"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasında görülen 3621 sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkin davada Mahkemesince verilen 06.05.2010 tarih ve 2006/141, Esas 2008/102 Karar sayılı karar Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.11.2010 tarih ve 2010/11562 Esas 2010/12460 Karar sayılı kararı ile onanarak Mahkemeye iade edilmiş, davacının karar düzeltme talebi üzerine Dairenin 14.04.2011 tarih ve 2011/3404 Esas 2011/4388 Karar sayılı kararı ile bozulması sonrasında yapılan yargılama sonunda, Mahkemesince verilen 13.02.2014 tarih ve 2013/306 Esas 2014/46 Karar sayılı kararı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 13.12.2017 tarih ve 2017/8-1615 Esas, 2017/1706 Karar sayılı Yargıtay ilamı ile bozulmuş olmakla;
Yeniden yapılan yargılaması sonunda verilen "Davanın Kabulüne" ilişkin Mahkeme kararı davalılar tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı Hazine vekili dava dilekçesinde; ... ilçesi, ... mahallesi, Kumluk mevkiinde bulunan 229 ada 17 parsel nolu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısımlarının ... Belediye Başkanlığınca kamunun yararlanmasına açık kumsal olarak düzenlenmesine karar verildiği ancak yapılan incelemede dava konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısımlarının da tapuda davalı adına tescilli bulunduğu, üzerinde bina bulunduğu, Anayasanın 43. maddesi ve 3621 sayılı Kıyı Kanunun 5. maddesinde “Kıyılar herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir….” hükümlerinin bulunduğunu, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmazlar kamu malı olup, hiçbir şekilde özel mülkiyet içerisinde olamayacaklarını, Yargıtay içtihatlarında da yerleştiği üzere bu tür yerlerde oluşan tapu kayıtları bu yerlerin özde kıyı olma olgusunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taşınmazı tapu ile satın alan kişilerin de MK 1023 maddesindeki iyi niyet kuralından yararlanmalarının mümkün bulunmadığını, bu nedenlerde kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısımların davalı adına olan tapu kaydının iptali ve tescil harici bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalılar vekili dava konusu taşınmazın davalıların tapulu yeri olup hudutlarının sabit olduğunu, tapu tesis tarihinden beri aynı hudutlar içerisinde kullanıldığını, dava konusu yerin tamamen kültür arazisi olduğunu, kıyı kenar çizgisi içerisinde ve umuma ait bir yer vasfında olmadığını, diğer yönden 3402 sayılı yasanın 12. maddesi kadastro tespitinden sonra revizyon gören ve tescil edilen kayıtlar için bu tespitten önceki nedenlerle 10 yıl geçtikten sonra dava açılamayacağını, davada sukutu hak süresi olduğunu, öncelikle davanın bu nedenle reddi gerektiğini, kıyı kenar çizgisi geçirilirken herhangi bir tebligat yapılmadığını, kadastro aşamasında da bu çizginin gösterilmediğini, kıyı kanunun son değişikliğinde 5 kişilik uzman bilirkişi heyetinin raporu ile kıyı kenar çizgisi yerinin tespitinin zorunlu kılındığını, oysa dava konusu parselde böyle bir çalışmanın henüz yapılmadığını, kaldı ki kıyı kenar çizgisi içinde bir bölüm yerin kalmasının mümkün olmadığını, kıyı kenar çizgisinin yeniden usulüne uygun olarak tespit edilmesi gerektiğini, dava dilekçesinde dava konusu taşınmazın kaç metrekarelik kısmının iptalinin istendiğinin belli olmadığını, dava dilekçesinin bu yönü ile usulüne uygun olmadığını, Anayasanın sadece kıyıların korunmasını değil, kişilerin mülkiyet hakkına saygıyı da emrettiğini, açılan bu dava ile davalıların Anayasanın koruması altında olan mülkiyet hakkına maddi ve manevi yönden tecavüz vaki olduğunu, tüm hukuk sistemlerinde geçerli olan kazanılmış haklara saygı ve tapu kayıtlarına güvenirlik ilkesinin de çiğnendiğini, bütün bunlara rağmen kıyı yasasının uygulanması isteniyorsa bundan doğacak gerçek zararın ödenmesi gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
III. MAHKEME KARARI
Mahkemenin 06.03.2008 tarih ve 2006/141 Esas, 2008/102 Karar sayılı sayılı kararıyla; dosyaya sunulan 06.12.2007 tarihli bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın tamamının kıyı kenar çizgisi içerisinde kalmış olması nedeniyle bilirkişi raporuna itibarla davanın kabulü ile 229 Ada 17 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına tapu kaydının iptali ile kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeniyle tescil harici bırakılmasına karar verilmiştir.
