Logo

1. Hukuk Dairesi2021/3910 E. 2022/1441 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil davasında, kesinleşmiş kadastro tespitinden sonra açılan davanın, hak düşürücü süre nedeniyle reddinin usulden mi yoksa esastan mı yapılacağı ve Yargıtay'ın bu kararı değerlendirme yetkisinin olup olmadığı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Gerekçe ve Sonuç: Kadastro tespitinin kesinleşmesinden sonra 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle davanın usulden reddedilmesi gerekirken, esastan reddedilmesinin isabetsiz olduğu ancak sonuç itibariyle kararın doğru olduğu gözetilerek, hükmün gerekçesi düzeltilerek onanmıştır.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 6. HUKUK DAİRESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın, davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun esastan reddine dair verilen karar, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü.

I.DAVA

Davacı vekili, müvekkilinin 26.04.1989 tarihli tutanakla sağlık ocağı yapılmak üzere taşınmazının 2.500 metrekarelik kısmını bağış olarak verdiğini, bu tutanağa dayalı olarak 04.10.1991 tarihli 6 no.lu tapu kaydına rücu şartı koymadığını, sağlık ocağı başka bir yere yapılınca da taşınmazını kullanmaya devam ettiğini, taşınmaz üzerinde bina olup 70 yıldır zilyet olduğu halde 2005 yılında kadastro çalışmaları sırasında taşınmazın 162 ada 26 parsel numarası ile Hazine adına tescil yapıldığını, her ne kadar bağıştan rücu şartı yok ise de Hazine avukatı ... ... tarafından tutulan raporda bina yapılmadığı takdirde yerin geri verileceğinin yazılı olduğunu, davaya konu taşınmazın Hazine adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini, aksi halde ihale yapılmaksızın bir bedelle davacıya satışını talep etmiştir.

II.CEVAP

Davalı ... vekili, öncelikle davanın süresinde açılmadığını, dava konusu taşınmaza ilişkin davacı tarafça Kandıra Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2008/23 Esas numaralı dosyası ile açılan tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini, kararın Yargıtay 8.Hukuk Dairesi'nin 2008/3673 Esas, 2008/3965 Karar sayılı kararı ile Onanarak kesinleştiğini, dava konusu ve tarafları aynı olan kesinleşmiş mahkeme kararı bulunduğundan davanın HMK 114/1-i bendi gereği dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEME KARARI

Kandıra Asliye Hukuk Mahkemesinin 01/02/2018 tarihli ve 2017/134 Esas - 2018/67 Karar sayılı kararıyla; davacının tapu iptali ve tescil talebinin kesin hüküm sebebiyle 6100 Sayılı HMK 114/1-i ve 115/2 maddeleri gereği usulden reddine, davacının terditli taşınmazın idarece tarafına satılması talebinin esastan reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1.İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2.İstinaf Nedenleri

Kararın usul ve yasaya aykırı olup davacı lehine bozulması gerektiğini, bağış işlemine konu sağlık ocağı yapılması şartının gerçekleşmediğini, davanın kabulü gerekirken reddinde isabetsizlik olduğunu, kararın kaldırılması ile davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

3.Gerekçe ve Sonuç

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 12.04.2019 tarihli ve 2018/1407 Esas 2019/519 Karar sayılı kararıyla, davacının kullanımında olduğunu iddia ettiği aynı yere ilişkin Kandıra Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/23 Esas ve 2008/239 Karar sayılı dosyası ile aynı hukuksal nedene dayanarak dava açtığı, davanın ret ile sonuçlandığı, verilen kararın Yargıtay denetiminden geçerek 14/08/2008 tarihinde kesinleştiği anılan bu hüküm, HMK'nın 303.(HUMK'un 237.) maddeleri anlamında kesin hüküm niteliğinde bulunduğu ve tarafları bağlayacağından dosya içeriğine, toplanan delillere, kararda yazılı gerektirici nedenlere, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hükümle çözümlenmiş olmasının olumsuz dava şartı olduğu göz önüne alınarak tapu iptali ve tescil davasının kesin hüküm nedeniyle usulden reddine ve davacının, terditli bedel karşılığı taşınmazın tarafına satışı talebine ilişkin ise, idari işlemin konusunu oluşturan hususlarda ve idareyi zorlayıcı nitelikte karar verilmesinin mümkün olmadığı gerekçeleriyle davacı vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz talebinde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Yerel Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek, istinaf dilekçelerinde ki taleplerini tekrar ile red kararının hükmen bozulmasını talep etmiştir.

