"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2019/98 E., 2022/203 K.
HÜKÜM : Kısmen Kabul
Taraflar arasındaki tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın, davalı Hazine temsilcisi ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 29.11.2018 tarihli 2018/5306 Esas 2018/7204 Karar sayılı kararı ile esastan bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalı Hazine temsilcisi tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; Bala ilçesi Yukarıhacıbekir Mahallesinde yapılan kadastro çalışmaları sonucu ziraate elverişsiz arazi olarak tespit harici bırakılan 4 parça taşınmazı davacının imar- ihya ettiğini, uzun süredir zilyet olduğunu ileri sürerek kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak bu taşınmazların davacı adına tapuya tescilini istemiştir.
II. CEVAP
Davalı Hazine temsilcisi cevap dilekçesinde ve yargılama sırasında, Kadastro Kanunu'nda aranan şartların davacı taraf lehine gerçekleşmediğini belirterek davanın reddini savunmuş, aynı zamanda taşınmazların Hazine adına tapuya tescilini istemiştir.
III. MAHKEME KARARI
Bala Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.03.2015 tarih ve 2013/113 Esas 2015/41 Karar sayılı kararıyla, davanın kısmen kabulüne, fen bilirkişisi tarafından düzenlenen 04.11.2014 havale tarihli raporunda (A) harfi ile gösterilen 22.765,66 metrekarelik alan, (B) harfi ile gösterilen 38.091,82 metrekarelik alan ve (C) harfi ile gösterilen 12.140,91 metrekarelik alanların tarla vasfı ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline, aynı tarihli raporda (D) harfi ile gösterilen 14.015,05 metrekarelik alanın davalı Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine temsilcisi ve davalı ... Belediyesi vekili temyiz talebinde bulunmuştur.
B. Bozma Kararı
Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 29.11.2018 tarihli 2018/5306 Esas, 2018/7204 Karar sayılı ilamı ile "Mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olmadığı, çekişmeli taşınmaz bölümlerinin imar planı kapsamında kalıp kalmadığının sorulması, imar planı kapsamında kalıyor ise bu tarihten itibaren 15-20-25 yıl öncesine ait hava fotoğraflarının getirtilmesi, yerel bilirkişiler, taraf tanıkları, üç kişilik ziraat mühendisleri kurulu ve fen bilirkişinin katılımı ile yeniden keşif yapılarak çekişmeli taşınmaz bölümlerinin öncesi, niteliği, imar ihyaya muhtaç yerlerden olup olmadığı, zilyetliğin başlangıcı, sürdürülüş biçimi araştırılarak davacı yararında 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği süresinin dolup dolmadığının çözümlenmesi gerektiği belirtilerek..." karar bozulmuştur.
C. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile, bilirkişi raporunda davacı tarafın tescilini istemiş olduğu taşınmazlardan (A), (B) ve (C) harfi ile belirtilen kısımların 1979 ve 1991 yılında imar ihyasının tamamlanmış olduğu, ancak (D) harfi ile belirtilen kısmın 1991 yılında hala tarla görünümünde olmadığının belirtildiği, keşif mahallinde dinlenen tanık ve mahalli bilirkişi beyanlarından davacının kendisinin taşınmazları imar ihya ettiği, taşınmazların usulüne uygun ilanlarının yapıldığı, bu sürede taşınmazlar üzerinde herhangi bir hak iddia edenin bulunmadığı, tapusuz taşınmazların olağanüstü zamanaşımı yoluyla adına tescilinin istenebilmesi için varsa imar planından geriye doğru 20 yıl öncesinde imar ihyasının tamamlanarak nizasız ve fasılasız olarak 20 yıldan fazla süredir tescil isteyenin malik sıfatıyla zilyetliğinde bulundurması gerektiği, davacının yasada belirtilen şartları sağladığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne 18.09.2021 havale tarihli fen bilirkişi raporunda (A) harfi ile gösterilen 22.765,66 m²'lik alan, (B) harfi ile gösterilen 38.091,82 m²'lik ve (C) harfi ile gösterilen 12.140,91 m²'lik alanların tarla vasfı ile davacı adına, aynı tarihli raporda (D) harfi ile gösterilen 14.015,05 metrekarelik alanın davalı Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
D. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine temsilcisi temyiz talebinde bulunmuştur.
E.Temyiz Nedenleri
Davalı Hazine temsilcisi temyiz dilekçesinde özetle, kabul kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, bir taşınmazın olağanüstü zamanaşımı ile mülkiyetinin kazanılabilmesi için öncelikle imar -ihya edilmesi ve imar-ihya edildikten sonra 20 yıl zilyetlik gerektiğini, Mahkemece yapılan araştırma ve uygulamanın yetersiz olduğunu, imar ihyanın ne zaman başladığı, ne zaman tamamlandığı hususlarının açıklanmadığını, hava fotoğraflarında kullanılıyor olmasının imar-ihya edildiği anlamına gelemeyeceğini, ziraat bilirkişi raporunun yetersiz olduğunu, davacı tarafın zilyetliğini ispat edemediğini belirterek ve resen tespit edilecek nedenlerle kararın bozulmasını talep etmiştir.
F. Gerekçe
1.Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Dava, imar-ihya ve kazanmayı sağlayan zilyetlik hukuki sebeplerine dayalı tapusuz taşınmazın tescili isteğine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 190 ıncı maddesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6 ve 713/1 inci maddeleri, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14 ve 17 inci maddeleri
3. Değerlendirme
Dosya içeriğine, toplanan delillere, delillerin takdirinin yerinde olmasına ve bozma kararı gereğince işlem yapılmış olmasına göre, davalı Hazine temsilcisinin öteki temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak; davanın açıklanan niteliği itibariyle davalı Hazine yasal hasım konumunda olması nedeniyle aleyhine yargılama giderine hükmedilmesi hukuken mümkün bulunmaması nedeniyle Mahkemece, yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılarak davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi gerekirken, yargılama giderinden yasal hasım konumunda bulunan davalı Hazinenin sorumlu tutulması ve yasal hasım aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesi isabetsizdir.
Ne var ki; anılan hususların düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, Mahkeme kararının hüküm kısmının düzeltilerek onanması, 6100 sayılı HMK’nın geçici 3 üncü maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 438 inci maddesinin yedinci fıkrası hükmü gereğidir.
V. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı Hazine temsilcisinin temyiz itirazlarının değinilen yönden kabulü ile; hükmün 4, 6 ve 8. fıkralarının hükümden çıkarılması ile yerine;
"Davanın niteliği gereği yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
Davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,"
Fıkralarının yazılmasına, Mahkeme kararının bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
Davalı Hazine harçtan muaf bulunduğundan bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,
Dosyanın Bala Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine,27.02.2024 tarihinde kesin olmak üzere oy çokluğuyla karar verildi.
- KARŞI OY -
Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi gereğince açılmış zilyetliğe dayalı tescil davasıdır.
Mahkemece davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar verilmiş, kabul edilen dava yönünden yargılama giderleri ve bunlardan olan karar ve ilam harcının davalılardan alınmasına karar verilmiştir.
Yargılama giderleri ve vekalet ücretleri davalı Hazine temsilcisince temyize getirilmiş, Dairemizin Sayın Çoğunluğunca yasal hasım olduğundan bahisle yargılama giderlerinin davalılardan alınamayacağı, bunlardan davacının sorumlu olması gerektiğinden bahisle düzeltilerek onama kararı verilmiştir.
Sayın Çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; yargılama giderleri ile harcın davayı kazanan davacıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur.
Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında mülkiyet ve miras hakları güvence altına alınmış, ikinci fıkrasında ise “Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabileceğine vurgu yapılmıştır.
Anayasa’nın 36. maddesinde de “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmek suretiyle hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı anayasal koruma altına alınmıştır.
Anayasa’nın 13. maddesinin birinci cümlesinde ise “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.” denilmiştir.
Buna göre diğer şartlar bulunsa bile temel hak ve hürriyetlere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Bir başka ifadeyle kanun dışındaki bir norm veya yargı içtihadıyla temel hak ve özgürlüklere sınırlama getirilmesi mümkün değildir.
Öte yandan yargı harçları 492 sayılı Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş ve kamu düzeninden olması nedeniyle harca ilişkin hükümlerin resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle harca ilişkin hususların resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağı hususu ise -yargılama giderleri, yargılama usulüne ilişkin bir konu olduğundan- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 323. maddesinde harçlar yargılama giderlerinden sayılırken, 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denilmek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağı tereddüde yer vermeyecek şekilde hüküm altına alınmıştır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise şöyledir:
“Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”
Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir.
Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Belediyelerdir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.
Bilindiği üzere Hazine, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı Belediyeler ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının harçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcının mutlak bir şekilde alınması gerekip gerekmeyeceği ve alınacaksa kimden alınacağı sorularının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Yasa koyucu, tereddüde yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağını düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Bu çerçevede Hazineye karşı açılan davada davacının haklı çıkması durumunda bakiye karar ve ilam harcı davalıdan hiç alınmamalıdır. Ancak davasında haklı çıkan davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcı kendisine iade edilmelidir. Nitekim Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında yerleşik uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı hiç alınmazken tescil davasında haklı çıkan davacının harçtan sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yasa koyucu dileseydi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrılan bir düzenlemeye yer verebilirdi.
Sayın Çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Yargıtay uzun yıllara sari içtihadında tescil davalarında yargılama giderlerini davasında haklı çıkmasına rağmen davacı üzerinde bırakmış, bu çerçevede yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilememiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir Kanun’un sözüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa 4721 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir. 6100 sayılı Kanun’un 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denildiğine ve bu hususta Kanun’da bir boşluk veya tescil davaları yönünden bir istisnaya yer verilmediğine göre bu hususta yargı içtihadıyla Kanun’un açık hükmüne aykırı bir uygulama yapılması mümkün değildir. ¹
_____________________________
¹Tescil davasını kaybeden Hazineden kanuni hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin alınmamasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin aynı yöndeki görüş için bkz. Kuru, Baki (2001) Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, 6. Baskı, Ankara, s. 5339.
Öte yandan yukarıda da belirtildiği üzere temel hak ve özgürlüklere ancak kanunla sınırlama getirilebilir. Davasından haklı çıkan kişiden yargı harcı alınmasının gerek mülkiyet gerek ise mahkemeye erişim hakkına getirilen bir sınırlama niteliği taşıdığı açıktır. Sayın Çoğunluğun görüşü kabul edildiğinde anılan haklara kanunla değil yargı içtihadıyla sınırlama getirilmiş olmaktadır. Bu ise Anayasa’nın 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı olarak mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarına sınırlama getirilmesine neden olmaktadır.
Tartışılması gereken bir başka husus da “yasal hasım” meselesidir. Özellikle yasal hasımın ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya bir üstünlük sağlayıp sağlamadığının ele alınması gerekir. Bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, davanın kanun yoluna taşınabilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilebilmektedir. Ne var ki böyle de olsa bir davada Hazine veya diğer kamu kurum ve kuruluşları davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hukuk devleti ilkesi gereğince kural olarak davanın tarafları arasında haklı bir neden olmaksızın bir ayrıcalık yaratılamaz. Sayın Çoğunluk davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması gerektiğini değerlendirirken, davanın reddi halinde davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmedilmesi gerektiğini kabul etmektedirler.
4721 sayılı Kanun’un 713/3. maddesinde tescil davasının Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapu maliki gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılacağı belirtilmiştir. Yargıtay uygulamalarında taşınmaz tapusuz ise dava, tescil davası, tapulu ise tapu iptal tescil davası olarak nitelendirilmektedir. Tapu iptal- tescil davalarında yargılama giderleri yasaya uygun olarak haksız çıkan taraftan alınırken tescil davasında davacı üzerinde bırakılmaktadır. Aynı yasa maddesinin aynı fıkrasında düzenlenen davalılar arasında yargılama giderleri açısından ayrı uygulama yapılması da doğru değildir. Davalının kim olacağının yasada gösterilmiş olması, bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı şeklinde yorumlanamaz. Eğer mahkeme davacının davasını kazanma yönündeki hukuki koşulların oluşmadığını düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak Kanun’un açık hükmüyle çelişmektedir.
Açıklanan nedenlerle davanın kısmen kabul edilmiş olduğu gözetilerek, davalı Hazine temsilcisinin temyiz sebepleri de nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı Belediyeler ise harçlardan muaf olmaması, harçtan ve diğer yargılama giderlerinden davayı kazanan davacının sorumlu tutulmasının doğru olmaması karşısında İlk Derece Mahkemesinin kararının onanması gerekirken yargılama giderlerinden davacının sorumlu olması gerektiği yönündeki Sayın Çoğunluğun düzeltilerek onama görüşüne katılmıyorum.