Kararın davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 17.09.2008 tarih 2008/7103 Esas, 2008/9360 Karar sayılı kararı ile onanmasına karar verilmiştir. Anılan karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuştur.
IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. YARGITAY 1. BOZMA İLAMI
Mahkemece verilen 06.03.2008 tarih ve 2006/141 Esas, 2008/102 Karar sayılı karar Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 23.12.2009 tarih 2009/12896 Esas 2009/13663 Karar sayılı ilamı ile; 5841 sayılı yasanın 2. Maddesi ile değiştirilen 3402 sayılı yasanın 12. maddesine eklenen hüküm gereğince hak düşürücü süreden davanın reddi gerektiği ayrıca davanın açıldığı tarih itibariyle Hazinenin davasında haklı olduğu ve sonradan çıkan yasa gereğince haksız duruma düştüğü belirtilmekle yargılama gideri ve avukatlık ücreti yönünden davalının sorumlu tutulması gerektiği gerekçesi ile bozulmuştur.
B. YARGITAY BOZMA İLAMI ÜZERİNE MAHKEME KARARI
Mahkemece Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23.12.2009 tarih ve 2009/12896 Esas, 2009/13663 Karar sayılı bozma ilamına uyulmasına ve davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilip, yargılama gideri ve avukatlık ücretine davacı ... yararına olacak şekilde hükmedilmiştir.
C. YARGITAY 2. BOZMA İLAMI
Mahkemece verilen 06.05.2010 tarihli karar Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.11.2010 tarih ve 2010/11562 Esas, 2010/12460 Karar sayılı ilamı ile onanmış, davacının karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.04.2011 tarih ve 2011/3404 Esas, 2011/4388 Karar sayılı ilamı ile; "Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptali ve taşınmazın sicil kaydının kütüktün terkini isteğine ilişkin olup, (...) 19.1.2011 tarihinde yürürlüğü giren ve 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 36. maddesi hükmüne 16. maddesi ile ilave edilen 36/A maddesi hükmünde kadastroya dayalı işlemlerden dolayı kamu kurum ve kuruluşlarınca açılacak davalar neticesinde davalı taraf davayı kaybetse dahi yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı hükmü öngörülmüş, 17. maddesi ile de anılan hükmün uygulanma zamanı infaz aşamasına kadar uzatılmıştır.
Diğer taraftan, yürürlüğe giren Yasa hükmünün geçmişe şamil olarak uygulanması öngörüldüğünde anılan bu husus kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eder. Nitekim anılan 6099 sayılı Yasanın eldeki davalara da uygulaması gerektiği kuşkusuzdur. Esasen kararın davalı tarafından temyiz edilmemiş olması da neticeye etkili değildir. Anılan husus, karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan incelemede anlaşıldığından, davacının karar düzeltme isteğinin HUMK.'nun 440. maddesi uyarınca kabulüyle, Dairenin 29.11.2010 tarih 2010/11562 Es. ve 12460 K. sayılı onama ilamının yargılama giderleriyle ilgili bölümünün ortadan kaldırılmasına, 6099 Sayılı Yasa hükümleri çerçevesinde yerel mahkemece irdeleme ve değerlendirme yapılarak bir hüküm kurulması için yerel mahkemenin 06.05.2010 gün ve 2010/117 Esas, 2010/248 sayılı kararının açıklanan gerekçelere hasren bozulmasına" karar verilmiştir.