3.Gerekçe

3.1.Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

HMK'nın 369. maddesi uyarınca temyiz dilekçesinde belirtilen sebepler ile kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususlar noktasında yapılan temyiz incelemesinde;

Dava kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil mümkün olmaz ise bedel karşılığında kendisine satılması istemine ilişkindir.

Çekişmeli taşınmaz kadastro sonucu tapu kaydı nedeniyle tarla vasfı ile Hazine adına tespit ve tescil edilmiştir.

3.2. İlgili Hukuk

HMK'nın 303.(HUMK'un 237.) maddeleri, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi.

3.3. Değerlendirme

Davacı, kadastro tespitinden önceki sebeplere dayalı olarak tapu iptali ve tescil istemi ile dava açmıştır. Dava konusu taşınmazın kadastro tespiti 16.08.2005 tarihinde kesinleşmiştir. Kadastro tespitinin kesinleştiği 2005 yılından davanın açıldığı 07.03.2017 tarihine kadar 3402 sayılı Yasa'nın 12/3. maddesi uyarınca 10 yıllık hak düşürücü süre geçtiğine göre davanın bu gerekçe ile usulden reddine karar verilmesi gerekirken, esasa girilerek ret kararı verilmesi isabetsiz ise de, ret kararı sonucu itibarı ile yerinde olduğundan hükmün gerekçesi açıklanan şekilde düzeltilerek onanmasına,

VI. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin yerinde bulunmayan sair temyiz itirazlarının reddiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçesi DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin yatırılan harcın yatıran tarafa iadesine, 23/02/2022 gününde kesin olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptali ve tescil davasıdır.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı, diğer yandan mahkemece re'sen değer belirlemesinin yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı Yasa'nın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.

Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.

6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ise “Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi ise “miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrimenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.

HMK’nın temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırkbin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.

Bölge Adliye Mahkemeleri bilindiği üzere 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.

Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07.2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.

Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı yasada temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.

3402 sayılı Yasa'nın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.

Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik, yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm, verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448. maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli, en temel ilkelerinden biridir.

Prof. Dr. ... “Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında "Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum. Diğer yandan,

Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazın değerinin davacı tarafından hiç gösterilmediği, keşfen bir değerin belirlenmediği, davanın reddine karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddedildiği dosya kapsamıyla sabittir.

Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği ve dava dilekçesinde dava değerinin gösterilmesinin mecburi olduğu, gösterilmemesi halinde davacıya tespit ettirileceği, tespitten kaçınılması halinde dava dilekçesinin işleme konulmayacağı açıkça hüküm altına alınmıştır. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 başvuru numaralı kararı da aynı yöndedir. Diğer yandan 6100 sayılı HMK’nın 119/1-d maddesi gereğince de davacı dava değerini bildirmek zorundadır. Davcının Hazine veya harçtan muaf olması dava değerinin bildirilmeyeceği veya re'sen tespit edilmeyeceği anlamına gelmez. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 başvuru nolu kararı da bu yöndedir.

Hal böyle olunca, taşınmaz başında keşif yapılarak Harçlar Kanunu 16. madde uyarınca taşınmazın dava tarihindeki değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından öncelikle gerçek dava değeri usulünce belirlenmeli, taşınmazın değeri istinaf sınırının üzerinde ise öncelikle istinaf incelemesi yapılmalı, ondan sonra temyiz kesinlik sınırının üzerinde ise temyiz incelemesi yapılmalı, değeri temyiz sınırının altında ise yukarıda açıklanan gerekçelerle temyiz dilekçesinin değerden reddine karar verilmelidir, ne var ki bu aşamada taşınmazın gerçek değeri mahkemece belirlenmediği için bu gerekçeyle kararın bozulması gerekirken değere bakılmaksızın temyiz incelemesi yapılarak kararın onanması yönündeki sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.