"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2020/89 E., 2021/160 K.
HÜKÜM : Kısmen Kabul Kısmen ret
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil; meni müdahale ve kal davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mahkemece bozmaya uyularak davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir.
Mahkeme kararı taraf vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikler yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı Hazine vekili 20.10.1981 tarihli dava dilekçesinde; çekişme konusu ... ilçesi, ... mevkiinde kain 2095 parsele uygulanan tapu kaydının 12.05.1955 tarihli ve 47 numaralı tapu kaydından intikal ve ifraz edildiğini, ifrazdan önce 28.05.1954 tarihli ve 86 numaralı tapu kaydı ile miktarı arttırılarak ve sekiz adet tapu kayıtlarının birleştirilmesi ile tek tapu kaydı oluşturulduğunu, tevhit ve tezyide esas teşkil eden Gebze Asliye Hukuk Mahkemesinin 1954/93 E., 192 K. sayılı kararında Hazine hasım gösterilmediğinden ve 2644 sayılı Kanun’un 31 inci maddesi şartlarına uymadığından geçerli olmadığını, kaldı ki taşınmazın deniz kumsalı niteliğinde olduğunun saptandığını, deniz sınırı ile taşınmazın sınırlarının Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 13.03.1972 tarihli ve 7/4 sayılı kararına göre uzman bilirkişiler aracılığıyla tespit edilmesi gerektiğini, deniz ve onun tamamlayıcısı olan kumsal alanların Devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde olduğunu ileri sürerek 2095 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya tesciline, davalıların el atmalarının önlenmesi ile üzerinde bulunan tesislerin kal'ine karar verilmesini talep etmiş, yargılama aşamasında da taşınmaz üzerinde arzi irtifak hakkı sahiplerinin davaya dâhil edilmesini istemiştir.
II. CEVAP
Davalı ... İşleri A.Ş. vekili 04.12.1981 tarihli cevap dilekçesinde; taşınmazın Eylül 1927 tarihli ve 104 numaralı tapu kaydı ve tedavül kayıtlarına göre yapılan tapulama tespitinin 23.03.1962 tarihinde kesinleşerek tapuya tescil edildiğini, davacının ileriye sürdüğü hususların bu tespit tarihinden önce olan nedenlere dayandığını, davanın 766 sayılı Kanun'un 31/2 maddesinde yazılı 10 senelik hak düşürücü süre geçirildikten sonra açıldığını, tescil davasının açıldığı tarihte Hazineye husumet yöneltilmesi zorunluluğu içeren Kanun hükmü bulunmadığından tescil ilamının Hazineyi bağlayacağını, taşınmaza bitişik yitik kişilere ait arazilerin bulunmadığını, kıyının birkaç metresi hariç taşınmazın tamamen kara parçası olduğunu, plajın suni olarak meydana getirildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. MAHKEME KARARI
Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.04.1987 tarihli ve 1981/327 E., 1987/150 K. sayılı kararı ile; 2095 numaralı parselin 16.08.1985 tarihli bilirkişi raporu, 19.09.1985 tarihli kroki ve 14.11.1986 tarihli harita mühendisi raporu ile belirlenen (A), (B), (C), (D) kısımları tutarı olan 5054 m2’ye ilişkin tapu kaydının iptaline, (E) harfi ile gösterilen 4000 m2 tutarındaki yere ilişkin iptal talebinin reddine, davacının tescil talebinin Medeni Kanun (MK)’un 641 inci madde hükmü gereğince reddine ve tescil harici bırakılan 5054 m2’lik kısmın 775 sayılı Kanun gereğince belediyeye devir edilen yerlerden sayılmasına, 19.09.1985 ve 14.11.1986 tarihli krokilerde gösterilen tesisin (E) harfi ile belirtilen yere ait olması nedeniyle kal talebinin reddine, davacının meni müdahaleye ilişkin talebinin ise davalıların da istifadeye hakkı olmasına ve tescil harici bırakılan yer üzerinde kamu niteliğini kaldıracak müdahalelerinin muaraza şeklinde önlenmesine karar verilmiştir.
IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. İlk Bozma Kararı
1. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar Bayramoğlu Sahil Mahallesi İmar İdare ve Bakım İşleri A.Ş. ile Necmi Şahin vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23.12.1988 tarihli ve 1988/9740 E., 14747 K. sayılı kararı ile; hasımsız olarak açılan tescil ve yüzölçümün arttırılması davalarının Hazineyi bağlamayacağı, ne var ki Hazinenin 7 parça temel tapuların belirlenecek kapsamlarına itiraz edemeyeceği, MK’nın 931 ve dava açıldığı tarihte yürürlükte olan 766 sayılı Kanun'un 31/2 ve 3402 sayılı Kanun’un 12 nci maddelerinin deniz kumsalı niteliğindeki kamu malları hakkında Hazinenin açtığı davalarda uygulanma yerinin olmadığı, hâl böyle olunca temel tapuların kapsamlarının sağlıklı olarak belirlenmesinden sonra dava konusu parselin bu yer içinde kalıp kalmadığının kesin olarak saptanması, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen İkinci Karar
Mahkemenin 19.06.2001 tarihli ve 1989/472 E., 2001/381 K. sayılı kararı ile; 2095 sayılı parselin 1094.78 m2'lik kısmının kıyı kenar çizgisi ile deniz arasında kaldığı, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile, dava konusu 2095 parselin bilirkişi rapor ve krokisinde kıyı kenar çizgisi ile deniz arasında kaldığı belirtilen 1094,78m2'lik kısmının davalı adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline ve bu kısıma vaki davalı tecavüzünün menine karar verilmiş, söz konusu karar davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
C. İkinci Bozma Kararı
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 03.05.2010 tarihli ve 2010/4307 E., 2010/5197 K. sayılı kararı ile; 14 Mart 2009 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5841 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi ile 3402 sayılı Kanun'un 12 nci maddesinin 3 üncü fıkrasına "bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dâhil tarafların sıfatına bakılmasızın uygulanır" cümlesi ve aynı Kanun’un 3 üncü maddesi ile de 3402 sayılı Kanun’a " bu Kanun'un 12 nci maddesinin 3 üncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki geçici 10 uncu madde eklendiği, öte yandan, 3402 sayılı Kanun'un 12/3 üncü maddesinde öngörülen süre hak düşürücü süre olup kamu düzeni ile ilgili olduğu, diğer taraftan, her davanın açıldığı tarihteki koşullara bağlı olduğu, somut olayda, kadastro tespitinin kesinleştiği 23.03.1962 tarihinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık sürenin geçtiğinin açık olduğu, ne var ki davalı yararına da 2644 sayılı Kanun’un 8 ve 9 uncu maddelerinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği ve belirlenen kıyı-kenar çizgisine göre taşınmazın bir kısmının, tanımı 3621 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesinde yapılan ''kıyı''da kaldığının keşfen sabit olduğu, hâl böyle olunca, yukarıda değinilen yasal düzenlemeler ve ilkeler gözetilmek suretiyle gerek işin esası gerekse yargılama masrafları, avukatlık ücreti ve harç yönünden bir değerlendirme yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
D. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Üçüncü Karar
Mahkemenin 29.05.2012 tarihli ve 2011/73 E, 2012/233 K. sayılı kararı ile; 23.03.1962 yılında yapılan kadastro tespitinin kesinleştiği ve 3402 sayılı Kanun’un 12/3 üncü maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle davalı Şirket yönünden hak düşürücü süre nedeniyle davanın usulden reddine, hak düşürücü süreye bağlı kararın davanın yargılaması sırasında değişen Kanun kapsamında verilen bir karar olması da gözetilerek davalı Şirket vekili yararına avukatlık ücretine hükmolunmamasına, diğer bütün davalılar yönünden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun 150/5 inci maddesinde yer alan düzenleme çerçevesinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, söz konusu karar davacı Hazine vekili tarafından davalı Şirketle ilgili redde ilişkin olarak temyiz edilmiştir.
E. Üçüncü Bozma Kararı
Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 10.12.2013 tarihli ve 2013/10428 E., 2013/18671 K. sayılı kararı ile; Mahkemenin esasa ilişkin önceki kararı ve Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda açıklanan bozma kararı ile temyize konu son Mahkeme kararı tümüyle, 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 tarihli 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup bu Kanun'un 2 ve 3 üncü maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulduğu, bu Yasa'nın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlandığı, ne var ki, bozma ve mahkeme kararlarından sonra, son kararın temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 tarihli ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.06.1987 tarihli 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12 nci maddesinin 3 üncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3 üncü maddesiyle 3402 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10 uncu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” kararı verildiği ve bu iptal kararının 23.07.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlandığı, öyle ise, kesin hüküm hâlini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Kanun hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa'nın 153 üncü maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de, 10.03.1969 tarihli ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği ve henüz anlaşmazlık hâli devam ediyorsa iptalin kapsamına gireceği, bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararından sonra doğru olduğunun söylenemeyeceği, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesince yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş olmakla artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemeyeceği, hâl böyle olunca, Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiği, somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa'nın 16 ncı maddesiyle 3402 sayılı Kanun’un 36 ncı maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilerek ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekçesiyle karar bozulmuştur.