D. YARGITAY BOZMA İLAMI ÜZERİNE MAHKEME KARARI
Mahkemece Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.04.2011 tarih ve 2011/3404 Esas, 2011/4388 Karar sayılı ilamına uyulmasına; "her ne kadar davacı açmış olduğu dava ile dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını belirterek tapu kaydının iptali ile tespit harici bırakılmasını istemiş ve alınan bilirkişi raporunda taşınmazın kıyı kenar çizgisinde olduğu anlaşılmış ise de; 25.02.2009 tarihinde kabul edilip 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı yasanın ikinci maddesi ile değişik 3402 sayılı yasanın 12. Maddesinin 3. Fıkrasına eklenen "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer Kamu Tüzel Kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır" ve üçüncü maddesine eklenen geçici sekizinci maddesinin "bu kanunun 12. Maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin Hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" hükümleri dikkate alındığında kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 14.09.1981 tarihi ile davanın açıldığı tarih olan 13.12.2004 tarihi arasında 3402 sayılı yasanın 12/3 maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürüçü sürenin geçmiş olduğu anlaşıldığından açılan davanın zaman aşımı nedeni ile reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 29.11.2010 tarihli kararı ile kararın onandığı, karar düzeltme talebi üzerine de 14.04.2011 tarihli karar ile esasa ilişkin bir bozma yapılmayıp sadece yargılama giderlerini ortadan kaldırılmasına dair bozma yapıldığından esasa ilişkin kararın kesinleştiği bu nedenle esasa dair yeniden karar verilmesine yer olmadığına, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 14.04.2011 tarihli kararında belirtildiği üzere "19.1.2011 tarihinde yürürlüğü giren ve 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 36. maddesi hükmüne 16. maddesi ile ilave edilen 36/A maddesi hükmünde kadastroya dayalı işlemlerden dolayı kamu kurum ve kuruluşlarınca açılacak davalar neticesinde davalı taraf davayı kaybetse dahi yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı" belirtildiğinden mahkememizin 06.05.2010 tarihli kararında verilen yargılama giderlerine dair bölümün ortadan kaldırılmasına dair karar verildiğinden yargılama giderlerinin davacı Hazine üzerinde bırakılmasına" karar verilmiştir.
E. YARGITAY 3. BOZMA İLAMI
Mahkemece verilen 29/12/2011 tarih ve 2011/499 Esas, 2011/743 Karar sayılı kararı Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 28/10/2013 tarih ve 2013/11718 Esas 2013/15272 Karar sayılı ilamıyla; "... Mahkemenin kararı 5841 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanunun 2. ve 3. maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur. 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlede: “bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın" ve 3. maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10. maddesinde ise; “Bu Kanunun 12.maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazinenin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.Ne var ki, yerel mahkemenin yargılaması devam ederken, Anayasa Mahkemesi'nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır. Diğer taraftan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesinde yer alan “Hakim, ... hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır. Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, kesinleştiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına dair karar verildiği tarih itibariyle hükmün doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa'nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de, 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nın gerekçe bölümünde belirtildiği üzere, iptal kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi'nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer. Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenlerle Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'yla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi, Mahkemece bu konudaki görüşün ortaya konulması ve ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır." gerekçesi ile bozulmuştur.
F. YARGITAY BOZMA İLAMI ÜZERİNE MAHKEME KARARI
