"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki "kadastro tespitine itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Erciş Kadastro Mahkemesi)'nce davanın görev yönünden reddine dair verilen 20.03.2006 gün ve 2006/179-18 sayılı kararın incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onaltıncı Hukuk Dairesi'nin 29.01.2007 gün ve 6457-22 sayılı ilamı ile; (...Kadastro çalışmaları sırasında 645 parsel sayılı 31.100 metrekare yüzöl-çümündeki taşınmaz kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle davalılar adına tespit edilmiştir. 3402 sayılı Yasa'nın geçici 5. maddesinde 5304 sayılı Yasa'nın 12. maddesi ile yapılan değişiklik uyarınca komisyon kararının ilgililerine tebliği için yapılan askı ilan süresi içerisinde davacı Hazine vekili, taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğuna dayanarak dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın görev yönünden reddine karar verilmiş; hüküm, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece 3402 sayılı Kadastro Kanunu yürürlüğe girmeden önce 766 ve 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulmuş komisyonlara intikal etmiş ve edecek itirazların bu komisyonlarca sonuçlandırılıp, 3402 sayılı Yasa'nın değişik geçici 5. maddesi gereğince askı ilanına çıkarılması halinde, önceden tutanağa itiraz etmeyen kişilerin askı ilan süresi içerisinde açtıkları davaya Kadastro
Mahkemesinde bakılamayacağı, bir diğer ifade ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 5304 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile değişik geçici 5. maddesi hükmü uyarınca tutanağın yeniden askı ilanına çıkarılmasının tutanağa itiraz etmeyenlere yeni bir hak bahşetmeyeceği gerekçesi ile davanın görev yö-nünden reddine, dosyanın görevli Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş ise de; değerlendirme dosya kapsamına ve yasa hükümlerine uygun düşmemektedir.
Bilindiği üzere, 766 sayılı Tapulama Kanunu'na göre düzenlenen tu-tanaklar aynı Yasa'nın 26. maddesi gereğince askıya çıkarılmakta, askı ilanı süresi içinde yapılan itirazlar 28. madde gereğince kurulan komisyonlarca incelenip karara bağlanmakta, bu karar Tapulama Müdürü tarafından itiraz eden ile lehine tapulama tespiti yapılana Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca tebliğ edilmekte idi. Komisyon kararına karşı dava açma süresinin bu tebliğden başlayacağı kanunda açıkça vurgulanmıştır. Tebligatların haklı olarak ilgililere farklı zamanlarda yapılması, tatbikatta karışıklıklara neden olmuş, tutanak bazı kişiler yönünden kesinleştiği halde, bazı kişiler yönünden kesinleşmediği gibi sonuçlar ortaya çıkarmış, bu da açılacak davalara bakacak mahkemenin belirlenmesinde uyuşmazlıklara neden olmuştur. Ayrıca tebligat için ödenek bulunamaması da komisyon kararlarının senelerce ilgililere ulaştırılamamasına ve uyuşmazlıkların sürüncemede kalmasına yol açmıştır.
