Logo

11. Hukuk Dairesi2023/6939 E. 2024/9125 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Davalının, ticaret unvanını ve sonradan tescil ettirdiği markasını kullanmasının davacının tescilli markasına ve ticaret unvanına tecavüz ve haksız rekabet oluşturup oluşturmadığı, oluştursa dahi davalının sonradan tescil ettirdiği markasını savunma olarak ileri sürüp süremeyeceği ile tazminat miktarının tespiti.

Gerekçe ve Sonuç: Davacının marka hakkına tecavüz iddiasının 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ile düzenlenmesi ve bu kanunun haksız rekabet korumasını da içerecek şekilde özel ve daha üstün bir koruma sağlaması, ayrıca özel kanun hükmü yanında haksız rekabeti de uygulanmasını gerektirecek bir kanun hükmü bulunmaması nedeniyle, kümülatif korumanın mümkün olmadığı ve sadece özel kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği gözetilerek, haksız rekabetin tespiti ve önlenmesine ilişkin taleplerin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2021/1995 Esas, 2023/1457 Karar

HÜKÜM : Esastan ret; davanın kısmen kabulü

İLK DERECE MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2017/330 E., 2021/88 K.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı, Yargıtayca duruşma istemli olarak taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle; temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne, dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin ikinci fıkrası gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddine karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

KARAR

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının ... ibareli ticaret unvanının 1988 yılından beri ticaret sicilinde adına kayıtlı olduğunu, ayrıca Türk Patent ve Marka Kurumu(Türk Patent) nezdinde 2014/60294 ve 95/002013 numaralı ve '...' ibareli markalarının davacının adına tescilli olduğunu, yapılan araştırmada davalının unvanında da ... ibaresinin olduğunun farkedildiğini, davalının, davacının markasından/tanınmışlığından istifade etmek maksadıyla bilinçli şekilde ticari unvanını davacının markasına benzeterek kullanmaya çalıştığını, davalının müseccel markaya tecavüz ve haksız rekabet fiilleri neticesinde davacının 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) 66/c maddesine göre maddi ve manevi olarak zarara uğradığını ileri sürerek fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davalı eylemlerinin marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet olduğunun tespiti ile müseccel markaya tecavüz ve haksız rekabet fiillerin durdurulmasına ve önlenmesine, davacının müseccel markası olan '...' ibaresinin davalı şirketin ticari unvanından terkin edilmesine ve iş evraklarında, materyallerde ve dijital platformlarda kullanımının engellenmesine, hâlihazırdaki evrak ve materyallerin imhasına, hükmün ilan edilmesine, şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın fiillerin ilk tespiti tarihi itibariyle işleyecek ticari temerrüt faiziyle beraber davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davalı şirketin 19.11.1985 tarihinde kurulduğunu ve ... ibareli ticaret unvanının tescil edildiğini, Türk Patent nezdinde 2015/50602 sayılı, ... ibareli, 12.06.2015 başvuru tarihli markanın 9 ve 35 inci sınıflarda davalı adına tescilli olduğunu, davacının ise davalıdan sonra 12.08.1988 yılında ... ibareli ticaret unvanı ile kurulduğunu ve daha sonra 1993 yılında "..." ibareli ticaret unvanını kullanmaya başladığını, ticaret unvanına tecavüzün olmadığını, davacı tarafın haksız rekabet iddiasına da itibar edilmesinin mümkün olmadığını, taraf şirketlerin ticaret sicil kayıtları incelendiğinde şirketlerin faaliyet alanlarının çok farklı olduğunun görüldüğünü ve her iki şirketin müşteri portföyünün de birbirinden ayrı olduğunu, ortada tanınmış bir "..." markası var ise bunu yaratanın da bizzat davalı olduğunu, davacı yanın "..." markasının tanınmış marka olduğu iddiasına da itibar edilemeyeceğini, davacının markasına bir tecavüz halinin mevcut olmamasının yanı sıra haksız rekabetten de bahsedilemeyeceğini, keza davalının elde ettiği bir menfaat bulunmamakla birlikte davacı tarafın da bir zarara uğradığına ilişkin herhangi bir somut emare bulunmadığını, bu nedenle davacının tazminat taleplerinin de reddinin gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesince, taraflardan her ikisinin de ticaret unvanında "..." markasının aynen yer aldığı, davalı şirketin ticaret sicile davacı şirketten daha önce 19.11.1985 tarihinde kaydedildiği ve "..." ibaresini ilk önce davalı şirketin kullanmaya başladığı, aynı şehirde faaliyet göstermeleri, faaliyet alanlarının benzerliği nedeniyle birbirlerinden haberdar olmamalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, davalının www.kemitekskimya.com.tr alan adını 07.02.2007 tarihinden bu yana kullandığı, davalının distribütörü olduğu şirketler arasında "..." adının da yer aldığı, bu nedenle tarafların birbirlerinden haberdar oldukları, buna rağmen davacının davalıya ait ticaret unvanının terkini için dava tarihine kadar bir talepte bulunmadığı, aradan yaklaşık 27 yıl geçtikten sonra davalının ticaret unvanının terkinini talep etmesinin iyi niyet kuralı ile bağdaşmadığı anlaşılmakla, davalının ticaret unvanının terkini talebinin reddine karar vermek gerektiği, davacı vekilinin, davalının www.kemitekskimya.com.tr alan adını kullanmasının yasaklanmasına da karar verilmesi talebinin ise dilekçeler teatisi tamamlandıktan sonra, ön inceleme aşamasında ileri sürüldüğü ve davalının açık muvafakati olmadıından bu taleple ilgili karar verilmediği, tescilli bir ticaret unvanının terkin edilinceye kadar kullanılmasının marka hakkına tecavüz teşkil etmeyeceği, davalının marka kullanımıyla ilgili sessiz kalma nedeniyle hak kaybının gerçekleştiğine dair savunmasına itibar edilemeyeceği, davacının "..." esas unsurlu markalarının davalının "K ..." markasından daha önce tescil edildikleri, her iki tarafın markalarının esas unsurunun "..." ibaresi olduğu ve ayırt edilemeyecek derecede benzer oldukları, davacının markası"laboratuvar kimyasalları, mikrobiyolojik kimyasallar ve teknik kimyasallar" için tescilli olmasına rağmen, davalının markasının laboratuvarlarda kullanılan araç ve cihazlar için tescilli olduğu, davalının markasını hitap ettiği kitlenin daha bilinçli bir tüketici kitlesi olmasına rağmen kullanılan markaların ayniyet derecesinde benzer olmaları nedeniyle, markaları ilişkilendirme ihtimallerinin mevcut olduğu, bu nedenle davacının markalarının tescili kapsamında kalan ve davalının markasının tescilli olmadığı "laboratuvar kimyasalları, mikrobiyolojik kimyasallar ve teknik kimyasallar" emtiası için "K ..." markasını kullanmasının davacının marka haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği, davacının bu tecavüzün tespitini, önlenmesini ve maddi ve manevi tazminat talep edebileceği, lisans bedeline göre davalının ödemesi gereken maddi tazminat tutarı kesin olarak belirlenememişse de, talep edilen 1.000,00 TL tazminatın tarafların ticaret hacimlerine ve tecavüzün devam ettiği süreye göre makul olduğu, yine davalının kusur durumu, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin devam ettiği süre, tarafların ticari hacimlerine göre 5.000,00 TL manevi tazminatın da hakkaniyete uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalının davacıya ait "..." markası ile karışıklığa neden olacak derecede benzer olan "K ..." markasını internet ortamında davacının markasının tescilli olduğu laboratuvar kimyasalları, mikrobiyolojik kimyasallar ve teknik kimyasallar ürünlerinin tanıtımını yapmak suretiyle kullanarak davacının marka haklarına tecavüz ettiğinin ve haksız rekabette bulunduğunun tespitine, marka hakkına tecavüzün ve haksız rekabetin durdurulmasına, önlenmesine, davalının "K ..." markasını davacının markalarının tescilli olduğu mal ve hizmetler için ürünleri üzerinde, tanıtım malzemelerinde, iş evrakında ve dijital ortamda kullanmasının yasaklanmasına, bu markanın yer aldığı tecavüze konu olan materyallere ve evraka el konulmasına, karar kesinleştiğinde masrafı davalıdan alınmak suretiyle imhasına, 1.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın 01.07.2013 tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, karar kesinleştiğinde masrafı davalıdan alınmak suretiyle hükmün Türkiye çapında yayın yapan günlük bir gazetede bir kez ilanına, davalının ticaret unvanından "..." ibaresinin terkini talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı ve davalı vekilince istinaf edilmiştir.

