Logo

1. Hukuk Dairesi2021/4641 E. 2022/4561 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Kadastro öncesi zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil davasında, davalı Hazine’nin temyiz başvurusunun dava değerinin temyiz kesinlik sınırının altında kalması nedeniyle reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi ek kararının hukuki olup olmadığı hususundaki uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun ek 6. maddesinin, yürürlük tarihinden önce verilmiş olsa dahi henüz kesinleşmemiş ve kanun yolu aşamasında olan davalara uygulanacağı, bu nedenle dava değerine bakılmaksızın temyiz incelemesi yapılabileceği gözetilerek, davalı Hazine vekilinin temyiz itirazının kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi ek kararının kaldırılmasına, 124 ada 34 ve 35 parseller yönünden Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına, 124 ada 40 parseldeki ekonomik amaca uygun zilyetliğin tespit edilememesi nedeniyle bu kısım için kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ANTALYA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 8. HUKUK DAİRESİ

.....

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil ile tescili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin kararın, davalı Hazine vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun kabulüne dair verilen karar, süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü.

I. DAVA

Davacı ... ..., Afyonkarahisar ili, Merkez ilçesi, Büyükkalecik köyünde yapılan kadastro çalışmaları sonucunda temyize konu 124 ada 34, 35 ve 40 parsel sayılı taşınmazların 3402 sayılı Kanunun 14. ve 17. maddeleri gereğince zilyetlik yoluyla iktisap edilemeyeceği ve sit alanı içerisinde kaldığı belirtilerek Hazine adına tespitinin yapıldığını, halbuki dava konusu taşınmazın kendisine babasından miras yoluyla intikal ettiğinini, 100 yılı aşkın süredir kullandıklarını, uzun yıllardan bu yana taşınmazın hiçbir niza ve fasılaya uğramaksızın zilyetliklerinin devam ettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazların Hazine adına olan tapu kaydının iptali ile adına tescil istemiyle dava açmıştır.

II. CEVAP

Davalı Hazine, davaya konu taşınmazın Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 14/01/2000 tarihinde 1040 sayılı kararla "...yapılanmaların kontrol altına alınamaması nedeniyle yoğunlaşan yapıların bulunduğu..." gerekçesiyle tarihi sit alanı olarak ilan edildiğini, davacı lehine 1. derece sit alanlarında mülkiyete cevaz veren yasa değişikliği tarihi olan 2007 yılından dava tarihine kadar 20 yıllık zilyetlik süresi geçmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEME KARARI

Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13/06/2017 tarihli ve 2016/1003 E., 2017/422 Karar sayılı kararıyla; temyize konu 124 ada 34, 35 ve 124 ada 40 parsel sayılı taşınmazın 10/05/2017 havale tarihli fen bilirkişisi raporunda (A) harfi ile gösterilen 2943,17 metrekarelik kısmına yönelik açılan davanın kabulüne, taşınmazların davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1.İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2.İstinaf Nedenleri

Davalı Hazine vekili istinaf dilekçesinde; zilyetliğe dayalı taşınmaz iktisaplarında, aranılan zilyetliğin ekonomik amaca uygun olan zilyetlik olduğu halde Mahkemece bu duruma dikkat edilmediğini, dava konusu taşınmazlar üzerinde efek gibi kendiliğinden yetişen otların mevcut olduğunu, dava konusu taşınmazların imar ve ihya edilmediğini, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu'nun 15. maddesine göre milli park kapsamında kalan yerlerin tapuya tescilinin mümkün olmadığını, taşınmazın kadastro tespiti sırasında Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 2000 tarihli kararıyla Kocatepe Tarihi Sit alanı ilan edilmesi nedeniyle sit alanı olarak Hazine adına tescil edildiğini, sit alanlarının kamunun ortak kullanımında olan ve kamu niteliğinde araziler olduğunu, kadastro işleminin kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde kadastro öncesi sebeplere dayanılarak mülkiyet iddiası ile dava açılabileceğini, bu kuralın bir istisnasının yol, park ve diğer kamu mallarına kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren, kadastro öncesi nedenlere dayanılarak dava açılamayacağını, 2007 yılında 2863 sayılı Yasa'nın 11. maddesindeki değişiklikle sit alanlarının özel mülkiyete konu olduğu tarihten itibaren zilyetlikle taşınmaz iktisabının sağlanması için 20 yıllık sürenin geçmiş olması gerektiğini, yani davacıların, bu tür taşınmazları ancak 2007 yılından itibaren 20 yıl sonra zilyetlikle mülk edinme hakkına sahip olabileceklerini, bu nedenlerle kararın kaldırılarak dosyanın Yerel Mahkemeye iadesine veya esas hakkında davanın reddine, karar verilmesini talep etmiştir.

