"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ: İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2023/2048 Esas, 2023/3071 Karar
DAVA TARİHİ: 31.05.2019
KARAR : Esastan ret
İLK DERECE MAHKEMESİ:... 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2019/264 Esas, 2023/378 Karar
Taraflar arasındaki çekişmeli taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 1007 nci maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkin davada yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacılar vekilince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; dava konusu... Mahallesi 1 ada 24 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığından uğramış olduğu zararın davalı Hazineden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde özetle; davacıların taleplerinin haksız ve mesnetsiz olduğundan reddine karar verilmesinin gerektiğini, açılan tazminat davasının 1 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde açılmadığını, zamanaşımı yönünden ve süre aşımı nedeni ile reddine karar verilmesi gerektiğini, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmazlardan olduğunu, taşınmaz ile ilgili... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1980/887 Esas sayılı dava dosyası ile dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeni ile tapu iptali ve tescil davası açıldığını, davacıların dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını,1980 yılından beri bildiklerini bu taşınmaz ile ilgili 1980/887 Esas sayılı dava dosyası ile taşınmaz kayıtları üzerinde tedbir şerhi konulduğunu, davacının dava konusu taşınmazın davalı olduğuna vakıf olduğunun kabul davacının dava konusu taşınmazdaki hisseleri bakımından tazminat talep etme şartlarına ve ehliyetine haiz olmadığını, dava konusu taşınmaz ile iglili tapu kayıtlarında tedbir şerhi bulunduğundan dava konusu taşınmazda 1980 yılından sonra taşınmaz hissesi devir alan ve satın alan şahısların 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesindeki tapu kayıtlarındaki aleniyet ilkesinden yararlanarak tazminat talep etmelerinin mümkün olmadığını, davanın belirsiz dava şeklinde açılmasının mümkün olmayacağını, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin karşı tarafa yüklenmesini talep etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; mahkemece eksik inceleme yapılarak karar verildiğini, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken mahkemece yanılgılı muhakemede bulunmak suretiyle reddine karar verildiğini, mahkemece tesis edilen kararın usul ve kanuna aykırı olup kaldırılması gerektiğini belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılması istemiyle istinaf talebinde bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile dava konusu taşınmazın tapu kaydına 16.06.1988 tarihinde mahkeme adı ve dosya numarası da belirtilerek, davalı olduğuna dair ihtiyati tedbir şerhinin işlendiği, açılan bu davanın dava konusu taşınmazın devletin tasarrufu altında olan ve özel mülkiyete konu edilemeyecek olan kıyı kenar çizgisi kapsamında kalan kısım için tapu iptali talepli dava olduğu, davacıların taşınmazda hisse satın aldıkları tarihlerde, taşınmazın tapu kaydında bu şerhin mevcut olduğu, davacılar tarafından şerhin getirdiği yükümlülük ile taşınmazın satın alınması ve hakların kazanılmasına ilişkin olan, 4721 sayılı Kanun'un 3 üncü maddesinin, ikinci fıkrası uyarınca “durumun gereğine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı” hususu dikkate alındığında, kendi ağır kusuru nedeniyle uğradığı zarardan 4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesi uyarınca devletin kusursuz sorumluluğunun kabulünün mümkün olmayacağı görülmekle, davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü sebepleri tekrar ederek kararı temyiz etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukukî Nitelendirme
Uyuşmazlık, ... olarak 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri.
2. 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesinin birinci fıkrası.
3. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/4-383 Esas, 2009/517 Karar sayılı ilâmında tapu işlemlerinin kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğu, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulünün gerektiği, Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, bu işlemler nedeniyle zarar görenlerin 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilecekleri belirtilmiştir.
4. 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan ... duygularını sağlamak bakımından aynî hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk, asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.
5. 4721 sayılı Kanun’un 1007 nci maddesi gereğince açılan davalarda, tapu kaydının iptali nedeniyle tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar, tapu kaydının iptali nedeniyle tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır. Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup bu tarihe göre tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise net gelir metodu yöntemi ile arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
3. Değerlendirme
1. Bölge adliye mahkemelerinin nihaî kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi ile 369 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Dava konusu taşınmazın tapu kaydına kıyı kenar çizgisi içinde kaldığına dair şerhin 16.06.1988 tarihinde konulduğu, davacılardan ...'ın tapu kaydındaki hisselerini... 3. Noterliğinin 25.04.2012 tarihli ve... 3. Noterliğinin 13.04.2012 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmelerine dayanarak,... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/217 Esas, 2012/454 Karar ve... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/193 Esas, 2015/295 Karar sayılı dosyalarında görülen tapu iptali ve tescil davalarında yapılan yargılama sonucunda kararların 27.11.2012 ve 08.09.2015 tarihlerinde kesinleşmesiyle ve (1/3360) pay sahibi olan ... Kocaman'dan 20.02.2017 tarihli ve 2406 yevmiye numarası ile satış suretiyle edindiği anlaşılmıştır.