Mahkemenin 13.02.2014 tarihli 2013/306 E., 2014/46 K. Sayılı kararı ile; "tüm dosya kapsamı bir bütün olarak nazara alındığında mahkememizin 06.05.2010 tarih 2010/117 esas 2010/248 karar sayılı kararının Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 2010/11562 esas, 2010/12460 karar sayılı kararı ile onandığı anlaşılmış ve kararda da açıkça belirtilmiş olmakla davacının karar düzeltme talebi üzerine 14.04.2011 tarihli karar ile esasa ilişkin bir bozma yapılmayıp sadece yargılama giderlerinin ortadan kaldırılmasına dair bozma yapıldığından davanın reddine ilişkin kararın bahsi geçen bu kararla kesinleştiği ve mahkememizce kurulan karar verilmesine yer olmadığına dair hükmün hukuki olarak doğru ve yerinde bir karar olduğu, ortada kesinleşmiş bir hüküm var olduğundan uyuşmazlığın kesinleşmediğini iddia etmeye yönelik bir tutumun ... Hukuk Mevzuatındaki yargılamaya ilişkin usuller ve mahkemelerce kurulan hükümlere ilişkin kesinleşme sürecine dair tanzim olunan yasal yollara ilişkin hukuksal düzenlemelere tamamen aykırı olduğu gibi ulusal mevzuatımız ve HMK sistemi gözönünde tutularak mümkün görünmediği anlaşılmakla, bozma ilamında da belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesi iptal kararının kesin hüküm halini almış somut dosyamızdaki bu uyuşmazlığa uygulanamayacağı sonuç ve kanaatine varılmakla mahkememizin 29.12.2011 tarih ve 2011/499 Esas, 2011/743 karar sayılı kararında direnilmesine,
Davacı Hazine'nin açtığı tapu iptali ve tescil davasının reddedilmesi üzerine Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin 29.11.2010 tarihli kararı ile karar onanarak karar düzeltme talebi üzerine 14.04.2011 tarihli kararında esasa ilişkin bir bozma yapılmayıp sadece yargılama giderlerinin ortadan kaldırılmasına dair bir bozma yapılmış olduğu görülmekle, bu nedenle esasa ilişkin hüküm kesinleştiğinden esasa dair yeniden Karar Verilmesine Yer Olmadığına,
Yargıtay 1.Hukuk dairesi'nin 14.04.2010 tarihli kararı ile mahkemenin 06.05.2010 tarihli kararında verilen yargılama giderlerine dair bölümün ortadan kaldırılmasına dair karar verildiğinden yargılama giderlerinin davacı hazine üzerinde bırakılmasına, karar verilmiştir.
G. YARGITAY 4. BOZMA İLAMI
Mahkemece verilen 13.02.2014 tarih ve 2013/306 Esas 2014/46 Karar sayılı karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.12.2017 tarih ve 2017/8-1615 Esas 2017/1706 Karar sayılı ilamı ile "..…Yerel mahkeme kararı bozma kararı ile birlikte ortadan kalkıp hukuki geçerliliğini yitirmektedir. Bozulan karar, sonraki kararın eki niteliğinde de değildir. Bu nedenle kurulacak yeni hüküm 6100 sayılı Kanun'un 297. maddesine uygun şekilde oluşturulmalıdır. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 14.05.2014 gün ve 2013/9-1989 E., 2014/657 K.; 29.03.2017 gün ve 2017/11-76 E., 2017/570 K. sayılı kararı ile 05.04.2017 gün ve 2017/19-909 E., 2017/622 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler vurgulanmıştır.
Bu durumda, sadece davanın fer'î niteliğindeki yargılama giderleri yönünden kurulan hükmün tek başına infaz kabiliyetinin bulunduğunu ve yukarıda açıklanan usul hükümlerine uygun olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Yerel mahkeme kararı bu hâliyle az yukarıda açıklanan ilkelere uygun olmayıp, ortada usulünce oluşturulmuş bir direnme kararı bulunmamaktadır. O hâlde, mahkemece Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesine uygun şekilde hüküm kurulması için işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin kararın bozulması gerekir." gerekçesi ile bozulmuştur.
V. MAHKEMECE BOZMA İLAMINA UYULARAK VERİLEN KARAR
Mahkemenin 06.04.2021 tarihli ve 2018/75 E., 2021/143 K. sayılı son kararıyla; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.12.2017 tarih ve 2017/8-1615 Esas 2017/1706 Karar sayılı kararına uyulmasına, Dava konusu taşınmaz ile ilgili tapu kayıtları ve dayanak belgeleri ile kıyı kenar çizgisine ait harita ve dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgeye ilişkin eski tarihli Memleket Haritası ve hava fotoğrafları celp edildiği, tarafların iddiaları doğrultusunda taşınmaz başında keşif yapıldığı, Jeolog bilirkişi ile Harita Mühendisi bilirkişiler vermiş oldukları raporlarında özetle; resmi kıyı kenar çizgisi ve Mahkemenin belirlediği kıyı kenar çizgisi zemine aplike edildikten sonra koordinatlar da belirtilerek dava konusu taşınmazın tamamının yeni belirlenen kıyı kenar çizgisinin içerisinde kaldığını belirledikleri, Dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgede yerleşimin Kıyı Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden önce başlaması ve tarafların bilirkişi raporuna itiraz etmeleri nedeni ile taşınmaz başında üç kişilik Jeolog bilirkişi ve bir Harita Mühendisi bilirkişi ile yeniden keşif yapıldığı, bilirkişi kurulu vermiş oldukları raporlarına göre; taşınmazın tamamının yeni belirlenen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını, Dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgede İdare tarafından belirlenmiş