"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-BEDEL-ALACAK
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil-bedel ile alacak davası sonunda Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince verilen 22/02/2021 tarihli 2020/927 Esas 2021/277 Karar sayılı karar yasal süre içerisinde davacı vekili tarafından duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 14/02/2022 Pazartesi günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat ... geldi. Davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı ... vekili Avukat gelmedi. Yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı.
I. DAVA
Davacı, eşiyle fiilen ayrı olduğu dönemde davalı ile gayrıresmi birlikte yaşamaya başladıklarını, davalı ile ileride hayatlarını birleştireceklerine ilişkin düşüncesi, davalıya duyduğu güven ve ileride taşınmazların iade edileceği yönündeki anlaşmaları üzerine, bedelini ödeyerek aldığı taşınmazları davalı adına tescil ettirdiğini, taşınmazların tefrişine ilişkin tüm eşyaları da kendisinin aldığını, davalının banka hesabına para yatırdığını, davalının kendisine bakacağı ve evleneceği inancıyla bu işlemleri yaptığını, davalının ise taşınmazları aldıktan sonra kendisini evden uzaklaştırdığını, bedelini ödemek suretiyle davalı adına tescil ettirdiği taşınmazların iadesi gerektiğini ileri sürerek, dava konusu 635 ada 14 ve 635 ada 3 parsel sayılı taşınmazların davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile adına tescilini, olmazsa bedelin faiziyle birlikte tahsilini, dava konusu 635 ada 14 parsel sayılı taşınmaz üzerine yaptırdığı dubleks evin tefrişi kapsamında yaptığı ödemelere ilişkin olarak şimdilik 5.000 TL’nin faiziyle birlikte tahsilini istemiştir.
II. CEVAP
Davalı, davacı ile 2007 yılında tanıştıklarını, isteme ve düğün merasimleri olduğunu, bilahare davacının boşanmamış olduğunu öğrenince gitmek istediğini ancak davacının kendisini ikna ettiğini, bu dönemde altınları da bozdurulmak suretiyle dava konusu taşınmazların alındığını, ileride taşınmazların davacıya iade edileceği yönünde hiçbir anlaşma olmadığını, 22/08/2016 tarihinde davacının uyguladığı şiddet neticesinde davacının evden uzaklaştırıldığını, davacının, boşanma aşamasında eşinden mal kaçırmak için kendisini kullandığını, davalının verdiklerini geri isteme hakkı bulunmadığı gibi, altınları bozdurularak alınan taşınmazların kendisine ait olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş; aşamalarda, altınları da bozdurularak alınan taşınmazların, birlikteliğin temini ve devamı, resmi nikahın teminatı olarak kendisi adına alındığını, bu nedenle iptal tescil davasına konu edilemeyeceğini beyan etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesince, davanın inanç sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkin olup, inançlı işlemin usulünce ispatlanamadığı, evlenme vaadiyle davalıya verilen taşınmazların bağışlanmış sayılacağı, bağıştan rücu koşulları oluşmadığı gibi süresinde de ileri sürülmediği, davacının halen evli olup, davalı ile nikahsız yaşamayı temin etmek ve eşinden mal kaçırmak amacıyla hareket ettiği, ev eşyaları konusunda usulünce ileri sürülmüş bir talebi de olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; kararın davacı vekili tarafından istinafı üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, davanın tapu iptali ve tescil, olmazsa dava konusu taşınmazlar için ödenen bedelin tahsili ile dava konusu 14 parsel sayılı taşınmazın tefrişi için ödenen bedelin tahsili istemine ilişkin olduğu, davacının parası ile dava konusu taşınmazların satın alındığının sabit olup, dava konusu taşınmazların davalı ile birlikte yaşamayı temin için davalıya bağışlandığının ispat edilemediği, usul ve yasaya uygun şekilde taraflar arasında yapılmış bir bağış akti de bulunmadığı, taşınmazların ileride davacıya iade edileceği yönündeki iddianın da usulünce ispatlanamadığı, davanın hukuki dayanağının sebepsiz zenginleşme olup, davalının dava konusu taşınmazları iade borcu altında olduğu, ancak taşınmazların satın alınması esnasında davalının bozdurulan ziynet eşyalarına ilişkin delillerin de toplanması gerekirken, bunun gözardı edilmesinin doğru olmadığı, kabule göre de, asıl talep kabul edilmediği için bedel ve alacağa ilişkin taleplerin değerlendirilmesi gerekirken rayiç bedele ilişkin bir değerlendirme yapılmamış olmasının ve dava dilekçesinde sonuç ve istek kısmında açıkça evin tefrişinden kaynaklı alacak talep edildiği halde bu hususta talep olmadığı gerekçesiyle yardımcı talebin değerlendirilmemiş olmasının da doğru olmadığı, yine kabule göre, alınması gereken harçtan, ıslah harcının mahsup edilmesi gerekirken bunun göz ardı edilmesinin de doğru olmadığı gerekçeleriyle davacının istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nin 353/1-a-6. maddesi uyarınca kararın kaldırılmasına, davanın yeniden görülmek üzere Mahkemesine gönderilmesine kesin olarak karar verilmiş; gönderme kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda İlk Derece Mahkemesince, davanın hukuki dayanağının sebepsiz zenginleşme olduğu ve davacının bedelini ödeyerek davalı adına tescil ettirdiği taşınmazların davalı tarafından iade edilmesi gerektiği, davalının altınları bozdurularak taşınmazların alındığı yönündeki savunmanın ispatlanamadığı, davacının da dava konusu evin tefrişi nedeniyle alacak talebini ispatlayamadığı gerekçeleri ile tapu iptali ve tescil yönünden davanın kabulüne, davacının dava konusu evin tefrişi nedeniyle alacak isteminin reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