3.Gerekçe ve Sonuç

Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin 13.11.2019 tarihli 2017/523 E. 2019/828 K. sayılı kararıyla, bilirkişi raporları ve mahalli bilirkişi beyanlarına göre taşınmaz üzerinde kültür varlığı bulunmadığı, davacı yararına Başkomutan Tarihi Milli Parkı ilan tarihi olan 22/10/1981 itibari ile zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluştuğu ve zilyetliğin kadastro tespit tarihine kadar kesintisiz sürdüğü, dava konusu taşınmazın davacıdan önceki zilyetlerinden eklemeli zilyetlik ve taksim yoluyla taşınmazı devralan davacı yararına 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddesindeki koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından adına tescil hükmü kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle Hazinenin istinaf talebi kabul edilip, İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak 31 parsel sayılı taşınmazla ilgili davanın feragat nedeniyle reddine, 34 ve 35 parsel sayılı taşınmazlarla ilgili davanın kabulüne, 40 parsel sayılı taşınmazla ilgili davanın bilirkişinin 28.04.2017 tarihli raporunda (A) harfi ile gösterilen bölüm yönünden kabulüne, taşınmazın "Kocatepe tarihi sit alanı içerisinde kaldığına" ilişkin şerhin beyanlar hanesine işlenmesine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz talebinde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde; Yerel Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek istinaf dilekçelerindeki taleplerini tekrar ile kabul kararının hükmen bozulmasını talep etmiştir.

2.1. Davali Hazine vekilinin temyiz talebi; 03.03.2020 tarihli ek kararla dava değerinin temyiz kesinlik sınırı altında kaldığı gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesince reddedilmiş. Ek kararda davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

2.2. Ek Kararın Temyizi Nedenleri

Davalı Hazine vekili, ek kararın temyizi dilekçesinde, dava değerinin Mahkeme tarafından tamamlatılmadığını, taşınmazın aynına ilişkin davalarda kesinlik sınırının keşfen belirlenmesi gerektiğini, işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken usulden ret kararlarıyla Hazine’nin mağdur edildiğini belirterek, ek kararın bozulmasını talep etmiştir.

3. Gerekçe

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Dava, kadastro öncesi nedene dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

3.2. İlgili Hukuk

3.2.1. Anayasa’nın 36. maddesi’nin 1. fıkrası uyarınca herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı yahut davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir; yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme huzuruna taşıma hakkı teminat altına alınmıştır. Mahkeme kararlarına karşı kanun yoluna başvuru hakkı adil yargılanma hakkının sac ayaklarındandır. Bu anlamda mahkemeye erişim hakkı kapsamında uyuşmazlığın etkin şekilde sonuçlandırılması ancak kanun yolu denetimi ile mümkündür. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararlarının denetim mekanizmasını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar, erişim hakkını ihlal edebilir.

3.2.2. 28.07.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesi ile "Kadastro Mahkemesinin veya askı ilan süresinden sonra, kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar ile orman kadastrosuna ilişkin davalarda bu mahkemelerce verilen kararlara karşı, miktar ve değere bakılmaksızın 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temyiz kanun yoluna başvurulabilir." hükmü getirilmiştir.

3.2.3. Bahsi geçen 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin gerekçesinde de açıkça belirlendiği üzere, bu madde ile mevzu davaların mülkiyet hakkına doğrudan tesirinden ötürü ehemmiyeti gereği miktar ve değerine bakılmaksızın kanun yolu incelemesine tabi tutulması suretiyle etkin denetim mekanizması oluşturulması amaçlanmıştır.

3.2.4. Anayasa ve AİHS ile güvence altına alınan adil yargılama hakkı kapsamında mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, hukuki belirlilik ilkesi, etkin denetim mekanizmasının oluşturulması gayesi ve 7251 sayılı Kanun’un 53. maddesi ile 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 6. maddesinin düzenleme amacı bir arada değerlendirildiğinde, tereddüde yol açan usul hükümlerinin aşırı şekilci olarak uygulanması neticesinde yasanın denetim yollarının kullanımını önemli ölçüde etkileneceğinden, kanun yolu başvuru aşamalarının süren usul işlemlerinden olduğu, hükmün kesinleşinceye kadar geçirdiği derecaatın bir bütünü oluşturduğu hususları da göz önüne alındığında, 3402 sayılı Yasanın Ek 6. maddesinin henüz kanun yolu aşamasında olan dava dosyalarına, yürürlük tarihinden bağımsız olarak sirayet edeceği hususunun tereddütsüz olduğu anlaşılmaktadır.

3.2.5. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi, "Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir."

3.2.6. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi, "Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir." hükümlerini içermektedir.