3. Davacı ...'ın ise (1/80) ve (1/60) oranındaki hisselerini... 3. Noterliği'nin 18.02.2007 tarihli ve ... 7. Noterliği'nin 10.12.2012 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmelerine dayanarak,... 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/40 Esas, 2013/43 Karar ve... 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/370 Esas, 2014/2 Karar sayılı sayılı dosyalarında görülen tapu iptali ve tescil davaları sonucunda bu kararların 25.04.2013 ve 26.12.2014 tarihlerinde kesinleşmesiyle hükmen tescil yoluyla edindiği görülmüştür.
4. Dosya içindeki bilgi ve belgelere göre; dava konusu taşınmazın 148.792,91 m² yüzölçümünde olup,... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1980/887 Esas, 1999/292 Karar sayılı kararı ile kıyı kenar çizgisinde kalan, 143.340,00 m²lik kısmının tapusunun iptaline karar verildiği, bu karının temyiz ve karar düzeltme talepleri neticesinde, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 2015/14817 Esas, 2017/6110 Karar sayılı kararı sonucu 24.04.2017 tarihinde kesinleştiği görülmüştür.
5. Buna göre Devlet tapu sicil kaydındaki şerhin tesisini sağlayarak kaydın bu hâli ile değerlendirilmesi gerektiği hususunu aleniyete intikal ettirmiştir.
5. 4721 sayılı Kanun'un 1020 nci maddesinin: "Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.'' hükmü nazara alındığında tapunun beyanlar hanesine şerh işlendikten sonra bu şerhi tapuda görmesine rağmen taşınmazı devir alan davacının dava konusu taşınmazın devirden önceki durumu ile sonraki durumu arasında hiçbir değişiklik olmadığı halde beyanların varlığını bilerek ve hukukî sonuçlarını kabul ederek satın aldığı kıyı kenar şerhli taşınmaz nedeniyle devletin tazminat sorumluluğuna dayalı dava açmak suretiyle taşınmazı satın almadaki amacının mülkiyet hakkına ve devletin güvenilirliği ilkesine atfen getirilmiş bir düzenlemeden yararlanarak taşınmazın gerçek bedelini elde etme olduğu, bir hakkın bu suretle kötüye kullanılmasının himaye göremeyeceği; dolayısıyla davacının iyi niyetli olduğundan ve 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesi uyarınca dürüst davrandığından söz edilemez. Hâl böyle olunca, dava konusu taşınmaz hâlen adına kayıtlı olan davacının uğradığını iddia ettiği bir zararının oluştuğu kabul edilse bile bu zararın tapu sicil kayıtlarının doğru tutulmamasından kaynaklandığı söylenemeyeceği gibi zarar ile tapu işlemleri arasında nedensellik bağının varlığından da bahsetmek mümkün olmayacağından davanın reddine karar verilmesi yerindedir.
6. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Davacılar vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,
Davacılardan peşin alınan temyiz harcının Hazineye irat kaydedilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
29.05.2024 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
(Karşı Oy)
K A R Ş I O Y
Dava, taşınmazın kıyı kenar çizgisinde kalması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 1007 nci maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince davanın reddine dair verilen karara karşı davalı idare vekili tarafından yapılan istinaf başvurusunun İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin esastan reddine dair hükmünün Dairenin çoğunluk görüşü doğrultusunda onanmasına karar verilmiş ise de bu görüşe katılmamaktayım. Şöyle ki;
4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde, tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olacağı hükme bağlanmıştır. Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun, nitelik itibarıyla kusursuz sorumluluk olduğu hususu gerek doktrinde gerekse Yargıtay kararlarında kabul edilmektedir. Sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanıksız olarak tutulmuş olan kayıtlar nedeniyle doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan, tapu kütüğünün oluşumu aşamalarında kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğu kuşkusuzdur.
4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesinde kabul edilip sorumluluğun doğabilmesi için ilk şart, Tapu Sicil Tüzüğü'nün 7 nci maddesinde sayılan ana ve yardımcı sicillerin Devlet tarafından tutulması için gerekli bir eylem veya işlemin bulunmasıdır. Bildirim yükümlülükleri, sicilin tutulmasına ilişkin araçların korunması, saklanması, kayıtların yazımından önce gerekli araştırmaların yapılması, siciller ile ilgili örneklerin ilgilisine verilmesi, sicildeki bilgilerin eksik ya da yanlış ve eksik çıkartılması gibi hususlar da tapu sicilinin tutulması kavramı içine girmektedir. Devletin sorumluluğundan sözedebilmek için bu kayıtların tutulması sırasında bir hatanın mevcut olması veya gerçeğe aykırı bir sicilin tutulmuş olması gerekir.
Tapu sicilinin tutulması nedeniyle Devletin sorumlu tutulmasının ikinci şartı bir zararın oluşmuş olmasıdır. Zarar tehlikesi var olmakla birlikte henüz zarar doğmamış ve başka türlü zararın önlenmesi imkanı var ise, ayni hakkını kaybeden veya ayni hakkı sınırlandırılan kişi, tapu kaydının düzeltilmesi davası ile ya da tapu memurunun bir işlemi ile hakkına kavuşabilecekse, zararın doğduğundan söz edilemez. Zararın varlığının kesin olarak anlaşıldığı hâllerde Devletin sorumluluğundan söz edilebilecektir.