2.İstinaf Nedenleri
Tapu iptali ve tescil yönünden davanın kabulünün usul ve yasaya aykırı olduğunu, davacı ile davalının 2007 yılında tanıştıklarını, gayrı resmi birlikte yaşadıklarını ve düğün yaptıklarını, davacının ise evli olup, boşandığını söylediğini, boşanmamış olduğunun öğrenilmesi üzerine davalının gitmek istediğini, davacının ise birlikteliğin temini ve devamı için dava konusu taşınmazları davalıya aldığını, bu nedenle sebepsiz zenginleşme kapsamında geri istenmesinin mümkün olmadığını, davanın sebepsiz zenginleşme olarak
nitelendirilmesinin de hatalı olduğunu, taşınmazların davacıya iade edileceği yönünde bir delil bulunmadığını, davacı ile davalının 9 yıl birlikte yaşadıklarını, ancak davacının şiddet gösterdiğini, davacının evden uzaklaştırıldığını, dava konusu taşınmazlar alınırken davalının altınlarının bozdurulduğunu, bu hususun ispatlandığını, 9 yıl boyunca davalının davacıya baktığını, davacının kötüniyetli olduğunu, kötüniyetin korunmayacağını, sebepsiz zenginleşmeye dayalı olarak iptal tescil kararı verilemeyeceğini, davacının bağış iradesi de bulunduğunu, sebepsiz zenginleşme yönünden de davanın zamanaşımına uğradığını, davacının pasif mal varlığının araştırılmadığını, davanın tümden reddi gerekirken tapu iptal tescil yönünden kabulünün doğru olmadığını belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasını istemiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 22/02/2021 tarihli 2020/927 Esas 2021/277 Karar sayılı kararıyla; çekişmeli taşınmazların ileride davacıya iade edileceğine yönelik anlaşmanın varlığının usulünce ispatlanamadığı, davacının iddia ve beyanları nazara alındığında dava konusu taşınmazların gayri resmi birlikteliğin devamını sağlamak amacıyla davalı adına tescil edildiğinin anlaşıldığı, 6098 Sayılı TBK'nin 81. maddesi (818 sayılı BK. 65. maddesi) uyarınca gayri ahlaki bir amacı sağlamak için verilen şeylerin geri alınmasının mümkün olmadığı, bu nedenle davacının tüm taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken, tapu iptali ve tescil yönünden davanın kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nin 353/1-b-2. maddesi uyarınca, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak, davanın tümden reddi yönünde yeniden hüküm kurulmuştur.
V. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
2. Temyiz Nedenleri
Bölge Adliye Mahkemesinin önceki kaldırma kararı doğrultusunda İlk Derece Mahkemesinin inceleme yaparak iptal tescil yönünden davanın kabulüne karar verdiğini, Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf üzerine bu sefer de önceki kaldırma kararındaki gerekçelerden farklı şekilde gerekçe ortaya koyarak davanın reddine karar verdiğini, hukuki güvenilirlik ilkesinin ihlal edildiğini, dava konusu taşınmazların gayrıresmi birlikteliğin devamını sağlamak amacıyla davalı adına tescil edildiği yönündeki kabulün doğru olmadığını, yaşlı olan davacının kendisine bakılacağına ilişkin düşünce ve saikle hareket ettiğini, gayrıresmi birlikteliğin devamı için mal verilmediğini, taşınmazların hile ve hata sonucu davalının üzerine tescil edildiğini, bunun ceza dosyası içeriği ile de sabit olduğunu, davalının kasıtlı olarak davacıya suç isnadında bulunduğunun ortaya çıktığını, yine Biga’da alınan taşınmaz hakkında Biga 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/462 Esas sayılı dosyasında dinlenen tanık beyanlarıyla da iddianın kanıtlandığını, davalının kötüniyetli olup kurgu ile hareket ettiğini, davalının bütün malları ele geçirdikten sonra davacıyı evden uzaklaştırdığını, eşyaları da evden götürdüğünü, hilenin varlığı benimsenerek davanın kabulü gerektiğini, taraflar arasındaki ilişkinin çok yaşlı ve yalnız olan davacının bakımına yönelik bir ilişki olduğunu, davacının ölümünden sonra maaşının davalıya kalması için evliliğin öngörüldüğünü, davalının ise hile ile davacının bütün mal varlığını ele geçirip davacıyı muhtaç duruma düşürdüğünü belirterek kararın bozulmasını istemiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, tapu iptali ve tescil, olmazsa bedel ile alacak istemlerine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
3.2.1. Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.
Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.
3.2.2. Öte yandan; 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 65. maddesine göre, “ Haksız yahut ahlaka (adaba) mugayir bir maksat istihsali için verilen bir şeyi istirdada mahal yoktur.” yine 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 81. maddesinde, “ Hukuka veya ahlaka aykırı bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez. Ancak, açılan davada hakim, bu şeyin Devlete mal edilmesine karar verebilir.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
3.3. Değerlendirme
(IV. 3.) paragraftaki gerekçe yerinde olup, dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre ve özellikle davacının iddiasının yazılı delille ispatı gerektiği gözetildiğinde, yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur.
VI. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 21,40 TL bakiye onama harcının hükmü temyiz eden davacıdan alınmasına, 14/02/2022 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.