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun hazırlanması sırasında bu sakıncaları nazara alan kanun koyucu; tanzim edilen tutanakların ve bu tutanaklarla ilgili komisyon kararlarının 30 gün süre ile ilana çıkarılacağını, bu ilanının ilgili gerçek kişilere kamu ve özel hukuk tüzel kişilerine şahsen yapılmış tebliğ niteliğinde bulunduğunu, itirazı olanların askı ilan süresi içerisinde dava açabilecekleri genel kuralını benimsemiş, kanunun geçici maddesinde de "bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce 766 ve 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulmuş komisyonlara intikal etmiş veya edecek itirazlar, bu ko-misyonlarda, bu kanun hükümlerine göre sonuçlandırılır. Tebligatlar ve ilanlar 766 ve 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılır." hükmü ile de komisyonlara intikal etmiş veya edecek itirazlar yönünden eski uygulamanın devam edeceğini belirtmiştir. Ne var ki, aradan geçen zaman içerisinde (bir kısım itirazlar için bile olsa) eski uygulamanın devamına imkan vermenin, eski sakıncaların artarak devamına imkan vermek anlamına geldiği anlaşılmış,
bunun üzerine kanun koyucu 22.02.2005 tarih 5304 sayılı Kanun'un 12. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 5. maddesini "bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce 766 ve 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulmuş komisyonlara intikal etmiş veya edecek itirazlar, bu komisyonlarda, bu kanun hükümlerine göre incelenip askı ilanına alınarak sonuçlandırılır." şekline dönüştürülerek Tebligat Kanunu'na göre tebliğden vazgeçip, Yasanın temel ilkesi olan ilanen duyuru yolunu seçmiştir. Kanun koyucu tarafından seçilen bu yol, aynı parsel hakkında askı ilan süresinde açılacak tüm davaların Kadastro Mahkemelerinde görülmesini, kısa zamanda en az masrafla, en doğru şekilde sonuçlanmasını ve tarafların ibraz edeceği delillerin bir bütün olarak tartışılıp sonuca ulaşılmasını sağlayacak bir yoldur. Aksinin düşünülmesi 766 sayılı Kanun'un 28. maddesinin ortaya çıkardığı tüm olumsuzlukların devamına imkan sağlamak anlamı taşımaktadır. Bir başka anlatımla, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 5. maddesi gereğince yapılan ilanı, itiraz edenlere tebliğ hükmünde sayıp, itiraz etmeyenlere Kadastro Mahkemesinde dava hakkı tanımamak hukukun savunulması ve kabul edilmesi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır. Şöyle ki; 766 sayılı Yasa'nın yürürlüğü sırasında tanzim edilen tutanağa itiraz edilip, itirazın 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 5. maddesi gereğince incelenip komisyon kararı ve tutanağın askıya çıkarılması durumunda, itiraz edenlerin askı ilanı içerisinde açacağı (örneğin tescil davası) dava Kadastro Mahkemesinde, tutanak kesinleşmemiş olmasına rağmen tutanağa itiraz etmeyen Hazine'nin açtığı (tescil veya tescile itiraz davası) dava Asliye Hukuk Mahkemesinde görülecektir. Bu kabul şekli, kanun koyucunun anlatmaya çalıştığımız amacına uygun olmadığı gibi, Anayasa ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yargılamanın kısa zamanda, en az masrafla sonuçlandırılması gerektiği yolundaki kurallarına ve askı ilanı süresinde açılacak davaların Kadastro Mahkemesinde görüleceğine dair 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 11. maddesi hükmüne de açıkça aykırıdır. Zira, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun hiçbir maddesinde askı ilanı süresinde Kadastro Mahkemesinde dava açabilmek için önceden itiraz etmiş olma şartı aranmamıştır.
Müşahhas olayda tutanak 17.06.1956 tarihinde tanzim edilmiş, tutanağa Rizko'nun yaptığı itiraz 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 5. maddesi gereğince incelenip tutanak ve komisyon kararı 23.08.2005 tarihi ile
22.09.2005 tarihinde askıya çıkanlmış, tutanağa itiraz etmeyen Hazine, 06.09.2005 tarihinde ve askı ilan süresi içerisinde dava açmıştır. Mahkemece 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 5. maddesi gereğince yapılan ilanın itiraz edenlere tebliğ hükmünde olduğu ve itiraz etmeyenlere dava açma hakkı vermeyeceği gerekçesi ile davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir. Yukarıda etraflıca yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, mahkemenin bu kabul şekli, kanun koyucunun amacına ve 3402 sayılı Yasa'nın amir hükümlerine aykırı bulunmaktadır. Bu durumda, taraflardan iddia ve sa-vunmaları ile ilgili tüm delilleri istenip, gerekli değerlendirmenin yapılıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Mahkemenin görevsiz olduğundan bahisle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görü-şüldü:
Dava, kadastro tespitine itiraz istemine ilişkindir.
Davaya konu olan olayda kadastro tutanağı 17.06.1956 tarihinde tanzim edilmiş, tutanağa Rizko'nun yaptığı itiraz, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 5. maddesi gereğince incelenip, tutanak ve komisyon kararı 23.08.2005-22.09.2005 tarihleri arasında askıya çıkarılmış, tutanağa itiraz etmeyen Hazine, 06.09.2005 tarihinde ve askı ilan süresi içerisinde dava açmıştır.
Komisyon kararı kesinleşmeden önce yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 5304 sayılı Yasa'nın 12. maddesiyle değişik 5. maddesi uyarınca, komisyon kararından sonra yapılan askı ilan süresi içinde açılan bu davada davacı Hazine vekili, davalılar adına zilyetlikle edinme koşullarının oluşmadığını iddia etmektedir.
