Logo

1. Hukuk Dairesi2021/6703 E. 2021/7141 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davacı ile davalı arasında yapılan inançlı işlem sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davasında, davacı tarafından sunulan delillerin davanın ispatı için yeterli olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Mahkemenin, inançlı işlem sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davasında, davacı tarafından sunulan ve davalılarca kabul edilmeyen fotokopi sözleşmenin hükme esas alınamayacağı, ancak davacı ile davalı arasındaki WhatsApp yazışmalarının HMK’nin 202/2. maddesi uyarınca delil başlangıcı sayılabileceği ve bu delillerle birlikte diğer tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gözetilerek, eksik inceleme ile verilen direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 7. HUKUK DAİRESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil

davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, davacı ve davalı ... vekilinin istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince, iddianın ileri sürülüş biçimine göre davanın harici olarak düzenlenen sözleşmeye dayalı tapu iptal ve tescil olmadığı takdirde bedel davası olduğu, sözleşmenin resmi şekilde düzenlenmediğinden geçersiz olduğu, davanın niteliği itibariyle watsapp yazışmalarının delil olarak kabul edilip tanık dinlenemeyeceği ve terditli istem olan bedel isteği yönünden ise davacı yanca ödenen bir bedel olmadığı, davanın reddinin bu gerekçe ile doğru olduğu ve davalı ... vekili lehine taşınmazın dava tarihi itibariyle belirlenen ve harcı tamamlanan dava değeri üzerinden vekalete hükmedilmesi gerekirken ihale bedeli üzerinden vekalete hükmedilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı HMK’nın 353/1.b.2 maddesi gereğince davacının ve davalı ...’nin istinaf başvurusunun bu yönlerden kabulü ile, hüküm ortadan kaldırılarak davanın reddine ve vekalet ücretinin düzeltilmesine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.

Davacı, 2 parsel sayılı taşınmazdaki 12. kat 52 nolu bağımsız bölümün icrada satılma aşamasına gelmesi nedeniyle davalılardan Mustafa ile 22.05.2013 tarihinde sözleşme yaptığını, bu sözleşmede taşınmazı kendisi yerine emaneten davalı ...’nın satın alması ve satış bedeli ödendiğinde emanet aldığı daireyi devretmesi konusunda anlaştıklarını, davalının anlaşmaya uymadığını ve bağımsız bölümü satış suretiyle davalı kardeşi ...’ye devrettiğini, işlemin muvazaalı olduğunu, taşınmazda halen oturmaya devam ettiğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tescilini olmadığı takdirde taşınmazın dava tarihi itibariyle değerinin faizi ile tahsilini istemiştir.

Davalılar, aslı sunulmayan fotokopi belgeyi kabul etmediklerini, 22.05.2013 tarihli fotokopi belgedeki imzanın davalı ...’ya ait olmadığını, bedeli karşılığında bağımsız bölümü satın aldıklarını, kaldı ki bağımsız bölümü ihaleden 127.000,00 TL’ye satın alan ve vergi gibi bir çok ödeme yapan davalı ...’nın ödediği bedelden daha azına satma vaadinin de hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davacının ödeme yaptığına dair iddiasının da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

İlk Derece Mahkemesince, 22.05.2013 tarihli fotokopi belge ve altındaki imzanın davalılar tarafından kabul edilmediği, tanık dinletme talebinin yerinde olmadığı ve inançlı işlem iddiasının yazılı delil ile ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı ve davalı ... vekilinin istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince, iddianın ileri sürülüş biçimine göre davanın harici olarak düzenlenen sözleşmeye dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkin olduğu, resmi şekilde düzenlenmeyen sözleşmenin geçersiz olduğu, davanın belirlenen niteliği itibariyle watsapp yazışmalarının delil olarak kabul edilip tanık dinlenemeyeceği ve terditli istem olan bedel isteği yönünden ise davacı yanca ödenen bir bedel olmadığı, davanın reddinin bu gerekçe ile doğru olduğu ve davalı ... vekili lehine taşınmazın dava tarihi itibariyle belirlenen ve harcı tamamlanan dava değeri üzerinden vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken ihale bedeli üzerinden vekalet ücretine hükmedilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle 6100 sayılı HMK’nın 353/1.b.2 maddesi gereğince davacının ve davalı ...’nin istinaf başvurusunun bu yönlerden kabulü ile, hüküm ortadan kaldırılarak davanın reddine ve vekalet ücretinin düzeltilmesine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 2 parsel sayılı taşınmazdaki 12. kat 52 nolu bağımsız bölüm davacı adına kayıtlı iken yapılan ihalede cebri icra ile davalı ... tarafından satın alındığı, 01.07.2013 tarihinde adına tescil edildiği ve anılan bağımsız bölüm davalı ... tarafından da 10.11.2015 tarihinde davalı kardeşi ...’ye satış suretiyle devredildiği, inanç anlaşmasının dayanağı olarak davacı tarafından sunulan 22.05.2013 tarihli fotokopi niteliğindeki sözleşmenin davalılarca kabul edilmediği, davacı ve davalı ... arasında geçen bir takım ... yazışmalarının sunulduğu, Mahkemece davalılardan watsapp yazışmalarının gerçeğe uygun olup olmadığı yönünde beyanda bulunmalarının istendiği, davalılar vekili 26.11.2018 tarihli beyan dilekçesi ile sunulan yazışmaları kabul ettiği, ancak evin emaneten verildiğine dair imaları içeren mesajlara davalı ...’nın cevap vermediğini, yalnızca satın alma talebini içeren mesajlara cevap verdiğini, bu hususların da sunulan kayıtlarda gözüktüğünü, mesajların inançlı işlem olarak yorumlanamayacağını beyan etmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davacının "inançlı işlem" hukuksal nedenine dayanarak eldeki davayı açtığı, İlk Derece Mahkemesince davanın hukuki sebebinin inançlı işlem olarak nitelendirildiği, ne var ki, Bölge Adliye Mahkemesince davanın hukuki sebebinin harici satış vaadine dayalı tapu-iptal tescil, olmadığı takdirde tazminat olarak nitelendirdiği ve bu çerçevede inceleme ve değerlendirme yapılarak sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanunu'nun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun'un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir

Somut olayda, uyuşmazlığın inançlı işlem hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa bedel isteğine ilişkin olduğu, davacının inançlı işlemin varlığına dair delil olarak dayandığı 22.05.2013 tarihli sözleşmenin fotokopi niteliğinde olması ve davalılar tarafından kabul edilmemesi nedeniyle hükme esas alınması mümkün değil ise de; davacının dayandığı ... yazışmalarının HMK’nin 202/2. maddesi uyarınca delil başlangıcı niteliğinde bulunduğu anlaşılmakla yukarıda değinilen hususlar da gözetilerek tarafların dayanmış olduğu tüm deliller toplanıp, birlikte değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı hukuki nitelendirme ve eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Davacının yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK'nın 371/1-a maddesi gereğince İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24/11/2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.