kıyı kenar çizgisi olmasına rağmen, söz konusu kıyı kenar çizgisi belirlenmesine ilişkin işlemin taraflara tebliğ edilmediği gibi kıyı kenar çizgisi belirleme işlemi ile ilgili İdari Yargıda herhangi bir dava açılmadığı anlaşıldığından, belirlenen kıyı kenar çizgisinin kesinleşmediği ve Mahkemece taşınmazın bulunduğu bölgede Jeolog bilirkişi arayıcılığı ile keşif yapılarak kıyı kenar çizgisi belirlendiği, yeni belirlenen kıyı kenar çizgisine göre dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı, davalının sunduğu dava konusu taşınmaza ilişkin ... Kadastro Mahkemesi'nin 1989/80 Esas sayılı dosyasında Hazine'nin taraf olmadığı dolayısıyla kesin hükmün koşulları oluşmadığı gibi; 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususu da gözetilmek suretiyle dava konusu taşınmazın her iki bilirkişi raporunda da Mahkemece belirlenen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı" gerekçesiyle Davanın kabulüne; ... ili, ... ilçesi, ... mahallesi, Kumluk mevkii, 229 ada 17 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile Tescil Harici Bırakılmasına karar verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar ve dahili davalılar vekili ayrı ayrı temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
1. Davalılar vekili; "Dava konusu taşınmazın ... Kadastro Mahkemesinin 1989/80 Esas, 1990/40 Karar sayılı kararı ile tapuya davalılar murisi adına tescil edilmiştir. ... Kadastro Mahkemesinin 1989/80 Esas, 1990/40 Karar sayılı kararı incelendiğinde dava konusu yerin mülkiyetinin davalılara ait olduğu tespit edilerek tapuya bu şekilde tesciline karar verildiğini ve bu hükmün kesinleştiğini, Mahkemece bozma ilamında belirtildiği gibi ... Kadastro Mahkemesinin 1989/80 Esas, 1990/40 Karar sayılı kararına konu yerin dava konusu yer olup olmadığının incelemesi gerekirken eksik inceleme ile temyize konu kararın verilmiş olması hukuka aykırı olduğunu" belirterek kararın bozulmasını istemiştir.
2. ... mirasçıları olan davalılar vekili özetle; "Yargılama devam ederken 21.02.2021 tarihinde ...'nın öldüğünü, yerel mahkeme taraf ehliyeti sona ermiş olan müteveffa hakkında hüküm kurduğunu" ifade ederek yasaya aykırı kararın bozulmasını istemiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, 3621 sayılı Kanundan kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kıyıdan yararlanma” başlıklı 43. maddesi; “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.” şeklindedir.
3621 sayılı Kıyı Kanun’un “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı; “…Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını, Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı…” ifade eder. Aynı Kanun’un “Genel esaslar” başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı; “…Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır, Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur…” şeklinde düzelenmiştir.
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı 12. maddesinin ilgili 3. fıkrası şöyledir : "Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. "
5841 sayılı Kanun'un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümle: "Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır. "
5841 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile 3402 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. Madde: "Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır. " şeklindedir.
Bilindiği üzere, 25.02.2009 tarihinde kabul edilen 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümle ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesindeki hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve Anayasa Mahkemesince 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 Esas 2011/77 Karar sayılı karar ile anılan hükümlerin iptaline karar verilmiştir.
3. Değerlendirme
1.Temyiz olunan nihai kararların bozulması, 6100 sayılı HMK'nın Geçici 3/2 maddesinin yollamasıyla, 1086 sayılı HUMK uygulanacağı davalar yönünden HUMK'un 428. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
2.Temyizen incelenen Mahkeme kararının bozmaya uygun olduğu, kararda ve kararın gerekçesinde hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasında bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla; temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı Hazine vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan kararın ONANMASINA,
Aşağıda yazılı 120,60 TL bakiye onama harcının ayrı ayrı temyiz edenlerden alınmasına;
Dosyanın Mahkemesine gönderilmesine,
Kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
22.06.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.