Mahkemece 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 5. maddesi ge-reğince yapılan ilanın itiraz edenlere tebliğ hükmünde olduğu ve itiraz
etmeyenlere dava açma hakkı vermeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire'ce, mahkemenin bu kabul şeklinin kanun koyucunun amacına ve 3402 sayılı Kanun'un amir hükümlerine aykırı olduğu açıklanarak; tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili tüm delilleri istenip, gerekli değerlendirmenin yapılıp, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile hüküm bozulmuş, mahkemece önceki hükümde direnilmiştir.
Uyuşmazlık; kadastro tutanağına askı ilan süresi içerisinde itiraz et-meyen Hazine'nin daha sonra Kadastro Mahkemesinde dava açabilip aça-mayacağı noktasında toplanmaktadır.
5602 sayılı Tapulama Kanunu'nda yer alan hükümler uyarınca, itirazların doğrudan doğruya mahkemelere yapılmasının işlerin gereksiz olarak artmasına neden olduğu, çoğu kez ciddi bir nitelik taşımayan itirazlar nedeniyle mahkemelerde iş sayısının süratle arttığı ve davaların sürüncemede kaldığı düşünülmüş, itirazların mahkemelere intikalinden önce bir komisyonda incelenmesi uygun görülerek 509 sayılı Tapulama Kanunu ile kuruluş ve çalışma şekilleri belirtilen "Tapulama Komisyonuna" yer verilmiştir.
Ancak, 509 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edil-mesi üzerine yürürlüğe giren 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun 28 ve 29. maddelerinde "Tapulama Komisyonu" yeniden düzenlenmiştir. Yukarıda açık-lanan tapulama komisyonu müessesesi kendisinden beklenen yararı sağla-madığı, aksine işlemlerin sürüncemede kalmasına, dava dosyalarının mah-kemeler ile tapulama komisyonları arasında gidip-gelmesine, tespitlerin ke-sinleşmesini önlemek için haklı bir neden olmadığı halde keyfi itirazların yapılmasına sebebiyet verdiği, 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun yıllarca süren uygulama sırasında gözlenmiş, bu sakıncaları gözönünde bulunduran kanun koyucu 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun 28. ve 29. maddeleriyle, 2613 sayılı Kanun'un 22. ve 26. maddelerinden farklı hükümler getirmiş, komisyonların kuruluş ve işleyiş şekillerini yeniden düzenlemiş, idari bir kuruluş olan komisyonların çalışmasını askı ilanından önceki bir döneme almış, askı ilanı süresi içinde kadastro tespitlerine karşı "herkese" doğrudan doğruya Kadastro Mahkemesine başvurma imkanı sağlamıştır.
3402 sayılı Kadastro Yasası'nın 1 l/son maddesi "bu kanun gereğince yapılan ilanlar, ilgili gerçek kişilere, kamu ve özel hukuk tüzel kişilerine şahsen tebliğ edilmiş sayılır" hükmünü getirmiştir. 766 sayılı Kanun'un 26. maddesi uyarınca yapılan askı ilanına karşı 30 gün içinde itiraz edildiği takdirde bu itirazlar, 28. maddeye göre kurulan tapulama komisyonunda incelenip karara bağlanmakta, bu karar da itiraz eden ile lehine karar verilene Tebligat Kanunu hükümleri gereğince tebliğ edilmekte, tebligat işlemleri ilgililerin açık adresleri bilinemediği için yerine getirilememekte ve böylece tapulamanın amacına aykırı olarak sicillerin oluşması gecikmekteydi.
İşte, kanun koyucu, kadastro tutanaklarının en kısa zamanda kesin-leşmesini sağlamak amacıyla, bu kanunla yapılan ilanların ilgili gerçek kişilerle kamu ve özel hukuk tüzel kişilerine şahsen tebliğ edilmiş sayılacağı hükmüne yer vermiş (bu hüküm 2613 sayılı Kanun'un 26. maddesiyle, 6831 sayılı Orman Kanunu'nun değişik 11. maddesinde de yer almaktadır), böylece 3402 sayılı Kadastro Kanunu ile sistem değişikliğine gidilmiş, 766 sayılı Yasa'daki komisyon kararı tebliği ve komisyon kararı taraflarının dava açabilmesi dü-zenlemesi terk edilerek tespitin askı ilanına çıkarılması sağlanmış, itiraz etmiş olsun veya olmasın herkese Kadastro Mahkemesinde dava hakkı tanınmıştır.