F. Direnme Kararı (Mahkemece Verilen Dördüncü Karar)
Mahkemenin 28.05.2015 tarihli ve 2015/285 E., 2015/260 K. sayılı kararı ile; kesinleşen kadastro tespitine, yasada Hazine yönünden ayrık bir düzenleme olmamasına ve 3402 sayılı Kanun’un 12/3 üncü maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü sürenin dava tarihinden önce dolmuş olmasına nazaran bozmanın isabetli olmadığı ve önceki kararın isabetli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiş, söz konusu karar davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
G. Dördüncü Bozma Kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2020 tarihli ve 2017/8-1881 E-2017/127 K sayılı kararı ile; "... Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden bu davaya uygulanabilecek olan kanun metni Anayasa Mahkemesince iptal edildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 28.06.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur. O hâlde; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, kesinleşen kadastro tespiti gereğince 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesine göre 10 yıllık hak düşürücü sürenin dava tarihinden önce dolmuş olduğu şeklindeki yerel mahkeme gerekçesinin yerinde olduğu, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. Diğer taraftan 10.12.2013 tarihli Özel Daire bozma kararının 5. paragrafında taraflar ve dava konusu ilgili olmadığı anlaşılan “Davacı ile davalılardan Turgay 10.11.1983 tarihinde evlenmişler, 2.5.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin kararın 2.04.2012 tarihinde kesinleşmesi ile boşanmışlardır. Eşler arasındaki mal rejimi TMK'nın 225/son maddesi gereğince boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Bu durum karşısında evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK'nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM'nın 170.maddesi uyarınca eşler arasında mal ayrılığı rejimi, 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı tarihe kadar 4722 sayılı Kanunun 10. maddesi gereğince, eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden TMK'nın 202. maddesine göre edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.” şeklindeki ibarelerin maddi hata sonucu bozma kararında yer aldığı, dolayısıyla anılan ibarelerin bozma kararından çıkarılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Hâl böyle olunca; direnme kararı bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır." gerekçesi ile karar bozulmuştur.
H. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Beşinci Karar
Mahkemenin 21.04.2021 tarihli ve 2020/89 E, 2021/160 K. sayılı kararı ile; tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacının, dava konusu taşınmazın kıyı-kenar çizgisinden kaldığından bahisle tapu iptal ve tescil ve el atmanın önlenmesi talepli eldeki davayı açtığı, bozma ilamı öncesi yapılan tüm keşif ve bilirkişi incelemeleri sonucunda hazırlanan raporlar sonucunda ve 21.03.2001 tarihli bilirkişi ek raporunda dava konusu taşınmazın 1.094,78 m²'lik kısmının kıyı-kenar çizgisi ile deniz arasında kaldığı, bu kısmın Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğu, kalan 7.959,22 m²'lik kısmın kıyı kenar çizgisi dışında kaldığının anlaşıldığı gerekçesiyle; davanın kısmen kabulü ile dava konusu 2095 parselin 21.03.2001 tarihli bilirkişi ek raporu ekindeki fen bilirkişisi Yunus Tekin tarafından hazırlanan krokide kıyı-kenar çizgisi ile deniz arasında kaldığı belirtilen sarı renkte gösterilmiş 1.094,78 m²'lik kısmın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya kayıt tesciline, bu kısma yönelik davalı tecavüzün menine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuran
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1.Davacı Hazine vekili temyiz dilekçesinde özetle; davanın kısmen kabul-kısmen reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, eldeki davanın, dava konusu 2095 parsel sayılı taşınmazın kıyı-kenar çizgisi kapsamında kalan kısmının iptali talepli olarak açıldığını, taşınmazın ne kadarlık kısmının kıyı-kenar çizgisi kapsamında kaldığı hususunun yargılama sürecinde gerçekleştirilecek keşif ve alınacak raporlar ile tespit edileceğinden, dava dilekçesinde belirli bir miktar yazılmaksızın sadece parsel numarası belirtildiğini, yargılama sürecinde taşınmazın 1.094,78 m2’lik kısmının kıyı-kenar çizgisi kapsamında kaldığının belirlendiğini ve bu miktar yönünden tapu iptal kararı verilmiş olmakla, esasen davanın reddedilmiş kısmının bulunmadığını, dolayısıyla davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, dava sonucunda müvekkili kurum lehine vekâlet ücretine hükmedilmemiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, iptal edilen ve müdahalenin men'ine karar verilen kısım yönünden müvekkili kurum lehine nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini, Mahkeme kararının bu yönüyle de yasaya aykırı olduğunu belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
2. Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; verilen karar ile usuli müktesep hakkın ihlal edildiğini, 23.03.1962 tarihinde kesinleşen kadastro tespitine nazaran 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğunu belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil, müdahalenin men'i ve kâl istemlerine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. T.C. Anayasası'nın 43 üncü maddesi,
2. 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 4 üncü, 5 inci ve 6 ncı maddeleri.
