"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2017/312 E., 2023/266 K.
HÜKÜM : Ret
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mahkemece bozmaya uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkeme kararı davacılar ve tereke temsilcisi vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikler yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı; babası ...’in hukuki ehliyete sahip olmadığını, bu durumu bilen davalı kardeşi ...’in dava konusu 462 ada 17 ve 463 ada 5 sayılı parselleri babasından devir aldığını, 372 ada 20, 461 ada 1 ve 27, 462 ada 21 ve 22 ile 829 ada 1 sayılı parselleri ise babasından hile ile aldığı vekaletname ile diğer davalı ...’a devrettiğini, babaları ....’nin kısıtlanacağını duyan davalı ...’ın 462 ada 17 sayılı parseli diğer davalı ...’a devrettiğini, 17.08.2011 tarihinde kısıtlanan ...'in temlik ve vekalet tarihinde ehliyetsiz olduğunu, davalıların el ve iş birliği içerisinde hareket ettiğini ileri sürerek çekişmeli taşınmazların davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile ... adına tescilini istemiş, ...’in yargılama sırasında ölümü üzerine terekesine ... temsilci olarak atanmış ve onun tarafından davaya devam olunmuştur.
II. CEVAP
Davalılar.... ve .....; çekişmeli taşınmazları bedeli karşılığında ...’den aldıklarını, ....’in aldığı taşınmaz için 300.000,00 TL’nin, .....’nın aldığı taşınmaz için 50.000,00 TL’nin diğer davalı ... hesabına yatırıldığını, taşınmazları alım güçlerinin bulunduğunu, iyi niyetli üçüncü kişiler olduklarını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Davalı ..., davaya cevap vermemiştir.
III. MAHKEME KARARI
Kadirli 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.06.2014 tarihli ve 2011/430 E- 2014/382 K sayılı kararıyla; temlik tarihinde ...’in ehliyetsiz olduğu gerekçesiyle çekişmeli taşınmazların davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile ... mirasçıları adına payları oranında tesciline karar verilmiştir.
IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar ... ve ... tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
2. Dairenin 06.06.2017 tarih ve 2014/19876 E, 2017/3200 K sayılı kararıyla; "... Somut olayda, ehliyetsizlik iddiası yönünden yukarıda değinilen ilke ve düzenlemeler kapsamında araştırma yapılmadığı ve Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmadan sonuca gidildiği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, ...’in vekaletname ve temlik tarihlerinde hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması,....’nin ehliyetsiz çıkması halinde davalı ...’in ikinci el konumunda bulunduğu gözetilerek iyi niyetli olup olmadığı hususu üzerinde durulması, ehliyetli çıkması halinde ise dayanılan diğer hukuki neden üzerinde durularak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
" gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; bozma ilamı doğrultusunda ...’in vekaletname ve temlik tarihlerinde hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan ve itiraz üzerine Adli Tıp Birinci Üst Kurulundan raporlar temin edildiği, bu haliyle ATK bünyesindeki son karar merciinden hukuki ehliyetsizlik hususunda rapor alınarak bozma ilamının karşılandığı, rapor içeriklerine nazaran ...'in vekaletname ve akit tarihlerinde fiil ehliyetini müessir ve kişide şuur ve hareket serbestisi ile olayları kavrayıp onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme yeteneğini ortadan kaldıracak veya azaltacak mahiyet ve derecede akıl hastalığı, akıl zayıflığı, bunama hali veya organik defısiter araz içinde bulunduğunu gösteren tıbbi bulgu ve belgeye rastlanmadığının, kendisinde mevcut sistemik hastalıkların da tek başına fiil ehliyetini etkilemeyeceğinin, murisin işlem tarihinde telkinlere mukavim olabileceğinin, kendi hür iradesi istikametinde serbest olarak eylem ve işlemlere girişebileceğinin saptandığı, bu haliyle fiil ehliyetini haiz olduğu bildirildiğinden davacı yanın hukuki ehliyetsizlik iddiasının yerinde olmadığı, fiil ehliyetini haiz biçimde davalı vekile yapılan temlikten sonra