Tespite itiraz etmemiş ve 3402 sayılı Yasa'nın 10/2. maddesi uyarınca, kadastro komisyonuna komisyon tutanağı düzenletmemiş olan kişi, askı ilanı süresi içerisinde kadastro tespitine karşı dava açabileceği gibi, tespite itiraz etmiş olup da komisyon tutanağı ile itirazı reddedilmiş olan kişi de aynı şekilde Kadastro Mahkemesine dava açabilecektir. Diğer bir ifadeyle, tespite itiraz edilmiş olsa da, olmasa da, komisyonca kadastro tespiti değiştirilmiş bulunsa da, bulunmasa da askı ilanı suretiyle kişilere duyurulmuş olan tespite karşı itiraz eden ya da etmeyen herkes, askı ilanı süresi içerisinde Kadastro Mahkemesine dava açabilecektir. Askı ilanı, tespitin ya da tutanağın askı ilanından evvel kesinleşmesini önler. Askı ilanı tarihleri Kadastro Mahkemesine herkes bakımından sınırlama olmaksızın dava açabilecek günlerdir. Böylece herkes süratle Kadastro Mahkemesinde hakkını arayabilecek, aynı parselle ilgili farklı kişiler yönünden aynı anda farklı mahkemeler görev yapamayacak, aynı parsele ilişkin yargılamada bütünlük de sağlanmış olacaktır. Askı ilanı müessesesi tespit ve tutanakların kesinleşmesini önlediği için, askı ilanı süresi içerisinde açılan davalarda genel mahkemelerin görev yapması mümkün değildir.
Kadastro Mahkemeleri, askı ilanı üzerine (tespit kesinleşmiş olsun olmasın) tutanağın kesinleşmemiş olduğu tüm hallerde görev yapacaktır. Tapulama tespiti sonunda düzenlenen tutanak bir bütün olup, asıl olan vaki itiraz üzerine tutanağın kesinleşmemesi olduğundan, herhangi bir kişi tara-fından tespite yapılan itiraz, tespiti de askıda bırakacağından, askı ilanı süresi içerisinde 3. kişilerin açtığı davalar yönünden de tutanak kesinleşmemiş olduğu için, Kadastro Mahkemesinin görevli kılınması yerleşmiş Yargıtay İç-tihatlarına da uygun bulunmaktadır. 3402 sayılı Yasa uyarınca yapılan tespite karşı yapılan itiraz üzerine düzenlenen komisyon tutanağının askı ilanına alınması halinde, tespite itirazı olmayan kişilerin askı ilan süresi içerisinde açtığı davalarda Kadastro Mahkemesi nasıl görevli ise, geçici 5. maddedeki değişiklikten sonra Kadastro Mahkemesi askı ilanına alınan komisyon kararına karşı 3. kişilerin açtığı davalarda da aynı şekilde görevli olacaktır. Bu ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.10.2008 gün ve 2008/16-645 E. 2008/645 K. sayılı ilamında da aynen benimsenmiştir.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulu'nca da be-nimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, komisyon kararının tarafı olmayan Hazine'ce askı ilan süresi içerisinde açılan eldeki davada da Kadastro Mahkemesinin görevli olduğu gözönünde bulundurulmak suretiyle işin esasına girilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken; yanılgılı gerekçeyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine dair verilen önceki kararda di-renilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 04.02.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Çekişmeli Van E... İlçesi, Ç... Köyü, Ç... mevkiinde 31.100 m2 yüzölçümündeki taşınmaz 17.06.1952 tarihinde 5602 sayılı Yasa'ya göre yapılan kadastro sırasında kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle ve çayır niteliğiyle İbrahim, Aşır ve Zöhre adlarına tespit edilmiş, 5602 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince 04.11.1952-04.12.1952 tarihleri arasında ilan edilmiş, Rizko'nun 06.11.1952 tarihli dilekçesi ile taşınmazın murisi Mehmet'ten kaldığını ileri sürerek itirazı üzerine dosya Tapulama
Mahkemesine gelmiş, itiraz edilmeyen komşu 624, 633, 642 ve 646 sayılı parsel tutanakları ilan süresi sonunda kesinleştirilerek kişiler adına tapuya tescil edilmiştir.