3. Değerlendirme
1. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu 2095 parsel sayılı 9054 metrekare miktarlı müfrez arsa vasıflı taşınmazın 23.03.1962 tarihinde tapulama yolu ile 1/2'şer paylarla ... ve ... Limited Şirketi adına tescil edildiği, daha sonra 27.02.1974 tarihinde bağış yolu ile davalı Şirkete devredildiği, eldeki temyize konu davanın 20.10.1981 tarihinde, 2095 parsel sayılı taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içerisinde kaldığı ileri sürülmek suretiyle tapu iptali ve Hazine adına tescil, el atmanın önlenmesi ve yıkım istemli olarak açıldığı anlaşılmaktadır.
2.Temyiz olunan nihai kararların bozulması, 6100 sayılı HMK'nın Geçici 3/2 nci maddesinin yollamasıyla, 1086 sayılı HUMK'un uygulanacağı davalar yönünden HUMK'un 428 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
3. Temyizen incelenen Mahkeme kararının bozmaya uygun olduğu, kararda ve kararın gerekçesinde hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, bozmaya uyulmakla karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin ise yeniden incelenmesine hukukça imkân bulunmadığı anlaşılmakla ve Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin yukarıda yazılı bozma ilamında da belirtildiği üzere 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 36/A maddesi gereğince yargılama giderleri ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı göz önüne alındığında; davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmemesinde isabetsizlik bulunmadığı gözetilerek temyiz dilekçelerinde ileri sürülen sair nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
4. Ne var ki; çekişme konusu taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içinde kalan kısmının tapusunun iptali ile tescil harici bırakılmasına karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile Hazine adına tesciline karar verilmiş olması doğru değil ise de anılan hususun düzeltilmesi yeniden yargılama yapılması gerektirmediğinden 6100 sayılı HMK'nın geçici 3/2 nci maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 438 inci maddesinin yedinci fıkrası uyarınca Mahkeme kararının düzeltilerek onanması gerekmiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1.Taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddine.
2. Yerel mahkeme kararının hüküm fıkrasının; 1. bendindeki; " -Davanın KISMEN KABULÜ ile dava konusu Kocaeli ili ... ilçesi ... mevkinde kain 2095 parselin 21.03.2001 tarihli bilirkişi ek raporu ekindeki fen bilirkişisi ... tarafından hazırlanan krokide kıyı kenar çizgisi ile deniz arasında kaldığı belirtilen sarı renkte gösterilmiş 1.094,78 m2'lik kısmın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya kayıt tesciline, bu kısma yönelik davalı tecavüzün menine, fazlaya ilişkin talebin REDDİNE," cümlesinin hüküm yerinden çıkarılmasına, yerine 1.bent olarak; " Davanın KISMEN KABULÜ ile; Kocaeli ili ... ilçesi ... mevkiinde kain 2095 parselin 21.03.2001 tarihli bilirkişi ek raporu ekindeki fen bilirkişisi ... tarafından hazırlanan krokide kıyı kenar çizgisi ile deniz arasında kaldığı belirtilen sarı renkte gösterilmiş 1.094,78 m2'lik kısmın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile SİCİLDEN TERKİNİNE, bu kısma yönelik davalı tecavüzün menine, fazlaya ilişkin talebin reddine" cümlesinin yazılmasına, kararın bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
Temyiz eden davacı Hazine harçtan muaf bulunduğundan bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,
Peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz eden davalıya iadesine,
Dosyanın Mahkemesine gönderilmesine,
Kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.02.2024 tarihinde oy birliği ile karar verildi.