IV. BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI

Bölge Adliye Mahkemesince, aradan yaklaşık 27 yıl geçtikten sonra davacının, davalının ticaret unvanının terkinini talep etmesinin iyi niyet kuralı ile bağdaşmadığı, bu nedenle davalının ticaret unvanının terkini talebinin reddine karar verilmesinin isabetli olduğu, davacı vekili davalının www.kemitekskimya.com.tr alan adını kullanmasının yasaklanmasına da karar verilmesini talep etmişse de, bu talebini dilekçeler teatisi tamamlandıktan sonra, ön inceleme aşamasında ileri sürdüğünü, davalı tarafça davacının iddiasını genişletmesine muvafakat ettikleri bildirilmediğinden, bu talebin iddianın genişletilmesi niteliğinde görülerek bu taleple ilgili karar verilmemesinin yerinde olduğu, davalının usulen tescil ve ilan edilmiş olan unvanını terkin edilinceye kadar kullanılması marka hakkına tecavüz teşkil etmediği, ancak davalının 2013 yılından itibaren "K ..." markası ile laboratuvar kimyasalları, mikrobiyoloji kimyasalları ve teknik kimyasallar ürünlerinin satışını yapmaya başladığı ve 2013 yılından dava tarihine kadar 5 yıl olarak kabul edilen sessiz kalma nedeniyle hak kaybı süresinin dolmadığı, davacının "..." esas unsurlu markalarının davalının "K ..." markasından daha önce tescil edildikleri, her iki tarafın markalarının esas unsurunun "..." ibaresi olduğu ve ayırt edilemeyecek derecede benzer oldukları, markaları ilişkilendirme ihtimallerinin mevcut olduğu, bu nedenle davacının markalarının tescili kapsamında kalan ve davalının markasının tescilli olmadığı "laboratuvar kimyasalları, mikrobiyolojik kimyasallar ve teknik kimyasallar" emtiası için "K ..." markasını kullanmasının davacının marka haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği yönündeki değerlendirme de yerinde olduğu; davacının açıklanan tecavüz nedeniyle maddi ve manevi tazminat hakkına sahip olduğu, mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemelerine rağmen lisans bedeline göre davalının ödemesi gereken maddi tazminat tutarı kesin olarak belirlenemediğinden taleple bağlı kalınarak 1.000,00 TL tazminata hükmedilmesinin tarafların durumuna ve tecavüzün devam ettiği süreye göre uygun olduğu, davalının kusur durumu, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin devam ettiği süre, tarafların ticari hacimlerine göre 5.000,00 TL manevi tazminatın da hakkaniyete uygun olduğu gerekçesiyle davacı ve davalı vekilinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiş, karar davacı ve davalı vekilince temyiz edilmiştir.