Tapulama Mahkemesinin 1953/358 Esasına kaydedilen dava dosyası, henüz duruşma açılmadığından 17.07.1964 tarihinde 509 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girmesi gerekçe gösterilerek 24.10.1964 tarihinde aynı Kanun'un 28. maddesi gereğince 1953/358 Esas, 1964/1825 Karar sayılı kararla itirazın incelenmesi için 509 sayılı Yasa'yla kurulan Tapulama Komisyonuna devredilmiş, 509 sayılı Yasa'nın Anayasa Mahkemesi'nce 12.05.1966 tarihinde iptal edilmesi üzerine, Tapulama Komisyonunca mahkemeye iade edilmiş, daha sonra 509 sayılı Yasa'nın iptal gününden başlatılarak 12.05.1966 tarihinde 766 sayılı Tapulama Yasası yürürlüğe girmiş, mahkemece 27.07.1979 gün ve 1979/36-11 sayılı kararla 766 sayılı Yasa'nın 28 ve 29. maddeleri gereğince itirazın incelenmesi için tutanak ve ekleri Tapulama Komisyonuna gönderilmiştir.
Tapulama Komisyonu yaptığı inceleme sonunda, 13.02.1992 günlü kararla çekişmeli 645 sayılı parselle birlikte 11 adet parselin tespitleri doğru olduğundan itirazın reddine, kararın taraflara tebliğine, 30 gün içinde dava açılmadığı takdirde tutanağın kesinleştirilmesine karar vermiş, bu karar itiraz eden Rizko'ya 22.07.1992 tarihinde tebliğ edilmiş, adına tespit yapılan kişilere tebliğ edilmemiştir (Tespit ma-liklerinden Zöhre 20.02.1968, İbrahim 10.06.1974, Aşur 15.05.1988 tarihinde öl-müştür). Aradan 13 sene geçtikten sonra Kadastro Komisyonunca 23.08.2005 tarihinde Ç... Beldesinde 385, 559, 605, 610, 621, 645, 647, 667, 922, 923 ve 1527 sayılı parseller 3402 sayılı Yasa'nın 5304 sayılı Yasa ile değişik geçici 5. maddesi gereğince 30 günlük askı ilanına alınmış, tespite itiraz etmeyen Hazine 05.09.2005 tarihinde taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu iddiasıyla dava tarihinden çok önce ölmüş bulunan tespit malikleri aleyhine Kadastro Mahkemesinde dava açmıştır.
Yerel mahkemece komisyon karannın itiraz sahiplerine tebliği için yapılan askı ilanının 1952 yılında yapılan tapulama tespitinin ilanı sırasında itiraz etmeyen davacı Hazine'ye yeni bir hak vermesinin düşünülemeyeceği, ilgililer tarafından dava açılmadığından 645 sayılı parselin tespitinin Hazine yönünden kesinleştiği belirtilerek dava dilekçesinin görev yönünden reddine, karar kesinleştiğinde tutanak ve eklerinin Tapu Sicil Müdürlüğü'ne, dosyanın görevli Erciş Asliye Hukuk Mahkemesi'ne gönderilmesine karar verilmiş, Hazine vekilinin temyizi üzerine Yüksek Onaltıncı Hukuk Dairesi'nin 29.01.2007 gün ve 2006/6457-2007/22 sayılı kararı ile 3402 sayılı Yasa'nın 5304 sayılı Yasa ile değişik geçici 5. maddesinin Tebligat Kanunu'na göre tebliğden vazgeçip ilanen duyuru yolunu seçtiği, aynı parsel hakkında askı ilan süresi içinde açılacak tüm davaların Kadastro Mahkemesinde görülmesinin kısa zamanda en az masrafla, en
doğru şekilde sonuçlanmasını ve tarafların ibraz edeceği delillerin bir bütün olarak tartışılıp sonuca ulaşmasını sağlayacak yol olduğu, 3402 sayılı Yasa'nın hiçbir mad-desinde askı ilan süresi içinde Kadastro Mahkemesinde dava açabilmek için önceden itiraz etme şart aranmadığı belirtilerek taraflann iddia ve savunmaları ile ilgili tüm delilleri toplanıp, sonucuna göre karar verilmesi gereğine değinilmiş, mahkemece davanın Hazine tarafından açılan aynı mahiyetteki davalar sonunda daha önce verilen çok sayıda görevsizlik kararlannın Yargıtay Yedi, Onyedi ve Onaltıncı Hukuk Dairelerince onandığı, tutanağa itiraz etmeyenler yönünden tutanağın kesinleştiği belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, 3402 sayılı Yasa'nın 15.03.