Doktora kısmen kusur yükleyen kararlarından döndükleri, Yüksek Sağlık Şurası raporu ve bozma ilamı gereği aldırılan Üniversite Öğretim Üyelerinin kusursuzluk raporlarının dosyaya sunulması sonrasında Hakimin HMK 266. maddesi uyarınca konusu özel bilgi ve uzmanlık gerektiren kendi hukuki bilgisi ile çözemeyeceği bir konuda tıp alanında uzman olan kurum ve doktorlardan bilirkişi raporlarını esas almak ve dosyadaki tüm delilleri değerlendirmek suretiyle davanın reddine karar vermiş ve bu kararını gerekçelendirmiştir.
Mevcut olgular karşısında; ihbar olunan Hâkimin iddiaya konu HMK 46/1-a maddesinde belirtilen kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı, sağlanan veya HMK 46/1-b maddesinde belirtilen vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı olarak kasıtlı hareketle veya ağır ihmal sonucu, yasaya ve adalete aykırı karar verdiğini veya memuriyet görevini savsadığını veya HMK 46/1-d maddesinde belirtilen değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş belgeye dayanılarak hüküm verildiğini kabule yeterli soyut iddialar dışında somut bir delilinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hatalı olduğu ileri sürülen yargısal işlemlerde, devletin sorumluluğu ve rücuyu gerektirir herhangi bir delil davacı tarafça ortaya konulamamıştır. Kanunda sayılan hukuki sorumluluk nedenleri eldeki davada mevcut değildir. HMK 46 maddesindeki şartların oluşmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
1-) Davacının davasının REDDİNE,
2-) HMK m. 49 uyarınca davanın esasdan reddi nedeniyle para cezası tayininde yeniden değerleme oranında artışlar dikkate alınarak, davacıdan takdiren 1.000 TL disiplin para cezası ALINMASINA,
3-)Davacının adli yardım talebinin kabul edilmiş olması nedeniyle HMK m.339/1 uyarınca hükümle birlikte alınması gerekli 44,40 TL Başvuru ve 44,40 TL Maktu karar ve ilam harçları ile 7 adet davetiye gideri 133 TL sarfına sebep olduğu yargılama giderinin tahsili, davacının mağduriyetine sebep olacağından HMK m.339/2 uyarınca takdiren yargılama giderlerinden muaf tutulmasına,
4-) Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 10/3 ve İkinci Bölüm 19 maddeleri uyarınca davalı yararına takdir olunan 5940 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,…” karar verilmiştir.
Kararın Temyizi:
8. Özel Daire kararı süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.
II. GEREKÇE
9. Dava, HMK’nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
10. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmıştır. HMK’nın 46. maddesinde “(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.” düzenlemesi bulunmaktadır.
11. Somut olayda HMK'nın 46. maddesinde sınırlı sayıda belirtilen sorumluluk sebeplerinden hiçbiri bulunmadığından ve hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı tazminat şartları oluşmadığından Özel Dairece davanın reddine karar verilmesi yerindedir.
12. Hâl böyle olunca, yapılan açıklamalara, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.
III. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacının temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın ONANMASINA, 27.10.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.