"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf talebinin kabulü ile mahkeme hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Siirt ili ... ilçesi ... Köyü 101 ada 1 parsel sayılı taşınmazın keşifte gösterilecek kısmının tapusunun iptali gerektiğini zira; dava konusu taşınmazın, bitişikteki davacıya ait tapulu taşınmazların devamı niteliğinde olup davacıya ait olduğunu, taşınmazın davacı adına tespit edilmiş olması gerekirken davalı adına tespit edilmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu, taşınmazın evvelden (...) beri tarla nitelikli tarım arazisi olduğunu, ekonomik amaca uygun şekilde kullanıldığını, davacının mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek 101 ada 1 parsel sayılı taşınmazın keşif mahallinde gösterilecek kısmının tapusunun iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonunda yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; "ziraat bilirkişisinin raporunda 101 ada 1 parsel içerisinde (A) harfi ile gösterilen alanın üzerinde düzenli aralıklarla dikilmiş 8-10 yaşlarında ... ağaçlarının bulunduğu, etrafının tel örgü ile çevrili olduğu, taşınmazın kuzeyinin Siirt-Şırnak Karayolu, ... ve doğu yönlerinin ..., batısının 102 ada 1 nolu orman parselinin bitki örtüsüne sahip olduğu, taşınmazın fiziksel özellikleri incelendiğinde toprak bünyesinin killi-tınlı yapıda olduğu, eğim yapısının genel olarak %5-6 orta eğimli civarında olduğu, su tutma kapasitesinin iyi düzeyde olduğu, toprak derinliğinin (60-90) orta derin seviyede olduğu, drenajının normal olduğu, taşınmazda mevcut olan kültür bitkileri, geçmiş yıllara ait kalıntılar ile toprağın tesviye durumu incelendiğinde, son 10 yıldır toprağın taşlardan temizlendiği, toprağın tesviye edildiği ve ... bahçesi olarak tesis edildiği, dava konusu alanların ... bahçesi tesis edilmeden edilmeden önce sahip olduğu bitki örtüsü uydu görüntüleri üzerinden incelenmesinde 2010 yılı uydu görüntülerinde iddia edilen alanın üzerinde yer yer formunda meşeliklerin bulunduğu, tarımsal faaliyete konu yerlerden olmadığı ve 101 ada 1 parselin bitki örtüsü ve toprak yapısı ile örtüştüğü, (B) harfi ile gösterilen alanın üzerinde düzenli aralıklarla dikilmiş kısmen 7-8 yaşlı nar ağacı dikili olduğu, ancak meyve ağaçlarının yeni dikildiği ve toprakla bütünleşmediği, vasfını yitirdiği (kuruduğu), etrafının tel örgü ile çevrili olduğu, taşınmazın doğu ve ... yönünden yol geçtiği, kuzeyinde hali arazi ve batısında sürülü tarım arazisi bulunduğu, taşınmazın fiziksel özellikleri incelendiğinde toprak bünyesinin killi-tınlı yapıda olduğu, eğim yapısının genel olarak %6-8 orta eğimli civarında olduğu, az taşlı olduğu (%2-10), su tutma kapasitesinin iyi düzeyde olduğu, toprak derinliğinin (60-90) orta derin seviyede olduğu, drenajının normal olduğu, taşınmazda mevcut olan kültür bitkileri, geçmiş yıllara ait kalıntılar ile toprağın tesviye durumu incelendiğinde, son 1-2 yıldır toprağın taşlardan temizlendiği, toprağın tesviye edildiği ve nar bahçesi olarak tesis edildiği, dava konusu alanların nar bahçesi tesis edilmeden edilmeden önce sahip olduğu bitki örtüsü uydu görüntüleri üzerinden incelenmesinde 2010-2017 yılı uydu görüntülerinde iddia edilen alanın üzerinde yer yer çalı formunda meşeliklerin bulunduğu, tarımsal faaliyete konu yerlerden olmadığı ve 101 ada 1 parselin bitki örtüsü ve toprak yapısı ile örtüştüğünün belirtildiği; fotogronometri ve jeodezi bilirkişi raporunda, dava konusu yerler (A) ve (B) topoğrafik açıdan elen alındığında ve 1984 yılına ait hava fotoğrafı incelendiğinde içinde seyrek bir bitki örtüsü olması ve komşu taşınmazlarda kullanılan arazilerin renk ve tonlama görünümleri yönünden aynı özellikte olmaması sebebiyle evveliyatında imar ihya görmediğini, dava konusu yerler (A) ve (B) topoğrafik açıdan ele alındığında ve 1987 yılına ait hava fotoğrafı incelendiğinde içinde seyrek bir bitki örtüsü olması ve komşu taşınmazlarda kullanılan arazilerin renk ve tonlama görünümleri yönünden aynı özellikte olmaması sebebiyle evveliyatında imar ihya görmediğini, dava konusu yerler (A) ve (B) topoğrafik açıdan ele alındığında ve 2001 yılına ait hava fotoğrafı incelendiğinde içinde herhangi bir bitki örtüsünün bulunmaması, 2001 yılına ait hava fotoğrafında tarla görünümünde olmaları ve komşu taşınmazlarda kullanılan arazilerin renk ve tonlama görünümleri yönünden aynı özellikte olmaları sebebiyle evveliyatında imar ihya gördüğünün belirtildiği; orman yüksek mühendisi bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazların kadastro durumu, amenajman planı, memleket haritası ve uydu görüntülerine göre topluca değerlendirildiğinde, davalı taşınmazlardan (A) taşınmazı, amenajman planı meşçere haritasında orman orman alanları dışında yer aldığı ve (Z) rumuzu ile belirtilen ziraat arazisi içerisinde yer aldığı, 1986 yılı memleket haritasında orman alanı içerisinde yer aldığı, 2003 yılı memleket haritasında ise orman dışı alan içerisinde yer aldığı, A taşınmazının 2002 yılı uydu görüntülerinde ziraat arazisi görünümünde olduğu, ve 2020 uydu görüntüsünde yine ziraat arazisi görünümünde olduğu ve taşınmaz üzerinde dikili bulunan bitkilerin seçilebilir durumda olduğu, davalı taşınmazlardan (B) taşınmazı amenajman planı meşçere haritasında orman orman alanları dışında yer aldığı ve (Z) rumuzu ile belirtilen ziraat arazisi içerisinde yer aldığı, 1986 yılı memleket haritasında orman alanı içerisinde yer aldığı, 2003 yılı memleket haritasında ise orman dışı alan içerisinde yer aldığı, 202 yılı uydu görüntüsünde (B) taşınmazı kuzey ve batı kısımlarında bazı yerlerde arazinin işlenmediği, ham halde olduğu ve bazı kısımlarda orman örtüsünün olduğu, diğer kısımlarının ziraat arazisi görünümünde olduğu, 2020 yılı uydu görüntüsünde ise kuzeydeki küçük bir alan dışında taşınmazın tarımsal alan haline getirildiği, bu durumda (A) taşınmazının hem amenajman haritasında hem memleket haritasında ve uydu görüntülerinde ziraat arazisi olarak göründüğünden (A)=1.163,45 m2'nin orman dışı tarısal alan olarak değerlendirildiği, (B) taşınmazı ise kuzey ve batı kısımları, 1986 yılı memleket haritasında orman alanı içerisinde yer aldığından ve ayrıca uydu görüntülerinde bazı orman örtüsünün mevcut olduğu, arazinin ham halde olduğu ve toprağın işlenir durumda olmadığı görüldüğünden bu kısımların geçmiş orman olduğu anlaşıldığından 5.580,79 m2' lik alanın orman olarak değerlendirildiği, Yargıtay'ın kesin içtihatlarıyla da hüküm altına alındığı gibi, geçmişi orman olan alanların zilyetlik yoluyla mülkiyetinin kazanılmasının mümkün olmadığını, tapu ve zilyetlikle ormandan toprak kazanma olanağı sağlayan 3402 sayılı Kanunun 45. Maddesinin ilgili fıkraları, Anayasa mahkemesinin 01.06.1988 gün ve 31/13 E.K. 14.03.1989 gün ve 35/13 EK.K. Ve 13.06.1989 gün ve 7/25 E.K. sayılı kararı ile iptal edildiği ve kalan fıkralarında 03/03/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5304 sayılı Kanununun 14. Maddesi ile yürürlükten kaldırıldığını, bu yollarla ormandan yer kazanılamayacağı, öncesi orman olan bir yerin üzerindeki orman bitki örtüsü yok edilmiş olsa dahi, salt orman toprağının orman sayılan yer olduğu hüküm altına alındığını, (B) taşınmazının doğu ve güneydeki kısımları hem amenajman haritasında, hem memleket haritasında ve hemde uydu görüntülerinde ziraat arazisi olarak görüldüğünden (B)=7.813,14 m2 orman sayılmayan tarımsal alan olarak değerlendirildiği, orman olarak belirlenen (B):5.580,79 m2'lik kısmı, 1986 yılı memleket haritasında orman alanı içerisinde yer aldığından ve ayrıca uydu görüntülerinde de bazı orman örtüsünün mevcut olduğu, arazinin ham halde olduğu ve toprağın işlenir durumda olmadığı görüldüğünden, bu kısımların geçmişte orman olduğu, sonradan özellikle 2010 yılından sonra kademeli olarak üzerindeki orman örtüsü tahrip edilerek tarımsal alana dönüştürüldüğü anlaşıldığını, bu konuda Yargıtay'ın kesin içtihatlarıyla da hüküm altına alındığı gibi, geçmişi orman olan alanların zilyetlik yoluyla mülkiyetinin kazanılmasının mümkün olmadığını, tapu ve zilyetlikle ormandan toprak kazanma olanağı sağlayan 3402 sayılı Kanunun 45. Maddesinin ilgili fıkraları, Anayasa mahkemesinin 01.06.1988 gün ve 31/13 E.K. 14.03.1989 gün ve 35/13 EK.K. Ve 13.06.1989 gün ve 7/25 E.K. Sayılı Kanunun 14. Maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olduğunu, bu yollarla ormandan yer kazanılamayacağı, öncesi orman olan bir yerin üzerindeki orman bitki örtüsü yok edilmiş olsa dahi, salt orman toprağının orman sayılan yer olduğu hüküm altına alındığını, bu nedenlerle dava konusu taşınmazların (B):5.580,79 m2'lik orman olarak ayrılan kısmı; toprak yapısı, eğim, topoğrafik yapısı ve konumu itibariyle toprak muhafaza ve orman muhafaza karakteri taşıdığı, su ve toprak rejimine zarar verdiği, etrafındaki orman arazileriyle bütünlük teşkil ettiği, mevcut ormanların devamı niteliğinde olduğu, bilim ve fen bakımından orman niteliğini taşıdığı, bütün deliller ışığında memleket haritası ve uydu görüntülerinde eskiden beri orman alanları içerisinde yer aldığı, geçmişte üzerinde doğal olarak yetişen ve toplu halde orman ağaçları ve ağaççıkları mevcut olduğu anlaşılan ve sonrada üzerindeki orman örtüsünün tahrip edildiği anlaşıldığından 3116 ve 6831 sayılı orman yasalarına göre orman sayılan yerlerden olduğunun belirtildiği, ziraat ve jeodezi bilirkişisinin bilimsel verilere dayanarak somut delil niteliğindeki hava fotoğrafları ve uydu görüntüleri üzerinde yapmış olduğu inceleme neticesinde tespit etmiş olduğu bulgular karşısında dava konusu yerlerin 1984 ve 1987 yılına kadar imar ve ihya edilmediği, 2001 yılı hava fotoğraflarında dava konusu yerin imar ihyası edildiğinin belirtildiği, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 17. Maddesinin yollamada bulunduğu, aynı kanununun 14. ve TMK'nun 713/1. Maddesindeki koşulların ihya olgusunun tamamlanmasından sonra başlayacağı, Harita Genel Müdürlüğünün sayfasında yapılan incelemede dava konusu ... Köyüne ait hava fotoğraflarının 1984-1987 ve 2001 yıllarına ilişkin olduğu, dolaysıyla davacı ve bayilerinin zilyetliğinin 2001 yılından önce başlayıp malik sıfatıyla kesintisiz ve çekişmesiz kadastro tespitinin yapıldığı 2009 yılına kadar devam ettiğinin ispat edilemediği, bu nedenle davacı ve bayilerinin zilyetlikle kazanma koşullarının gerçekleşmediği ve Kadastro Kanunun 17, 14 ve Medeni Kanunun 713. Maddesindeki kazanma koşullarının davacı yararına oluşmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur" gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hükmün davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince; "Davacı, Siirt ili, ... ilçesi, ... Köyü çalışma alanında bulunan ve kadastro çalışmaları sırasında 101 ada 1 parsel sayılı taşınmaz olarak davalılardan Hazine adına tespit ve tescil edilen taşınmaz hakkında kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği sebebine dayanarak, tapu kaydının iptali ve tescil istemiyle dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine dair yukarıdaki karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından istinaf edilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, Dairemizce yapılan yazışmalar sonucu Tapu Müdürlüğünün 21.02.2024 tarihli cevabi yazısından; dava konusu taşınmazın yörede 10.07.2009 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında davalı Hazine adına "orman" vasfıyla tespit gördüğü, kadastro tespitinin 14.08.2009 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihte tapuya tescil edildiği, davanın ise 09.11.2019 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır. Dava, kadastro tespiti öncesi sebebe (zilyetliğe) dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesinde, tutanaklarda belirtilen haklara sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki nedenlere dayanarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı belirtilmiştir. Kanunda belirtilen bu sürenin hak düşürücü süre olduğu konusunda, uygulama ile öğreti arasında tam bir fikir birliği bulunmaktadır. Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, kamu düzeni ile ilgili olumsuz dava koşulu olup, davada “itiraz” olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi “kesme” ve “durma” hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde “hakkın” kaybına yol açan, yani, hakkın özünü ortadan kaldıran, taraflarca ileri sürülmese de mahkemece kendiliğinden göz önünde bulundurulan, tüm def’i ve itirazlardan önce nazara alınan bir süre, başka anlatımla davanın “görülebilirlik koşulu”dur. Hakim doğrudan bu yönü gözönünde tutmak zorundadır. Hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan davanın esasını hakim inceleyemez. Anılan maddede öngörülen süreyle; tapu sicilinin kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır. (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 02.04.2004 tarih, 2003/1 Esas, 2004/1 Karar sayılı kararı gerekçesinden) Kadastro ya da tapulama ile oluşturulmuş tapu sicillerine karşı açılacak davalarda hakkın türünü, 766 ve 2613 sayılı Kanunlar ile 3402 sayılı Kanun hükümleri sınırlandırmış değildir. Genel bir tanımlama ile “Tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamayacağını ve dava açılamayacağını” öngörmüş ve sicile geçmiş olan hakkın türü ne olursa olsun 10 yıl geçtikten sonra dava açılmasına anılan kanunlar izin vermemiştir. Dosya kapsamına, toplanan delillere göre; davaya konu taşınmazın tapuya 14.08.2009 tarihinde tescil edildiği, davanın ise 09.11.2019 tarihinde 3402 sayılı Kanun'un (Kadastro Kanunu'nun) 12/3. maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü süre gerçekleştikten sonra açıldığı, davacının ise tescil öncesi sebebe dayandığı, bu durumda tutanağın kesinleştiği tarihten davanın açıldığı tarihe kadar 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. hükmünde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olması nedeni ile davacının kadastro öncesi zilyetliğe ilişkin eldeki davası hakkında bu sebeple (hak düşürücü süre nedeniyle) davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın esastan reddine karar verilmiş olması isabetsiz olduğundan ve bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kamu düzenine ilişkin nedenlerle kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, HMK'nın 353/1-b.2 hükmü uyarınca davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine dair karar vermek gerektiği" belirtilerek istinaf başvurusunun kabulüne, mahkeme kararının kaldırılmasına, yeniden hüküm kurulmasına, davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunun 12/3 hükmü uyarınca hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmiş; Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, Bölge Adliye Mahkemesi kararındaki gerekçeye, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 369/1 inci maddesi de gözetilerek yapılan incelemede aynı Kanun’un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden biri de bulunmadığına göre, temyizen incelenen karar usûl ve Kanuna uygun olup davacı vekilinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ONANMASINA,
427,60 TL davacı tarafından yatırılan peşin harcın onama harcına mahsubuna,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin ise Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
23.09.2024 tarihinde oy birliği ile karar verildi.