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5304 sayılı Yasa ile değişik geçici 5. mad-desindeki "Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 766 ve 2613 sayılı Kanun hü-kümlerine göre kurulmuş komisyonlara intikal etmiş veya edecek itirazlar, bu ko-misyonlarda, bu kanun hükümlerine göre incelenip askı ilanına alınarak sonuçlandırılır" hükmündeki askı ilanına alınma işleminin ilgililere tebliğ niteliğinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
1-
Yukarıda 17.06.1952 yılında yapılan kadastro tespitinden itibaren dosyanın durumu özetlenmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, tespite itiraz eden Rizko'nun itirazı ile ilgili olarak Kadastro Komisyonunun yaptığı inceleme sonunda 13.02.1992 tarihinde tespit doğru olduğundan, itirazın reddine 645 sayılı parselin tespit gibi tesciline ilişkin verdiği karara itiraz eden Rizko'ya 22.07.1992 tarihinde tebliğ edildiğinden ve Rizko tarafından 30 gün içinde dava açılmadığından kadastro tespiti 22.08.1992 tarihinde kesinleşmiştir. Adına tespit yapılan kişilerin paylarında bir değişiklik olmadığından ve aleyhlerine de bir durum yaratılmadığından komisyon kararının bu kişilere dahi tebliğine gerek olmadığı halde, komisyon kararının tebliği için 2005 yılına kadar beklenmiş, tespit malikleri komisyon kararından çok önce öldüğünden 2005 yılında askı ilanı yapılmıştır. İtiraz ret edilmekle komisyon kararı Rizko'ya tebliğ edilip, dava açılmadığından ve komisyon kararı kesinleştiğinden, sonradan yapılan ilan üzerine Kadastro Mahkemesinde dava açılamaz. Mahkemece verilen görevsizlik kararı doğrudur, onan-malıdır.
2-
Bir an için komisyon kararının kesinleşmediği düşünüldüğü takdirde; doğru sonuca ulaşabilmek için Kadastro Kanunlarının niteliğini ve geçici 5. madde ile elde edilmek istenen sonuçların ne olduğunu incelemekte fayda vardır.
A- Kadastro Kanunlarının Niteliği: Cumhuriyetin ilanından sonra 1926 yılında Medeni Kanun yürürlüğe girdiğinde, yurdumuzdaki taşınmazların çoğunluğu ya tapusuz, sicil dışı kalmışlar, tapulu olanlar da senetsiz tasarruflarla el değiştirmiş ve haritaya bağlı olmadan kullanılmaktaydı. Medeni Kanun'un ayni haklara ve tapu siciline
ilişkin yeni hükümlerin uygulanabilmesi için tapusuz taşınmazların tescil edilmesi ve tapu dışı meydana gelmiş eylemli durumun hukuksallaştırılması, kadastro planlarının yapılması gerekmekteydi. Bu nedenle, ülke topraklarının bir an önce tapulanması için tasfiye niteliği de taşıyan yasalara gerek duyulmuştur. Kadastro Yasaları sürekli değil, geçici hükümlerdir. Kadastro işlemleri tamamlanıp taşınmaz malların ülkenin kadastral topoğrafik haritasına dayalı olarak sınırları arazi ve harita üzerinde belirlenip hukuki durumları tespit edildiğinde ve Medeni Kanun'un öngördüğü düzenli tapu sicili oluşturulduğunda Kadastro Yasalarının işlevi kalmayacaktır. Bu nedenle, Kadastro Yasalarındaki bazı hükümler Medeni Yasa'nın bazı hükümlerine aykırı olabilmektedir. Kadastro yapılan yerlerde ihtilafların daha çabuk sonuca bağlanması için özel mahkeme niteliğindeki Kadastro Mahkemeleri kurulmaktadır. Kadastro faaliyetleri bitirildiğinde Kadastro Mahkemelerinin görevi de sona ermektedir.
B- 5602 sayılı Yasa'nın yürürlükte olduğu dönemde kadastro komisyonları yoktu. Kadastro tutanağı düzenlenip ilan edildiğinde itirazlar doğrudan Kadastro (Tapulama) Mahkemesine gönderiliyor, mahkemece incelenip karar veriliyordu. 509 sayılı Yasa ve bu Yasanın Anayasa Mahkemesi tarafından 12.05.1966 tarihinde iptali üzerine aynı tarihte yürürlüğe giren 766 sayılı Yasa'da itirazların mahkemeye gelmeden önce Kadastro (Tapulama) Komisyonlarında incelenip karar verilmesi ve mahkemeye gelecek davaların azaltılması amacı ile Kadastro Komisyonları kuruldu. 766 sayılı Yasa'da açık hüküm bulunmamakla beraber Yargıtay'ın oturmuş ve kararlılık kazanmış içtihatlarıyla Kadastro (Tapulama) Tutanağına karşı yapılan itirazın, tutanağın sadece itiraz eden yönünden kesinleşmesinin önlendiği kabul edilmektedir. İtiraz süresi içinde itiraz etmeyenler yönünden tutanak kesinleşmektedir. Süresi içinde itiraz etmeyenler, Kadastro Mahkemesinde itiraz edenler tarafından açılan dava varsa davaya katılabilir. Kadastro Mahkemesinde açılan dava yoksa, 766 sayılı Kanun'un 31. maddesi gereğince genel mahkemelerde dava açılabilir. Gene 766 sayılı Yasa'ya göre kurulan komisyon, tarafların iddia ve savunma nedenleriyle bağlı olmadan inceleme yapar ve Tapulama Kanunu'nun 1. maddesinde yer alan ilkeyi gözeterek gerçek hak sahibini belirleyebilir.
3402 sayılı Yasa'da ise, kadastro tutanağı düzenlendikten sonra kadastro ekibi çalışma alanında işlerini bitirinceye kadar tespitlere itiraz edilebilir. İtiraz sadece uygulanan belgelerin geçerliliği hakkında yapılabilir. Belgeye dayanmayan itirazlar incelenmez (madde 9). Komisyonca yapılan inceleme sonunda eski tutanağın yerine kaim olmak üzere hak sahibini belirleyici yeni bir tutanak düzenlenir (madde 10). Yani 3402 sayılı Yasa'ya göre kadastro tutanağı ilan edilmeden komisyona itiraz edilebilecek, komisyon inceleme sonucunda eski tutanağın yerine yeni bir tutanak düzenleyecek ve bu tutanak veya herhangi bir itiraz yoksa ilk tespit tutanağı 30 günlük askı ilanına alınacaktır. 30 günlük süre içinde Kadastro Mahkemesinde dava açılabilecek tutanak itiraz edilmeden kesinleşmişse, 10 yıl içinde genel mahkemelerde dava açılabilecektir
(madde 12). Bu kanun gereğince yapılan ilanlar, ilgili gerçek kişilere, kamu ve özel hukuk tüzel kişilerine şahsen tebliğ edilmiş, sayılacaktır (madde İl/son). Bu mad-delerden anlaşılan, 3402 sayılı Yasa'ya göre kadastro komisyonları tutanak ilan edil-dikten sonra itirazlan incelemeye yetkili değildir.
3402 sayılı Yasa'nın geçici 5. maddesi "Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 766 ve 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulmuş komisyonlara intikal etmiş veya edecek itirazlar, bu komisyonlarda, bu kanun hükümlerine göre sonuçlandırılır. Tebligat ve ilanlar 766 ve 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılır." şeklinde iken, 5304 sayılı Yasa'nın 12. maddesi ile yapılan değişiklikle "Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 766 ve 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulmuş komisyonlara intikal etmiş veya edecek itirazlar, bu komisyonlarda, bu kanun hükümlerine göre incelenip, askı ilanına alınarak sonuçlandırılır." şeklini almıştır. Kanunun gerekçesinde de bu maddenin yürürlük maddesi olduğu belirtilmiştir. Meclisteki görüşmeler sırasında da daha önce kadastrosu yapılmış ve kadastro komisyonlarınca intikal etmiş itirazlarla ilgili 12.000'den fazla dosya bulunduğu, Tebligat Kanunu'na göre tebligatların güçlüğü, ilanen tebligat yapılmasının da masraflı olması nedeniyle yasada değişiklik yapılarak tebligat yerine askı ilanının getirildiği belirtilmiştir.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Kadastro Kanunları tasfiyeyi amaçlayan kanunlar olduğu halde, gerek ödenek yokluğu, gerekse uygulayıcıların yanlış yorumları nedeniyle işleri hızlandırmak bir tarafa, kadastro faaliyetlerini daha da yavaşlatır hale gelmiştir (Somut olayımızda olduğu gibi 1952 yılında yapılan tespite itiraz nedeniyle hala davanın esasına girilememiştir). Ne 3402 sayılı Yasa'da ne de daha önceki kadastro yasalarında tespit tutanağının iki kere ilan edileceğine dair bir hüküm vardır. 3402 sayılı Yasa'nın geçici 5. maddesindeki değişiklikle kadastro komisyonlarında henüz incelenmemiş itirazların 3402 sayılı Yasa'nın 9. maddesinde belirtildiği şekilde belgeye dayalı olanlarını incelemesi ve sonucu ilgililere tebliğ amacıyla askı ilanı ile duyurması amaçlanmıştır. Daha önce verilmiş fakat taraflara tebliğ edilememiş komisyon kararları da askı ilanı ile taraflara duyurulacaktır. İlan süresi içinde tespite itirazlar edenler veya komisyonca aleyhlerine karar verilen tespit malikleri dava açabilecektir. Daha önce tespite itiraz etmeyenler tutanağın kesinleştirilmesinden itibaren 10 yıl içinde kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak genel mahkemelerde dava açabilir. Askı ilanından sonra 30 gün içinde herkesin dava açabileceği düşüncesi Yasanın ve kadastro faaliyetlerinin en hızlı şekilde bitirilmesi amacına da aykırıdır. Somut olayda olduğu gibi, 1952 yılında yapılan tespite 2005 yılında yapılan ilan üzerine 53 yıl önceki hakka dayanarak Kadastro Mahkemesinde dava açılması, 1952'den sonra doğan haklara da genel mahkemelerde dava açılması sonucunu doğurur. Yukanda da belirtildiği gibi, 1952 yılında yapılan tespitin 1992 yılında kadastro komisyonunca itiraz ret edildiği ve itiraz edene tebliğ edilerek tespit kesinleştiği halde, 2005 yılında yeniden
askı ilanı yapılarak herkese Kadastro Mahkemesinde dava açma yolunun açılması Kadastro Yasası'na, hukukun temel ilkelerine (kazanılmış haklar v.s.) ve kadastronun amacına aykındır.
Sonuç olarak, kadastro tespitinin itiraz eden Rizko'nun itirazının, 1992 yılında verilen itirazın reddine dair komisyon karannın 22.07.1992 tarihinde tebliğ edilmesi ile kesinleştiği, 3402 sayılı Yasa'da tespit tutanağının iki kere ilan edileceğine dair bir hüküm bulunmadığı, geçici 5. maddedeki değişiklikle komisyon kararının ilgililere tebliğinin amaçlandığı, tespite ibraz etmeyen kişilere yeni bir dava hakkı vermeyeceği, tespite itiraz etmeyenlerin, Kadastro Mahkemesinde usulüne uygun açılmış bir dava varsa bu davaya katılabilecekleri, aksi takdirde tutanağın kesinleştirilerek Tapu Sicil Müdürlüğü'ne devredilmesinden sonra 10 yıl içinde kadastro tespitinden önceki hakka dayanarak genel mahkemelerde dava açabileceği, davacı Hazine'nin 10 yıllık süreye bağlı kalmadan her zaman Devletin hüküm ve tasarrufu altında iddiasıyla genel mahkemelerde dava açabileceği, bu nedenle herhangi bir hak kaybı da söz konusu olmadığı, görev kamu düzenine ilişkin olup, istek olmasa da yargılamanın her aşamasında mahkemece re'sen gözetilmesi gerektiği, mahkemece bu olgular dikkate alınarak yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından ve sayın çoğunluğun görüşlerine katılamadığımızdan direnme karannın onanması gerektiği görüşündeyiz.