"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : DİYARBAKIR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
İLK DERECE
MAHKEMESİ : SİLVAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-BEDEL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, olmazsa bedel istekli dava sonunda Silvan Asliye Hukuk Mahkemesinin 25/02/2020 tarihli ve 2017/770 Esas, 2020/264 Karar sayılı kararı ile davanın kabulüne dair verilen kararın davalılar vekili tarafından istinafı üzerine Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 03/03/2021 tarihli 2020/701 Esas, 2021/170 Karar sayılı kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin olarak verilen karar, yasal süre içerisinde davalılar vekili tarafından duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 22/02/2022 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat ... geldi. Davetiye tebliğine rağmen davacılar vekili Avukat gelmedi. Yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı.Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar, kök mirasbırakan ... ile onun eşi olan mirasbırakan ...’ten intikal eden 106 ada 17, 18, 107 ada 19, 108 ada 1, 119 ada 2, 109 ada 4 parsel sayılı taşınmazlardaki miras paylarının intikal işlemlerinin gerçekleşeceği sırada yeğenleri olan davalı ...’in intikal işlemleriyle ilgileneceğini belirtip, ayrıca tarımsal desteklemeden de faydalandıracağını söyleyerek vekaletname istediğini, bunun üzerine 26/12/2012 ve 27/12/2012 tarihli vekaletnameler ile davalı ...’i vekil tayin ettiklerini, ancak hukuki bilgi eksikliği nedeniyle satış yetkisi de verdiklerini, davacı ...’nin okur yazarlığı olmadığını, salt intikal işlemleri için vekaletname verdiklerini, ancak davalı vekil ...’in kendilerini aldatarak satış yetkisi de içeren vekaletname elde ettiğini, daha sonra bu yetkiyi kötüye kullanarak 04/02/2013 ve 11/02/2013 tarihli satış işlemleri ile çekişmeli taşınmazlardaki paylarını muvazaalı bir şekilde, gerçek değerinin çok altında bir bedelle kardeşi davalı ... ...’e satış yoluyla devrettiğini, satış işlemleri nedeniyle herhangi bir bedel ödenmediğini, vekil ile alıcının kardeş olup, el ve işbirliği içinde hareket ettiklerini, davalı ...’in de muvazaalı olarak 13/02/2013 tarihinde 107 ada 19 parsel sayılı taşınmazı davalı annesi ...’e satış yoluyla devrettiğini ileri sürerek, dava konusu 106 ada 17, 18, 107 ada 19, 108 ada 1, 119 ada 2, 109 ada 4 parsel sayılı taşınmazların davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile miras paylarının adlarına tescilini, olmadığı taktirde paylarına düşen taşınmaz bedellerinin işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsilini istemişlerdir.
II. CEVAP
Davalılar, dava konusu taşınmazların 30 yılı aşkın bir süredir kendileri tarafından kullanıldığını, davalılar... ile...’in babaları olan dava dışı ...’in, dava konusu taşınmazları davacılardan bedelini ödemek suretiyle satın aldığını, davacıların bu taşınmazlardaki hisselerini haricen ...’e satmış olmaları nedeniyle davalı ...’e satış yetkisi içeren vekaletname verildiğini, davacılara güvendikleri için ve ekonomik sebeplerle taşınmazların devrini hemen yapmadıklarını, vekaletnamelere istinaden davalı ...’in 21/01/2013 tarihinde taşınmazları davalı kardeşi...’e devrettiğini, 13/02/2013 tarihinde de davalı anneleri adına satış işlemi yapıldığını, zamanla davacılar ile aralarında küslük oluşması nedeniyle kötüniyetli olarak eldeki davanın açıldığını, davacıların, vekaletname içeriğini bildiklerini belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesince, davanın, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa bedel isteğine ilişkin olup, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
1. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
2.İstinaf Nedenleri