V. TEMYİZ İNCELEMESİ

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, davalının ticaret unvanını markasal kullanıp kullanmadığı, kullanmışsa davacının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturup oluşturmadığı, davalının 12.06.2015 başvuru tarihli ve 17.05.2016 tescil tarihli sonraki markasını savunma olarak ileri sürüp süremeyeceği ile tazminat miktarı noktalarında toplanmaktadır.

2. İlgili Hukuk

1.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 353/1,b(1), 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri.

2.556 sayılı KHK'nın 9 ve 61 inci maddeleri

3. Değerlendirme

1. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 353/1-b(1) hükmü uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin karara yönelik davacının (4) numaralı bendin ve davalının (5 ve devamı) numaralı bentlerin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2.Dava, davalının ticaret unvanı kullanımının ve sonra tescil edilen markasının davacının adına tescilli markaları ve ticaret unvanıyla aynı/benzer olduğu iddiasına dayalı marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, meni ile maddi ve manevi tazminatın tahsili ve ticaret unvanının terkini istemlerine ilişkindir.

3. İlk derece mahkemesince davacının "..." esas unsurlu markalarının davalının "K ..." markasından daha önce tescil edildikleri, taraf markalarının ayırt edilemeyecek derecede benzer oldukları, davacının markalarının tescili kapsamında kalan ve davalının markasının tescilli olmadığı emtialar için "K ..." markasını kullanmasının davacının marka haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği, davacının bu tecavüzün tespiti, önlenmesi ile maddi ve manevi tazminat talep edebileceği, lisans bedeline göre davalının ödemesi gereken maddi tazminat tutarı kesin olarak belirlenememişse de, talep edilen 1.000,00 TL tazminatın tarafların ticaret hacimlerine ve tecavüzün devam ettiği süreye göre makul olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalının davacının marka haklarına tecavüz ettiğinin ve haksız rekabette bulunduğunun tespitine, bu fiilerin durdurulmasına, önlenmesine, 1.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmiş, Bölge adliye mahkemesince de tarafların istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiş, karar taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

4.Davacı, talep ettiği maddi tazminatın 556 sayılı KHK'nın 66/c hükmüne göre hesaplanmasını istemiştir. Mahkemece emsal lisans sözleşmeleri için yazılan müzekkereye İstanbul Ticaret Odasından(İTO) gelen cevapta cironun %15'inin lisans bedeli olarak uygulandığı bildirilmiştir. Hal böyle olunca yapılması gereken tecavüz dönemine ilişkin davalıdan tüm defter ve kayıtlar istenerek davacı markası kapsamında yaptığı ticarete ilişkin cironun belirlenip, bunun %15'ini tazminat olarak saptamak gerekirken, aksi düşünce ile davacının tazminat talebinin 1.000,00 olarak kabul edilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

5.Davalının temyizine gelince, Mahkemece davalının kullanımlarının marka hakkına tecavüzün yanında haksız rekabet de oluşturduğu benimsenerek tescilli markanın kümülatif olarak korunması cihetine gidilmişse de; bilindiği üzere kümülatif koruma, bir fikri ürünün birden çok mevzuatın koruma şartlarını aynı anda taşıması halinde o mevzuatların tamamı ile korunabilmesidir. Yani, bir fikri ürünün birden çok mevzuatın koruma şartlarını taşıması halinde hak sahibinin her bir yasal düzenlemeye birlikte dayanarak koruma talebinde bulunması ve mahkemelerce de eş zamanlı olarak her bir mevzuat hükümleri ile hak sahibinin tatmin edilmesidir (Cahit, Suluk/(Rauf, Karasu/Temel, Nal, Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara 2022, s. 20-21; Savaş, Bozbel, Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul 2015, s.9). Diğer bir ifade ile, somut davada olduğu gibi, markanın izinsiz kullanılmasının hem marka hakkına tecavüz hemde haksız rekabet davasına konu edilmesi ve mahkemece de eş zamanlı olarak hem marka hakkına tecavüz hem de haksız rekabet davasının kabul edilmesi kümülatif koruma olarak belirtilmektedir.

6.Bu tanımdan hareketle belirtmek gerekir ki, fikri ve sınai haklar belli şartların bulunması halinde kendi özel kanunları ile birlikte haksız rekabet hükümleri ile de, kümülatif koruma ilkesinin bir yansıması olarak korunabilir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki; bu hakların haksız rekabet hukuku kapsamında da korunup korunmayacağının tespitinde ilgili hakkı düzenleyen özel mevzuatın dikkate alınması gerekir. Bu bağlamda, tescilsiz hak özel mevzuatın kapsamı dışında bırakılmışsa, tescil edilmemiş olan ilgili fikri sınai hakın haksız rekabet hükümleri ile korunması mümkündür. Şayet, özel düzenleme tescilsiz hakkı da koruma kapsamına alarak koruma şartlarını tespit etmişse artık haksız rekabet hükümleri uygulama imkanı bulmamalıdır. Meğer ki, yasal düzenlemede haksız rekabete ilişkin ayrı bir hüküm de bulunmuş olsun. Tekrar belirtmek gerekirse tescilli haklar bakımından, ilke olarak sadece ilgili özel düzenleme uygulama alanı bulacaktır. Bununla birlikte özel düzenlemede haksız rekabete ilişkin hükümlerin de uygulanacağına ilişkin bir hüküm olması halinde, haksız rekabet hükümleri de aynı anda devreye girmek durumundadır. Hal böyle olunca, kümülatif koruma ancak özel bir yasa hükmünün bulunması halinde gündeme gelebilmektedir.

