"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : KONYA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 5. HUKUK DAİRESİ
İLK DERECE MAHKEMESİ AFYONKARAHİSAR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescili istemine ilişkin açılan davadan dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın, davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun esastan reddine dair verilen karar, süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü.
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle, Afyon ili Merkez ilçe İnaz köyünde yapılan kadastro çalışmaları sonucu 541 ada 39 parsel, 531 ada 1 parsel ve 490 parsel sayılı taşınmazların belgesizden kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle ... ...mirasçısı ... adına tespit ve tescil ediliğini oysaki kök murisin ... ve... adında iki oğlu olmasına rağmen tek mirasçısı... gibi işlem yapıldığını, davacıların diğer mirasçı ...’ın çocukları olduğunu, miras paylarının olduğunu ileri sürerek çekişmeli taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında davacılar adına tescilini istemiştir.
II. CEVAP
Davalılar cevap dilekçesinde özetle, davacıların murisi ...’ın 1930 yılında köyü terk ettiğini, köyü terk ederken taşınmazlarını sattığını, taşınmazlara kendi murisleri...’in zilyet olduğunu, açılan davanın haksız olup hak düşürücü sürenin geçtiğini belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Afyonkarahisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 24/05/2019 tarihli ve 2018/864 E., 2010/473 K. sayılı kararıyla; Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesine göre 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
2. İstinaf Nedenleri
İstinaf dilekçesinde özetle; ...'in mirasının... ve ...'a kaldığı halde, davacıların ...'ın çocukları olarak söz konusu mirastan faydalanma hakkına sahip olamadıklarını, geçmiş zamanda ...’ın usulsüz olarak düzenlediği veraset ilamı ile taşınmazlar üzerinde ... ve mirasçılarının tasarruf hakkına sahip olduğunu, davacıların ise miras üzerinde tasarruf hakkına sahip olduğunun Afyonkarahisar 2. Sulh hukuk Mahkemesinin 2016/50 Esas ve 2016/1362 Karar sayılı dosyasıyla sabit olduğunu, ...'ın haksız ve hukuka aykırı müdahalesi nedeniyle haklarına ulaşamamaları sebebiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, reddinin mümkün olmadığını, karşı tarafın kötü niyetli olduğu açık olup, TMK'nın 2. maddesi gereğince dürüstlük kuralına aykırı davranan kişilerin işlemleri hak düşürücü süre ile koruma altına alınmasının mümkün olmadığını, ayrıca kadastro işleminden önce de söz konusu taşınmazların tapuda kayıtlı olup yeni bir kayıt oluşmadığını, davanın esasına girilerek delillerin toplanması ve sonucuna göre karar verilmesinin gerektiğini, ...'ın hiçbir zaman miras bırakanın terekesine mirasçı olarak gösterilmediğinin davacıların tespiti ile ortaya çıktığını, davalılarca yapılan hileli işlemlere karşı, davacıların bu durumu öğrenme tarihinden itibaren sürelerin işlemesinin gerektiğini, zira söz konusu hakkın hiç doğmadığını, muvazaalı işlemleri fark ettikten sonra gerekli başvuruların yapıldığını, davacıların terekedeki haklarından muvazaa nedeni ile belli bir süre sonra haberdar olduklarını, bu noktada hak düşürücü süreden bahsederek davacıların paylarının kendilerine tescilinin engellenmesinin hakkaniyete aykırılık teşkil ettiğini, zira mirasçılar arasında zamanaşımı işlemeyeceğinin de genel bir ilke olduğunu, bu nedenlerle İlk Derece Mahkeme kararının kaldırılarak, talepleri doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç
Konya Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi 22/01/2020 tarihli ve 2020/31 E., 2020/80 K. sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazların kadastro tespit tutanaklarının 1956 yılında kesinleştiği, ketm-i verese iddiasının tespitten önceki sebeplere dayandığı davanın 10 yıllık hak düşürücü süreden sonra ikame edildiği açıklanarak Mahkemece davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Konya Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Temyiz Nedenleri
Temyiz dilekçesinde özetle; Yerel Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek ve re'sen dikkate alınacak diğer hususlar nedeniyle istinaf dilekçelerinde ki taleplerini tekrar ile ret kararının hükmen bozulmasını talep etmiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, dava dilekçesindeki açıklamalar ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, kadastro öncesi nedenlere dayalı olarak olarak açılan tapu kaydının miras payı oranında iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Dosyaya sunulan tapu kayıt suretleri ve kadastro tutanaklarına göre, çekişmeli taşınmazların 17.01.1956 tarihinde ...oğlu ... adına yapılan tapulama işlemiyle tescil edildiği, daha sonra ... mirasçılarına intikal yapıldığı, 3. şahıslara satış yoluyla el değiştirdiği anlaşılmıştır. Dosyaya sunulan veraset ilamına göre muris ...'in 1925 yılında öldüğü, dava konusu taşınmazların tapulama sırasında murisin oğlu davalıların murisi... adına tescil edildiği, davacı vekilinin iddia ettiği gibi davalılar tarafından alınan bir veraset ilamı ile tescil yapılmadığı anlaşılmaktadır.