davalı ... tarafından davalı ...'e yapılan ve aksi sabit olmayan savunma ve beyanlara nazaran iyi niyetle ve bedeli ödenerek edinilen 462 ada 17 parsel yönünden yolsuz bir tescilin olmadığının sabit hale geldiği; vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası yönünden yapılan değerlendirmede ise davacı yanın, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ve davalı vekil İlhan ile davalı ...'nın el ve işbirliği içerisinde hareket ederek ...'i zararlandırdığını ispat ile yükümlü olduğu, davalı ...'ya davalı ... tarafından yapılan devirlerin bedelsiz olarak ve göstermelik şekilde yapıldığına, bu devir işlemlerinin gerçek satış mahiyetinde olmadığına ilişkin dosya kapsamında somut bilgi ve belge olmadığı gibi, Ziraat Bankası yazı cevabına nazaran davalı ... tarafından arazi bedeli açıklaması ile davalı ... hesabına para aktarımının olduğu, anılan banka yazı cevabının davalı yanın taşınmazların bedelsiz olarak edinilmediğine ilişkin savunmasını doğruladığı, vefatına kadar davalı oğlu İlhan ile yaşayan davalı oğlu .... ile aralarında dış dünyaya yansıyan herhangi bir uyuşmazlık/anlaşmazlık/baskı/zorlama olduğuna ve dışarıdan bunun gözlemlenebildiğine ilişkin Mahkemece kanaate varılacak bir beyanın bulunmadığı da nazara alındığında davalı ...'nın davalı ... ile çıkar ve işbirliği içerisinde olduğuna veya müteveffa Veli aleyhine davalı ... ile beraber kötü niyetli olduğuna ilişkin kanaate de varılmadığı, bu haliyle davalı ... tarafından vekalet görevi kötüye kullanılmış olsa dahi davalı ...'nın bu durumu bilebileceği veya bilmesi gerekeceği hususunda kanaat oluşmadığı gerekçesiyle terditli dayanak yönünden de davanın reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuran
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar ve tereke temsilcisi vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacılar ve tereke temsilcisi vekili temyiz dilekçesinde özetle; ATK'dan alınan rapor ve ek raporun eksik incelemeye dayalı ve yetersiz olduğunu, Adli Tıp Raporunun gerekçesiz olduğunu, ikinci olarak ileri sürdükleri terditli talebin ise muris muvazaasına dayalı olduğunu, murisin oğlu olan davalı ...'ın murisle aynı evde ikamet etmekte olduğunu ve bunun da muvazaalı işlemin ana kaynağını oluşturduğunu, Mahkemece vekaletin kötüye kullanılması şeklindeki gerekçenin davaya ve dosya kapsamına uygun düşmediğini, muvazaa nedeniyle davanın kabulü gerektiğini, ...'in ekonomik bir kaygısının olmadığını, satış yapmasını gerektirir bir durumun bulunmadığını, tanıkların da benzer yönde beyanda bulunduklarını, davalıların satışın gerçek olduğuna dair beyanlarının inandırıcı olmadığını, davalı tanığı ...'un davalıların tüm iddialarını çürüttüğünü, tanık ...'nin ise bozma öncesi ve sonrası farklı ve çelişkili beyanlarda bulunduğunu, davalı ...'in iyiniyetli 3.kişi olmadığını, özellikle 13.10.2010 tarihinde 462 ada 17 parsel sayılı taşınmazı hile ile adına tescil ettiren davalı ...'ın 16.02.2011 tarihinde davalı ...'a satış yaparak kaçırdığı taşınmazı daha da sağlama almak istediğini, özellikle vasi tayini için dava açıp taşınmazlara tedbir konulmasına karar verildiği gün bu satışın yapıldığını, yani İlhan'ın tedbir konulmadan bu taşınmazı 3. bir şahsa devrederek tedbir konulmasını önlemek istediğini, zaten kullanmadığı, görmediği bir taşınmazı alan bu davalının beyanlarından da gerçek bir satış olmadığı ve iyi niyetli olmadığının anlaşıldığını, yine bozma sonrası Mahkemece yapılan 09.03.2023 tarihli kolluk araştırmasında da murisin tarlalarını kiraya verdiği, gelirinin olduğu ve maddi yardıma muhtaç olmadığı, hatta vefat edene kadar da dava konusu evde davalı ... ile birlikte ikamet ettiklerinin tespit edildiğini, şayet muvazaalı bir satış yok ise acaba satılan bu taşınmazda satıcı ve davalı ...'ın yıllarca oturmasının ne ile açıklanabileceğini belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 9, 10, 13, 15. maddeleri ve 409. maddesinin ikinci fıkrası, 1023.ve 1024.maddeleri.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 504. ve 506. maddeleri.