7.Özel düzenlemeler çerçevesinde koruma süresinin tespit edildiği hallerde, sürenin sona ermesiyle birlikte hakkın da sona erip ermediğine göre değerlendirme yapılması gerekir. Bu bağlamda işbu dava özelinde marka hakkının kazanılması, koruma süresi, korumanın kapsamı 6769 sayılı Kanun'da özel olarak düzenlenmiş ve haksız rekabet hükümlerine göre daha üstün koruma sağlanmıştır. 6769 sayılı Kanun ile sağlanan koruma, haksız rekabet hükümlerinin koruduğu menfaatleri de birebir karşılamaktadır. Bu hakların ayrıca haksız rekabet hükümleri ile de korunacağı yönünde 6769 sayılı Kanun ve 6102 sayılı Kanun'da özel bir düzenleme bulunmamaktadır. O halde bu hakların korunması için ayrıca haksız rekabet korumasına ihtiyaç duyulmadığı gibi, hukuki menfaat de bulunduğundan söz edilemez. Zira, 6769 sayılı Kanun'un uygulanması ile tecavüz tüm etkileri ile birlikte ortadan kalkmakta, yani hüküm herkese karşı ileri sürülerek tecavüz mahsulü ürünler nerede olursa olsun toplatılabilmekte, ürünlere ve münhasıran ürünlerin üretiminde kullanılan araçlara el konulabilmekte ve tecavüzün giderilmesi için zorunlu ise imha edilebilmekte, fiili zarar, yoksun kalınan kâr ve itibar tazminatı adı altında zararı aşan maddi tazminat yanında, manevi tazminata da hükmedilebilmekte olduğundan, ayrıca haksız rekabet hükümleriyle korunması gereken bir alan kalmamaktadır. Bu sonuca varılması, fikri mülkiyet hukuku ilkelerinden olan kümülatif korumanın yadsındığı anlamına gelmemektedir. Zira, belirtildiği üzere kümülatif korumanın uygulanması özel bir kanun hükmünü gerektirir . Nitekim 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (5846 sayılı Kanun) kapsamındaki ad, alamet ve şekillerin hem bu Kanun hem de şartların bulunması durumunda Basın Kanunu 9 uncu madde uyarınca korunmasının düzenlenmiş olması, yine 5846 sayılı Kanun kapsamındaki bu işaretlerin mal ve hizmetlerin kaynağını belirtmede ayırt edici nitelik taşıması halinde 6769 sayılı Kanunun markaya ilişkin 6 ncı maddesinin altıncı fıkrası ve sair hükümleri ile de korunacağının düzenlenmiş olması, bundan başka tescilli veya tescilsiz tasarımın aynı zamanda marka olarak da tescil edilmiş olması veya tescil edilmese bile, markasal kullanılması halinde marka hükümleri ile de korunacağının düzenlenmiş olması, ayrıca 6769 sayılı Kanun'un 58 inci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtildiği üzere tasarımın aynı zamanda eser niteliğinde olması halinde 5846 sayılı Kanun kapsamında da korunacağının düzenlenmiş olması kümülatif korumanın devreye girmesi için yasal bir düzenlemenin gerektiğini açıkça göstermektedir. Yine bu örnekler dışında 5846 sayılı Kanunun 83 üncü maddesi vd. uyarınca haksız rekabet hükümlerinin devreye girmesi de örnek gösterilebilir (Füsun, Nomer Ertan/Mehmet, Helvacı/ Arslan, Kaya, Ticari İşletme Hukuku, İstanbul 2020, s.356-360; Nal/Suluk, Karasu, s.57 vd.).

8. Mukayeseli hukuk bakımından örnek vermek gerekirse, Alman Haksız Rekabet Kanununun 5 inci maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü bendinde fikri mülkiyet haklarının ihlali, üçüncü fıkrasının birinci bendinde ise markanın ihlali haksız rekabet hallerinden sayılmıştır (gezetse-sm-internet.de/uwg-2004-5.html, erişim, 13.12.2024). Bir diğer örnek ise İsviçre Haksız Rekabet Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (p) bendi gereğince marka ihlali de haksız rekabet hallerindendir (Reha, Poroy/Hamdi, Yasaman, Ticari İşletme Hukuku, Ankara, 2024, s.473).

9.Somut olay bakımından Dairemizin eski uygulamasına esas teşkil eden mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 57 nci maddesinin beşinci fıkrasında ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalarının iltibasa meydan verebilecek surette kullanılmasının da haksız rekabet hallerinden olduğu düzenlenmişti. Bu kapsamda tescilli marka ve tasarım haklarının bu şekilde kullanılmasının marka ve tasarım hakkına tecavüz ile birlikte haksız rekabet de oluşturduğu, anılan haklara tecavüz ve haksız rekabetin kesiştiği alanda, hem özel hükümlerle, hem de haksız rekabet hükümleri ile kümülatif korunması gerektiği Daire uygulamasında kabul edilmişti. Bu kapsamda, Dairemizin kümülatif korumayı kabul etmesinin temel nedeni, 6762 sayılı Kanunda yer alan bu düzenleme idi. Ancak 1 Temmuz 2012 tarihin de yürürlüğe giren 6102 sayılı Kanunda, 6762 sayılı Kanunda değinilen hükmün yerine getirilen 55 inci maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin 4 üncü alt bendinde, "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları" ibaresine yer verilmemiştir. Anılan iki hüküm karşılaştırıldığında 6762 sayılı Kanunun 57 inci maddesinin beşinci fıkrası "...başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti veya ticaret işletmesiyle iltibaslar meydana getirmeye çalışmak veya buna müsait bulunan tedbirlere başvurmak, hususiyle başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalariyle iltibasa meydan veren malları, durumu bilerek veya bilmeyerek, satışa arz etmek veya şahsi ihtiyaçtan başka her ne sebeple olursa olsun elinde bulundurmak..." şeklinde olmasına rağmen, bu hükmün yerine getirilen 6102 sayılı Kanun'un 55 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 4 üncü alt bendi "...başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak..." şeklindedir. Görüldüğü üzere yeni hükümde "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları" ibaresine yer verilmemiştir. Bunun temel nedeni; mülga 6762 sayılı Kanundan farklı olarak, tescilli işletme adı ve ticaret unvanının 6102 sayılı Kanun'un 50 inci ve 53 üncü maddeleri arasındaki hükümlerle, marka vs. tanıtma vasıtalarının da kendi özel mevzuatında düzenlenmesi ve dolayısıyla özel koruma getirilmesidir. Nitelim, 6102 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 4 üncü alt bendinin gerekçesinde; eski hükümden ayrılmanın nedeni; "...anılan ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalarına ilişkin karıştırılma koşul, hüküm ve sonuçlarıyla birlikte kendi özel kanun hükmünde kararnamelerinde, yani MarkKHK'da, EndTasKHK'da, CoğİşKHK'da ve tescilli işletme adı ve ticaret unvanı ise TTK'da ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Burada tekrar edilmeleri hem gereksizdir, hem de yorum güçlüklerine sebep olmaktadır. Anılan cümle parçalarının burada yer almaları, haksız rekabete ilişkin hükümlerin fikri mülkiyete ilişkin düzenlemelerde kümülatif uygulanması yönünden gerekli görülemez..." şeklinde ifade edilmiştir.