Kararın hukuka aykırı olduğunu, iddianın ispatlanmadığını, dava konusu taşınmazların 30 yılı aşkın süredir davalılar tarafından kullanıldığını, davalılar... ile...’in babaları olan ...’in, davacıların hisselerini satın aldığını, bedellerini ödediğini, 2002 yılında ... öldükten sonra intikal işlemlerinin yapıldığını, ancak davacılar daha önce hisselerini sattıkları için satış vekaletnamesi verdiklerini, diğer mirasçıların ise halen dava konusu taşınmazlarda hissedar olduklarını, Mahkemece bu kişiler dinlenmeden karar verilmiş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu, davalıların, davacılara güvendikleri için devirleri hemen yapmadıklarını, ÇKS kayıtlarını düzenleyip desteklemeden faydalandıklarını, ancak zaman içerisinde davacıların baskı yaparak davalıların devir almaları konusunda telkinde bulunduklarını, bunun üzerine davalı ...’in 26/12/2012 ve 27/12/2012 tarihli vekaletnameleri aldığını, 21/01/2013 tarihinde devirleri yaptığını, 13/02/2013 tarihinde de davalı annesine devir yaptığını, zamanla davacılar ile davalıların arasında husumet oluştuğunu ve kötüniyetli olarak eldeki davanın açıldığını, 2014 yılında toplulaştırma ve kadastral işlemler yapıldığını, o dönemki mahalli bilirkişilerin eldeki dosyada da dinlendiğini, o dönem verdikleri beyanlar ile eldeki davada keşif esnasında verdikleri beyanların karşılaştırılmasını istediklerini ancak bunun değerlendirilmediğini, haricen tutanakların temin edilip sunulduğunu, o dönem dava konusu taşınmazların davalılara ait olduğunu söyleyen mahalli bilirkişilerin eldeki davada çelişkili beyanda bulunduklarını, ancak Mahkemece çelişkili mahalli bilirkişi beyanlarına itibar edilerek karar verildiğini, bu beyanların tanık beyanı olarak kabul edilmesinin doğru olmadığını, satışın gerçek olduğunu, davanın reddi gerektiğini belirterek kararın kaldırılmasını istemiştir.
3. Gerekçe ve Sonuç
Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 03/03/2021 tarihli 2020/701 Esas, 2021/170 Karar sayılı kararıyla; toplanan deliller, tüm dosya kapsamına göre çekişme konusu payların 04/02/2013 ve 11/02/2013 tarihli resmi akitler ile davalı vekil ... tarafından kardeşi olan davalı ...’e temlikinin vekalet görevinin kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiği, kardeş olan davalıların el ve işbirliği içinde davacıları zararlandırma kastı ile hareket ettikleri, adı geçen davalıların annesi olan ve 107 ada 19 parseli 13/02/2013 tarihli resmi akit ile edinen davalı ...’in iktisabının da iyiniyetli olmadığı ve 4721 sayılı TMK’nin 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı gerekçesiyle HMK’nin 353/1.b.1. maddesi uyarınca, davalıların istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Davalılar vekili, aşamalardaki beyanlarını tekrarla kararın bozulmasını talep etmiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa bedel istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
3.2.1. Bilindiği üzere; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanunu’nun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Vekil ile sözleşme yapan kişi, 4721 sayılı türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekil eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, vekil ile sözleşme yapan kişi, vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Sözkonusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
3.2.2. Bununla birlikte; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
3.3. Değerlendirme
III. ve (IV.3.) paragraflardaki gerekçeler yerinde bulunmakla; dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre ve özellikle, her ne kadar dava konusu 107 ada 19 parsel sayılı taşınmazın İlk Derece Mahkemesi kararının hüküm kısmının 3 ve 4. fıkralarında 107 ada 9 parsel olarak yazıldığı görülmüş ise de, bu hususun mahallinde düzeltilebilir bir maddi hata olduğu değerlendirilmekle, yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur.
VI. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle, davalılar vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 19.365,85 TL onama harcının davalılardan alınmasına, 22/02/2022 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.