14.02.1951 tarihli ve 1949/17 Esas, 1951/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı.
08.11.1991 tarihli ve 1990/4 Esas, 1991/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı.
3. Değerlendirme
1.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; ...’in 13.10.2010 tarihinde maliki olduğu 462 ada 17 ve 463 ada 5 sayılı parselleri bizzat davalı oğlu İlhan’a temlik ettiği, İlhan’ın ise 462 ada 17 sayılı parseli 16.02.2011 tarihinde diğer davalı ...’e satış yoluyla devrettiği, yine ...'in 05.10.2010 tarihli vekaletname ile yetkilendirdiği vekil İlhan’ın 372 ada 20 sayılı parselin tamamını, 461 ada 1 sayılı parselin 80/320 payını, 461 ada 27 sayılı parselin 80/320 payını, 462 ada 21 sayılı parselin 5/20 payını, 462 ada 22 sayılı parselin 4/8 payını ve 829 ada 1 sayılı parselin ise ½ payını davalı ...’ya temlik ettiği, bozma sonrası alınan Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 16.03.2020 tarihli ve Adli Tıp 1.Üst Kurulunun 26.10.2021 tarihli raporlarında davacının 05.10.2010 tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır.
2. Hemen belirtmek gerekir ki; davacı ...'in vekaletname tarihinde ehliyetli olduğu Adli Tıp Kurumu raporuyla saptanmak suretiyle ehliyetsizlik iddiası yönünden davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur.
3. Vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedeni yönünden:
Bilindiği üzere; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 390. maddesi) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir (TBK'nın 504/1). Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil, değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'da benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan; vekil ile sözleşme yapan kişi TMK'nın 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olayda; vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebebine dayalı iddianın ispatı bakımından yukarıda belirtilen ilkeler de göz önünde bulundurularak gerekli araştırma ve incelemenin yapıldığını ve son kayıt maliki davalıların iyiniyetli olup olmadıkları hususunda dinlenen tanık beyanlarının yeterli olduğunu söyleyebilme imkanı bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca; Mahkemece, taraf tanıklarının tekrar dinlenmesi, vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası yönünden vekilin vekil eden davacının iradesi doğrultusunda işlem yapıp yapmadığının, vekalet görevinin kötüye kullanılıp kullanılmadığının, çekişmeli taşınmazları edinen davalılar İsmail ve Mustafa'nın edinimlerinin TMK'nın 1023. maddesi gereğince iyiniyetli olup olmadığının açıklığa kavuşturulması ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Diğer taraftan; her ne kadar davacılar tarafından temyiz aşamasında muris muvazaası iddialarının incelenmediği ileri sürülmüş ise de yargılama aşamasında muris muvazaası hukuki sebebine dayanılmadığı, dayanılan hukuki sebebin ancak ıslah yolu ile değiştirilebileceği, bu nedenle Mahkemece bu konuda inceleme yapılmamış olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı da açıktır.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar ve tereke temsilcisi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 6100 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Peşin alınan harcın istek halinde temyiz edenlere iadesine,
Dosyanın Mahkemesine gönderilmesine,
Kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
06.11.2024 tarihinde oy birliği ile karar verildi.