10. Burada belirtilmesi gereken bir husus da, Osmanlı Devletinden gelen ve mülga 551 sayılı Markalar Kanununun yürürlüğe girdiği 1965 tarihine kadar yürürlükte kalan 1304 tarihli Alameti Farika Nizamnamesin de hukuki müeyyidelerin düzenlememiş olması (Haydar, Arseven, "Alameti Farika Hakkının Mahiyeti, Gayri Kanuni Rekabetle Münasebeti ve Doğumu", İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, s. 873 ve 874), mülga 6762 sayılı Kanun'da marka ve diğer tanıtma vasıtalarının ihlalinin de haksız rekabet halleri arasında sayılmasını gerektirmiştir. Aksi halde marka ve diğer tanıtma vasıtalarının hukuki yönden koruma kapsamı dışında kalma durumu olurdu. Çünkü, hukuki yaptırımlar (hukuk davaları) haksız rekabet hükümleri ile düzenlenmişti. O halde, mülga 6762 sayılı Kanun'da marka ve diğer tanıtma vasıtalarının ihlalinin haksız rekabet hallerinden sayılmasının nedeninin Nizamname'de hukuk yaptırımlarının düzenlenmemesi olması gerekir. 6102 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih itibariyle ise özel düzenlemeler bulunduğundan, artık marka vs. tanıtma vasıtalarını haksız rekabet halleri arasında göstermeye gerek kalmamıştır. Nitekim, 6762 sayılı Kanun döneminde buluşların korunmasına ilişkin Osmanlı Devletinden kalma İhtira Beratı Kanunu ile işçi buluşlarının korunmasına ilişkin 818 sayılı Borçlar Kanununun 336 ncı maddesi(6098 sayılı Kanunun 427 nci maddesi) hükmünün bulunması nedeniyle patent ve faydalı model hakkının iltibas oluşturacak derecede ihlalinin haksız rekabet hali olarak 6762 sayılı Kanunda düzenlenmemiş olması hususu anılan sonuca varmanın doğru olduğunu göstermektedir.

11. Bu kapsamda belirtmek gerekirse, kanunkoyucunun haksız rekabete ilişkin eski ve yeni hüküm bağlamında anılan gerekçelerle eski hükümden ayrılması ile kümülatif koruma yönünden yukarıda belirtilen özel hükümlerin getirilmesi tescilli marka ve tasarım ile tescilsiz tasarımın tıpkı faydalı model ve patent hakkı gibi sadece 6769 sayılı Kanun kapsamında korunmasını yeterli bulduğu anlaşılmaktadır. O nedenle artık, 6102 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara dayalı açılan davalarda, tescilli sınai haklar ile tescilsiz tasarımlar bakımından sadece özel kanun olan 6769 sayılı Kanun hükümleri uygulanabilecek olup 6102 sayılı Kanun'un haksız rekabet hükümlerinin anılan özel hükümler yanında ve aynı anda uygulanması söz konusu olamayacaktır. Diğer bir ifade ile bu kapsamda kümülatif koruma uygulanmayacaktir (bkz. Nomer Ertan/Helvacı/Kaya, s. 356 vd.; Sabih, Arkan, Ticari İşletme Hukuku, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 30. Bası, Ankara 2024, s.363).

