Logo

1. Hukuk Dairesi2024/1706 E. 2025/1990 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Mirasbırakanın ikinci eşine yaptığı taşınmaz devrinin muvazaalı olup olmadığı ve mirasçıların tapu iptali ve tescil taleplerinin yerinde olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Mahkemece, davalının delil olarak dayandığı ve murisin önceki mal varlığına ilişkin kayıtların getirtilmeden ve incelenmeden karar verilmesinin savunma hakkının ihlali oluşturduğu, murisin mal kaçırma kastının bulunup bulunmadığının tespiti için eksik inceleme yapıldığı gözetilerek, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına ve direnme kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2022/1475 E., 2023/2007 K.

İLK DERECE MAHKEMESİ : Muratlı Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2019/118 E., 2021/494 K.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar; mirasbırakan babaları ...’in maliki olduğu 416 ada 17 parsel sayılı taşınmazını Muratlı Noterliğinin 01.05.2001 tarihli ve 1493 yevmiye numaralı vasiyetnamesi ile ikinci eşi olan davalıya vasiyet ettiğini, aynı taşınmazı sonrasında davalıya tapuda satış suretiyle temlik ettiğini, murise bedel ödenmediğini, temlikin muvazaalı olduğunu, davalının murisle evlendikten sonra ona baskı yaptığını çevreden duymaları üzerine babaları ile konuştuklarında evi vermezsen gideceğim dediği için evi noterde bağışladım dediğini, tapuda yapılan devri murisin ölümünden sonra öğrendiklerini, devrin kendilerinden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile veraset ilamındaki payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.

II. CEVAP

Davalı; murisin mallarını çocuklarına paylaştırdığını, dava konusu taşınmazı da kendisine vasiyet ettiğini, kendisi ile evlendiği için davacıların murise baskı yaptıklarını, bu nedenle yaptığı paylaşım sonucu murisin dava konusu evi ve emekli maaşı dışında malı kalmadığını, biriktirdiği paralar ve ailesinin desteği ile dava konusu taşınmazı muristen aldığını, senede karşı senetle ispat zorunluluğu olduğunu, davacıların kötü niyetli olduklarını, evlilikleri boyunca murisin bakımını yaptığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarihi ve sayısı belirtilen kararı ile; murisin davalı ile 16.04.2001 tarihinde evlendiği, 01.05.2001 tarihli vasiyetnameyle dava konusu taşınmazı davalıya vasiyet ettiği, 09.02.2005 tarihinde de dava konusu taşınmazı davalıya satış suretiyle devrettiği, murisin yüksek tedavi masrafını veya normal sınırı aşan bakım gerektirecek bir hastalığının bulunmadığının anlaşıldığı, taşınmaz satmayı gerektirecek bir durum içinde bulunmadığı, murisin eski eşinin ölümünden önce davacıların miras paylarını paylaştırdığı yönünde tanık beyanlarının bulunduğu ancak paylaştırma iradesinden bahsedilebilmesi için tüm mirasçıları kapsayan bir paylaştırma gerçekleşmesi gerekeceği, ana babanın ya da eşin normal bakımın ötesinde özel bir ihtimam ve bakıma muhtaç olduğu, ahlaki görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği, murisin eşi olan davalının murise yapmış olduğu bakımın ahlaki görev sınırlarında kaldığı, yapılan bu bakımın semen olarak değerlendirilemeyeceği ve muris ile davalının ölünceye kadar bakma akdi yapma iradelerinin bulunmadığı sonucunun çıkarılabileceği, murisin davalıyla evliliğinden yaklaşık 2 hafta sonra dava konusu taşınmazı davalıya vasiyet ettiği, ancak dava konusu devir işleminin gerçekleşmesi sebebiyle TMK'nın 544/2. maddesi gereği vasiyetle bağdaşmayan bir işlem tesis ettiğinden murisin vasiyetten döndüğünün kabul edilmesi gerektiği, davalının taşınmazı satın alabilecek alış gücünün bulunmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasında ciddi bir farkın bulunduğu, davaya konu işlemin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; İlk Derece Mahkemesince yazılı şekilde tapu iptali ve tescil istemi yönünden davanın kabulüne karar verilmiş olmasında usul ve yasaya, maddi vakıalara aykırı yön görülmediği gerekçesiyle başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; eksik inceleme ile karar verildiğini, murisin çocuklarına yaptığı devirlerin getirtilip incelenmediğini, ilk eşi öldüğünde yaşlı ve bakıma muhtaç olan murisin aralarında 28 yaş fark bulunan müvekkili ile kendisine bakması için evlendiğini, semen olarak dava konusu taşınmazı vasiyet ettiğini, taşınmazın tevhidi gerekince tapuda devrinin yapıldığını, temlikin muvazaalı olmadığını, 71 yaşındaki birinin 42 yaşında biriyle evlenmesinin, bu şartlar olmasa idi normal olmayacağını, muris çocuklarına mal verdiği için mal kaçırma kastından söz edilemeyeceğini, tanık beyanlarının da iddialarını doğruladığını, murisin iradesinin netleştirilmediğini, Bölge Adliye Mahkemesinin ve İlk Derece Mahkemesinin hukuki nitelendirmede yanılgıya düştüğünü, devrin vasiyetnameden dönme olarak yorumlanamayacağını ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.

B. Değerlendirme ve Gerekçe

Dava, muris muvazaası hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 371. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

Dosya içeriğinden; muris ...’in 416 ada 17 parsel sayılı taşınmazının çıplak mülkiyetini 09.02.2005 tarihinde davalı eşi ...’ya temlik ettiği, 46 ada 17 parsel sayılı taşınmaz ile dava dışı Sevgi’ye ait 416 ada 16 parsel sayılı taşınmazın 2018 yılında tevhit edildiği ve 416 ada 18 parsel sayılı taşınmazın oluştuğu, 18 parsel sayılı taşınmazda davalının 44041/75041 payı, dava dışı Sevgi’nin de 3100/75041 payı olduğu, murisin 15.01.2019 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak ilk eşinden çocukları ..., ..., ..., ..., ... ve ... ile ikinci eşi ...’nın kaldığı, eldeki davada ön inceleme duruşmasında uyuşmazlığın dava konusu taşınmazın muris tarafından davalıya satış gösterilerek devredilip devredilmediği, davalının bu taşınmazı alacak maddi imkanının bulunup bulunmadığı, murisin taşınmazını satmasını gerektirecek bir nedeni bulunup bulunmadığı, bağış işlemi olup olmadığı, mezkur taşınmazın başta vasiyetname yoluyla davalıya devredilip devredilmediği, sonrasında tevhit işlemi ile birlikte tapuda satış olarak gösterilip gösterilmediği, taşınmazın tapu kaydının muvazaa nedeniyle iptal edilerek kök muris ...'ın terekesinin iade edilip edilemeyeceği şeklinde tespit edildiği görülmüştür.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706, Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237 (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Hemen belirtilmelidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesi “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmünü, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190/1 hükmü ise “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” hükmünü düzenlemiştir.

Öte yandan, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanması zorunludur. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. (1086 sayılı HUMK’un 73.) maddesi, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa'nın 36. maddesiyle en temel yargısal hak olarak kabul edilen hukuki dinlenilme hakkı gözetilerek mahkeme, tarafları dinlemeden, onların iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usûlüne uygun olarak davet etmeden, açıklama ve ispat haklarını kullanmalarını sağlamadan hükmünü veremez. Bunun aksinin kabulü adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurur.

Somut olayda; murisin 1931, davalı ikinci eşinin ise 1958 doğumlu olduğu, muris ile davalı arasında 27 yaş fark bulunduğu, muris ile davalının 2001 yılında evlendikleri ve murisin ölümüne kadar yaklaşık 18 yıllık evlilikleri olduğu, davacı ve davalı tanıklarının tamamının murisin ikinci eşinin murise baktığını beyan ettikleri, murisin damadı ve davacı ...’in eşi olan tanık Fikri’nin de “... pederim ... evlenmek istiyordu, bir kaç kişiyle görüştü, sonra ... ile evlendiler... ... pederim evi ve arsasını ölmeden önce ben ...'ya vereceğim, dedi. Benim de çocuklarının da haberi vardır. ... evlenmeden önce bana evi verirseniz ben ölünceye kadar ...'e bakarım dedi, bunun üzerine evlendiler. ...'da 8-9 yıl kadar çalıştı. ... son zamanlarına kadar dinç biriydi. Ancak hastalık zamanlarında ... hep yanındaydı…. Evlendiğimiz sene üstündeki mal varlığını kaynanam da hayattayken tüm çocuklarına yarımşar arsa verdi. ... pederim ve ... validem sağken 1990 yıllarda tüm çocuklarına arsalarını verdi. ... bize arsaları verdikten 7-8 yıl kadar sonra ... Hanımla evlendi.” yönünde beyanda bulunduğu, diğer iki davacı tanığının da mal paylaşımına dair beyanları olduğu, davalının da savunmasında murisin eski kayıtların getirtilerek incelenmesini istediği ayrıca delil olarak da bu kayıtlara dayandığı görülmekle İlk Derece Mahkemesince davalının delil olarak dayandığı kayıtlar getirtilmeden karar verilmiş olması davalının savunma hakkının ihlali sonucunu doğuracaktır.

Hal böyle olunca, murisin davalı ikinci eşi ile evlenmeden önceki mal varlığının hem taraflara sorulmak hem de merciinden istenilmek suretiyle tespit ettirilmesi ve yukarıdaki ilkeler gözetilerek murisin temlikteki iradesinin mal kaçırma kastı olup olmadığının her türlü şüpheden uzak olacak şekilde saptanması ile hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

VI. KARAR

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının değinilen yön itibariyle kabulü ile; temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,

İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,

Peşin alınan harcın istek hâlinde temyiz eden davalıya iadesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

14.04.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.