Yerleşmiş Yargıtay ugulamalarında; kesinleşmiş orman sınırları ya da kesinleşmiş kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazların tapu kaydı henüz iptal edilmemiş bile olsa, zararın doğduğu kabul edilmektedir. Kesinleşmiş kıyı kenar çizgisi ya da orman tahdidi içinde kalan taşınmaz için tapu sicilinin yolsuz oluşturulduğu benimsenmektedir.
4721 sayılı Kanun'un 1007 nci maddesine göre Devletin sorumluluğunun doğabilmesi için meydana gelen zarar ile, tapu sicilinin tutulması arasında illiyet bağının bulunması, ayrıca zarar görenin bu illiyet bağını kesecek derecede bir kusurunun bulunmaması gerekir. Eğer zarar görenin bir kusuru var ve bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise, Devletin sorumluluğundan söz edilemeyecektir.
Bu nedenle davacının tapu kaydındaki “taşınmaz kıyı kenar çizgisi içinde kalmaktadır” şerhine rağmen taşınmazı satın almış olmasında davacıya bir kusur yüklenebilecek mi, davacı kötü niyetli sayılabilecek mi, davacı kötü niyetli sayılacak ise, bu kusur illiyet bağını kesecek yoğunlukta mıdır sorularının cevabı önem taşımaktadır.
Tapu sicilinin tutulmasından doğan Devletin sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk hali olduğundan, sorumluluğun ortadan kalkması için illiyet bağının kesildiğinin kanıtlanması gerekir. Burada zararın doğduğu anın tespiti illiyet bağının kesilip kesilmemesi yönünden önem arz etmektedir. Zira davacının tapu kaydındaki “kıyı kenar çizgisi” şerhini görerek ve bilerek taşınmazı satın almış olmasının zararın oluşumuna katkısının bulunup bulunmaması, devletin sorumluluğunun tespiti açısından önemlidir. Bir taşınmazın orman tahdidi ya da kıyı kenar çizgisi içinde kalmış olması ve bu hususların kesinleşmesi ile birlikte talep hakkının doğduğu kabul edilmektedir. Bu sınırlar içinde kalan tapunun iptal edilmiş olması şartı aranmamaktadır. Yani zarar Devletin tapu verdiği bir taşınmazın kıyı kenar çizgisi sınırlarına alınmasıyla doğmuş olmaktadır. Zarar doğduktan sonra bu tür bir taşınmazı satın alan davacının zararın doğumunda bir katkısının olduğundan söz edilemez. Zira davacı taşınmazı satın almadan evvel zarar oluşmuştur. Ancak tapu iptal edilmeği için bu tür tapu devrinin önünde bir engel de bulunmamaktadır.
Önceki malikin talep hakkının bulunmadığı bir durumda yeni malik talep hakkı elde edecek olsa ve devir sırf bu amaçla yapılmış olsaydı, davacının eyleminin illiyet bağının kesilmesine neden olduğu kabul edilebilirdi. Zira burada zarar görenin bu eylemi zararın meydana gelmesinin sebebi olarak ortaya çıkmış olacaktı. Zarar görenin eyleminin zararın ortaya çıkmasının bir sebebi halini almadığı durumlarda illiyet bağının kesildiğinden söz edilemez. Çünkü zarar ve sorumluluk zaten doğmuştur.
Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve kanunlarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş ... haklardandır. (Anayasa md. 35/1 AİHS ek protokol 1-1) 4721 sayılı Kanun'un 683 üncü maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi olarak belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bütün bunların yanında mülkiyet hakkı kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir. Ancak bu sınırlandırma ya da kaldırma gerçekleştirilirken T.C. Anayasa'sının 90 ıncı maddesinin beşinci fıkrası ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS hükümleri gereğince AİHM tarafından oluşturulan 30.05.2006 tarihli ve 1262/02 sayılı kararında ifade edildiği üzere; "...bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin..." "...kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği..." bu önlem alınırken başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir denge olması gerektiği "kişinin kişisel ve haddinden fazla yük taşımak zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı," açıktır. Bir başka ifadeyle kamu yararı mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin menfaati arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer özel mülkiyet kapsamından çıkarılarak kamu malı niteliğini kazanmakla birlikte, kişinin ya da kişilerin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi hukukî güvenlik ilkesinin sonucu olarak korunması gerektiği muhakkaktır. Aksi düşünce tarzının, devletin, verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.
Somut olayda davacı kıyı kenar çizgisinde bulunan taşınmazı satın almış ve eldeki davayı açmış, mahkemece davaret edilmiştir. Yukarıda açıklamış olduğum nedenlerden dolayı davanın kabulü gerektiği ve bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması görüşünde olduğumdan çoğunluğun onama kararına katılmıyorum. 29.05.2024