12. Bu açıklama sonrasında somut olaya dönüldüğünde, davacı marka hakkına tecavüzün, haksız rekabetin tespiti, önlenmesi, ref'i ve markanın hükümsüzlüğü taleplerinde bulunmuş, davalı müvekkilinin tescilli bir markası olduğunu, bu markanın davacı markalarına benzemediğini, bu nedenle kullanımlarının da yasal olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Davacının ihlal edildiğini iddia ettiği marka hakkı TPE nezdinde tescilli olup 6769 sayılı Kanun ile getirilen özel hükümlerle haksız rekabet korumasını da kapsayacak şekilde ve haksız rekabete göre daha üstün koruma getirerek düzenlenmiştir. Davacı bu özel hükümlere de dayanmış olduğundan markanın koruma alanları ile haksız rekabetin koruma alanının kesişmiş olduğu dava konusu olayda, yalnızca özel hükümler uygulama alanı bulacak olup özel hükmün yanında haksız rekabetin uygulanmasını gerektirir herhangi bir kanun hükmü olmadığından, özel kanunla birlikte eş zamanlı olarak genel hüküm olan haksız rekabet hükümlerinin de uygulanmasının hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Haksız rekabet hukuku hükümlerinin uygulanması, ancak, marka ve tasarımın kapsamı dışında kalan durumlarda ve marka ve tasarımın haksız rekabetle kesiştiği alan dışında kalan boşluk yönünden söz konusu olacaktır. Somut olayda böyle bir boşluk bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, Dairemizin daha öncede kabul ettiği üzere (bkz. Dairemizin 14.03.2022 gün ve 2019/5189-1852 sayılı, yine 22.04.2021 gün ve 2021/89-3054 sayılı kararları) somut olay bakımından 6769 sayılı Kanun ile haksız rekabet hükümlerinin birlikte uygulanmasını gerektiren kümülatif korumanın geçerli olmadığı gözetilerek haksız rekabetin tespit ve men'ine ilişkin taleplerin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

13. Kabule göre de haksız rekabet ayrı bir dava olduğundan, ayrı bir vekalet ücretine hükmedilmemesi de doğru değildir.

VI. SONUÇ: Yukarda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle tarafların diğer temyiz itirazlarının REDDİNE, (2 ve devamı) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle tarafların temyiz itirazlarının kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK'nın 373/1 hükmü uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harçlarının istek halinde ilgililere iadesine, 17.12.2024 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

K A R Ş I O Y

Sayın çoğunlukla ortaya çıkan uyuşmazlık; haksız rekabet hukuku hükümlerinin fikrî mülkiyet hukuku hükümleriyle birlikte uygulanıp uygulanmayacağı (Kümülatif Koruma) noktasında toplanmıştır.

Kümülatif koruma ilkesi “mevzuattaki birden fazla hükümle korunabilme” anlamına gelmektedir . Bu durumda, bir kişinin gerçekleştirdiği fiilin birden çok hükmün koruma kapsamında olması halinde, hak sahibinin bu hükümlerden dilediğine başvurabilmesine kümülatif koruma denilmektedir. Fikri haklar bakımından kümülatif koruma ilkesi ise, bir fikri ürünün birden çok kanuni düzenlemenin şartlarını taşıması halinde, hak sahibine her koruma yoluna başvurma yetkisi tanınmasıdır. Bu ilke kapsamında bir kümelenmenin meydana gelmesi için mevcut bir fikri mülkiyet korumasına ek olarak haksız rekabet korumasının var olması gerekir. Kümülatif koruma ilkesinin söz konusu olduğu halde hak sahibi seçme zorunluluğuna tabi olmayıp şartlarını taşıması koşuluyla hukuki sebeplerden birine, birkaçına veya tamamına bu ilke kapsamında dayanabilmektedir.

Diğer yandan, taleplerin yarışması hali ile taleplerin seçimlik olması hali birbirinden tamamen farklıdır. Taleplerin seçimlik olması halinde hak sahibine aynı vakıa bakımından öngörülen birbirinden farklı ve birden fazla yaptırımdan birini seçme imkanı tanınmaktadır. Taleplerin yarışması veya yığılması halinde ise bundan farklı olarak aynı vakıa bakımından ileri sürülen talepler birbiri ile seçimlik olarak sunulmayan ve birlikte ileri sürülebilen farklı hukuki sebeplere dayandırılmaktadır. Hakların yarışmasından bahsedebilmek için aynı talebin dayandırılan her bir sebep bakımından haklı görülmesi gerekeceği gibi bu hukuki sebepler arasında özel hüküm-genel hüküm ilişkisi de bulunmaması gerekir.Nitekim bu korumada özel hüküm-genel hüküm ilişkisi bulunmamaktadır.

Taleplerin yarışması veya yığılması halinde aynı vakıa bakımından birbiriyle seçimlik nitelikte olmayan, birbirini dışlamayan, birlikte var olabilen farklı hukuki sebeplere dayanılarak talepte bulunulduğundan kümülatif koruma ilkesi gereğince taleplerin yarıştığının kabulü gerekir. Bu durumda, aynı vakıa bakımından ileri sürülen talepler birbirini dışlamayan, bir arada ileri sürülebilecek birden fazla hukuki sebebe dayandırılmaktadır.

Fikri mülkiyet koruması, sahibine mutlak nitelikte tekelci yetkiler sağladığından mütecavizin fiilinden sorumlu tutulması bakımından herhangi bir sübjektif şart aranmayacak ve mütecavizin her türlü izinsiz kullanımı sorumluluğunu gerektirecekken haksız rekabet korumasında durum farklıdır. Yine fikri mülkiyet korumasının konusu bizatihi fikri ve sınai hakkın kendisi iken, haksız rekabet koruması dürüst ve bozulmamış rekabet ortamını sağlamayı amaç edinmektedir. Fikri mülkiyet koruması sadece ilgili hak sahibini koruduğundan hakkın ihlali halinde yalnızca hak sahibi dava açma hakkına sahip olacaktır. Ancak haksız rekabet koruması rakiplerin yanı sıra tüketicileri de koruduğundan hak ihlali halinde rakiplerin yanı sıra tüketiciler ve meslek örgütleri de dava açma hakkına sahip olacaktır.

Özel kanunun genel kanunu bertaraf edebilmesi için hem konusunu eksiksiz düzenlemiş hem de genel kanundan daha kapsamlı ve üstün koruma sağlamış olması gerekir . Fikri mülkiyet korumasının haksız rekabet korumasını bertaraf edeceğinin kabulü halinde ise, tüketiciler ve mesleki örgütler fikri haklarda ortaya çıkan haksız rekabete karşı korunma imkanından mahrum kalacağından bu kabul yerinde olmayacaktır.