3.2.7. 2863 sayılı Yasa’da 5563 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucu 11. madde “Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının malikleri bu varlıkların bakım ve onarımlarını Kültür ve Turizm Bakanlığının bu Kanun uyarınca bakım ve onarım hususunda vereceği emir ve talimata uygun olarak yerine getirdikleri sürece, bu Kanunun bu konuda maliklere tanıdığı hak ve muafiyetlerden yararlanırlar. Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez.”

3.3. Değerlendirme.

3.3.1. Dosya içeriğine, toplanan delillere, (IV./3.) numaralı paragrafta yer verilen Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararının dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye göre, dava konusu 124 ada 34 ve 35 parseller yönünden yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

3.3.2. Davalı Hazine vekilinin çekişmeli 124 ada 40 parsel sayılı taşınmazın (A) harfi ile gösterilen bölümüne ilişkin temyiz itirazlarına gelince; Mahkemece, kazanmayı sağlayan zilyetlik koşullarının davacı yararına gerçekleştiği kabul edilmek suretiyle hüküm kurulmuş ise de; Mahkemenin kabulü dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Dava konusu parsel başında yapılan keşif sonucu dosyaya ibraz edilen 09.10.2019 tarihli ziraatçi bilirkişi raporunda, çekişmeli taşınmaz bölümü üzerinde bitkisel üretim ile ilgili tarımsal hiçbir faaliyete rastlanılmadığı, taşınmazın içerisinde yaklaşık 15 yıllık ahır ve kümesin bulunduğu, davacının talep ettiği yerin hayvancılık amacıyla kullanıldığı ve böylece tarımsal amaçlı kullanımın olmadığı belirtilmiştir. Bilirkişi raporlarına ekli fotoğraflardan da çekişmeli taşınmaz bölümünde ekonomik amaca uygun zilyetliğin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca dava konusu 124 ada 40 parsel sayılı taşınmazın (A) ile gösterilen bölümünde 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14 ve 17. maddelerinde öngörülen zilyetlikle mülk edinme şartlarının gerçekleşmediğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi isabetsiz olmuştur.

VI. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1-Davalı Hazine vekilinin değinilen yön itibariyle yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin temyiz dilekçesinin reddine ilişkin 03.03.2020 tarihli EK KARARININ KALDIRILMASINA

2- Davalı Hazine vekilinin dava konusu 124 ada 34 ve 35 parsel sayılı taşınmazlara yönelik temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve kanuna uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK'nın 370 inci maddesi uyarınca ONANMASINA,

3- Davalı Hazine vekilinin dava konusu 124 ada 40 parsel sayılı taşınmazın temyize konu (A) bölümüne yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile bu bölüm yönünden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 06/06/2022 tarihinde kesin olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

-MUHALEFET ŞERHİ-

Dava, kadastro öncesi sebebe dayalı asliye hukuk mahkemesinde açılmış tapu iptal tescil davasıdır.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık, temyiz incelemesine konu kararın değer itibariyle verildiği anda kesin olup olmadığı, bir başka ifadeyle temyiz incelemesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Temyize ilişkin hükümler 6100 sayılı HMK da düzenlendiğine göre aynı Yasa'nın 448. maddesi “Zaman bakımından uygulanma” başlığıyla “ Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” demektedir.

Diğer yandan 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Ek madde 6 ise “…kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davalarda genel mahkemelerin verdiği kararlar …..miktar veya değerine bakılmaksızın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre istinaf veya temiz kanun yoluna başvurulabilir.” şeklindedir. Söz konusu bu düzenleme 22.07.2020 tarihli 7251 sayılı Yasa'nın 53. maddesi ile getirilmiştir. Yürürlük tarihi ise 28.07.2020 tarihidir.

6100 sayılı HMK’nın geçece 3. maddesi ise “ Bölge adliye mahkemelerinin …göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur…” şeklinde düzenlenmiştir.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesi ise “ miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” demek suretiyle gayrımenkullere ilişkin uyuşmazlıklarda değere bakılmaksızın temyiz yolunun açık olduğu belirtilmiştir.

HMK’nın temyiz edilemeyen kararlar başlıklı 362. maddesinin 1-a bendi ise “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar.” demek suretiyle temyiz sınırını belirlemiştir. Bu miktarın her yıl yeniden değerleme suretiyle arttırıldığı izahtan varestedir.

Bölge adliye mahkemeleri ise bilindiği üzere 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlamıştır.

Bu yasal düzenlemeler karşısında çözümlenmesi gereken husus; Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 ile Kadastro Yasası'nın ek 6. maddesinin yürürlüğe girdiği 28.07. 2020 tarihi arasında hüküm altına alınan uyuşmazlıklar açısından ek 6. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı, bir başka ifade ile verildiği anda kesin olan bu kararlara karşı temyiz yolunun mümkün olup olmadığı hususudur.

Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra 1086 sayılı HUMK’un 427/2 maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı yine 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin açık hükmüdür. 6100 sayılı yasada temyiz sınırı için gayrımenkuller açısından bir ayrım yapılmamıştır.

3402 sayılı Yasanın ek 6. maddesinin geriye yürüyeceğine dair herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Genel kural, özel hukuk yargılamasına ilişkin kanun hükümlerinin yürürlük tarihinden sonra sonuç doğurmasıdır.

Verildiği anda değer itibariyle istinaf veya temyiz sınırının altında kalan kararların o anda kesinleştiğinde ise şüphe bulunmamaktadır. Bir kararın kesinleşmesi, ya verildiği anda miktar itibariyle kanun yoluna kapalı olması, veya kanunda açıkça kesin olduğunun belirtilmesi nedeniyle, ya da kanun yolları tüketilmek suretiyle olur. Verildiği anda kesin olan hüküm bakımından artık yargılama bitmiştir. Yargılama süreci biten bir uyuşmazlık için temyiz incelemesi mümkün değildir. Kesinlik yargılamanın devamına engel bir durumdur. Hüküm verildiği anda kesin olduğu için artık tamamlanmış bir usulü işlem söz konusudur. Bu nedenle HMK 448.maddesi gereğince Kadastro Kanunu’nun ek 6. maddesinin tamamlanmış işlemlere uygulanması mümkün değildir. Ayrıca kesin olan bu kararın lehine olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak doğuracağı da unutulmamalıdır. Usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeninden olup usul hukukunun en önemli ilkelerinden biridir.

Prof. Dr. Baki KURU “ Miktar veya değeri temyiz (kesinlik) sınırını geçmeyen menkul (taşınır) mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.” (HUMK hükümlerine göre) derken Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 Altıncı baskı 4981.sayfasında “ Kanundan ötürü verildiği anda kesin olan bir karar temyiz edilirse, temyiz talebi (esasına girilmeden) mesmu olmadığından dolayı reddedilir. Fakat, Yargıtay, böyle bir (kesin) kararı yanlışlıkla bozarsa, bu bozma kararı ve mahkemenin bundan sonra yaptığı işlemler geçersizdir (yok sayılır)” demektedir. Sayın çoğunluğun değere bakılmaksızın kanun yolu denetimi yapılması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum. Diğer yandan,

Somut uyuşmazlığa gelince, taşınmazların değerinin davacı tarafından 2000.TL olarak gösterildiği, keşfen 35 nolu parselin 2.730. TL, 34 nolu parselin 1.954TL, 40 parselin ise 12.008 TL olarak belirlendiği, davanın kabulüne karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan kesin olarak reddedildiği, bu kararın temyiz talebinin de kararın değer itibariyle temyiz kesinlik sınırının altında kaldığı gerekçesiyle ek karar ile reddedildiği dosya kapsamıyla sabittir.

Bilindiği üzere, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, gayrimenkulün aynına taalluk eden davalarda dava değerinin gayrimenkulün değerine göre belirleneceği öngörülmüştür. Dava değerinin belirlenmesinde taşınmazın dava tarihindeki keşfen saptanacak gerçek değerinin esas alınacağı kuşkusuzdur.

Aynı Yasanın 30. maddesi ise “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılıyorsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409. maddesinde (HMK 150) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” şeklinde, 32. maddesi ise; “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Harçlar Kanununun uygulaması kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle hakim tarafından re’sen gözetilmesi gereken bir husustur.

Anayasanın 36. maddesinin ise somut olayda uygulanması, ancak mahkeme önünde tarafların eşitliği ilkesi bakımından olabilir. Bu durumda da 6100 sayılı HMK hükümlerinin herkes için aynı şekilde uygulanmasıyla bu ilke gerçekleştirilebilir. Sayın çoğunluk HMK'nın dava değeri ve kanun yollarına ilişkin yukarıda belirtilen hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorsa bu hükümlerin iptali yoluna gitmelidir.

Hal böyle olunca, taşınmazın keşfen belirlenen değeri dava değeri olup bu değer üzerinden temyiz talebinin reddine karar verilmesi isabetlidir. Anayasa Mahkemesinin 2018/36896 Başvuru nolu kararı da bu yöndedir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, eldeki dava bakımından Bölge Adliye Mahkemesince verilen ek kararın onanması gerekirken Bölge Adliye Mahkemesinin kararında ısrar hakkını da elinden alacak şekilde ek karar kaldırılarak esasa ilişkin hükmün onanmasının doğru olmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.