3.2. İlgili Hukuk
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesi
3.3. Değerlendirme
3.3.1. 3402 sayılı Yasa’nın 12/3. maddesinde, kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı belirtilerek, mülkiyete ilişkin talepler yönünden hak düşürücü süre öngörülmüş olup, söz konusu Yasa maddesindeki hak düşürücü süre, dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilecektir.
3.3.2. Somut olayda çekişmeli taşınmazların kadastro tutanaklarının 17/01/1956 tarihinde kesinleştiği, bu kesinleşme tarihi ile davanın açıldığı 07/09/2018 tarihi arasında 3402 sayılı Yasa'nın 12/3. maddesinde belirlenen hak düşürücü sürenin geçtiği kuşkusuzdur.
3.3.3. Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinin yerinde olmasına göre Bölge Adliye Mahkemesince (IV./3.) no.lu paragrafta yer verilen gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
VI. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle; davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının HMK’nın 370. maddesi uyarınca ONANMASINA, aşağıda yazılı 26,30 TL onama harcının temyiz edenden alınmasına, 11.05.2022 tarihinde kesin olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptali ve tescil davasıdır.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan Mahkemece re'sen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK'da düzenlendiğine göre aynı Yasa'nın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.
Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.
6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise “Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanun'un temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi ise “miktar veya değeri bir milyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
HMK’nın temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.
Bölge adliye mahkemeleri bilindiği üzere 20.07 2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın Ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından Ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2. maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı Yasa'da temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.
3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin Kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.
Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm, verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun Ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli, en temel ilkelerinden biridir.
Prof. Dr. Baki KURU “Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981. sayfasında “Kanun'dan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve Mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile düzenlenen “Hak arama hürriyeti”nin somut olayla ilgisi bulunmamaktadır. Sayın çoğunluk, dava değerinin düşük olması nedeniyle kanun yolunu kapatan HMK hükümlerinin Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorsa öncelikle Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapması gerekir. Aksi halde halen yürürlükte bulunan veya uygulama tarihinde yürürlükte bulunan yasanın şu veya bu gerekçelerle uygulanmaması keyfilik sonucunu doğuracaktır.
Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından 10.000 TL olarak gösterildiği, keşfen bir değerin belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddedildiği, dosya kapsamıyla sabittir.
Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru no.lu kararı da bu yöndedir.
Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. (Örn: 1.H.D. 2020/3743E, 2021/4867K )
Harçlar Kanunu'nun uygulanması (kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle) hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.
Hal böyle olunca, taşınmaz başında keşif yapılarak Harçlar Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca taşınmazın dava tarihindeki değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından öncelikle gerçek dava değeri usulünce belirlenmeli, taşınmazın değeri istinaf sınırının üzerinde ise öncelikle istinaf incelemesi yapılmalı, ondan sonra temyiz kesinlik sınırının üzerinde ise temyiz incelemesi yapılmalı, değeri temyiz sınırının altında ise yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz dilekçesinin değerden reddine karar verilmelidir, ne var ki bu aşamada taşınmazın gerçek değeri Mahkemece belirlenmediği için bu gerekçeyle, kararın bozulması gerekirken değere bakılmaksızın istinaf ve temyiz incelemesi yapılması gerektiği yönünde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.