Sayın çoğunluk gibi, Fikri mülkiyet korumasının haksız rekabet korumasını bertaraf ettiği kabul edilirse fikri mülkiyet korumasına dayalı olarak açılan davada koruma konusunun şartları taşımadığı gerekçesiyle özel kanun kapsamında kalmadığı sonucuna varılırsa dava genel nitelikteki haksız rekabet koruması ile desteklenemeyeceğinden tecavüz eylemi kanıtlanamamış olacaktır . Bu itibarla, haksız rekabete ilişkin genel hükümler fikri mülkiyet koruması yanında ikinci dereceden değil, doğrudan uygulama alanı bulmalıdır.

Burada dikkat edilmesi gereken diğer bir hususda, hak sahibinin birden fazla talebini aynı davada istemesi halinde davaların yığılması gündeme geleceğinden, ortada tek bir dava olmasına rağmen esasında talep sayısı kadar dava bulunmakta olup hakim her bir talep bakımından ayrı ayrı karar verecektir. Bu halde mahkemece her ne kadar talepler birlikte incelenecekse de, bu talepler birbirinden bağımsız taleplerdir. İşte işbu davayı diğer davalardan ayıran da bu dava türünün davacının talepleriyle değil, bu talepleri haklı gösterecek hukuki sebeplerle ilgili bir durum olmasıdır. Bu halde hak sahibi dilediği koruma modeline başvurarak zararının giderilmesini talep eder. Kümülatif koruma kapsamında davacının ihlal edilen hakkı için hem haksız rekabet korumasına hem de fikri hak korumasına birlikte başvurması halinde davacı ya fikri hak korumasına göre yada haksız rekabet korumasına göre tek bir tazminat alabilecektir. TBK m.60’a göre: “Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir.” Bu hükme göre davacı talebini hangi hukuki sebebe dayandırdığını belirttiyse hakim buna göre tazminata karar verir ancak belirtmediyse hakimin davacıyı zorlama yetkisi olmadığından hakim zararı en iyi giderim imkanı veren talep sebebine göre hüküm kurar. Zira tazminatın işlevi mütecavizin zararını karşılamak olup aynı haksız eylem birden fazla hukuk kuralını ihlal etse dahi oluşan zarar tektir.

Sayın çoğunluk, SMK sonrası sınai hakların haksız rekabet hükümleriyle korunmayacağı yönündeki görüşünün temel dayanaklarından bir gerekçesi de, 6762 sayılı TTK.nun 57/5.maddesi ile 6102 sayılı yeni TTK.nun 55/1.a.4.maddesi arasındaki farklılığa dayandırmaktadır. Bu itibarla bu hususda incelenmelidir. 2012 yılında yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK’nın karıştırılma ihtimaline ilişkin 54/1.a.4 hükmü ve gerekçesi, -henüz SMK kabul edilmeden önceki dönemde- fikrî mülkiyet haklarının bu hüküm kapsamında korunabilirliği hususunda tereddütlere neden olmuştur. Bu tereddüt, temelde hükmün 6762 sayılı eski TTK.nun 57/5.maddesine göre daha dar kapsamlı kaleme alınarak “mal, iş ürünü, faaliyet veya iş” ifadesinin tercih edilmesinden kaynaklanmıştır. Mülga 6762 sayılı TTK.nun 57/5.maddesi aynen” Başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti veya ticaret işletmesiyle iltibaslar meydana getirmeye çalışmak veya buna müsait bulunan tedbirlere başvurmak, hususiyle başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalarıyla iltibasa meydan verebilecek surette, ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları kullanmak veyahut iltibasa meydan veren malları, durumu bilerek veya bilmeyerek, satışa arz etmek veya şahsi ihtiyaçtan başka her ne sebeple olursa olsun elinde bulundurmak” hükmünü haiz iken 6102 sayılı yeni TTK.nun 55/1.a.4.maddesi aynen “Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak” hükmünü haizdir.

TTK m. 54/1.a.4 hükmüne ilişkin madde gerekçesi aynen şu şekildedir: “Bu bent karıştırılmayı, yani 6762 sayılı Kanunun 57 nci maddesinin (5) numaralı bendinde kullanılan terimle iltibası düzenlemektedir. (4) numaralı alt bendin ilkeleri ve amacı, 6762 sayılı Kanunun 57 nci maddesinin (5) numaralı bendi ile özdeş olmasına rağmen lafızda farklıdır. Ancak, bu değişiklik 6762 sayılı Kanundaki hükmün öğreti ve mahkeme kararlarındaki birikiminin feda edilmesi, uygulanamaz kabul edilmesi anlamını taşımamaktadır. Çünkü, karıştırılma (iltibas) kavramı, pozitif hukuklar üstü anlamı ve işlevi ile varlığını sürdürmektedir. MarkKHK "iltibas" yerine "karıştırılma"yı kullandığı ve bu terim öğreti ve içtihatlarda yerleşmeye başladığı için, burada da aynı terim tercih edilmiştir. Bu sebeple bentte basit ancak kapsamı geniş bir ifadeye yer verilmiştir. "Karıştırılma", yanıltmayı, kandırmayı, yanlış algılattırmayı da kapsar. Hüküm, karıştırılmayı dış görünüş (tanıtım, takdim-görsellik) ve duyuruş (ses yönünden benzerlik) bağlamında düzenler. İç benzerlikten doğan karıştırılma (meselâ elektrik devrenin veya yarı iletken topografyasının benzerliği) hükmün kapsamı dışındadır. İç benzerlik "karıştırılma" kavramı ile tanımlanmaz. Dış görünüm koruması, takdim, şekil, tasarım ve donanım korumasıdır. Karıştırılma nesnel değerlendirmeyi gerektirir. 6762 sayılı Kanun hükmü, başkasının "ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları ile iltibasa meydan verebilecek surette, ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları" cümle parçasına yer vermiştir. Oysa, anılan ayırt edici işaretlere ilişkin karıştırılma koşulu, hüküm ve sonuçlarıyla birlikte kendi özel kanun hükmünde kararnamelerinde, yani MarkKHK'da, EndTasKHK'da, CoğİşKHK'da ve unvanla ilgili olarak TK'da ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Burada tekrar edilmeleri hem gereksizdir, hem de yorum güçlüklerine sebep olmaktadır. Anılan cümle parçalarının burada yer almaları, haksız rekabete ilişkin hükümlerin fikrî mülkiyete ilişkin düzenlemelerde kümülatif uygulanması yönünden de gerekli görülemez.” şeklindeki ifadeden, esasen hâlihazırda kümülatif koruma ilkesinin geçerli olduğu, ancak bu ilkenin varlığının da belirtilen cümle parçalarının maddede yer almalarını gerektirmediği anlamı çıkmaktadır. Dolayısıyla, gerekçedeki ifadelerin kümülatif uygulama ilkesini destekler şekilde anlaşılması ve TTK’nın karıştırılma ihtimaline ilişkin düzenlemesinin, fikrȋ mülkiyet mevzuatının yanında, ondan bağımsız olarak uygulanabileceğinin kabulü gerekir. Şu hususun özellikle belirtilmesi gerekir: özel hukuki düzenlemelerin korudukları konu ile haksız rekabetin koruduğu konu farklıdır. Şöyle ki, bir markanın taklit edilmesi marka hakkına zarar verebileceği gibi haksız rekabete de yol açmaktadır. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere ayırtedici işaretlerin ayrı ayrı sayılmamış olması, fikri mülkiyete ilişkin düzenlemelerle haksız rekabet hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez. (Prof. Hamdi Yasaman – Prof Reha Poroy, Ticari İşletme Hukuku, 20. Baskı. 2024, s. 410. vd) SMK hükümlerinin yürürlüğe girmesiyle TTK.nun haksız rekabet hükümleri kadük hale gelmemiştir. Aksinin kabulü aşkın yorumdur.(Prof.Arslan Kaya-Prof.Koray Demir,Rekabet ve Haksız Rekabet Hukukunun Esasları, Baskı 2024, s.122 vd) Haksız rekabet koruması fikri haklar korumasını tamamlayan bir konumda olmayıp bağımsız ve kendi kurallarını takip eden bir koruma olduğundan haksız rekabet kaynaklı talepler fikri haklar korumasından bağımsız olarak ileri sürülür. O halde korumanın şartları mevcut olduğu halde haksız rekabet hükümleri fikri mülkiyet hukukuna ilişkin hükümler yanında doğrudan ve birinci dereceden uygulama alanı bulur (Ünal Tekinalp Fikri Mülkiyet Hukuku 5.Bası s.37, 2012)

TTK’nın karıştırılma ihtimaline ilişkin düzenlemesi, mehaz İsviçre hukukundan aynen aktarılan başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almaya ilişkin TTK m. 55/1.a.4’tür. Bu hükümle, ürünlerin kaynağı konusunda tüketicinin kafasını karıştırma ihtimali olan fiillerin engellenmesi, piyasada açıklık ve şeffaflığın sağlanması amaçlanmakta, bu suretle rakiplerin yanı sıra tüketicilerin ve toplumun da menfaatleri korunmaktadır. Piyasada oluşması muhtemel karışıklığın engellenmesi, rekabetten beklenen işlevlerin sağlanması açısından da önem taşımaktadır.

Öte yandan AB hukukunda da kümülatif koruma ilkesi açıkça kabul edilmiştir. Yönerge ve Tüzük Tasarısı‟ndaki düzenlemelerde tasarımların marka, patent, faydalı model gibi Topluluğun fikri mülkiyet mevzuatı ile korunmasının üye ülke hukuklarındaki fikri mülkiyet mevzuatına göre ayrıca korunmalarına engel olmayacağı belirtilmiştir. Ancak, kümülatif olarak koruma üye ülke mevzuatlarına bırakılmış olup, ilkenin nasıl uygulanacağı gösterilmemiştir. Sınai Mülkiyet Kanunun genel gerekçesi ve madde gerekçeleri incelendiğinde, Sınai mülkiyet haklarının kanunla düzenlenme ihtiyacı yanında, uluslararası sözleşmeler ve AB mevzuatıyla uyumun arttırılması ve daha nitelikli ve etkin işleyen çağdaş bir sınai mülkiyet sistemine geçişin sağlanması için mevcut sistemin revize edilmesi gereğinin ortaya çıktığı, bu çerçevede marka, coğrafi işaret, tasarım, patent ve faydalı model haklarına ilişkin önemli yenilikler getiren düzenlemelerin yapıldığı, mevcut sistemde yer almayan geleneksel ürün adı korumasının sisteme dahil edildiği ve düzenlemelerde Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRIPS), Paris sözleşmesi, yeni 2015/2436 sayılı Avrupa Birliği (AB) Marka Direktifi ve 2015/2424 sayılı AB Marka Tüzüğü, Patent kanunu anlaşmasına (PLT) uygun olarak kanunun hazırlandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla kümülatif koruma AB müktesabına da uygundur.

Sonuç olarak; Dairenin hiç değişikliğe uğramadan süre gelen görüşünde bir değişiklik yapılmasını gerektirecek hukuki bir değişiklik bulunmadığından kümülatif korumanın uygulanması gerektiği kanaatiyle kararın haksız rekabete ilişkin olarak onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmamaktayız.