Logo

Ceza Genel Kurulu2024/93 E. 2024/148 K.

Yapay Zeka Özeti

Uyuşmazlık: Sanığın eylemlerinin silahlı terör örgütüne üyelik mi yoksa yöneticilik mi suçunu oluşturduğu ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanıp yararlanamayacağı hususunda yaşanan uyuşmazlık.

Gerekçe ve Sonuç: Sanığın örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında Danıştay ve HSYK üyeliğine yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunduğu, ancak örgütün hiyerarşik yapılanmasında 5. kat veya daha üst konumda olmadığı ve mahrem yapılanmada yer almadığı gözetilerek eyleminin silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğu kabul edilmiş, temel cezanın belirlenmesinde üst sınıra daha yakın bir ceza verilmesi gerektiği hususu gözetilmediği gerekçesiyle hükmün eleştirilerek onanmasına karar verilmiştir.

Karar Metni

"İçtihat Metni"

KARARI VEREN

YARGITAY DAİRESİ : Ceza Genel Kurulu

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi

SAYISI : 11-23

Silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılama sonucunda sanığın eyleminin silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314/2, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5/1, TCK'nın 221/4, 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince verilen 26.12.2019 tarihli ve 76-17 sayılı hükmün sanık müdafii ve Yargıtay Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 02.06.2022 tarih, 247-394 sayı ve oy çokluğu ile; "... Sübuta eren eylemleriyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılan ve Genel Kurulun 21.12.2021 tarihli ve 347-653 sayılı kararında belirtilen örgüt yöneticiliğinin kıstaslarına ilişkin açıklamalara göre örgütün hiyerarşik yapılanması itibarıyla 5. katta veya daha üst konumda olmaması ve ayrıca idari ve yargısal konularda karar alınmasında etkin konumda olmakla birlikte örgütün mahrem yargılamasında yer aldığına ilişkin herhangi bir delil bulunmaması nedeniyle örgüt yöneticisi olarak kabul edilmesine imkan bulunmayan sanık hakkında yakalandıktan sonra örgütte kaldığı süreye ve konumuna uygun şekilde örgütün yapısı, faaliyetleri ve mensuplarıyla ilgili verdiği bilgilerin niteliği, faydalılık derecesi, etkin pişmanlıkta bulunduğu aşama ve özü itibarıyla istikrarlı şekilde devam ettirdiği gözetilerek tayin edilen cezada TCK'nın 221/4-2. cümlesi uyarınca yapılan indirim oranı isabetli ise de, temel cezanın belirlenmesinde Anayasa'nın 138/1. maddesi hükmü, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, sanığın örgüt içindeki konumu, kaldığı süre, faaliyetlerinin nitelik, süreklilik ve çeşitliliği gözetilerek işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek, üst sınıra daha yakın bir ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde eksik ceza tayin edilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.06.2021 tarihli ve 196 sayılı kararı ile dosyanın devredildiği Yargıtay 3. Ceza Dairesince yapılan yargılama neticesinde 24.01.2023 tarih ve 34-1 sayı ile bozmaya direnilerek önceki hüküm gibi sanığın mahkûmiyetine karar verilmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii ve Yargıtay Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 02.06.2022 tarih, 247-394 sayı ve oy çokluğu ile; "...Yargıtay 3. Ceza Dairesince; direnme kararına konu hükme ilişkin gösterilen gerekçede, Yargıtay Cumhuriyet savcısının bozmadan sonra verdiği esas hakkındaki görüşüne ve sanığın bozmadan sonraki savunmalarına yer verilmediği, ayrıca direnme nedenleri gösterilmeden ve bozmaya niçin uyulmadığı açıklanmadan bozulmakla ortadan kalkan önceki hükmün gerekçesinin iddia makamının esas hakkındaki mütalaası da aynen alınarak tekrarlanması suretiyle hüküm kurulduğunun anlaşılması karşısında, direnme kararına konu hükmün Anayasa'nın 141 ve CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçeyi içermemesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesince bozma kararına uyulmasına karar verilerek yeniden yapılan yargılama neticesinde 12.12.2023 tarih ve 11-23 sayı ile sanığın TCK'nın 314/2, 3713 sayılı Kanun'un 5/1, TCK'nın 221/4, 62, 53, 58/9, 221/5 ve 63. maddeleri uyarınca 2 yıl 7 ay 25 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba karar verilmiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının onama istemli 21.02.2024 tarihli ve 19764 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:

Ceza Genel Kurulunca, sanık hakkında silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan cezalandırılma istemiyle açılan davada, İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 3. Ceza Dairesinde yapılan yargılama sonunda, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki yönüne ilişkin temyiz incelemesi yapılmıştır.

I) TEMYİZ EDENLERİN SIFATI, BAŞVURULARIN SÜRESİ VE TEMYİZ NEDENLERİNE GÖRE YAPILAN İNCELEMEDE:

A) Uygulanacak Temyiz Hükümleri:

07.10.2004 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete'de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmekle birlikte 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK'nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK'nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 7 nolu protokolün "Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı" başlıklı 2. maddesinin "Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. 2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir." hükmü doğrultusunda, bazı kamu görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtayda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları hâlinde istisna getirebilme olanağına rağmen iç hukukumuzda, ilk derece olarak Yargıtayda yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek, iki dereceli sistem benimsenmiştir.

B) Temyiz Süresi ve Neden Bildirme Yükümlülüğü:

Hüküm fıkrasında, verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağı bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresinin, mercii ve şekillerinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilerek hazır bulunan sanığa ve müdafisine bildirilmesi gerekmektedir.

Temyiz istemi, tutuklu bulunan sanıklar hakkında CMK'nın 263. madde hükmü saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasından itibaren eğer temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılmasının gerekliliği, temyiz sebebinin ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabileceği gözetilerek, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorunda olup başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.

C) Temyiz Nedenleri ve İncelemenin Kapsamı:

İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK'dan farklı şekilde resen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir.

Bir muhakemede, çözümü amaçlanan iki temel sorun vardır. Bunlar, maddi sorun ve hukuki sorundur. Maddi sorun, olgusal dünyaya; hukuki sorun, normatif dünyaya aittir. Mahkemede önce maddi sorun, sonra hukuki sorun çözülür. Maddi sorunun çözümü geçmişte yaşanmış bir olayın temsili, nasıl gerçekleştiğinin tespitidir. Bu çözüm de sadece hukukun izin verdiği yöntemlerle gerçekleşecektir. Maddi olayın gerçeğe uygun temsil edilebilmesi öncelikle, eksiksiz soruşturma yapılması ve toplanan tüm delil araçlarının doğru değerlendirilmesine bağlıdır. Hâkim; delil araçlarını, akıl yürütmek ve bu arada tecrübe kurallarına başvurmak suretiyle, vicdanına göre değerlendirecektir. Yine akıl yürüterek boşlukları dolduracaktır. Dolayısıyla vicdani kanaate sezgilerle değil akıl yoluyla ulaşılacaktır.

Temyiz denetiminde, maddi olayın tespitinde ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüzyüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir ederken, delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görüşülüp incelenebileceği gibi maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıkları da gerekçe üzerinden denetlenebilecektir.

Temyiz dilekçesinde bir temyiz nedeni var olmasına rağmen muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz sebebi olarak gösterilmemesi ya da gösterilmekle birlikte hükme etki edecek nitelikte olmadığının anlaşılması durumunda usul hükümlerine uygunluk bakımından sadece 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesi kapsamındaki hukuka kesin aykırılık hâlleriyle sınırlı bir temyiz incelemesi yapılacak, inceleme sırasında tespit edilen ancak hükmü etkilemeyen muhakeme hukukuna aykırılıklar Yargıtay tarafından bozma nedeni yapılmayarak kararda bu aykırılıklara işaret edilmekle yetinilecektir.

Temyiz nedeninin, maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması hâlinde ise maddi hukuka aykırılık nedeniyle hükmün temyiz edilmesi yeterli olup cezai yaptırımların kişiler üzerindeki telafisi mümkün olmayan ağır sonuçları da gözetilerek somut olayda adaleti gerçekleştirme ve doğru bir hüküm oluşturma ile yükümlü olan Yargıtayca dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar tespit edilip temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılması gerekecektir.

CMK'nın 289. maddesinde yazılı olan "Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır." kuralı, hiçbir temyiz nedeni içermeyen bir temyiz başvurusunda, mutlak temyiz nedenlerinin kendiliğinden gözetileceği şeklinde anlaşılamaz. Bu noktada dilekçe yalnızca bir veya birden fazla nispî temyiz nedeni içeriyorsa, bu nedenler kabul edilmese dahi 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinde yer alan mutlak hukuka aykırılık hâllerinden birine dayanarak hükmün bozulması mümkündür.

D) Temyiz istemlerinin süresinde ve geçerli olup olmadığının değerlendirilmesi:

a) Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla gerçekleştirilen yargılama sonucunda 12.12.2023 tarihinde yapılan oturumda hüküm özünün, hazır bulunan sanık ve müdafiine, karara karşı başvurulacak kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri de belirtilmek suretiyle açıkça okunup usulen anlatıldığı,

Mahkûmiyet hükmüne yönelik olarak sanık müdafiinin 18.12.2023 tarihli ve süresi içerisinde sunduğu dilekçeyle temyiz kanun yoluna başvurduğu,

b) Temyiz dilekçesi içeriğinden; müdafinin TCK'nın 30. maddesi gereği cezasızlık hâlinin değerlendirilmediği, alt sınırdan uzaklaşılma gerekçesinin ortaya koyulmadığı nedenlerine dayanmak suretiyle gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmesini talep ettiği,

c) Gerekçeli kararın müdafie 30.01.2024 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği,

Sanık müdafiinin 05.02.2024 tarihinde ve süresi içinde ek temyiz dilekçesini sunduğu,

Görülmekle sanık müdafiinin temyiz talebinin süresinde ve geçerli olduğu anlaşılmıştır.

II) İDDİA:

''(...)Örgüt içerisindeki konumu ve örgütün, adeta silah olarak kullandığı yargı yapılanmasının en üstünde yer alan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkan vekilliği ve 3. Daire başkanlığı sıfatları ve unvanları itibarı ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki hiyerarşik yapılanmasında, örgüt ve kamusal yapı içerisindeki konumu, temadi eden örgütsel ve etkin nitelikteki faaliyetleri nazara alındığında;

FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün deşifre olmasını engellemek, örgüt mensupları hakkında yapılan soruşturmaların sonuçsuz kalmasını sağlamak, örgüt faaliyetlerinin belli bir disiplin içinde istikrarlı bir şekilde devamı için diğer örgüt yöneticileriyle birlikte fikir ve eylem birliği içinde hareket etmek suretiyle hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, haiz olduğu görev ve sorumluluk alanları ile emir ve talimat verme noktasındaki yetkileri gözetildiğinde, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün, hücre yapılanmasında, HSYK kurumu içerisinde özel göreve haiz yönetici sıfatında olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Aşamalarda verdiği ifadelerinde pişmanlık duyarak örgütün Adalet Bakanlığı, Adalet Akademisi, HSYK, Yargıtay, Danıştay ve taşra yargı yapılanması hakkında örgüt mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgiler verdiği, hakkında 5237 sayılı TCK'nın 221/4-5. maddelerinin uygulanması gerektiği anlaşılmıştır." ifadelerine yer verilerek sanık hakkında silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan cezalandırılması talebiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.

III) SAVUNMA:

Sanık aşamalardaki savunmalarında özetle; Fethullah Gülen cemaati ile ilk kez 1977 yılında tanıştığını, o tarihte babasının görevi nedeniyle Ankara'nın bir köyünde yaşadıklarını, tatil için buraya gelen babasının bir arkadaşının; "Ben oğlumu bir yere yollayacağım, Kuran öğretiyorlar, gitsinler Kuran okusunlar, zamanı boşa geçirmesinler" diyerek babasından kendisi için izin aldığını, o sırada herhangi bir risale ya da cemaat muhabbeti olmadığını, babasının tecvitli okumayı öğrenme ve ezber yapmasına yönelik olarak kendisini buraya göndermeyi kabul ettiğini, babasının bahse konu arkadaşı ....'yla İstanbul'a gittiklerini, burada ...'nın oğluyla kendisini Topkapı'da bir cemaat evine bıraktığını, bir gece bu evde kaldıktan sonra Gölcük tarafında ormanlık bir alana gidip kamp yaptıklarını, on gün kadar bu kampta kaldığını, kampın sorumlusunun daha sonra vefat eden ve o dönemde hatırladığı kadarıyla üniversite öğrencisi olan... ... olduğunu, ...'in Saidi Nursi'nin yazdığı tabiat risalesi adlı ... bir kitapçık verip bunu okumasını söylediğini ancak çok ağır bir dili olduğundan kitaptan hiçbir şey anlamadığını belirtmesi üzerine...'in kendisini ... isimli bir üniversite öğrencisinin yanına vererek kitabı beraber okumalarını istediğini, ...'ın muhtemelen şahsın gerçek ismi olmadığını, bu kampta Saidi Nursi'nin kitaplarının okunduğunu, cemaatle namaz kılındığını, ayrıca serbest zamanların da olduğunu, on gün sonra kamptan ayrılırken ...'ın kendisine nerede oturduğunu sorduğunu, Topraklık'ta yaşadıklarını söylemesi üzerine Kolej'de bir ev adresi vererek "Bu eve gidip gel, sana derslerinde yardımcı olur arkadaşlar" dediğini, Ankara'ya döndükten sonra bu eve üç defa gittiğini, ilk ikisinde evde bulunan bir üniversite öğrencisinin kendisiyle ilgilendiğini, Saidi Nursi'nin kitaplarından bazı bölümleri okuduklarını, üçüncü kez gittiğinde apartmanın girişinde bu öğrenci arkadaşı ile karşılaştığını, elinde valiz olan şahsın kendisine; "Sakal bıraktığım için beni bu evde istemiyorlar, ben bu evden ayrılıyorum" dediğini, bunu; "cemaatten kopuyorum" anlamında söylediğini, kendisinin de evde kalan diğer öğrencileri zaten tanımadığı için bir daha bu eve gitmediğini, daha sonra lise son sınıfta iken ... denilen kişinin Topraklık'taki evlerine geldiğini, evi nereden bulduğunun ve adresi kimden aldığının kendisi için hâlâ bir muamma olduğunu, ...'ın ısrarla; "Tercihlerini İstanbul'dan yap, İstanbul şöyle güzel memleket, deniz var, Osmanlı eserleri var, birlikte aynı evde kalalım" dediğini, kendisinin ise babası din görevlisi yani kısıtlı gelirli birisi olduğundan bu teklife makul yaklaşmadığını ve tercihlerini Ankara'dan yapacağını söylediğini ancak o sene üniversite sınavını kazanamadığını, Ankara için puanının yetmediğini, ikinci sene üniversite hazırlık kursları ararken Demetevler'de bir dershane bulduğunu, o zaman bunun cemaat dershanesi olduğunu bilmediğini, buraya kendisini kimin yönlendirdiğini hatırlamadığını, diğer dershanelere göre ucuz olduğu için burayı tercih ettiğini, dershanenin son dönemlerinde yapılan deneme sınavlarında hep ilk üçe girdiğini, sene sonunda sınavlardan sonra bir piknik düzenlediklerini, bu piknikte herkesten nereyi kazandığının sorulduğunu, kendisinin de o yıl tek tercih olarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini yazdığını, zira buranın puanın Ankara Hukuktan biraz daha düşük olduğunu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını duyan oradaki öğretmenlerden birinin kendisine bir adres vererek; "Burası Beyazıt'ta fakülteye çok yakın, oraya gidersen arkadaşlar sana kayıt yaptırma işlemlerinde yardımcı olurlar" dediğini, bunun üzerine kayıt yaptırmak için 11 Eylül 1980 günü İstanbul'a gittiğini, bahse konu adresi bulduğunu, daha evvel kalmış olduğu kampta sorumlu olan... ...'nın bu evin abisi olduğunu gördüğünü, yatsı namazından sonra evde bir tedirginlik başladığını, henüz okullar açılmadığı için evde... dışında iki ya da üç kişi daha olduğunu, ... ...'nın bu öğrencileri teker teker odasına çağırıp on on beş dakika konuştuğunu, odadan çıkanların bir şey söylemediğini ancak ortamda bir tedirginlik olduğunu gördüğünü, en son 22:00-22.30 sıralarında kendisini çağıran... ...'nın "Sen zaten bu evde kalmıyorsun, kalacak bir yerin varsa istersen git, yok eğer burada kalacaksan yarın sabah burayı askerler basabilir, herkesi gözaltına alabilir, sen burada biri ile irtibatlan, bir senaryo yazın, neden burada bulunduğunu izah et" dediğini, bunun üzerine oradaki gençlerden birisi ile oturup konuştuklarını ve sanki ikisi evvelden tanışıyorlarmış, şahıs yardımcı olmak için kendisini bu eve davet etmiş ve bu sanki bir cemaat işi değilmiş gibi bir hikaye oluşturduklarını, bu hususu kayıtlara geçmesi açısından özellikle anlatmak istediğini, bundan neredeyse 40 yıl önceki bir zamanda cemaatin bu kadar geniş kapsamlı olmadığı bir dönemde o gece Türkiye'de olağanüstü bazı şeylerin, bir darbenin olacağını bilen bir yapının 40 sene sonra 15 Temmuz 2016'da yapılan hain darbe girişimini bilmemesinin ve haberlerinin olmadığına ilişkin açıklamalarının inandırıcı olmadığını kamuoyunun duyması adına vurgulamak istediğini, daha sonra darbeyi takip eden pazartesi günü fakülteye kayıt yaptırdığını, bu evde yurda başvurmamasını, evin fakülteye yakın olduğunu ve birlikte kalmalarını kendisine söylediklerini, kendisinin de yurda başvurmadığını, zaten ilk sene çok da yurt çıkmadığını, kayıttan sonra tekrar Ankara'ya döndüğünü, okul başladıktan sonra bir ay kadar bahsi geçen evde kaldığını, o dönemde sigara kullandığını, çocukluktan beri de bir müzik tutkusunun olduğunu, arada ... teybinden radyo dinlediğini ya da müzik açtığını, ayrıca gazete okuduğunu, ... ...'nın bunları çok yadırgadığını, o evin gazetenin okunmayacağı, hiçbir yayın organının eve sokulmayacağı, müziğin ise haram olduğu şeklinde birtakım kurallarının olduğunu, ...'in kendisini birkaç kez uyardığını, en son ceketinin cebindeki kibritleri fark eden...'in evin çok kalabalık olduğunu söyleyip kendisini Güngören taraflarında bir eve gönderdiğini, orada kalmasını söyleyerek bir nevi sürgün ettiğini, belirtilen adrese birkaç gün sonra iki ortaokul imam hatip öğrencisi çocuğun da geldiklerini, evin ciddi anlamda kötü durumda olduğunu, yakacak olmadığını, babasının gönderdiği sınırlı parayla kendisine ve o iki çocuğa bakmasının mümkün olmadığını anlayınca bir iki hafta sonra babasını arayarak durumu anlattığını, babasının da kendisini bir akrabalarının boş evine yerleştirdiğini, o sene bu evde kaldığını, daha sonra Atatürk Öğrenci Yurdunda kalarak bir daha fakülte hayatı boyunca cemaatle irtibatının olmadığını, üniversiteyi bitirdikten sonra girdiği hâkim adaylığı sınavını kazanarak staja başladığını, ilk staj yeri olan savcılık stajı sırasından imza portföyünde; "Ben ... ..., görüşelim" şeklinde bir not gördüğünü, ismi bilmediğinden şahsı bulmak için bir gayrete girmediğini, birkaç gün sonra adliyenin çay ocağında otururken birisinin gelerek; "Aranızda ... var mı?" diye sorduğunu ve ... ...olduğunu söylediğini, kendisini gıyaben tanıdığını ve tanışmak istediğini anlattığını, bir ay sonra askere gittiği için bir daha ...'u görmediğini, Tekirdağ'da askerliğini yaparken bir hafta sonu görevli askerlerden birisinin gelerek ziyaretçisi olduğunu, içeri girmek istemediklerini ve dışarıda beklediklerini söylediğini, dışarı çıkınca ... ...ile yanında daha önce görmediği bir şahsın daha olduğunu gördüğünü; "Yolumuz buradan geçiyordu, seni bir ziyaret edelim istedik" dediklerini, bir çay bahçesinde oturup bir saat kadar sohbet ettiklerini, ancak burada ne cemaatten ne Fethullah Gülen'den bahsedildiğini, daha çok nezaket ziyareti şeklinde göründüğünü, askerden sonra stajını tamamlayarak kura çektiğini, stajının bu döneminde ve kura ile gittiği Sason'da cemaatle bir irtibatının bulunmadığını, daha sonra görev yaptığı Sulakyurt'ta üçüncü yılının sonunda 1993 senesinde görevli Cumhuriyet savcısının izne ayrılması üzerine Delice hâkiminin Sulakyurt'a görevlendirildiğini, görevlendirilen bu hâkimin ... ...olduğunu, onun Sulakyurt'ta görev yaptığı bu bir iki haftalık süreç içerisinde arkadaşlıklarının ilerlediği, ... ...'in; "Ankara'da arkadaşlarla ayda bir bir araya geliyoruz, dini sohbetler yapıyoruz, seni de götüreyim" dediğini, babasının da hoca olması sebebiyle böyle bir kültürden yetişmesinden mütevellit yatkın olduğu için bu teklifi kabul ettiğini, ... ...'le birlikte Keçiören'de bulunan müstakil bir binaya gittiklerini, bu evin cemaatin ışıkevleri diye tabir edilen evlerinden birisi olduğunu, evde birkaç kişinin kaldığını, yoğun olarak Saidi Nursi'nin kitaplarının, risalenin ve Kuran'ın okunup cemaatle namaz kılındığını, ayrılırken de cevşenden, Kuran'dan, risale ve Saidi Nursi'nin kitaplarından belirli sayıda sayfanın okunması şeklinde ödevlerin verildiğini ancak himmet adı altında bir para istenmediğini, bu eve ... ...ile birlikte üç defa gittiklerini, ancak hem çocuğunun ... olması hem tayin beklemesi hem de Sulakyurt'tan gidip gelmenin zor olması nedeniyle ...'un bir davetine tekrar gelmeyeceği şeklinde cevap vermesinden sonra irtibatlarının koptuğunu, bundan sonra ... ...'i bir daha görmediğini, daha sonra atandığı Ondokuzmayıs ilçesinde de cemaat mensupları ile bir temasının olmadığını, burada görev yaparken Adalet Bakanlığında Personel Genel Müdür Yardımcısı olan akrabası ...'in söylemesi üzerine dilekçe vererek Bakanlıkta 1997 yılının Şubat ayında göreve başladığını, ...'in cemaatle en ufak bir ilgisinin olmadığını, Bakanlığa gelirken FETÖ/PDY mensuplarının talimatı, telkini veya talebi doğrultusunda hareket etmediğini, Bakanlığa geldiği tarihe kadar ..., ... ve ...'ı tanımadığını, burada yalnızca kendisi Sason hakimi iken Batman'da görev yapan ... ile ... ve ...'yı tanıdığını, ... 12 Nisan, ... 16 Nisan, ... ise 17 Mayıs'ta Personel Genel Müdürlüğünde göreve başlamış iken kendisinin ...'dan dokuz ay sonra Bakanlığa geldiğini, ayrıca göreve başladıkları dönemlerin bakanlarının da farklı olduğunu, 1997 ve 2008 yılları arasında Adalet Bakanlığında çalıştığını, Personel Genel Müdürlüğünde disiplin bürosunda tetkik hâkimi olarak göreve başladığını, kısa bir süre sonra hâkim adaylığı bürosunda görevlendirildiğini, ... ile aynı odayı paylaşmaya başladıklarını, vakit namazlarını ...'la birlikte mescitte kıldıklarını, o dönem başlangıçta ...'in de cemaat mensubu olduğunu anlamadığını, daha sonra Yargıtay tetkik hâkimi olduğunu öğrendiği ve sonradan Yargıtay üyesi seçilen ... ...'nin.... ile birlikte kullandıkları odaya gelip gitmeye başladığını, ... ...'nin ...'ı zaten önceden tanıdığını, burada kendisiyle de diyalog kurduğunu, ...'in de ... ...'in daha evvel başvurduğu aynı taktiklerle dinden, imandan bahsederek kendisini sohbete davet ettiğini ve risale okuduklarından söz ettiğini, birkaç kez reddetmesine rağmen kurtulması mümkün olmayınca daveti kabul ettiğini, birlikte Hoşdere'de bulunan Fatih Tıp Fakültesinin binasına gittiklerini, binanın üst katına çıktıklarında fakülteden sınıf arkadaşı olan ...'ın da orada olduğunu gördüğünü, ...'ın okul yıllarında cemaatle hiçbir irtibatının olmadığını, buraya kendisi gibi cemaate ısındırılmak istenen kişilerin çağrıldığını tahmin ettiğini, bu sohbetlerde yoğun bir şekilde risale okunduğunu, Fethullah Gülen'den ve cemaatin hizmetlerinden bahsedildiğini, sohbet abiliğini ... ...'nin yaptığını, toplu hâlde namaz kılındığını, bu dönemde de himmet adı altında bir para istenmediğini, buraya ... ... ile birlikte iki defa gittiğini, daha sonra 1997 yılının Haziran ayında Elvankent'te lojmana geçince gidip gelmenin zor olduğunu belirtip bir daha bahsi geçen yere gitmediğini, kendisini sohbetlere çağıran bu kişilerin sohbetlere gitmeyince herhangi bir şekilde gönül koymayıp ısrarcı da olmadıklarını, bunun tamamen bıktırıp soğutmamak ve ellerinden kaçırmamak için bir taktik olduğunu, devamlı olarak kendisini takip ettiklerini ve "Nerededir, ne yapıyor" şeklinde bir gözlemlemeye tabi tuttuklarını şimdi anladığını, Bakanlıktaki iş bölümünün kendi iradesiyle yapılmadığını, iş bölümünü genel müdürün yaptığını, iki yıl kadar personel genel müdür yardımcılığı görevinde bulunduğunu, bu süre zarfında hâkim adaylığı ve icra bürosunun kendisine bağlandığını, 2004-2008 yıllarında ise Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak görev yaptığını, bu dönemde Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Eğitim Dairesi Başkanlığına baktığını, 2008 yılında Danıştay üyeliğine atanmasından önce bir iki ay gibi kısa bir süre için de Personel Genel Müdürlüğünün kendisine bağlandığını, görüleceği üzere hâkim ve savcı atamaları, müstemir yetkileri, terfileri ve yurt dışı görevlendirmeleri gibi konularda kendisinin hiçbir zaman görevli ve yetkili olmadığını, ... ...'in Personel Genel Müdürü olduğu dönemde, kıdemli tetkik hâkimi olmasına rağmen teamüllere aykırı olarak disiplin bürosunda görevlendirilmesi üzerine Bakanlıkta istenmediği kanaatine vardığını, Genel Müdür ile konuşarak durumu izah ettiğini, Genel Müdürün disiplin bürosuna bakan arkadaşın Kurulda bir sorun yaşaması üzerine bu görevin kendisine tebliğ edildiğini söylediğini ve Personel Genel Müdürlüğünün tetkik hâkimi ihtiyacı olduğunu belirterek araştırma yapıp en az iki isim getirmesini kendisinden istediğini, bunun üzerine isim belirlemek için sicil tarayarak çalışma yapmaya başladığını, o tarihte yakın arkadaşları olan ..., ... ve ...'a da bu hususu söylediğini, içlerinden birisinin kendisine ... ve ...'ün isimlerini vererek burada çalışabileceklerini belirtmesi üzerine bu iki kişinin sicillerini incelediğini ve çalışma yeterliliğine sahip olduklarını gözlemlediğini, durumu Personel Genel Müdürüne ilettiğini, bu dönemde her iki şahsı da tanımadığını ve cemaatçi olup olmadıklarını bilmediğini, ...'i hiç tanımadığını, ...'ün durumunu ise daha önce bir kez Bakanlığa gelerek ...'la görüştüğü için tahmin ettiğini, Genel Müdürün yaklaşık altı ay kadar sonra bu iki isimle birlikte hatırladığı kadarıyla beş kişiyi Bakanlıkta görevlendirdiğini, bu şahısların isimlerini Genel Müdüre verirken tek düşündüğünün liyakat ve ehliyet sahibi kişilerin Genel Müdürlüğe gelmesini sağlamak ve Genel Müdüre mahcup olmamak olduğunu, cemaatçilik düşüncesi ile yapmadığını, zaten 2000-2001 yıllarında cemaatin bir terör örgütü olduğunu da düşünemediğini, başka hiçbir kimsenin Bakanlıkta görevlendirilmesinde en ufak bir katkısının ve dahlinin olmadığını, Bakanlıkta görev yapacak hâkimlerle ilgili mensubiyetlerine göre ayrım yapmadığını, bu hâkimlerin alınmasının Bakan oluruyla gerçekleştirilen bir işlem olduğunu, Bakanlıkta FETÖ'cü kadrolaşma kastıyla herhangi bir hareketinin olmadığını, Bakanlık tetkik hâkimi olarak görev yaptığı dönemde samimiyetleri ilerledikçe ..., ..., ..., ..., ... .... ve ... ile yakınlaştıklarını, hoş geldin ziyaretleri ile ailece birbirlerine gidip gelmeye başladıklarını, ... ile ... Bakanlığa gelince bu kişileri daha yakından tanıma fırsatı bulduğunu, konuşmalarından her ikisinin de Fethullah Gülen cemaati mensubu olduğunu anladığını, ... ve ...'ün kendisi ile ..., ... ve ...'ı sohbet toplantılarına davet ettiklerini, çok düzenli olmamakla birlikte on beş günde veya ayda bir birbirlerinin evinde sohbet toplantıları yapmaya başladıklarını, Adalet Bakanlığına tetkik hâkimi olarak geldiği 28 Şubat sürecinde birçok hâkim ve savcının soruşturma geçirmekte olduğunu, ..., ... ve ... hakkında da soruşturma açıldığını, bu durumun onları birbirlerine daha da yakınlaştırdığını, aralarında bir bağlılık ve dostluk oluştuğunu, ..., ... ve ...'la birbirlerinin evinde bir araya gelmelerinin klasik cemaat toplantıları şeklinde olmadığını, risale okunmadığını, himmet adı altında bir para toplanmadığını, bu toplanmaların güncel konuların konuşulduğu, bazen aralarından birisinin ilgisini çeken bir köşe yazısının veya bir kitaptan bölümün okunduğu, en son ...'in bir sure okuması ile dağıldıkları ziyaretler olduğunu, o dönemde cemaat ya da hizmet gibi bir kavramın sözkonusu olmadığını, ... ve ... katılana kadarki görüşmelerinin kendi aralarında hasbihal amaçlı bir araya gelmelerden ibaret olduğunu, ... ve ... geldikten sonra ....'in "Hocaefendinin yazısı" diyerek bazen birtakım metinleri okuduğunu, yine bu dönemde özellikle cemaatin Afrika'daki hizmetleri, su kuyularının açılması, yurt dışındaki okulları, cemaatten olan doktorların gönüllü olarak buralara gidip özellikle katarakt ameliyatları ile birçok kişinin yeniden görmesini sağlamaları, Türk dilinin dünya ülkelerine yayılması, Afrika'daki okulların durumu, öğretmen maaşlarının ödenmesindeki zorluklar, İTÜ, Hacettepe, ODTÜ, Boğaziçi gibi okullardan mezun olarak çok cüzi maaşlarla dünyanın dört bir yanında fedakarca öğretmenlik yapan insanların yaşamları gibi hususların sohbetlerde konuşulmaya başlandığını, yine Arap dünyası ve Avrupa'daki bazı fikir adamlarının Fethullah Gülen hakkındaki olumlu kanaatlerinden bahsedildiğini, Saidi Nursi'ye ait kitapların çok nadiren okunduğunu, daha çok cemaatin yayınlarından bazı bölümlerin okunmasının söz konusu olduğunu, yaz aylarında ise sohbetlere ara verdiklerini, bu yaptıkları sohbetlerin ... ...'in kendisini götürdüğü Keçiören'deki evde yapılan ve ... ..... ile birlikte gittikleri Fatih Hastanesinin üst katında yapılan sohbet toplantılarına benzemediğini, hatta ...'in bu durumu savcılık ifadesinde; "Kendi kafalarına göre takılırlardı" şeklinde özetlediğini, yani bu sohbetlerin cemaat disiplini altında yürümediğini, sohbetlerin hiçbirinde kendisine veya sohbetteki diğer kişilere işle ilgili herhangi bir talimat verilmediğini, şu an anladığı kadarıyla bunların kendilerini bir arada tutmaya ve o zamanki tabiriyle hizmet hareketi ile yakınlaştırmaya yönelik eylemler olduğunu, bu sohbetlerde sohbet imamı veya abisi ya da grup sorumlusu olmadığını, bu toplanmalarının son derece masum, arka planı olmayan, günlük gelişmeleri ve memleket meselelerini konuştukları toplantı ve görüşmeler olduğunu, ...'ün birkaç kez; "Daha disiplinli programlar yapalım, kitap okuyalım, cevşen okuyalım" şeklinde söylemlerde bulunduğunu, ancak kendilerinin buna; "İsteyen istediğini okur, böyle talimatla kitap okunmaz" şeklinde karşılık verdiklerini, o tarihlerde cemaatin bir suç örgütü değil, sivil toplum örgütü ve herkesin sempati duyduğu, birçok fedakar insanın bir araya gelerek dünyaya Türk dilini yaymak ve Türk sempatizanı insanlar yetiştirmek gibi amaçları bulunan bir hizmet hareketi olduğunu, en azından kendisinin o dönem öyle gördüğünü, ...'ün sohbetler başladıktan bir ay kadar sonra bir sohbet toplantısında maaşın yüzde onunun verilmesi gerektiğini, bu paranın Afrika'daki cemaat okullarına gönderileceğini ve hayır işi olduğunu belirttiğini, kendisinin bu oranın fazla olduğunu, en fazla yüzde beş verebileceğini söylediğini ancak düzenli olarak bu yüzde beşlik ödemeyi de yapmadığını, somut olaylar anlattıklarında örneğin Afrika'daki öğretmenlerin maaşlarının ödenmesi, susuzluk çekilen bölgelerde su kuyularının açılması, kurban kesilerek fakir fukaraya dağıtılması ya da katarakt hastalarının gözlerinin açılması için Kimse Yok Mu Derneğinin doktorlar göndermesi şeklindeki somut durumlarda kendisinin yüzde beş oranında ya da bununla sınırlı olmaksızın cebindeki parayı verdiğini ancak savcılık ifadesinde her ne kadar düzenli olarak yüzde beş verdiği anlaşılacak şekilde bir ibare geçmiş ise de her ay düzenli bir yüzde beşlik ödeme yapmasının söz konusu olmadığını, anlattığı şekilde zaman zaman para verdiğini, 2002 ve 2003 yıllarında ...'un eşinden ötürü Anayasa Mahkemesi lojmanlarına taşınması üzerine evinin uzaklığını bahane ederek sohbet toplantılarına katılmamaya başladığını, kendisi de 2004 yılında müsteşar yardımcısı olunca mesai saatlerinin uzadığını, ayrıca ..., ... ve ...'un da unvanlı görevlere atanmasından sonra ... ve ...'in ayrıldığını, kendilerinin de ilk yıllarda olduğu gibi dört kişi serbest olarak zaman zaman bir araya geldiklerini, bu bir araya gelmelerinin daha düzensiz ve uzun aralıklarla olduğunu, bu durumun 2008 yılına kadar devam ettiğini, müsteşar yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde daha önceden hâkim adaylığı bürosuna baktığı ve Adalet Akademisindeki değişikliklerin çoğunun da hâkim adaylığı ile ilgili olduğu dikkate alınarak o dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarının önerisi üzerine Adalet Akademisi Yönetim Kurulu üyeliğine geçtiğini, buraya geçişin atamayla değil, seçimle olduğunu ancak usulü tam olarak hatırlayamadığını, yönetim kurulu üyeliğine cemaatin telkini ya da talimatı doğrultusunda aday olmadığını, bu teklifi yapanın Adalet Bakanlığı Müsteşarı olduğunu, 2008 yılında Danıştay üyeliğine Cumhurbaşkanı tarafından seçildiğini, dört ay Danıştay üyesi olarak görev yaptıktan sonra Adalet Akademisine başkan olarak atandığını, Danıştay üyeliği sırasında Fethullah Gülen cemaati mensubu olduğunu daha sonra öğrendiği tetkik hakimlerinin dahi kendisine selam vermediklerini, yakın durmadıklarını, bunu bir tedbir olarak yaptıklarını sonradan anladığını, Danıştayda ve Adalet Akademisinde bulunduğu dönemlerde herhangi bir cemaat sohbetine katılmadığını, bu yönde bir teklifin de gelmediğini, böyle bir grup oluşturmadıkları ya da oluşturulursa bile kendisini çağırmadıklarını düşündüğünü, ancak çağırmış olsaydılar katılacağını da söylemek istediğini, Danıştayda ....'le aynı odada oturduklarını, o dönemki tek arkadaşının o olduğunu, Adalet Akademisi Başkanlığı boşalınca Müsteşar ...'dan buraya görevlendirilmesi için kendisine destek olmasını istediğini, ...'ın ilk başta Akademi Başkanlığına yüksek yargıdan birini düşünmediklerini söylediğini, bunu teklifine hayır olarak algıladığını, bir süre sonra ...'ın arayarak Adalet Akademisi Başkanlığını hâlâ isteyip istemediğini sorduğunu, istediğini belirtmesi üzerine onun da yardımıyla Akademi Başkanlığına atandığını, bu atamasında cemaat mensuplarının desteğinin olduğunu düşünmediğini, kendi rızası ile buraya gitmek istediğini, bu talebinden sonra cemaatin nasıl bir rol oynadığını bilmediğini, Adalet Akademisinde yaklaşık yirmi ay görev yaptığını, kendisinin teklifi ve Adalet Bakanlığının onayıyla Eğitim Merkezi Müdür Yardımcısı ...'nın Eğitim Merkezi Müdürü olduğunu, Eğitim Merkezi Müdürü ...'ın da ...'den boşalan Akademi Başkan Yardımcılığına Yönetim Kurulu kararıyla belirlenen üç isimden birisi arasından Bakanlar Kurulunun ataması ile geldiğini, her iki atamanın da sıralı atamalar olduğunu, özellikle dışarıdan cemaatçileri bulup unvanlı görevlere getirmesinin söz konusu olmadığını, bunların kıdem ve liyakat ölçülerine göre yapılan atamalar olduğunu, yine hâlihazırda Başkan Yardımcısı olan ...ile çalışmaya devam ettiğini, Akademi Başkanı olduğu dönemde Akademide görevlendirilen tüm hâkimlerin Adalet Bakanı Müsteşarı ...'ın önce Bakanlıkta görevlendirdiği ve bir müddet gözlemledikten sonra kendisine önerdiği isimlerden oluştuğunu, bu kişilerin arasından sonradan Bylock kullananların da çıktığını ancak bunları bizzat taşradan bulup getirmediğini, Akademiye geldiklerinde tanıştığı ve aralarında haklarında soruşturma açılmayan isimlerin de bulunduğunu, Eğitim Merkezi Müdürlüğünce Akademide yapılan sosyal aktivitelerin cemaat ve cemaatçilikle ilişkilendirilmesinin son derece tutarsız olduğunu, ayrıca adayların sınıf başkanları ve yıllık kurulunu belirlemesinin kendi aralarında yaptıkları seçimlerle gerçekleştiğini, bunda Akademi Başkanının bir dahlinin ve yönlendirmesinin bulunmadığını, Akademide göreve başladığı tarihte derse giren öğretim görevlilerinin aynı şekilde ders vermeye devam ettiklerini, öğretim görevlilerini değiştirmek gibi bir gayretinin kesinlikle olmadığını, zaten derse girecek isimlerin Akademi Yönetim Kurulunca belirlendiğini ve ilgilerine göre Adalet Bakanlığı, Yargıtay veya Danıştay Başkanlığına sunularak onların onayı ile görevlendirildiklerini, tetkik hâkimi olarak görev yaptığı altı yıl boyunca Hâkim Adaylığı Bürosunda çalıştığını, bu dönemde sınava giren hâkim adaylarından mülakatı kazananların belirlenmesi ile ilgili herhangi bir yetkisinin olmadığını, sadece sekretarya işlerini yerine getirdiğini, genel müdür yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde de kendisine bağlı olan Hâkim Adaylığı Bürosuna Genel Müdürün yapmış olduğu iş bölümü gereğince ...'in baktığını, kendisinin bu dönemde de hâkim adaylığına alma işlemi ile ilgili bir yetkisinin olmadığını, Müsteşar Yardımcısı olarak görevli olduğu dönemde...'nın oğlunun kazandığı sınavın mülakatı dışında herhangi bir mülakat komisyonunda görev yapmadığını, bundan sonra da birkaç kez daha mülakat komisyonu başkanlığı yaptığını, Adalet Akademisinde görev yaptığı dönemde mülakat komisyonunda üye olduğunu, mülakat öncesi dönemde bürokrasiden ve yüksek yargıdan adaylar için birçok referansın geldiğini, tetkik hâkimi olarak görev yaparken gelen bu isimleri Genel Müdürün talimatıyla liste haline getirerek Genel Müdüre sunduğunu, mülakat komisyonu başkanlığı yaptığı dönemde ise ...'in bu şekildeki notları getirdiğini, notlarda arşiv araştırmasında olumsuzluk bulunan adaylarla ilgili listenin bulunduğunu, ... ile birlikte bu listeleri gözden geçirdiklerini, kendilerine saçma gelen bazı notları; "Bu bilgi kişinin olumsuz olduğuna delil teşkil etmez" diyerek kaldırdıkları da olduğunu, mülakat komisyonunda görev aldığı hiçbir dönemde kesinlikle cemaat listesi şeklinde bir listenin kendisine gelmediğini, gelen tek listenin anlattığı müspet ve menfi şeklinde belirlemeler içeren liste olduğunu, o tarihte müspet diye işaretlenen isimlerin tamamının da cemaat mensubu olmadığını düşündüğünü, zira o dönemdeki ölçütlerinin vatanını ve milletini sevme, bölücü veya aşırı hiçbir siyasi görüşe mensup olmama şeklinde olduğunu, müspetten kasıtlarının da bu olduğunu, mülakatlarda her zaman yüksek puan alanlardan daha çok kişiyi kazandırma yönünde bir eğilimlerinin bulunduğunu, mülakat komisyonunda kendisi dışında 6 kişinin daha görev aldığını, bu kişiler sanki hiç yokmuş gibi kabul edilerek mülakatta alınan ve daha sonra haklarında FETÖ/PDY üyeliğinden soruşturma yapılan herkesi tek başına almış gibi suçlanmasının isabetli olmadığını düşündüğünü, 2008 yılında Bakanlıktan ayrıldıktan sonra Adalet Akademisi Başkanı olarak görev yaptığı dönemde 2010 yılı Ekim ayına kadar hâkim adaylığı mülakat kurulu üyesi olarak görevde bulunduğunu, 2010 yılında HSYK'da göreve başladığı tarihten sonra ise mülakat komisyonunda görev almadığını, başkanlık yaptığı mülakat komisyonunda alınan hâkim adaylarından haklarında FETÖ/PYD terör örgütü üyeliğinden soruşturma yapılanların oranıyla kendisinden önce ve sonra alınanların oranlarının birbirine çok yakın olduğunu, ayrıca etkin pişmanlıktan yararlanan tanıkların beyanlarından hâkim adaylığı yazılı sınavını kazanan adayların mülakattan önce kimlere ne şekilde ulaştıkları ve nasıl bir yol izlediklerinin açıkça görüldüğünü, bunun yanında bir cemaat listesi getirmelerine ihtiyacın da bulunmadığını, zira kendilerini 40-50 yerden ulaşıp kuşattıklarının etkin pişmanlıktan yararlananların ifadelerinden anlaşıldığını, 2004 ile 2010 yılları arasında mülakat sınavlarında birkaç kez komisyon başkanlığı yaptığını, bu dönemlerde komisyonlarda görev alan yedi kişiden beşi hakkında FETÖ/PDY soruşturması bulunmadığını, bu kişilerin çağrılarak taraflı davranıp davranmadığı hususunun kendilerinden sorulmasını talep ettiğini, komisyon başkanlığı yaptığı tüm sınavlarda tersine piramit modeli uyguladıklarını ve yüksek puanlılardan çok sayıda, düşük puanlılardan da az sayıda hâkim adayını mülakatlarda başarılı saydıklarını, mülakat komisyonunda görev yaptığı dönemde cemaatin kadrolaşmaya gittiğine dair bir bilgisinin bulunmadığını, gelen listeleri de arşiv araştırması ve bürokrasi ile yüksek yargıdan gelen notların birleştirildiği bir liste olarak değerlendirdiğini, 2008 yılında Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bu yapının terör örgütü olmadığına dair kararı da göz önüne alınırsa kendisinin cemaate yakın olduğunu düşündüğü kişilerin getirmiş oldukları bu listeleri cemaat listesi olarak değerlendirmesinin o tarih için mümkün olmadığının anlaşılacağını, Adalet Bakanlığında huzursuzluğun ilk olarak 2009 yılında 6 daire başkanının belirlenmesi olayı ile başladığını, o tarihte Adalet Akademisi Başkanı olduğunu, bir akşam Müsteşar ...'ın kendisini hâkimevine davet ettiğini, gittiğinde ... Kökçam, ... ve ...'ın da orada olduklarını gördüğünü, Bakanlıkta boşalan 6 daire başkanlığı için Müsteşarın kendilerine fikirlerini sorduğunu, bu sırada Müsteşarın önünde imza için hazırlanmış dosyaların olduğunu da gördüğünü ancak müşteşarın kimin nereye görevlendirildiğini söylemediğini, Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde boş olan kadro için Müsteşarın sorusu üzerine ...'ı teklif ettiğini, ...'la Bakanlığa geldiği tarihten beri aralarında bir samimiyet olduğunu, evleri de yakın olduğundan arada bir bir araya gelip sohbet ettiklerini, bu yakınlıktan mütevellit onu önerdiğini, o akşam sorulan diğer kadrolar için herhangi bir kimseyi tavsiye etmediğini, diğer başkanlıklar için kimin teklifte bulunduğunu çok net hatırlamadığını, yaptığı tek öneri olan ...'ın seçiminden kendisinin sorumlu olduğunu kabul ettiğini, sonradan Bakanlıkta yapılan bu altı atamanın altısının da cemaatçi olduğunun konuşulduğunu, "Cemaat 6-0 yaptı" diye Bakanlıkta dedikodular yapıldığını, bu durumun ciddi bir rahatsızlığa neden olduğunu, o atamalardan hemen sonra ...'un; "Biz bu atamalarda bir denge gözetmiştik, yanlış yaptınız, keşke yapmasaydınız" deyip sitemde bulunduğunu, kendisinin de cevaben; "Keşke beni uyarsaydınız, benim hiçbir şeyden haberim yoktu, ne diye hâkimevine davet edildiğimi dahi bilmiyordum" dediğini, gerçekten de davet edilme sebebini o tarihte bilmediğini, Müsteşarın Bakanlıktaki atamalarla ilgili daha önce kendisi ile bir görüşme yapmadığını, o gün de niye öyle yaptığını bilmediğini, Akademiden ayrıldıktan sonra yerine ...'ın atandığını, kendisinin Akademide ...ile iki yıl çok uyumlu çalıştığını ancak ...'la...'nın anlaşamadıklarını, kendisi HSYK'dayken yanına gelen...'nın orada devam edemeyeceğini söylemesi üzerine boş olan bir müsteşar yardımcılığı kadrosu için ...'la görüşeceğini...'ya söylediğini, daha sonra...'nın Akademide huzursuz olduğunu ...'a anlattığını ancak huzursuzluğun detaylarını...'nın kendisine açmadığını, ...Akademiden bu şekilde ayrıldıktan sonra yerine Murat Yardımcı'nın geldiğini ve burada üst düzeydeki FETÖ'cü kadrolaşmanın bu şekilde tamamlanmış olduğunu, 2010 yılında Anayasa değişikliğiyle HSYK'nın yapısının değiştirildiğini, Anayasa Mahkemesince tek oy sisteminin iptal edildiğini, bu iptalin Bakanlığın hesaplarını altüst ettiğini, bahse konu iptalde YARSAV'ın ısrarcı olmasının etkisi olduğunu, YARSAV'ın 1500 üyesi olduğu için örgütlü olarak seçime katılarak seçimi kesin kazanacakları inancı ile bunu yaptığını duyduğunu, 15 Temmuz'dan sonraki düşünce ve kanaatinin YARSAV'ın içerisindeki cemaatçilerin bu hususta etkili oldukları şeklinde olduğunu, bu iptalden sonra Bakanın talimatı ile Müsteşar öncülüğünde aday belirleme çalışmalarının başladığını, Müsteşarın kendisini, ...'i ve ...'ı eski müsteşar yardımcıları olmaları nedeniyle toplantılara davet ettiğini, ayrıca ..., ..., ..., ... ...... ve ...'in de bu görüşmelere katıldıklarını, Müsteşarın daha sonra diğer genel müdürlerle de toplanıp onların da fikirlerini aldığını, bu toplantılarda ..., ..., ..., ... ve ...'nun isimlerinin öne çıktığını, ... ile kendisinin ...'ı önerdiklerini, zira ...'ı arkadaşı olması nedeniyle eskiden beri tanıdığını, İstanbul'dan ...'ın ve bayanlar arasından da ...'in adının gündeme geldiğini, ... ve ...'in İstanbul hâkimleri ile yedikleri bir yemekte bu adayların isimlerinin dile getirildiğini kendisine aktardıklarını, yine Ankara hâkimi .....'ın adının öne çıktığını, ...'un ...'nin adını gündeme getirdiğini, Yargıtaydan ...'nin isminin Adalet Akademisinde derse girmesi nedeniyle çok kişi tarafından tanındığından seçilebilecek oyu alabileceği gerekçesiyle öne çıktığını, ...'ın Adalet Akademisi Başkan Yardımcısı...'nın seçilmesini önerdiğini, kendisinin burada söz alarak...'nın Akademide disiplini sağlamak amacıyla zaman zaman adaylara karşı sert davrandığını, bu nedenle adaylarla diyaloğu çok daha iyi olan ve Eğitim Merkezi Müdürü olarak görev yapan ...'nın daha çok oy alabileceğini belirttiğini, daha sonra Bakanlığın da bu durumu araştırdığını ve ...'nın daha çok oy alabileceğini tespit ettiklerini, ...'in aday olmaması için Bursa'dan birçok hâkimin Bakanlıkla temas kurduğunu ve bu nedenle listeden çıkarıldığını, bunun üzerine ...'a teklif götürüldüğünü, o kabul etmeyince teklif yapılan ...'ın kabulüyle aday olarak belirlendiğini, bu anlattıklarının kendisi Akademide olduğu için tamamen duyuma dayalı olduğunu, ...'in teklifi üzerine ... ...'ın listeye alındığını bildiğini, ...'i ...'in önerdiğini söylediklerini, ... ile ...'ın daha sonra listeden çıkartıldıklarını, kendisinin teşkilatta Karadenizli hâkim ve savcıların oylarını alabilmek için Karadenizli bir adayın da listede yer alması gerektiğini söylediğini, ...'nun isminin bu şekilde gündeme geldiğini, bununla birlikte ... ... ve ... isimlerinin de konuşulduğunu, ...'nun cemaat oylarını alabilmek için listeye konulduğunu, yine... ...'a Müsteşarın itiraz ettiğini ancak ...'un ısrarıyla listeye alındığını, kendisinin de Danıştayda görev yaptığı dönemden tanıdığı... ...'un ismini önerenlerden olduğunu, yine hatırladığı kadarıyla ...'ın ismini ...'in gündeme getirdiğini, Müsteşarın İstanbul'dan tanıdıklarının da ...'ın isminin uygun olacağını söylediğini, cemaat mensubu olduğu bilinerek listeye konulan kişilerin ..., ..., ... ve ... olduğunu, listede bunlarla birlikte adli yargıdan ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... ... ve ...'nin bulunduğunu, idari yargıdan ise ..., ..., ..., ... ve ...'un isimlerinin yer aldığını, o tarihte ...'in cemaatten olduğunu bilmediğini ancak şahsı cemaate yakın biri olarak tanıdığını, bayan hâkim ve savcıların oylarını almak amacıyla çevresinin geniş olması gerekçesiyle listeye konulduğunu, ...'nun da öğrencilik yıllarında ülkücü olarak bilindiğini duyduklarını, cemaat mensubu olduğunu bilmediklerini, zaten kendisine göre ...'nun cemaat mensubu olmadığını, ancak cemaate sempati ile baktığını, ...'ın adaylığına Bakanlıktaki cemaat mensuplarının karşı çıktıklarını, şahsın çevresinin geniş olması sebebiyle kontrol dışına çıkabileceği ve başkalarının dediklerini de yapabileceği nedeniyle karşı çıkıldığını duyduğunu, ...'ın cemaatçi olduğunu başında bilmediklerini, ...'in soruşturması ile cemaatçi olmadığı yönünde bilgi aldığını ancak sonradan onun da cemaatçi olduğunu anladığını, netice olarak HSYK üyelerinin belirlenmesi aşamasında kendisinin Adalet Akademisinden ...'nın daha çok oy alabileceğini ve isim belirtmeden de mutlaka Karadenizli bir adayın listede olması gerektiğini söylediğini, ... ve ... isimlerini ...'la birlikte gündeme getirdiğini, bunların dışında üye belirleme sürecinde diğer adaylarla ilgili bir katkısının bulunmadığını, seçim için isimler belirlendikten sonra Adalet Bakanının kendisinin de olduğu bir ortamda "Şimdi makamlarda oturma zaman değil, yıllık izinlerinizi alın, Türkiye'deki tüm adliyeleri gezin, hakim ve savcılar ile toplantılar yapın, onlardan oy isteyin" dediğini, bunun üzerine izne ayrıldığını ve ...'la birlikte Karadeniz bölgesine gittiklerini, ...'un burada hâkim ve savcılarla toplantılar yaptığını, kendisinin konuşmalara müdahil olmadığını, yanlarında ... ile ... ...'ün de bulunduğunu, üçü Karadenizli oldukları için ...'a burada refakat ettiklerini, yol üzerindeki Kırıkkale ve Çorum'a da uğrayıp Samsun ve Trabzon'a kadar gittiklerini, bundan sonra ...'la birlikte ... yanlarında olduğu hâlde Edirne hâkimi ... ...'a destek olmak amacıyla Edirne'ye gittiklerini, ... ...'la orada tanıştığını, ...'ın da burada kendileriyle birlikte olduğunu, geziler sırasında taşradan aday olmadığı için kendisinin konuşmasının uygun olmayacağını düşündüğünü, yalnızca ...'un konuştuğunu ve o dönem Bakanlık listesi olarak adlandırılan 11 adayın tümüne oy verilmesini ve adaylar arasında ayrım yapılmamasını hakim ve savcılardan istediğini, hatta; "Bu listeden bir kişiyi sileceksiniz ilk benim adımı silin" dediğini, bu gezilerin masrafını kendi ceplerinden karşıladıklarını, örgüt mensuplarının seçim döneminde...'nın evinde toplanmalarından ve aldıkları kararlardan haberinin olmadığını, böyle bir görüşme yapıldığını iddianameden öğrendiğini, Bakan ve Müsteşarın talimatı üzerine izne ayrıldığını ve anlattığı şekilde ...'a seçim çalışmalarında refakat ettiğini, bunu örgütsel bir faaliyet olarak da görmediğini, o kastla hareket etmediğini, HSYK seçimlerinin yapıldığı akşam hâkimevinde Bakan, Müsteşar ve diğer adayların bir araya geldiklerini, idari yargıdan seçim sonucunda yedek olarak kalan ...'un kendilerine hitaben; "Bazı şahıslar burada oyun oynamış, ondan yedek kaldık" dediğini, ...'un burada kastının Fethullah Gülen cemaati mensupları tarafından cemaat mensubu olmayan... .... ile kendisinin yedekte kalması sağlanacak şekilde oy kullanıldığı belirtmek olduğunu, buna karşılık olarak cemaat mensubu olduğunu açıkça bildiği üyelerin bu durumu kabullenmeyerek çok çalıştıkları, her ilçeyi gezdikleri, seçilmeyenlerin ise çalışmadıkları şeklindeki bahaneye sığındıklarını ancak seçim sonucuna bakınca kendisinin de cemaatin bu şekilde bir oyun oynadığını anladığını, Fethullah Gülen cemaatinin adli yargıda cemaat mensubu olmayan ..., ... ve ...'ın bilerek yedek kalmasını sağladıklarını ve seçilen diğer üyelerin, ... ... dışında, kendilerinden olduğunun anlaşıldığını, seçimden sonra yeni HSYK Genel Kurulunun toplanıp çalışmaya başladığını, 25.10.2010 tarihinde yapılan toplantıda başkan vekili olarak seçildiğini, bu toplantıda ...'un Müsteşarın odasının boşaltılmasına yönelik isteği üzerine çıkan tartışma sonucunda Kurulun 17'ye 5 olarak ikiye bölündüğünü, bu dönemde daha önce krize sebep olup çıkarılamayan ve Bakanlıkça geri çekilen 2010 yaz kararnamesinin Genel Kurula sunulduğunu, bu kararname ile ... ve ...'nin özel yetkili mahkemelerde başkan olarak görevlendirildiğini, kararname taslağında Bakanlık döneminde ...'ün çalışmış olduğunu, HSYK yeni göreve başladığı sırada daha ne olduğu kimse tarafından anlaşılmadan bu iki ismin başkan olarak seçilmelerinin sağlanmış olduğunu, yeni bir kurum olan HSYK'da işlerin aksamaması için Bakanlıktan devralınan işleri orada kim yaptı ise Kurulda da onlarla devam edilmesi gerektiği düşüncesinin tüm Kurul üyeleri tarafından benimsendiğini, Bakanlıkta görevli tetkik hâkimlerinin bir kısmının bu şekilde HSYK'da görevlendirildiğini, Genel Sekreter olarak...'nın isminin öne çıktığını, ...'yı ..., ..., ... ve ...'nin önerdiklerini ve üzerinde uzlaşı sağlandığını, Genel Kurulun yasa gereği üç isim belirlediğini, en yüksek oyu zaten...'nın aldığını, Bakanın da isimler arasından onu seçerek atamasını yaptığını, genel sekreter yardımcılıkları için Bakanlıkta bu işi yapan isimlerle devam edilmesinin uygun görüldüğünü, Bakanlıkta kararname ve yetki işlerinde çalışan ...'ün, terfi ve disiplin işlerine bakan ...'nin, Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde daire başkanı olan ...'ın, idari ve mali işlerde iç denetçi olan eski başmüfettiş ...'nın genel sekreter yardımcıları olarak atandıklarını, ...'ü ...'un, ...'yi ...'in, ...'ı kendisinin, ...'yı da ... ve ...'in önerdiğini, bahsettiği üzere HSYK'ya alınan tetkik hakimlerinin daha önce Bakanlıkta da aynı işi yapan tetkik hâkimlerinden belirlendiğini, başvuranların Genel Kurul toplantısına davet edilerek yapılan mülakat sonucu sicilleri de incelenerek oylandığını, 12 ve daha fazla oy alanların HSYK'da göreve başladığını, Teftiş Kurulunun da aynı şekilde belirlendiğini, daire seçimleri sırasında ...'ın 1. Dairede ...'in görev almasını istediğini ancak FETÖ'ye mensup olan HSYK üyelerinden ..., ..., ... ve diğerlerinin ısrarla ...'nin bu Dairede görev almasını istediklerini, ...'nin de bu yapıya mensup olduğunu bu şekilde anladığını, kendisinin kanun gereği Adalet Akademisinden üye olarak seçildiği için 3. Dairede görev yapmasının gerektiğini, Genel Kurulda yapılan oylama sonucunda 3. Dairenin Başkanı ve daha sonra yapılan oylama neticesinde de HSYK Başkan Vekili olarak seçildiğini, üyelerin HSYK içerisinde hangi dairede görev yapacağının bir anlaşma sonucu belirlendiğini, FETÖ mensuplarının sadece ...'nin 1. Dairede kalması için ısrarlı davrandıklarını, hiçbir Dairede FETÖ'cülerin dört kişi olamadıklarını, 1. Dairede üç, 2. Dairede iki, 3. Daire ise üç kişi olacak şekilde yerleştiklerini, 2010 yılında göreve başladıktan kısa bir süre sonra Adalet Bakanı ve Müsteşarın yeni bir kanun hazırlığı yaptıklarını ve Danıştaya en az 50, Yargıtaya da 150 üye seçileceğini belirterek buna göre hazırlıklarını yapmalarını istediklerini, ayrıca acele etmelerini, kanun çıkar çıkmaz hemen seçimlerin yapılması gerektiğini de söylediklerini, bu konuşmayı HSYK Genel Kurulunda bütün üyelere aktardığını, bundan kısa bir süre sonra Genel Sekreter...'nın kendilerini evine yemeğe davet ettiğini, bu yemekte Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçimi ile ilgili ön görüşme yapılacağını bildiklerini, bu daveti ve davetin amacını Müsteşar ...'a ilettiğini, onun da; "Arkadaşlarla beraber gidin, sonuçtan da beni bilgilendirin" dediğini, ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ... ile birlikte...'nın evinde toplandıklarını, eve gittiklerinde Kurul üyeleri dışında o dönem Yargıtay tetkik hâkimi olduklarını bildiği ve Fethullah Gülen yapılanmasına mensup olan ..., ... ....., ... ve ... ile HSYK'dan Genel Sekreter Yardımcıları ... ve ...'ün de orada olduğunu gördüklerini, ... ile birlikte "Tetkik hâkimlerinin burada konuşacağımız konu ile ne ilgileri var" diyerek itiraz ettiklerini, ...'nin ise "Bu arkadaşlar Yargıtayı en iyi tanıyan kişiler, bu nedenle çağırdık" dediğini, ancak bu hareketin Fetö'cülerin bir emrivakisi olduğunu şu anda daha net anladığını, bu evde kendilerinin aslında Fetö'cü HSYK üyeleri ve yemeğe katılan diğer hâkimlerin belirlediği isimleri öğrenmiş olacaklarını, buna yapının kimleri ve kaç kişi istediğini belirleyebilecekleri bir ön görüşme gözüyle baktıklarını, evde bir projektör kurulmuş olduğunu, bununla duvara Yargıtay üyesi olabilecek yasal şartlara sahip hâkim ve savcıların listesini yansıttıklarını, öncesinde ...'un söz alarak; "Arkadaşlar, bu isimler belirlendikten sonra saymayalım, sayıya oynamayalım, mutabık kaldığımız isimleri Bakan Bey ve Müsteşar Bey karşısında ben savunacağım" dediğini, zaten ...'la eve gitmeden önce konuştuklarını ve teşkilatı en iyi bilen kişi olarak kendisi ve ...'in adına ve onları temsilen de ...'un konuşması yönünde anlaştıklarını, dolayısıyla ...'un bu sözleri üçü adına da söylemiş olduğunu, ...'un ayrıca "Biz hiç konuşmayacağız, sadece olumsuz ve sakıncalı bulduklarımızı belirteceğiz, itirazlarımızı yapacağız" dediğini, liste görüşülürken Yargıtay tetkik hâkimlerinin ismi geçince evde bulunan cemaat mensubu tetkik hâkimleri ve Fethullah Gülenci HSYK üyelerinin olumlu ya da olumsuz şekilde görüş bildirdiklerini, olumlu görüş bildirdikleri herkesin onlara yakın isimler olduğunu müşahade ettiğini, özelikle Yargıtaydan isimler gündeme geldiğinde daha çok ... ....ile ...'nin konuştuğunu, ...'in kürsüden tanıdıklarıyla ilgili yorumlar yaptığını ancak kendi adamları söz konusu olunca hep örneğin "Doktorası var, yüksek lisansı var, dili var, şöyle başarılı hâkim, bütün terfileri şöyle iyi" diye onları övdüklerini, buna karşılık kendilerinin dile getirdiği fakat onların seçilmesini istemedikleri isimlere ise farklı söylemlerle karşı çıktıklarını, bu tarama bittikten sonra isimleri sayacaklarını söylediklerini, kendileri buna itiraz etmelerine rağmen sayılmasına engel olamadıklarını, neticede toplamda 80 kişi çıktığını, bunun üzerine kendileri bu sayının da fazla olduğunu düşünürken ...'nin işareti üzerine ..., ... ve...'nın evin salonundan çıkarak diğer odalardan birine geçtiklerini, beş on dakika sonra salona geri döndüklerini, ...'nun kendilerine hitaben Fethullah Gülen'i kastederek; "Bu konu hocaefendiye danışılmış, arkadaşlar 140'tan aşağı bir sayıya razı olmasınlar demiş, benim için tartışma bitmiştir, biz 140 istiyoruz" şeklinde bir söz sarf ettiğini, bunun üzerine itiraz ederek "Hani siz eğitim gönüllüleriydiniz, hocanız okullarına baksın, ne işi var Yargıtay Danıştay üyeliği seçimiyle" dediklerini, burada ciddi tartışmaların olduğunu, bu tartışma sürerken ...'in kapıyı çarparak evi terk ettiğini, ...'un üye olabileceklerin isimlerini ayrı bir liste olarak almış olduğunu ve beraber evden ayrıldıklarını, evden ayrılmadan evvel kendisinin Danıştay ile ilgili ne yaptıklarını da sorduklarını, ...'in eve gelmeden idari yargıdan bir liste hazırladığını, onun listesinde 37-38 bin sicillilerin bulunmadığını, ...'nun buna itiraz ederek "Biz de 37.000 sicilliyiz, ... Bey 38000 sicilli, biz onların oyuyla HSYK'ya seçildik, bizim seçmenlerimizden de üye seçmeniz gerekir, neticede bu kişiler yasal şartları taşıyorlar" dediğini, kendilerinin bunu kabul etmediğini, ...'in söz alarak tezini güçlendirmek amacıyla "Biz bir yerde buluşalım, bu konuyu daha sonra tekrar tartışalım, ferasetine güvendiğim iki isim var, birisi ..., diğeri... Aliusta, onlar da Ankara'da idari yargıda hakimler, onları da çağıralım, bu konuyu tekrar müzakere edelim" dediğini, ...'ın evinde buluşmak üzere sözleşildiğini, daha sonra ... ile yaptıkları görüşmede ertesi sabah evine gittiğinde ...'ın "Arkadaşlar gelmeyecekler, biz dün akşam görüştük, 37.000 sicilliler olmazsa biz yokuz diyorlar" dediğini anlattığını, bu seçimde kendisinin de sınıf arkadaşları olan ... ve o tarihte Elazığ Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ...'in üye seçilmesini istediğini ancak...'nın evinde bulunanların sanki kendilerinin kimi dile getireceğini önceden biliyorlarmış gibi ismini zikrettikleri Fetö'cü olmayan kişilerle ilgili değişik yakıştırmalar yaptıklarını, örneğin ... ile ilgili; "Serviste HSYK'ya küfretmiş", ...'le ilgili; "Malatya'da çok yıpranmış, rüşvete bulaşmış", aynı lojmanda birlikte oturdukları Adalet Müfettişi ... ile ilgili ise "Ağır hasta, en son Konya teftişinde çalışamamış, adliyeye bile gitmemiş" şeklindeki söylemlerde bulunup kendisinin seçilmesini istediği isimlere itiraz ettiklerini, şimdi düşündüğünde kendisinin, ...'un ve ...'in hangi isimleri dile getireceklerini gizli yaptıkları görüşmelerle önceden tespit ettiklerini ve buna yönelik hazırlık yaparak o kişilerle ilgili olumsuz bilgileri o görüşmede aktardıklarını tahmin ettiğini, bununla ilgili bir delilinin olmadığını ancak kanaatinin bu yönde olduğunu, zira örneğin ...'i seçim için dile getireceğini bildiklerini, zira ...'ın ve ...'ün kendisinin yanından hiç ayrılmadıklarını, dolayısıyla kimi sevdiğini, orada kimi söyleyebileceğini ve kimlerle görüştüğünü az çok bildiklerini, bu sebeple önceden Kurul üyelerini; "... şunu gündeme getirebilir, ... bunu söyleyebilir" şeklinde bilgilendirip bir ön hazırlık yaptıklarını düşündüğünü, hatta ...'in seçilmesinde çok ısrarcı olduğunu ancak ... anne ve babasının rahatsızlıkları nedeniyle Yargıtay üyesi seçilmek istemediğini söyleyince ...'a; "Arkadaşlarını ... rüşvet yiyor diye iyi tembihlemişsin, ...'e ben kendimden daha çok kefilim, öyle bir şey yapmaz, zaten... seçilmek istemiyor, anne babası rahatsızmış" dediğini, bunun üzerine iki gün sonra tekrar odasına gelen ...'ın; "Başkanım o bilgi notu yanlışmış, biz sıra kaydırmışız" dediğini, böylece adı geçen şahsın üye seçilmesi gündeme geldiğinde kötü olduğunu ama kendisi seçilmek istemeyince iyi adam olduğunu gördüğünü, bu şekilde hiçbir tanıdığının üye listesine o dönem giremediğini, ...'nın evindeki anlattığı toplantıda anlaşma sağlanamayınca Yargıtay tetkik hâkimleri hariç aynı ekiple ...'nin evinde bir araya gelip görüştüklerini, yine tekrar tekrar Dairede odalarda ikişer, üçer ya da çok kişilik gruplarla görüşüp konuştuklarını, evlere gidip geldiklerini, iki aya yakın bir sürenin bu şekilde devam ettiğini, bu toplantılara FETÖ mensubu olmayan ... ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ...'nu çağırmadıklarını, ...'nın evindeki ilk görüşmeden sonuç alamayınca ... ve ...'le birlikte ...'a gittiklerini ve olanları paylaştıklarını, FETÖ'cülerin en az 140 kişinin Yargıtay üyesi olarak seçilmesini, Danıştaya da 37.000 sicillerinin üye yapılmasını istediklerini anlatarak; "Biz bunlarla anlaşamayacağız, cemaat mensubu olmayan diğer Kurul üyeleriyle ...'nu da yanımıza alarak daha objektif bir seçim yapabiliriz" dediklerini, cemaate de makul bir sayı verebileceklerini belirttiklerini, ...'ın buna karşılık ısrarla anlaşmalarını söyleyince ona "Bu cemaatçiler Yargıtayda 80 kişiye bile razı olmuyorlar, en az 140 kişi istiyorlar" diye ifade ettiklerini, buna rağmen ...'ın "Ortaklığı baştan bozamayız, önümüzde 4 yıl var, biz bu vesayetçi adamlara karşı Anayasa değişikliğini yaptık" deyip ...'u kastederek "Bu kişiler benim hakkımda defalarca tutanak düzenleyip suç duyurusunda bulundular, birçok sıkıntı yaşadık, daha ilk seçimde nasıl bunlarla aynı masaya oturup uzlaşacağız, onların bize ne tür dayatmalar yapacağını tahmin edemiyor musunuz? Sizin böyle bir faaliyetinizi diğerleri yani FETÖ'cüler sezerse onların da aynı yola başvurmayacağını nereden biliyorsunuz? Biz size daha çok kontenjan tanırız diyebilirler ve iş çığırından çıkar, gidin bu arkadaşlarla anlaşın" demesinin kendilerinin pazarlık gücünü kırdığını ve gardlarını düşürdüğünü, sonradan ...'ın haklı olduğunu ve cemaatçilerin diğer Kurul üyeleriyle bu dönemde yakın diyalog kurduklarını, odalarına gidip geldiklerini, samimiyet kurmaya çalıştıklarını öğrendiklerini, bu görüşmelerden sonra FETÖ mensubu Kurul üyeleriyle tekrar bir araya geldiklerini, neticeten bu grubun 108 üyeye razı olduğunu, daha sonra Yargıtay ve Danıştaydan gelmeyen ve FETÖ'cü olmayan ... ..., ..., ... ve ...'in de içlerinde bulunduğu üyelerle hâkimevinde ve HSYK binasında bir araya gelip görüştüklerini, bu toplantılarda toplantıya çağırdıkları Fetö'cü olmayan Kurul üyelerinin Yargıtay ve Danıştay üyesi olmasını istedikleri isimlerin bir kısmının FETÖ'cülerin belirlediği isimlerle çakıştığını hayretler içerisinde gördüklerini, bu şekilde FETÖ'cülerin de onlara yönelik ayrı bir çalışma yaptıklarını anladıklarını, yapılan seçim sonucu FETÖ'cü olup daha önce belirlenen 108 adaydan 107'sinin Yargıtay üyesi olarak seçildiğini, Danıştaya da yanlış hatırlamıyorsa 30 civarında adamlarının bu şekilde seçildiğini, 37.000 sicillilerin de bu şekilde üye seçilmiş olduğunu, cemaatçilerin isteğinin tüm üyeleri...'nın evindeki ilk görüşmeye;"Bizim çalışmamız" diye getirdikleri 300-400 kişilik listenin içinden seçmek olduğunu, listedekilerin tamamının FETÖ'cü olmadığını ancak söz geçirebileceklerini düşündükleri kişiler olduklarını tahmin ettiğini, örneğin çok yakın arkadaşları ya da birlikte kitap yazdıkları yahut aynı dairede yıllarca çalıştıkları ve seçilirse sözlerinden çıkmayacak, kontrol edilebilecek isimlerden oluşan bir liste olduğu kanaatinde olduğunu, daha sonra yapılan üyelik seçimlerinde yine yüksek yargı mensubu 5 üye hariç kalan 16 Kurul üyesinin bir araya gelerek seçilecek isimleri belirlediklerini, bu seçimlerde de bu yapıya iki üç kişilik kontenjanlar verildiğini, seçilen üyelerin dairelerini Yargıtay Başkanlık Divanının belirlediğini, FETÖ'nün yüksek yargıdaki yapılanmasının ve kadrolaşmasının bu seçimlerle gerçekleştiğini özellikle belirtmek istediğini, bu hususu yapıdan kendisini tamamen soyutladıktan sonra 3-4 Kasım 2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesiyle ilk kez kendisinin anlattığını, ayrıca bu seçimde FETÖ'cülerin listesinden seçilen isimleri ve içerisinde tanıdığı FETÖ'cü olduğunu bildiği veya tahmin ettiklerini de isim isim bildirdiğini, üyelik seçimleri tamamlandıktan sonra kendisinin daha önce hakim adaylığı mülakat komisyonundan tanıdığı, Bakan ve Müsteşar tarafından da tanınan ve Yargıtayda çok yüksek bir oyla daire başkanı seçilen ...'la ...'ın daveti üzerine ... ve ... da bulunduğu hâlde hâkimevinde bir araya geldiklerini, Müsteşarın burada ...'a Yargıtay Başkanlığı için aday olmasını istediklerini söylediğini, ...'ın da bunu kabul ettiğini, Müsteşarın ...'a hitaben ayrıca "Başkan seçilirseniz kendi divanınızı oluşturun, daire başkanlıkları için kimi uygun görüyorsanız onları seçin, biz bize düşeni yaptık, bizden buraya kadar" diyerek Yargıtayın iç işleyişine karışmayacaklarını belirtir bir konuşma da yaptığını, HSYK'da bulunduğu dönemde Yargıtay ve Danıştay üyeleri seçimine kadar cemaat toplantısı yapılmadığını, üye seçimlerinden sonra Genel Sekreter Yardımcısı ...'ın cemaat toplantı ve sohbetlerini düzenlemeye başladığını, ...'ın çağrısı üzerine sohbetin yapılacağı Kurul üyesinin evine gittiklerini, bu sohbetlere kendisiyle birlikte ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... ile ... ve Genel Sekreter Yardımcısı ...'ün de katıldığını, görüşmelerin özellikle Ankara'ya yeni taşınan Kurul üyelerine hoş geldin mahiyetinde başlayıp devam ettiğini, bu görüşmelere eşlerin katılmadığını, bu sohbet toplantılarının daha önce katıldığı Fethullah Gülen cemaat mensuplarının sohbetleri şeklinde olmadığını, daha çok cemaatin yapmış olduğu özellikle eğitim alanındaki hizmetlere ilişkin sohbetler şeklinde geliştiğini, risale okunmadığını, vaaz kaseti ve video izlenmediğini, çoğunlukla namazların da toplu halde kılınmadığını; "Şu kadar cevşen ya da Kuran okuyun" gibi ödevler verilmediğini ancak bu sohbetlerin cemaat sohbeti olduğunu hepsinin bildiğini, belki de kendilerini bıktırıp kaçırmamak için disiplinlerinden taviz verilmekte olduğunu, bu toplantılardaki amacın onları bir araya getirip maneviyatı yükseltmek ve birlikteliği korumak olduğunu anladığını, bahse konu toplantılarda himmet adı altında bir paranın da istenmediğini, tedbirlere ilişkin olarak, örneğin namazları açıktan mescitte kılmamalarının ve dindar değil modern bir görüntü vermelerinin tavsiye edildiğini, genellikle bu sohbetlerin kimin evinde ne zaman yapılacağını ...'ın belirleyerek kendilerine duyurduğunu, ...'ın başka kimse bu işleri üstlenmediği için sohbetlerin gününü ve saatini belirleyen kişi olarak ortaya çıktığını, onun organize ettiği bu sohbetlere ...'le ...'nin katıldığına da şahit olduğunu, ...'in bir kez katıldığı bu toplantıda HSYK içerisinde bulunan diğer cemaatçilerin ...'e farklı şekilde saygılı davrandığını gördüğünü, böylece ...'in cemaatin üst konumlarda bir yerde olduğu kanaatine vardığını, bu görüşmede ...'in sohbet abiliği yaptığını, namazın önemi gibi dini konuları konuşup manevi hayattan bahsettiğini, yine bir seferinde ...'nin de bu görüşmelere katılıp dini mahiyette sohbet yaptığını ve manevi birlik içinde hareket etmeleri gerektiğinden, kardeşlik ve uhuvvet gibi genel mevzulardan konuştuğunu, ona da Kurul üyelerinin çok saygılı ve nezaketli davrandıklarına bizzat şahit olduğunu, hatta ...'a; "Kim ki bu adam, niye bu kadar önem veriliyor?" diye sorduğunu, ...'ın da "Amerika'ya hoca efendinin yanına sık sık gidiyor, kalp gözü açık bir insan, çok değerli birisi" diyerek bu kişiyi tarif ettiğini, ... ve .....'in geldiği bahse konu sohbetlerde hukuki bir konunun konuşulmadığını, o dönem için ... aracılığıyla bu kişilerin cemaat mensubu olan diğer üyelere mesaj ve talimatlar gönderdiğini tahmin ettiğini ancak katıldığı sohbetlerde kendisine bu şekilde bir talimatın verilmediğini, ...'le ...'in HSYK'da göreve ilk başladığında evine hayırlı olsuna geldiklerini, bu ziyarette birkaç kişinin daha bulunduğunu hatırladığını, HSYK'da görev yaptığı 4 yıl boyunca ...'i sohbet toplantılarında bahsettiği üzere yalnızca bir defa gördüğünü, o toplantıda da sadece dini konulardan bahsettiğini ve işle ilgili tek kelime konuşmadığını ancak bu yapıda kim ne kadar kaldırabiliyorsa ona o kadarının söylenip ötesinin söylenmeyeceği gibi bir taktik olduğuna emin olduğunu, kendisini ikna ve telkin için daha çok ...'ı kullandıklarını fakat; "Abiler şöyle istiyor, hoca böyle diyor" gibi bir şeyin de kendisine söylenmediğini, MİT Müsteşarının İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmak istenmesinin Fethullah Gülen cemaatinin o dönemde Türkiye'de gerçekleştirilmek istenen barış sürecine karşı olması ve bu süreci engellemek için yapılan bir hareket olduğunu görmesinin kendisi için cemaat hakkındaki ilk kırılma olduğunu, o tarihte Bakanın kendisini ve ...'u aradığını, ...'la birlikte makamına geçtikleri Bakanın burada MİT Müsteşarının ifadeye çağrıldığını, bundan dolayı çok ciddi bir rahatsızlık olduğunu ve gerekirse bu konuda yasa değişikliği yapılarak MİT mensuplarının yasal bir güvenceye alınabileceğinden bahsettiğini, hatta üçünün beraber İstanbul'a gidip ...'le görüşerek onları bu işten vazgeçirmeleri gerektiğini belirttiğini, ancak Bakana uçak korkusu olduğundan kendisinin arabayla giderek onlarla İstanbul'da buluşabileceğini söylediğini, Bakanın bunun üzerine; "O zaman sen gelme, ...'i ara, hâkimevine geçsin, bizim görüşmemizi sen organize et, bu adamlarla görüşeceğiz, bir yere kaçmasınlar" dediğini, daha önceden de tanıdığı Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı ve FETÖ'cü ...'i arayarak bunun yanlış olduğunu anlattığını ve "Fikret sen evinin yatak odasını Taksim Meydanında sergilemek ister misin?" diye sorduğunu, ayrıca "Ben bunu bilerek söylüyorum, devletin terörle mücadele politikalarını siz mi belirleyeceksiniz, bu işin yargıyla ne ilgisi var?" dediğini ve Bakanla ...'un İstanbul'a gelmekte olduklarını, onlarla mutlaka görüşmesini söylediğini, Bakanla ...'un uçaktan indiklerinde İstanbul'a geldikleri haberinin basın mensuplarınca alınmış olduğunu fark ettiklerini, büyük ihtimalle telefonlarının dinlendiğini düşündüğünü, basın mensuplarına yakalanmamak için havaalanından farklı bir kapıdan çıkarak gittikleri hâkimevinde Bakanın ve ...'un ...'le görüştüklerini, İstanbul'dan da; "ikna ettik" diye döndüklerini ve evrakın talimat olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderileceğini söylediklerini fakat ertesi gün Bakanın arayarak konunun yine kapanmadığını söylediğini, evrak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gelir gelmez hemen telefonla ...'ı arayarak ifadeye çağırdıklarını öğrendiğini, bunun belki de Ankara Adliyesinde en hızlı işleme tabi tutulan evrak olduğunu, bunun üzerine durumun görüşüldüğünü ve Müsteşarın ifadeye gitmemesinin kararlaştırıldığını, buna bağlı olarak ...'ın da ifade vermek üzere Adliyeye gitmediğini, sonradan ...'dan öğrendiğine göre ...'un Ankara Cumhuriyet Başsavcısını arayıp yanına görüşmeye çağırdığını, ancak Başsavcı... ...'in görüşmeye iki iki buçuk saat geç geldiğini ve ...'a ukala bir şekilde; "Ben seni severim, sen bu işlere fazla karışmasan" gibi bir şeyler söylediğini, zaten daha sonra bu hususta yasa değişikliği yapıldığını, sonradan yüz yüze görüştüklerinde ...'in kendisine niyetlerinin MİT Müsteşarını tutuklamak olmadığını, KCK soruşturmalarında kimi tutuklasalar ya da gözaltına alsalar MİT'in; "Bunlar bizim elemanlarımız, bunları serbest bırakın" diyerek kendilerine baskı yaptığını, hatta Taksim Meydanında bir belediye otobüsüne molotof kokteyli atıp genç bir kadının yanarak ölmesine sebep olan kişiye bile sahip çıkıldığını, bu hususları Müsteşara soracaklarını, bunun çözüm süreci ile bir ilgisinin olmadığını söylediğini, bu konuşmadan sonra o an için kısmen hak vermekle birlikte sonradan bütün olan bitenden bu ifadeye çağırma olayını FETÖ'cülerin bilerek yaptığını, devletin terörle mücadele politikasını etkilemeye çalıştıklarını, ...'in o dönem kendisine yalan söylediğini, zira MİT Müsteşarının kasıtlı olarak ifadeye çağrılıp yıpratılmak istendiğini, barış sürecinin de olumsuz bir şekilde etkilenmeye çalışıldığını anladığını, sonrasında Balyoz davası olarak bilinen davada Fethullah Gülen cemaati mensubu olduğunu bildiği hâkim ve savcıların yargı yetkilerini kötüye kullanarak pek çok asker de dahil birçok şahsı tutuklamalarından dolayı bu cemaate bakış açısında yine tereddütler oluştuğunu, aynı tereddütlerin ... ve ...'de de olduğunu, o dönem Fethullah Gülencilerin yargıdaki bu hukuka aykırı işlemlerinin darbeye hazırlık olduğunu ve darbe girişiminde bulunduklarını şimdi anladığını ancak bu keskin bakış açısının o dönem kendisinde oluşmadığını, o tarihte bu gelişmelere rağmen gerek siyaset gerek bürokraside bu yapı mensuplarına karşı sert bir duruş oluşmadığı ve keskin bir kopukluk olmadığı için kendisinin de sadece bunların sohbetlerine daha seyrek gitmeye başlayarak tepkisini ortaya koyduğunu, ...'in bakanlık müsteşarı olunca sohbetlere ve cemaatçilere karşı kesin bir tavır aldığını, kendisinde ise hâlâ cemaatin düzelebileceği düşüncesinin hakim olduğunu, HSYK Başkan Vekili olduğu ve bu kimseler Kurulda kalabalık olduklarından onları dışlamanın kötü sonuçlar doğurabileceğini de düşündüğünü, Başkan Vekilli olduğu için HSYK'da herkesle görüştüğünü, birçok kez değişik üyelerle yemeklerde ya da ev davetlerinde bir araya geldiğini, insani ilişkilerini Kuruldaki görev süresi sona erene kadar devam ettirdiğini ancak tüm bu görüşmelerde artık özeleştiri yapılması gerektiğini, cemaatin sanki iktidarmış gibi davrandığını, hemen her kesimin kendilerinden soğuduğunu, hatta nefret ettiğini, ne yapmaya çalıştıklarını anlayamadığını yüksek sesle dile getirdiğini, hatta 2014 HSYK seçimleri için aday göstermemeleri gerektiğini, bu durumun ortamın daha fazla gerilmesine yol açacağını ve cemaatin biraz geride durması gerektiğini söylediğini ancak bu kimselerin kendisini saygı ile dinleyip bildiklerini yapmaktan da geri durmadıklarını, hocanın hırsının aklının önüne geçtiğini, bu durumun başlarını belaya sokacağını anlattığını fakat söylediklerinin hiçbir etkisinin olmadığını, zaten sonunda da 15 Temmuz'da yaşanan Cumhuriyet tarihinde görülmemiş hain darbe girişiminin gerçekleştiğini, Balyoz davasında yargıyı etkilememe kaydıyla düşüncelerini dile getirdiğini, hatta bu düşüncelerini Fethullah Gülen cemaati mensubu olduğunu bildiği Kurul üyelerine karşı açıkça söylediğini, düşüncelerinin bu şekilde soruşturma ve kovuşturmayı yapan kişilere ulaştırılacağını düşündüğünü, bu konuşmalarında bu kadar kişinin tutuklu kalmasının uygun olmadığını ve kamuoyunda bunun cemaatin bir komplosu olduğu şeklinde düşüncelerin oluştuğunu dile getirdiğini, Fethullah Gülen cemaati mensuplarının bu soruşturma ve kovuşturmalarda hukuka aykırı delil topladıklarını darbe girişiminden sonra tam olarak öğrenip anladığını, 7 Şubat 2012 tarihinde yaşanan MİT krizinden sonra ...'la birlikte bu davalara bakan özel yetkili hâkim ve savcılar ile tüm özel yetkili mahkemelerde çalışan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının katılacağı bir toplantı yapmayı kararlaştırdıklarını, Ankara'da düzenledikleri seminerin birinci gününde konuşma yapan ...'un daha sonra yaptığı konuşmadan özel yetkili hâkim ve savcıların hiç hoşnut olmadıklarını anlattığını, kendisinin de bu seminerde tüm hâkim ve savcılara hitaben, yapılan soruşturmalarda ve görülen davalarda hukukun dışına çıkılmaması gerektiğini, hatta yasaların hâkime takdir yetkisi bıraktığı hâllerde kamuoyu algısının mutlaka dikkate alınması lazım geldiğini belirterek tutuklamanın çok ağır bir tedbir olduğunu söylediğini, bu sözlerini hiçbir hâkim ve savcının alkışlamadığını ve salonda buz gibi bir hava estiğini ancak kendisinden sonra söz alan ...'in anlattığı kulaklarını tıkayıp gözlerini kapayarak başarılı olan kurbağa hikayesinin salonda çılgınca alkışlandığını ve ayrıca ...'in de yaptığı konuşmada, söylediklerinin tam tersini savunduğunu duyduğunu, kendilerine de bu süreçte genel olarak; "Siz yıllardır kürsüde çalışmıyorsunuz, mahkemelerden uzaksınız, ceza usulüyle ve ceza yargılamalarıyla ilgili yeterince bilgi sahibi değilsiniz, mahkemelerin çalışma koşullarının habersizsiniz" gibi sözlerin söylendiğini, yani özel yetkili mahkemelerin yaptığı bu uygulamaların normal ve hukuka uygun olduğunu anlattıklarını, daha sonra bu toplantılardan sonuç alınamayınca özel yetkili savcıların yetkilerini azaltan bazı yasa çalışmalarının yapıldığını, neticesinde Beşiktaş'taki adliyenin boşaltılıp İstanbul Adliye binası içerisine alındıklarını, aynı zamanda HSYK 3. Dairesinin Başkanı olarak görev yaptığını, bu Dairenin görev alanının hakim ve savcılar hakkında yapılan şikayetlerin soruşturulmasına izin verilip verilmemesi yönünde karar vermek olduğunu, Teftiş Kurulunun da buraya bağlı olduğunu, Dairede ..., ..., ..., ..., ... ve ...'ın üye olarak görev yaptıklarını, son yılda ise ...'in 1. Daireye gitmesiyle ...'nin geldiğini, Dairede İstanbul hâkim ve savcılarıyla ilgili şikayet dilekçeleri geldiğinde İstanbul bölgesinden sorumlu tetkik hâkiminin dosyayı okuyup sorumlu üye ...'e sunum yaptığını, daha sonra bir kez de Daireye ... nezaretinde sunum yapıldığını, cemaatçiler içerisinde bulunan ... ve ...'ın İstanbul'dan gelen hemen hemen bütün şikayetlere ilişkin soruşturma izni verilmemesi yönünde oy kullandıklarını, kendisinin ve ...'nun nadiren de olsa soruşturma izni verilsin şeklinde oy kullandıklarının olduğunu, ...'in de bazen kendilerine katıldığını, ...'ın ise tamamına soruşturma izni verilmesi yönünde oy kullandığını, o dönemde cemaatin rüzgarının hızlı esmesi, kendisinin de cemaate sempati ile bakması ve sohbetlerine katılması dolayısıyla FETÖ'cüler lehine oy kullandığının doğru olduğunu, bunu inkar edemeyeceğini ancak bir talimatla değil, kendisi böyle düşündüğü için bu yönde hareket ettiğini, belki kamuoyundan ve okudukları haberlerden de etkilendiklerini, o tarihte bu davaların birer kumpas davası olduğunu ve üretilmiş delillerden yola çıkıldığı hususlarını bilemediğini, alınan TÜBİTAK, Adli Tıp ve diğer bilirkişi raporlarının da bu davaların sanıklarına isnat edilen eylemleri ispatlar mahiyette olduğunun konuşulduğunu, ayrıca HSYK'nın yargılamaya müdahale etme yetkisinin olmadığını da dikkate aldığını, yapılan bu yargılamaların öncesinde ülkede askeri vesayetin hâkim olduğunu, seçimle işbaşına gelmiş hükumetlerin bu vesayet sisteminin çizdiği alan dışına çıkamadıklarını, inanç özgürlüğü, kişisel hak ve özgürlükler alanında reformist yaklaşımlar karşısında önlerinde askeri vesayetin keskin duruşu, daha da olmazsa darbe ve muhtıralarla hükümetleri istedikleri gibi yönlendirdiklerinin konuşulduğunu, kendilerinin de o kanaatte olduğunu, halkın oylarıyla hükumet olan bir partinin gerçek anlamda iktidar olamadığını düşündüklerini, o tarih itibarıyla bu düşüncelerin kendisini bu sanıkların şikayetleriyle ilgili Dairede oy kullanırken etkileyen sebeplerden olduğunu, o dönemde bu davaların kumpas davalar olduğunu ve FETÖ'cü subayların terfi etmesi için önlerinde engel olarak gördükleri kişilerin bu şekilde ayıklandıklarını bilemediğini, bütün bunların yanı sıra HSYK Kanunu'nun 97. maddesinin yargılama yetkisine, hâkimin takdir hakkına, duruşmanın inzibatına yönelik olarak aldıkları tedbirlere ilişkin HSYK'nın hâkim ve savcılar hakkında soruşturma açmalarını engelleyen bir düzenleme olduğu kanaatinde olduğunu, bu önemli dosyalarda gelen şikayetleri değerlendirirken kendince hukuk çerçevesinde hareket etmeye çalıştığını, FETÖ'cü hâkim ve savcıların bu davalarda iyi niyetli olmadıklarını ve vatansever subaylarla hesap gördüklerini düşünemediğini, dava içinde birçok kişiye kumpas kurduklarını, delil uydurduklarını ve insanları mağdur ettiklerini şu anda çok iyi anladığını, Yargıtay ve Danıştaya 160 üyenin seçiminden sonra bu yapının 20 yıllık kıdeme sahip hâkim ve savcılarının pek kalmadığını, bu nedenle adli yargıda da Danıştayda olduğu gibi daha kıdemsiz kişilerin seçilmesine yönelik taleplerini gündeme getirince Bakanlıkta bir çalışma yapıldığını ve üyelik için 20 yıl şartı getirildiğini, bunun uygulanmasına ilişkin olarak HSYK Genel Kurulunda bir toplantı yaptıklarını ve bu 20 yıl şartının bilfiil 20 yıl hizmet etme şeklinde sayılacağına yönelik karar aldıklarını, bahse konu 18.09.2013 tarihli ve 621 sayılı HSYK Genel Kurulu kararına ..., ..., ..., ..., ... ve başka gerekçeyle de ...'nun muhalif kaldığını, yine HSYK'da görev yaptığı dönemde terfilerle ve şikayetlerle ilgili soruşturma izni verilmesi yönünde oy kullandığı kararların da var olduğunu, örneğin 19.12.2012 tarihli ve 730 sayılı Genel Kurul kararıyla daha önceden terfisi kesinleşmiş olan bir kişiyle ilgili bahse konu kararın kaldırılıp terfisi yeniden incelenerek lehine karar verildiğini, bu karara kendisi ile birlikte ..., ..., ..., ., ..., ..., ... ve ...'un muhalif kaldıklarını, yine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görev yapan ....hakkında gazeteci .....'ın sahte isimle usulsüz olarak verdikleri dinleme kararına ilişkin soruşturma izni verilmesi yönünde oy kullandığını, buna da yine ..., ... ve ...'ın muhalif kaldıklarını,.... davasında gizli tanık olan.....isimli hâkimin mesleğe tekrar dönmek üzere yaptığı başvuru üzerine bu kişinin kimliğinin açıklanmasının kanun gereği uygun olmayacağı kanaatinde olduğunu fakat bu konu ile ilgili ilginç bulduğu tarafın bu kişiyi mesleğe kabul etmeleri yönünde ısrar eden Kurul üyelerinin ...'le ... olması olduğunu, şahsın mesleğe geri alındıktan sonra başka bir kuruma atanacağını ve hâkimlikte kalmayacağını söylemeleri üzerine mesleğe geri alınmasına kendisinin de sıcak baktığını, Daireden oy birliğiyle mesleğe kabul kararının çıktığını, sonradan şahsın gizli tanık olduğunu ...'le ...'ın öğrendiklerini, ayrıca dosyasında disiplin cezası olduğunun kendilerine anlatılmadığını da söyleyerek duruma itiraz ettiklerini, bunun üzerine Bakanla görüştüğünü ve Bakanın yeniden inceleme talebinde bulunduğunu, zaten aradan geçen beş altı aylık sürede adı geçen şahsın istifa edip başka kuruma da geçmediğini, yeniden inceleme talebi üzerine mesleğe kabul kararını kaldırdıklarını, buradan da yapının karışık bir iş söz konusu olduğunda kendileri öne çıkmayıp FETÖ'cü olmayan iki Kurul üyesinin aracılığıyla konunun önlerine gelmesini ayarladığının görüldüğünü, 2012 yılı sonlarına doğru bazı Yargıtay üyelerinin Yargıtay içinde yapılan seçimlerde kendi görüşlerinin alınmadığını ve kararların nasıl alındığını bilmediklerini söyleyip rahatsızlıklarını ifade etmeye başladıklarını, ... ve ...'le birlikte eskiden tanıdıkları ....., ..., ... ve ...'la bir araya gelerek onları dinlediklerini, adı geçenlerin bu görüşmelerde Yargıtaydaki seçimlerde desteklenecek isimler belirlenirken ..., ... ve kendisinin de görüşlerinin alındığının anlatıldığını ifade ettiklerini, kendilerinin durumun böyle olmadığını söylediklerinde ise görüştükleri isimlerin bu duruma şaşırdıklarını, bu görüşmeden sonra ... ve ...'un o zaman Yargıtay Başkanı olan .....'la bu hususu konuştuklarını, daha sonra kendisinin de olduğu bir ortamda Yargıtay Genel Sekreteri ... Boşgelmez'le de görüştüklerini, şahsa rahatsızlıklarını ifade ettiklerini, hatta Yargıtayda cemaatin her şeyi idare ettiği, bazı avukatlık bürolarının; "Yargıtayda bizim adamlarımız var, istediğimiz kararı çıkarırız" diye iş takibi yaptıklarını duyduklarını ilettiklerini ve "Gücü tek başınıza kullanırsanız bu şekilde dedikodulara mahal verirsiniz, diğer gruplarla istişare edin, onların da görüşlerini alın. Genel sekreterlik kadrolarında mutlaka değişiklik yapın. Karar alırken tüm kesimleri dinleyin" dediklerini ancak sonuç alamadıklarını, bunun üzerine 2013 yılında ... ve ...'in Yargıtayda FETÖ'cü olmadıklarını düşündükleri üyelerle gruplar hâlinde hâkimevinde görüşmeler yaptıklarını ve kanaatince bu şekilde Yargıtaydaki FETÖ'cülerin etkisinin kısmen kırılmasını sağladıklarını, aynı sakıncalı durumla ilgili Danıştayda da ...'in yaptığı görüşmelerle gruplar oluşmasını sağladığını, Danıştay Başkanı ... emekli olunca FETÖ'cülerin doğrudan kendilerinden olmayan ancak kendilerine yakın gördükleri ...'e Danıştay Başkanlığını önererek adaylığını açıklamasını istediklerini duyunca ...'in Danıştayda bir kısım üyelerle görüşüp ...'e aslında kimsenin itirazının olmadığını ancak bu oldu bittiye ve dayatmaya sessiz kalınmaması gerektiğinin söylendiğini ve... isminin de öne çıktığını öğrendiğini, bunun üzerine ..., ... ve ...'ın da olduğu bir öğle yemeğinde buluşup bu durumu konuştuklarını, ...'ü arayıp görüşmeye davet ettiklerini ve aday olmasını istediklerini, daha sonra ...'le görüşüp yaşananları anlatarak adaylığını açıklamamasını talep ettiklerini, onun da; "...... Hanım adaysa ben zaten çıkmam" diyerek adaylıktan çekildiğini, ...'ün seçimlere tek aday olarak katıldığını ancak FETÖ'cüler oy vermediği için yeterli oyu almasının mümkün olmadığını, süreç uzayınca konunun basına da yansıdığını, bu arada Yargıtay ve Danıştaydaki Başkanlık Divanlarının yetkilerini Başkanlar Kuruluna devreden bir yasa tasarısı hazırlanmakta olduğunu, cemaatin Başkanlar Kurulunda gücü olmadığı için bu duruma itiraz ettiğini, kendilerinin bu tasarıyı pazarlık konusu yaparak adli tatilin başlamasına iki üç gün kala görüştükleri ...'a adli tatil başlamadan bu seçim işinin bitmesi gerektiğini söylediklerini, ertesi gün öğleden sonra seçimin sonuçlandığını ve Danıştay Başkanı olarak...'ün seçildiğini, 17 Aralık 2013 tarihinde yapılan soruşturma sonrası Adli Kolluk Yönetmeliği'yle ilgili olarak İçişleri Bakanlığının bir çalışma yaptığını, bu çalışmadan ...'un da haberinin olduğunu, daha sonra cumartesi günü İçişleri ve Adalet Bakanlığı tarafından yapılan bu yönetmeliğin yayımlandığını, CMK'nın 167. maddesinde adli kolluk görevlilerinin seçilmesi ve eğitimiyle ilgili İçişleri ve Adalet Bakanlığının ortak yönetmelik yapabileceğinin belirtildiğini, 6087 sayılı Kanun'un 7/2. maddesinin ise Kurulun görev alanına giren alanlarda yönetmelik ve genelge çıkarma yetkisini Kurula verdiğini, 15.12.2014 tarihli ve 6524 sayılı Kanun'un 24. maddesiyle değiştirilen 6087 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle bu hükmün değiştirildiğini, Adli Kolluk Yönetmeliğinin HSYK Genel Kurulunca çıkarılmış olduğunu ancak Adalet ve İçişleri Bakanlığınca bu yönetmelikte değişiklik yapıldığını, bu sebeple hâkimler ve savcılar arasında bu hususta bir rahatsızlık oluştuğunu, kendisini, ...'u ve diğer Kurul üyeleriyle Genel Sekreterliği bu konuda arayanların olduğunu, internet ve sosyal medya üzerinden de üzerlerinde bir baskı oluştuğunu, Kuruldaki odasında bulunduğu bir sırada ...'un bu durumu kendisine anlattığını ve sessiz kalmamaları gerektiğini söylediğini, Başkan Vekili olarak kendisinin açıklama yapma yetkisinin bulunmadığını, savcıların adli soruşturma konusunda valiye bilgi vermelerine ilişkin düzenlemenin kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olacağı kanaatinde olduğunu, bunun üzerine Bakanı aradığını ve çıkarılan bu yönetmelikle ilgili hem HSYK'da hem yargı teşkilatında rahatsızlık olduğunu ileterek; "Bu konuda basın açıklaması yapalım" dediğini, bu fikrin aslında ...'a ait olduğunu ancak telefon görüşmesini kendisinin yaptığını, ardından Genel Sekreter ...'ı çağırarak bu yönetmelikle ilgili bir basın açıklaması hazırlanması talimatını verdiğini, daha sonra Bakanın ...'u arayıp ne yaptıklarını sorduğunu ve ...'un da Bakana elektronik posta ile açıklamayı gönderdiğini sonradan öğrendiğini, ... ve ...'le birlikte Bakanın makamına gittiklerini, Bakanın açıklama için "Bu ...'in açıklamaları gibi olmuş, ben bunu imzalamam" demesi üzerine kendisinin "O zaman ben açıklayayım" dediğini, Bakanın buna da razı olmadığını, bu kez ...'un "Çarşamba günü Genel Kurul var, biz bunu Kurul gündemine alıp Genel Kuruldan karar alarak internet sayfamızda yayınlayalım. Teşkilatta ciddi tepki var, bu tepkiyi yumuşatmamız lazım" dediğini, 25 Aralık 2013 tarihinde yaptıkları HSYK Genel Kurul toplantısında daha önceden hazırladıkları metni projeksiyon ile duvara yansıttıklarını ve ...'un metinle ilgili açıklamalarda bulunduğunu, ...'in Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının ortak yönetmelik hazırlayabileceğini belirtip buna muhalif olduğunu söylediğini, yine ..., ... ..., ... ve ...'in de muhalif kaldıklarını, hatta toplantıda ...'nun Müsteşar ...'e; "Bu yönetmelik HSYK'nın çıkarttığı bir yönetmeliktir, Adalet ve İçişleri Bakanlığı bunda değişiklik yapamaz" şeklinde bazı sözler söylediğini, hatta bir savcılığın yazmış olduğu bir yazıya emniyetin gereğini yapmayacakları şeklindeki cevabından da bahsettiğini ve "Bunu bana açıklamayamazsınız" dediğini, oy çokluğuyla bu metnin karar olarak çıktığını ve internet sayfasında yayımlanmasına karar verildiğini, ...'in muhalefet şerhi yazacağını söyleyerek dosyayı aldığını, iki üç gün kadar dosyanın ...'de kaldığını, muhalefet şerhini yazdıktan sonra dosyayı HSYK binasındaki odasında kendisine verdiğini, o esnada odada kendisi dışında ..., ..., ... ve ... ...'ın da bulunduğunu, kararı ...'den alınca Genel Sekreter yardımcılarından birini çağırarak; "Bunu internet sitemizde yayımlayalım" dediğini, karar internette yayımlandığı esnada İstanbul Cumhuriyet savcısı olan ve cemaat mensubu olduğunu sonradan öğrendiği 17-25 Aralık soruşturmalarının birinden sorumlu ...'ın adliye önünde dosyanın elinden alındığını belirterek basın mensuplarına bildiri dağıttığını televizyondan gördüğünü, savcının basın bildirisinden sonra Kurulda aldıkları kararın da medyada haber olması üzerine bu olayın tesadüf olmadığını anladığını, burada birilerinin kendisini oyuna getirdiğini ve getiren kişilerin de bu yapıya mensup şahıslar olduğunu tahmin ettiğini, bu tesadüf gibi gözüken durumdan rahatsız olunca ...'e odada bulunan herkesin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı ...'yı arayarak dosyayı ...'ın elinden neden aldığını bir basın toplantısında açıklamasını söylemesini önerdiklerini, öncesinde ...'in ...'ın Başsavcıya haber vermeksizin ondan gizli bir şekilde soruşturmayı yürüttüğünü kendilerine anlattığını, bu hususun kamuoyuna açıklanmasının uygun olacağını düşündüklerini, bunun üzerine ...'in ...'yı arayıp orada bulunanların adlarını da zikrederek hepsinin bu şekilde düşündüğünü ifade edip ondan bir basın açıklaması yapmasını istediğini, ...'nın da bu şekilde bir açıklama yaptığını, ...'ın dosyanın kendisinden alınmasının yargı bağımsızlığına aykırı olduğunu ve soruşturma yetkisinin engellendiğini basın mensuplarına verdiği metinde belirttiğini basından öğrendiklerini, ayrıntılarıyla anlattığı HSYK kararıyla ...'ın bildirisinin haber kanallarında ardı ardına açıklanmasının HSYK'nın ...'a desteği gibi algılandığını ve çarpan etkisinin yüksek olduğunu ancak kendisinin kastının kesinlikle bu yönde olmadığını, bu hususta ...'ı odasına çağırıp ...'ın bildirisiyle HSYK kararının basında peş peşe haber konusu yapılmasından duyduğu rahatsızlığı anlatarak; "Bunu kasıtlı mı yaptınız?" diye sorduğunu, ...'ın ise yeminler ederek bu durumun bir tesadüf olduğunu söylediğini, hatta ...'un da ...'ın Kuruldan yönlendirildiğini düşündüğünü belirttiğini, 17-25 Aralık 2013'ten sonra başta FETÖ mensubu olan Kurul üyeleri olmak üzere ... ve Genel Sekreter Yardımcıları ... ve ...'ın hemen her gün odasına gelerek bu soruşturmaların haklı olduğunu, ortada ciddi yolsuzluklar bulunduğunu belirtip kendisini yanlarında tutmaya devam etmek için gayret sarf ettiklerini ve etkilemek istediklerini, bu dönemde yine HSYK'nın yapısını değiştirmek üzere Adalet Komisyonunun çalışma yapmakta olduğunu bildiğini, bu konuda yapılacak bir şey olup olmadığı konuşulunca kendisinin metni gördükten sonra düşünüleceğini söylediğini, niyetinin metni HSYK Genel Kuruluna götürüp Genel Kurulun görüşünü almak olduğunu ancak yanlış hatırlamıyorsa bir pazartesi günü herhangi bir şekilde daha önceden talimat vermediği hâlde ...'ın komisyonda bulunan HSYK'nın yapısıyla ilgili bu kanun taslağına ilişkin arkadaşlarla birlikte yaptıkları çalışma olduğunu söylediği 66 sayfalık bir metinle odasına geldiğini, kendisi metni önce Genel Kurulda tartışmalarını söyleyince Muzaffer'in bu kez de tasarının komisyonda o gün görüşülmekte olduğunu ve Genel Kurula yetişmeyeceğini belirttiğini, metni önce kendisinin okuduğunu, içinde katıldığı hususların da bulunduğunu, ...'ın yasa teklifinin o gün içerisinde komisyondan geçeceğini ve metni hemen göndermeleri gerektiğini söylemesi üzerine ikna olduğunu ve komisyona gönderilmek üzere bahse konu açıklamayı imzaladığını, her ne kadar bu HSYK kanun taslağının bazı maddelerinin Anayasa'ya uygun olmadığını kendisi de görmüş ise de cemaatçilerin hak, hukuk, adalet ya da Anayasa'ya aykırılık gibi hususları dert edineceklerine şu an itibarıyla inanmadığını ve o dönem ikna ve telkin yoluyla kendisini kullandıklarını düşündüğünü, komisyona gönderilen kanun taslağına ilişkin bu çalışmanın cemaatçiler tarafından hazırlandığını o tarihte tahmin ettiğini, ...'ın, "Biz çalıştık" ifadesinden bunu anladığını, o tarih itibarıyla bunların bu kadar kötü niyetli olabileceğini ve gizli bir ajandaları olduğunu düşünemediğini, bu olayların akabinde İstanbul Cumhuriyet Savcısı ...'ün Cumhurbaşkanına karşı tavırları, attığı tweet'ler ve Selam Tevhid dosyasıyla ilgili birçok kişinin usulsüz dinlenmesine ilişkin haberler basında yer almaya başlayınca cemaatin eylemlerine karşı tavır aldığını, ..., ... ve ...'ın da kendisiyle birlikte hareket ettiklerini ve 3. Daire olarak FETÖ'cü hâkim ve savcılar hakkında soruşturma yapılmasını ve müfettiş görevlendirilmesini sağladıklarını, gerek ..., ..., ....ve gerekse Selam Tevhid dosyasındaki usulsüz dinlemelere yol açan hâkim ve savcılarla ilgili olarak 30 şehre müfettiş göndererek bu hukuksuz uygulamalar karşısında net tavır aldıklarını, buna ilişkin karar örneklerinin dava dosyasında mevcut olduğunu, örneğin FETÖ'nün Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda etkin olarak kullandığı hâkim ve savcılar ile 17-25 Aralık soruşturmalarını yürüten ve MİT tırlarını durduran tüm hâkim ve savcılar hakkında müfettiş marifetiyle soruşturma izni verilmesi yönünde oy kullandığını, böylece FETÖ ile arasında keskin bir hat oluşmaya başladığını, zira bu kararların birçoğunda Dairede kararların 4'e 3 çıktığını, Daire başkanı olması nedeniyle kendisine kadar 3'e 3 gelen oylamanın kendi oyuyla 4'e 3 soruşturma izni verilsin şeklinde sonuçlandığını ve böylece oyunun belirleyici oy niteliğinde olduğunu, göstermelik oy kullanmasının da kesinlikle söz konusu olmadığını, oyunun bu şekilde belirleyici olması ve FETÖ aleyhine oy kullanmasının FETÖ'cülerle arasındaki mesafenin açılmasına neden olduğunu, 2014 yılında verdikleri bu kararlara ilişkin soruşturmalar tamamlanmadan HSYK'daki görev sürelerinin sona erdiğini, başlattıkları bu soruşturmaları 2014 yılında göreve başlayan HSYK'nın tamamladığını, 02.07.2014 tarih ve 2014/482 sayılı HSYK Genel Kurulu kararının daha önce atamaları yapılan 17-25 Aralık, Selam Tevhid, Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturma ve davalara bakan hâkim ve savcıların 1. Daire tarafından başka mahallere atanmalarına ilişkin yaptıkları itirazların görüşülmesiyle ilgili olduğunu, atanan birçok hâkim ve savcının itirazlarının kabulü yönünde oy kullandığını, zira 3. Daire olarak bu kişilerden birçoğu hakkında zaten soruşturma izni vermiş olduklarını, müfettiş tarafından yapılan soruşturma esnasında bulundukları yerde çalışmalarının soruşturmanın selameti açısından uygun olmadığına dair bir rapor verilmeden ya da bu soruşturmalar sonuçlandırılıp ilgililer hakkında bir disiplin cezasına hükmedilmeden atamalarının yapılmasının uygun olmadığı kanaatinde olduğunu, zaten bu kişilerin ilgili soruşturmalardan alınmış ve etkisiz hâle getirilmiş olduklarını, FETÖ'cü hâkim ve savcılar tarafından yapılan bu soruşturma ve yargılamaların hukuk, adalet ya da yolsuzlukları önleme adına yapılmadığını ve 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan darbe girişimine zemin hazırlamak için atılan adımlar olduğunu şu an net bir şekilde görüp anladığını, hukuk ve adalet adına işlem yapıyormuş gibi görünüp yaptıkları bu eylemlerin son derece art niyetli olduğunu anladığını ve bu nedenle de onların lehine kullandığı oylardan ötürü pişmanlık duyduğunu, 17-25 Aralık soruşturmalarından sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı ...'ın kendisini, ..., ... ve HSYK Üyesi ...'ı davet ettiğini, birlikte son günlerde meydana gelen olayları değerlendirdiklerini, o sırada Bakanlıkta HSYK Kanunu'nun değiştirilmesi için çalışmalar yapıldığını, öncelikle 1. Dairenin elini güçlendirmek için sorun çıkaran cemaatçi üç üyeden bir ya da ikisinin değiştirilerek Daire toplantılarının kilitlenmesinin önlenmesini konuştuklarını, zira daha öncesinde bu kişilerin toplantıya girmeyerek bir kısım başsavcıların atanması hususunda 1. Daireyi çalıştırmadıkları bir olayın yaşandığını, bunun yanında ayrıca Genel Sekreterlik ve Teftiş Kurulunda da bazı değişiklikler yapılabileceğini konuştuklarını, bu görüşmede aldıkları kararlarla ilgili 1. Dairede görev yapan üyeler ..., ... ve ... ile görüşüp adı geçenlerden dilekçe vererek başka dairelere geçmelerini istediğini, böylece ortamın yumuşayacağını ve HSYK Kanun teklifinin geri çekilebileceğini anlattığını, bir iki gün sonra bu üç üyenin kendisine gelerek böyle bir dilekçe vermeyeceklerini, bu yasa teklifinin blöf olduğunu ve Meclisin böyle bir yasa çıkaramayacağını söylediklerini, aynı gün öğle arası ...'la birlikte ...'ın yanına gidip teklifin kabul edilmediğini anlattıklarını, ...'ın tekrar görüşmeleri yönünde ısrarcı olduğunu ancak kendisinin şahısların bu konuda çok kararlı olduklarını, sonuç alamayacaklarını söylediğini ve yüksek yargıdan gelen HSYK üyeleriyle konuşup onları ikna edebilirlerse bu üç üyenin dilekçe vermesine gerek kalmadan dairelerini değiştirebilmelerinin mümkün olduğunu belirttiğini, daha sonra HSYK Üyesi ...'na gidip süreci anlatarak desteğini istediklerini, onun bu teklifi kabul ederek yüksek yargıdan gelen diğer üyelerle konuşup onları da ikna ettiğini, bu durumu ilettikleri ...'ın bu görüşmeyi Cumhurbaşkanına aktardığını, 15 Ocak 2014 tarihinde Genel Kurulda önceden anlaştıkları şekilde ...'nu 1. Daireden 2. Daireye, ...'yi 1. Daireden 3. Daireye alarak ... ve ...'i 1. Dairede görevlendirdiklerini, bu oylamada ...'nun da kendileriyle aynı istikamette oy kullandığını, bu şekilde 1. Dairenin elinin rahatladığını ve birbiri ardına kararnameler çıkartarak 17-25 Aralık ve benzeri soruşturmaları yürüten hâkim ve savcıların görev yerlerini değiştirdiğini, HSYK'da görev yapan tetkik hâkimleriyle müfettişlerin uzaklaştırılmasıyla ilgili o zamanki Müsteşar ...'in HSYK Üyeleri ..., ..., .... ile yüksek yargıdan seçimle gelen diğer beş üyeyi davetiyle bir görüşme yaptıklarını, bu görüşmede Müsteşarın önceden hazırlamış olduğu listedeki hakimlerin HSYK'dan gönderilmesini istediğini, kendisinin ise bu kişilerin sırf Fethullah Gülen cemaati mensubu olmaları gerekçesiyle gönderilmelerine karşı olduğunu, İstanbul'da yürütülen soruşturmalarla buradaki tetkik hâkimlerinin ilgisinin bulunmadığını belirterek çalışmasından memnun olmadıkları, görüşünü işine yansıttığını düşündükleri, sunumunu beğenmedikleri ve hatta hiçbir sebep göstermeksizin herhangi bir Kurul üyesinin HSYK'da bulunmasını istemediğini belirttiği kişileri gönderebileceklerini ancak toptancı bir şekilde yaklaşmamaları gerektiğini, zaten Kuruldaki sürelerinin sonuna yaklaştıklarını ve kendileri gittikten sonra tamamının değişebileceğini söylediğini, bundan sonra belirttiği isimlerin birkaç toplantı daha yaptıklarını ancak bu görüşmelere kendisini çağırmadıklarını, bir listenin belirlendiğini ama bu listeyi kendisine göstermediklerini, Genel Kurulun bu konuyu görüşmek üzere toplantı yapacağı tarihte Gazi Üniversitesinden alınan sağlık raporundan anlaşılacağı üzere bel fıtığı tanısıyla istirahatli olduğunu, bu nedenle bu toplantıya gidemediğini, toplantıdan kaçma niyetiyle davranmadığını ancak diğer taraftan gideceklerin isim listesinin Başkan Vekili olan kendisinden gizlenerek belirlenmiş olmasının da zoruna gittiğini, 02.07.2014 tarihinde yapılan Genel Kurul toplantısında FETÖ/PDY üyesi hâkim ve savcıların 1. Daire tarafından çıkarılan kararname ile görev yaptıkları şehir dışında başka bir yere atanmalarına ilişkin itirazlarının görüşüldüğünü, kendisinin bu toplantıda daha önce de belirttiği üzere bir kısım FETÖ'cülerin lehine oy kullandığını, böyle yapmasının sebebinin bu durumun yönetmeliğe aykırı olduğunu düşünmesinden kaynakladığını ancak kendisi hakka ve hukuka uygun davranmak düşüncesiyle böyle hareket ederken bu kişiler tarafından kullanıldığını maalesef şimdi fark ettiğini, halbuki 1. Dairenin elini rahatlatmak amacıyla daha önce 17-25 Aralık olayları sonrasında buradan iki üyenin alınarak başka daireye gönderilmesi ve ... ile ...'in 1. Dairede görevlendirilmesi hususunda aktif rol oynadığını, bu eylemiyle 02.07.2014 tarihli Genel Kurulda kullandığı oy çelişkili gibi görünebilir ise de bu atamaların ilgili kişiler hakkındaki soruşturma sonucuna göre yapılması gerektiğini düşündüğü için bu şekilde oy kullandığını, ayrıca bu görüşmede FETÖ'cü olmayan bazı Kurul üyelerinin de atanan bir kısım kişiler hakkında muhalif kaldıkları hususuna dikkat çekmek istediğini, Danıştaydan Anayasa Mahkemesinde görevlendirilecek üyenin seçiminde cemaatçi üyelerin belirlenecek üç adayın da kendilerinden olması için çalışma yürüttüklerini, böylece Cumhurbaşkanı kimi seçerse seçsin kendi adaylarından birini seçmek zorunda kalmasını sağlamaya çalışacaklarını duyduklarını, bunun üzerine ... ve ...'la birlikte Danıştaydan değişik gruplardan ve ayrıca cemaatçi üyelerden ikişer üçer kişiyi hâkimevine davet ederek burada bir uzlaşma aradıklarını ve adaylardan en az birinin farklı gruptan olmasını sağladıklarını, bu kişinin de daha sonra Cumhurbaşkanınca Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildiğini, yine daha evvel de anlattığı üzere cemaat mensuplarının teşkilatta yeterince kıdemli adamlarının olmadığını tahmin ettiklerinden üye seçilebilmek için meslekte 20 yıl çalışmış olma şartını getirdiklerini, bu düzenlemenin bir bakıma onların önünü kesmek amacıyla yapıldığını, kendisinin de Genel Kurulda bu düzenleme lehine oy kullandığını, 2010 yılı Anayasa referandumunda Fethullah Gülen'in talimatları doğrultusunda tüm cemaat mensuplarının bu referandum sonucunda evet çıkması için yoğun şekilde çalıştıklarını, hatta Fethullah Gülen'in mezardaki ölülerin bile sandığa götürülmesi talimatı üzerine Çin'den, Amerika'dan insanların gelip oy kullandığını basından gördüğünü, referandumdan sonra yapılan HSYK seçimlerinde de Fethullah Gülen cemaati mensubu hâkim ve savcıların yoğun şekilde çalıştıklarını duyduğunu, kendisinin ve cemaat mensubu olmayan Danıştay ve Yargıtay üyeliğinden seçimle gelen üyeler hariç tüm üyelerin Fethullah Gülen cemaatinin etkisinde kalarak bazı kararlar verdiklerinin olduğunu, özellikle 2011 yılında yapılan Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinde ve 1. Dairenin aynı yıl içinde çıkardığı kararnamelerde olduğu gibi 2011 yılında FETÖ'nün HSYK'dan istediğini aldığını, bunda kendisinin katkısı olduğu gibi tüm Kurul üyelerinin de az veya çok katkılarının bulunduğunu, hayatının hiçbir döneminde kendisini gizlemediğini ve takiye yapmadığını, hep nasılsa öyle davrandığını, FETÖ'nün tedbir anlayışını hiçbir zaman benimsemediğini ve bunu defalarca kendileriyle paylaştığını, HSYK'daki görev süresi dolunca Danıştaya 2014 yılının Ekim ayında döndüğünü, 2014 yılı HSYK seçimleri için Fethullah Gülenciler lehine herhangi bir çalışma yapmadığını, tam tersine ülke şartlarını dikkate alarak ortamı daha fazla germeme adına bu seçimlerde aday çıkarmamaları gerektiğini defalarca kendilerine söylediğini, özellikle HSYK'daki son senesinde FETÖ'cü olduğunu bildiği ... ve ...'ın evlerine gidip bazen de onları evine davet ederek yapılanların yanlış olduğunu, MİT Müsteşarının hangi hakla ifadeye çağrıldığını, 17-25 Aralık sürecinde yapılan soruşturmalarında birbiriyle ilgisiz birçok hususun tek dosyada toplanıp usulsüz delil toplama ve biriktirme yöntemine gidildiğini, halkın bu soruşturmalara inanmadığını, FETÖ'cülerin yayın organlarında 17 Aralık tarihi öncesinde tek bir yolsuzluk haberi dahi çıkmadığını, bütün bunların yanlış olduğunu ve inandırıcı olmadığını onlara anlatmaya çalıştığını, özellikle ...'nun kendisine hak verdiğini, diğerlerinin ise bazen susup tepkisiz kalırken bazen de; "Savcı işini yapıyor, ciddi yolsuzluk iddiaları var" benzeri sözlerle yapılanların haklı olduğunu savunmaya çalıştıklarını, 2014 yılında FETÖ'cü hâkim ve savcılarla ilgili soruşturma izni verilmesi yönünde oy kullanması nedeniyle FETÖ'cülerle arasında bir soğukluk oluştuğunu, FETÖ'cülere karşı mesafe koymaya çalıştığını, bu süre zarfında onların lehine oy kullandığı durumlar da olmasına rağmen üyelik seçimi için 20 yıl şartının getirilmesi, Danıştay Başkanlığı seçimi ve Anayasa Mahkemesi üyeliği seçimi gibi hususlarda ayrıştıklarını, artık sohbet toplantılarına gitmemeye başladığını, HSYK'da görev yaptığı dönemde atamalarla ilgili bir yetkisinin bulunmadığını, zira Başkan Vekili olarak temsil görevi bulunduğunu, yoksa 1. Dairenin toplantılarına katılma ve burada oy kullanma yetkisinin olmadığını, atamalarla ilgili hiçbir sorumluluğu kabul etmediğini, kararname taslakları getirtilerek kimlere referans olduğuna bakılabileceğini, hayatında hiçbir ayrımcılık yapmadığını, özellikle 2011 yılında gerek 1. Dairede gerek kendi Dairesinde adeta tamamen bu 7 Kurul üyesine teslim olup onlar ne dediyse yapmak durumunda kaldıklarını, Müsteşar ...'ın da bunda katkısının bulunduğunu, zira o dönemde hep; "Bu 7 kişi gider diğer 5 kişi ile anlaşırsa 12 oluyorlar, biz Kurulda hiçbir istediğimizi yapamayız" dediğini, 12 oyla 20 kişilik Kurulda çoğunluğunu sağlayacaklarını belirttiğini, FETÖ'cü olmayan ...'ın ta o zamanlarda Fethullah Gülen'in CIA ajanı olduğunu söyleyen birisi olduğunu, kendisinin ise;"Abi o kadar da değildir" deyip itiraz ettiğini, dolayısıyla bu FETÖ'cü 7 Kurul üyesinin ne yapacağının belli olmayacağına dair korkunun o dönemlerde içlerine işlediğini ve onları kırmama, üzmeme şeklinde bir yaklaşıma girdiklerini ancak şimdi; "Keşke o seçimlere hiç katılmasaydım" dediğini, YARSAV Başkanı .... ile Bakanlık bürokratlarının 2010 yılında yaptıkları toplantıya katılmadığını, 2011 yılı Şubat ayında yaptıkları yüksek yargı seçiminde hazır oy pusulaları kullanmadıklarını, Bakanlıktan ayrıldığı 2008 yılından sonra hiçbir şekilde cemaate himmet vermediğini, iddianamede bahsi geçen Bayram Bozkurt isimli şahsın mesleğe kabulünde ve mesleğe kabul kararının kaldırılmasında olumlu oy kullandığını, şahsın mesleğe kabulü ile ilgili 3. Daireye sunum yapan tetkik hâkiminin heyetten bilgi gizlediği iddiasını kabul etmediğini, tetkik hâkiminin sunum dosyasında bu notların bulunduğunu ve hâkimin bu hususları anlattığını hatırladığını, bu nedenle bahse konu tetkik hâkimi hakkında soruşturma izni verilmemesi yönünde oy kullandığını, 2014 yılı Ekim ayı itibarıyla HSYK'da görevi bitip Danıştayda göreve başladığında bu kişilerle tamamen irtibatını kesme kararı aldığını ve bu kararını da uyguladığını, Danıştayda görev yaptığı dönemde herhangi bir cemaat toplantısına katılmadığını, ...'ın da içinde bulunduğu ..., ... ve ...'den oluşan bir grubun evine geldiğini, bu ziyareti Danıştaya hoş geldin ziyareti olarak algıladığını, evde cemaat sohbeti yapılmasına fırsat vermemek için müzik dinlettiğini, hatta gelenlerin buna bozulduklarını, daha sonra aynı grubun evine bir kez daha geldiğini, yine sohbet konusunun cemaate gelmesine müsaade etmediğini, bundan sonra da gözaltına alındığı 16 Temmuz 2016 tarihine kadar hiçbir cemaat toplantısına ve cemaatin herhangi bir etkinliğine katılmadığını, bu kimselerin klasik cemaat sohbeti yapmalarına engel olduğunu, insani ilişkiler dışında bu yapıdakilerle hiçbir şekilde irtibat kurmadığını, farklı kaynaklar okuyup FETÖ hakkında detaylı bilgi edinmeye çalıştığını, okuduğu kitaplardan birinde Ergenekon davasının kurgulanmasının ....isimli kendi adamları olduğuna inandığı Samanyolu TV'de program yapan bir kişinin ifadelerine dayandırıldığını, bu kişinin evinde yapılan aramada elde edilen belgelerle ve verdiği ifadeyle soruşturmanın yönlendirildiğini gördüğünü, kanaatine göre de bu olayın tamamen kurmaca ve düzmeceden ibaret olduğunu, bu şahsın yurt dışı yasağı olmasına rağmen Kanada'ya gidebilmesinin kendisine çok garip geldiğini, buna benzer bilgiler edindikçe bu örgütten iyice soğuduğunu, 2006 yılında Adalet Bakanı ... zamanında terör örgütleri ile mücadele için hazırlanan yeni kanun tasarısında silahsız terör örgütü tanımının yer aldığını, bu tasarının yasalaşmaması için FETÖ mensubu olduklarını bildiği veya daha sonradan öğrendiği hâkimlerin müthiş bir şekilde kulis yapıp seferber olduklarını gördüğünü, o dönemde Kanunlar Genel Müdürlüğünde görev yapan Fethullah Gülen cemaatinden olduğunu bildiği .... ve ... ile Personel Genel Müdürlüğünden ...'ın da bulunuğu bir ortamda ...'ın bu tasarının yasalaşmaması için girişimde bulunmaları gerektiğini, bu tasarı ile bütün İslami cemaatlerin, hatta sivil toplum örgütlerinin bir savcının inisiyatifine terk edilmiş olacağını anlattığını ve "Bunun için herkes kimi tanıyorsa ona gitsin, bu kanun tasarısı yasalaşmasın" dediğini, o dönem FETÖ'cülerin kendi televizyon ve gazetelerindeki yayınlarda bu konunun üzerinde çok durulduğunu hatırladığını, hatta muhafazakar sağ basının da bu olayda ciddi mânâda kullanıldığını, cemaatin sırf dini duygularla sempati duyduğu bir yapı olduğunu, PKK gibi açık hedeflerinin bulunmadığını, kendisinin bu yapının suç işleme, devleti ele geçirme gibi amaçları olduğunu bilmediğini, suç işleme amacıyla bu yapıyla yan yana gelmediğini, yapının silahlı terör örgütü olduğunu bilerek sohbet toplantılarına katılmadığını, HSYK Başkan Vekilliği döneminde 17-25 Aralık'ın kısmen yolsuzluk dosyaları olduğunu sandığını ve ülkeyi bu denli sıkıntıya sokacağını tahmin edemediğini ancak 15 Temmuz'da bu soruşturmaların darbeye giden bir yol olduğunu anladığını, bu yapının darbeye kalkıştığını öğrenince hayal kırıklığına uğradığını, dini duygularının istismar edilerek aldatıldığını düşündüğünü, altın neslin Fethullah Gülen'in yıllarca üzerinde durduğu bir kavram olduğunu, eğitim yoluyla bir nesil yetiştirileceği ve bu neslin Türkiye ve dünyaya adalet, barış, selam ve huzur getireceğinin söylendiğini, öncelikle mütedeyyin ve dindar insanların buna inanmak istediklerini ve altın neslin gelmesi hatırına da FETÖ'cülerin yapmış olduğu bir kısım hatalı işlemlerin kabullenildiğini ve görmezden gelindiğini, iddianameye konu edilen Ankara Çukurambar'da bulunan eve ...'ın daveti üzerine yalnızca bir kez gittiğini ve ..., ... ve ...ile birlikte burada bir öğle yemeği yediklerini ancak ... isimli şahsın evde bulunmadığını, 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra gözaltına alınıp tutuklandığını, iki ay süreyle yaklaşık 30 kişi bir koğuşta kaldıklarını, koğuş arkadaşı olan önceden de tanıdığı ...'la burada daha da yakınlaştıklarını, etkin pişmanlık konusunu birlikte müzakere ettiklerini, darbe girişimini FETÖ'cülerin yaptığı konusunda hemfikir olduklarını, birlikte hareket etme kararı aldıklarını ancak bu sırada kendisinin tek kişilik odaya alındığını, burada savcılığa vereceği ifadeyi hazırlamaya başladığını, aklına geldikçe günlük notlar aldığını, yaklaşık bir ay kadar sonra havalandırma için avluya çıkarıldığında yine tekli odada kalan ...'i görüp halini hâtrını sorduğunu, etkin pişmanlıktan yararlanmak istediğini söyleyen ...'i teşvik ederek; "Darbeyi FETÖ'cüler yaptı, artık bunların yanında, arkasında durulmaz, git ne biliyorsan anlat. Savcı beye selam söyle, müsait bir zamanda beni de ifadeye çağırsın, ben ayrıca ifade vermek için dilekçe yazmayayım, süreç uzayabilir" dediğini, cezaevine girdiği günden itibaren; "Bugün yarın çıkacağız" şeklindeki söylemler, "Falanca koğuşta arkadaşların üstünü Peygamber efendimiz örtüyormuş" gibi yalanlarla insanları kandırmalarının bu yapıdan nefret etmesine sebep olduğunu, zaten çok daha öncesinden de bunların tedbir ismiyle adlandırdığı takiyeyi hiçbir zaman kabullenemediğini, bütün bu sebepler üst üste binince etkin pişmanlıktan yararlanmaya karar verdiğini, Hürriyet Gazetesinde bombaları atan pilotun itiraflarını içeren bir yazıyı okuyunca zaten kesin kanaat getirdiğini, etkin pişmanlıktan yararlanmaya karar vermesini sağlayan en önemli etkenin ise bu yapı mensuplarının Cumhuriyetin ve demokrasinin imkanlarından yararlanarak önemli görevlere geldikten sonra hak, hukuk, adalet, özgürlük, insan hakları, samimiyet, dostluk, kardeşlik, hoşgörü gibi söylemleri kullanıp kendilerini bu söylemlerle kandırarak ve özellikle Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde darbelere karşı olduklarını, demokrasiden yana olduklarını sürekli vurguladıktan sonra Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şekilde Meclise ve polislerin üzerlerine bomba atmaları ve sivillere ateş ederek darbe girişiminde bulunmaları olduğunu, böylece davalarının yalan ve takiye üzerine kurgulandığını ve gerçek amaçlarının çok farklı olduğunu üzülerek çok net bir şekilde öğrendiğini, 3-4 Kasım 2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına etkin pişmanlık kapsamında verdiği ifadesinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün canını en çok yakacak konu olan yüksek yargı seçimlerini detaylı bir şekilde ilk kez kendisinin anlattığını, bu ifadesi kapsamında yaklaşık 100 kez de mahkemede tanıklık yaptığını, Cumhuriyet savcılığına vermiş olduğu ifadelerinden yargılama boyunca dönmediğini, terör örgütünden değil, devletten yana olduğunu, FETÖ içinde hiçbir zaman yönetici konumunda olmadığını, zaman zaman ev sohbetlerine katılmak dışında bir irtibatının da bulunmadığını, 2014 yılından sonra bağlantısını tamamen keserek bu örgütten uzaklaştığını, insanın sevdiğinin hatasını göremediğini, örneğin İstanbul Alay Komutanı ... Kurtoğlu'nun mahkum edilmesinin orada gelişen münferit bir olay olduğunu ve cemaatin tamamına yayılacak, hepsini suçlayacak bir olay olmadığını düşündüğünü, o tarihte bunları fark etmediğini, zira insanın yıllarca birlikte çalıştığı insanlara güvendiğini, cemaatin de her işi Allah rızası için yaptığı ve "Bu adamlar yalan söylemez, iftira etmez, haksızlık yapmaz, kimseye kumpas kurmaz" şeklindeki kanaatlerin kendisinde mevcut olduğunu, yıllarca tanıdığı bir yapıdan birdenbire ayrılmasının kolay olmadığını, tabiri caizse virajı keskin alamadığını kabul ettiğini, zamanında fark edemediğini ve bunun pişmanlığını duyduğunu, bu kadar şeyi görüp de hâlâ niye bunlara yakın durduğunu kendisinin de sorguladığını ancak artık işin işten geçtiğini ifade etmiştir.

IV) ÖZEL DAİRENİN KABULÜ:

"... Dosya içerisinde yer alan tanık beyanları, sanığın soruşturma ve kovuşturma aşamasında etkin pişmanlık kapsamında vermiş olduğu beyanlar ve tüm delillere göre lise yıllarında örgüt ile tanışıp kamplarına katılan sanığın ilerleyen yıllarda da örgütle bağını koparmadığı, üniversite yıllarında örgüt evlerinde kaldığı, mesleğe başladığı yıllarda da örgütün sohbet adı altında yaptığı toplantılara katılmaya devam ettiği, Adalet Bakanlığı tetkik hakimi olduğu ve Danıştay üyesi olduğu dönemlerde de örgütle bağını koparmadığı gibi, sohbetlere katılmaya devam ettiği, örgüt liderinin CD'lerini izlediği, örgüte himmet adı altında yardımda bulunduğu, Akademi Başkanlığı yaptığı dönemde örgütün yargıda kadrolaşmasında aktif rol üstlendiği, 2010 yılı HSYK seçimlerinde örgütün belirlediği strateji kapsamında seçim gezilerine katıldığı, HSYK üyesi olarak seçildikten sonra... ve ... tarafından düzenlenen sohbet toplantılarına katılmaya devam ettiği, Balyoz, Ergenekon gibi ülke gündemini meşgul eden davaların örgütün istem ve talepleri doğrultusunda sonuçlandırılması hususunda etkin olduğu, HSYK 3. Daire Başkanı ve HSYK Başkanvekili olduğu dönemde, örgüt mensubu hakim savcılarla ilgili soruşturmalarda lehlerine oy kullandığı, 2014 yılı başlarında HSYK'de görev yapan örgüt mensubu tetkik hakimi ve müfettişlerin Kuruldan uzaklaştırılma konusu gündeme geldiğinde Genel Kurul toplantılarına katılmadığı, 2010 yılında yüksek yargıya örgüt içerisinden seçilecek üyelerin belirlenmesi için önce HSYK Genel Sekreteri...'nın evinde, sonrasında HSYK üyesi ...'nin evinde gizliliğe üst seviyede riayet edilerek düzenlenen toplantılara tamamı hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye/yönetici olduğu iddiasıyla soruşturma ve kovuşturma bulunan ..., ... ve ... ve HSYK üyesi olmayan .... ve ....ile birlikte katıldığı ve toplantıda belirlenen isimlerin yüksek yargıya sanığın da katkısı ile seçildiği hususları nazara alındığında; sanığın eylemlerindeki çeşitlilik, yoğunluk ve süreklilik itibariyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve silahlı terör örgütü üyesi olduğu hususunda tam vicdani kanaate varıldığı anlaşılarak, takdiren ve teşdiden alt sınırdan uzaklaşarak cezalandırılmasına, cezasının 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunun 3. maddesi kapsamında yer alan terör suçu olması dikkate alınarak cezasının aynı Kanunun 5/1. maddesi gereğince yarı oranında artırılmasına, ayrıca gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamasında etkin pişmanlık talebinde bulunarak, örgütteki konumuna uygun şekilde temas kurduğu bir kısım örgüt üyeleri ve örgütsel irtibatlarına ilişkin bilgiler veren sanığın, verdiği bilgilerin faydalılık derecesi de gözetilerek 5237 sayılı Kanun'un 314/2 ve 3713 sayılı Kanunun 5/1 inci maddeleri uyarınca tayin olunan cezada 221/4-2 inci cümlesi gereğince, 3/4 oranında indirim yapılarak, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

Anayasanın 138/1. maddesi hükmü, TCK'nın 61/1. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle aynı Kanunun 3/1. maddesi uyarınca; suçun işleniş biçimi, işlendiği yer ve zaman, meydana gelen tehlikenin ağırlığı göz önünde bulundurulup sanığın eylemi, faaliyetleri, kastının yoğunluğu da göz önüne alınarak alt sınırdan uzaklaşılarak cezalandırılması yoluna gidilmiş, duruşmalardaki olumlu tavırları nedeniyle hakkında TCK'nın 62. maddesi uyarınca takdiri indirim uygulanmıştır." şeklindeki ifadelerle mahkûmiyet kararının gerekçesi açıklanmış ve sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir.

V) TEMYİZ:

Sanık müdafii temyizinde özetle; kararda sanığın eğitim düzeyi, sahip olduğu sosyokültürel birikimi, yaptığı görev nedeniyle edindiği mesleki bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumu nedeniyle bu oluşumun silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu ve bu nedenle de TCK'nın 30. maddesi ile düzenlenen hata hükmünün uygulanma olanağının bulunmadığı tespitinin yapıldığı, oysaki bahse konu yapının devletin anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak silah zoruyla değiştirmeyi amaçlayan bir terör örgütü olduğunu sanığın bildiği, bu amacı benimsediği, terör ve suç sayılan eylemleri yerine getirmek için iradesini örgüt hiyerarşisine teslim ettiği veya emir ve talimatları sorgulamadan tam bir teslimiyet duygusuyla yerine getirdiği iddialarının hukuken ispata muhtaç, toptancı bir önyargı ve peşin hükümden ibaret olduğu, sanık hakkında suçu işleyiş biçimi, kastının yoğunluğu ve meydana gelen tehlikenin ağırlığı gerekçeleriyle temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlendiği ancak bu değerlendirmenin hukukun temel ilkelerine, Yargıtayın yerleşik içtihatlarına ve hakkaniyete aykırılık arz ettiği, ilk derece mahkemesinin mükerrer değerlendirme yasağına aykırı davranıp silahlı örgüt üyeliği suçunun unsuru olan ve kişiyi örgüt üyesi boyutuna taşıdığı kabul edilen faaliyetleri ayrıca teşdit gerekçesi olarak değerlendirmek suretiyle TCK’nın 61/3. maddesine aykırılık oluşturduğu, yeterli gerekçe göstermeden TCK'nın 61/1. maddesindeki kriterlerin tekrarından ibaret olan gerekçelerle sanık aleyhine temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesinin hukuka aykırı olduğu, sanıkla benzer durumda etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan yüksek yargı mensupları hakkında sanıktan farklı olarak ceza tayini yapılırken alt sınırdan uzaklaşılmadığı veya az miktarda uzaklaşıldığı, sanığa emsal teşkil edecek dosyalarda çıkan kararlarda neticeten verilen cezaların 2 yılın altında kaldığı ve kişilerin hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinden faydalandıkları, hayır için yapıldığı düşünülen eylemlerin gerçekleştirildikleri dönemde bir örgüt tespitinin bulunmadığı, devletin her kurumunun bu yapıyı dini bir cemaat olarak kabul ettiği, geçmişe yürür şekilde işlendiği zaman suç olmayan fiil ya da davranışlara suç vasfı yüklenmesinin hak ve adaletle bağdaşmadığı, sanığın ifadelerinde de belirttiği gibi cemaatle olan münasebetinde terör örgütü üyeliği şeklinde bir amaç ve iradesinin olmadığı, bu grupla ilişkisini bir sosyal dayanışma şeklinde gördüğü ve bu yapının darbeyi amaçladığını asla bilmediği, suçun yasal unsurlarının oluşmadığı, aksi kanaat oluşacak olur ise de içinde bulunduğu örgütün silahlı terör örgütü olduğunu bilmemesi nedeniyle hataya düşmüş olan sanık için TCK'nın 30 ve CMK'nın 223/2-c maddeleri gereğince ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi gerektiği, cezanın alt sınırdan belirlenmesi gerekirken ilk derece mahkemesinin gerekçesiz ve hatalı olarak alt sınırdan fazlaca uzaklaşarak üst sınıra yakın cezaya hükmettiği hususlarını beyan etmiştir.

VI) USULE İLİŞKİN İTİRAZLAR, RESEN İNCELENMESİ GEREKEN HUSUSLAR VE GENEL AÇIKLAMALAR:

1) SORUŞTURMA USULLERİ VE KOVUŞTURMA MERCİİ:

a) Genel Olarak:

Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Anayasa'nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği öngörülmekle birlikte; yargı kollarında yer alan Yüksek Mahkemeler yönünden kanunilik esasının ötesinde bu mahkemelerin niteliklerine, üyelerin ne şekilde atanacağına ya da seçileceğine, görev ve yetkilerinin neler olduğuna dair konular doğrudan doğruya Anayasa'da hüküm altına alınmıştır.

Ülkemizdeki yargı kolları arasında yer alan adli yargı; diğer yargı kollarının (anayasa yargısı ve idari yargının) görevine girmeyen davaların çözümlendiği olağan ve genel yargı kolu olup teşkilât yapısı ilk derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay olmak üzere üç derecelidir.

Kamu görevinin etkin ve kesintisiz biçimde sürdürülmesi ve soruşturulmasında kamu yararı bulunmayan kimi iddialarla ilgili gereksiz işlem yapılmasının önüne geçilmesi amacıyla kamu görevlilerinin bağlı bulundukları yasalara göre özel soruşturma usulleri öngörülmüştür.

Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili ya da kişisel bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili ya da kişisel nitelikte işledikleri ve suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu, 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu gibi kanunlarla kural olarak özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.

Suçun görev sebebiyle işlendiğinin kabulü için, eylemin memuriyet işleriyle ilgili olması, diğer bir anlatımla suçu doğuran fiil ile görev arasında illiyet bağı bulunması, görevle bağlantılı olması ve görevin sağladığı imkânlardan faydalanılarak işlenmesi gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.02.2004 tarihli ve 2004/2-10 Esas 2004/40 Karar sayılı kararında "Görev sebebiyle işlenen suç kavramının, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçları ifade eder." şeklinde kabul edilmiştir. Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre kamu görevlilerinin herhangi bir suç örgütüne üye veya yönetici olmaları kişisel suç niteliğindedir.

Özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngören düzenlemelerden; yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa'nın 83. maddesi, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına ilişkin 2802 sayılı Kanun'un 94. maddesi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine ilişkin 6087 sayılı Kanun'un 38. maddesi, 2797 sayılı Kanun'un 46. maddesi ile diğer kamu görevlilerine ilişkin 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un 2. maddesinde ağır cezalık suçüstü hâli ortak bir kavram olarak kullanılmaktadır. Aynı kavram, suç tarihinden sonra 2797 sayılı Kanun'un 46. maddesine 680 sayılı KHK ile eklenen ve 7072 sayılı Kanun'la aynen kabul edilerek kanunlaşan altıncı fıkrada da yer almaktadır.

5271 sayılı CMK'nın "Tanımlar" başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde de suçüstü hâlinin;

"1. İşlenmekte olan suçu,

2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,

3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu" ifade ettiği öngörülmüştür.

Belli bir suçun bulunması, failin yakalanmış olması ve failin suçu işlediği an ile yakalandığı an arasında uzun sürenin geçmemiş olması, suçüstü hâlidir.

Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar suçüstü olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir.

Suçüstü hâli doktrinde, dar anlamda ve geniş anlamda suçüstü olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuştur (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, 5. Bası, Sevinç Matbaaası, Ankara, 1978, s. 692, 693.). Konumuza ilişkin olarak, asıl suçüstü ya da dar anlamda suçüstü, CMK'nın 2. maddesinin (j) bendinde yer alan (1) numaralı alt bentteki işlenmekte olan suçu ifade etmektedir.

b) Mütemadi Suçlarda Suçüstü Hâli:

Doktrinde genel kabul gören görüş; mütemadi suçlar suçüstü hâlinde işlenebilen suçlardır. Mütemadi suçlarda, temadi devam ettikçe suçüstü hâlinin devam ettiği, icra hareketlerinin tamamlanmasının gerekmediği, mütemadi suçu oluşturan icra hareketlerinin bir kısmında sanığın geniş anlamda yakalanmasının yeterli olduğu, kanuni düzenlemelerde bu konuda bir ayrıma gidilmediği ve suçüstü hâlinde temadinin sona ereceğine ilişkindir.

Türk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.

c) Terör Suçlarında Özel Soruşturma Usulleri:

Kamu görevlilerinin görev nedeniyle işledikleri suçlar bakımından haklarında doğrudan soruşturma yapılabilmesi, fiilin ağır ceza mahkemesinin görevine girmesi ve failin suçüstü hâlinde yakalanması terör suçları bakımından gerekli görülmemiştir.

Demokratik yaşama ciddi tehdit oluşturan terör suçlarının soruşturulması usulüne ilişkin uzun yıllardan beri yürürlükte olan özel düzenlemeler söz konusudur. Nitekim, 16.06.1983 tarih ve 2845 sayılı yasa ile kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Görev" başlıklı ikinci bölümünün "Devlet güvenlik mahkemelerinin görevleri" başlıklı 9. maddesi;

"Devlet Güvenlik Mahkemeleri aşağıdaki suçlarla ilgili davalara bakmakla görevlidir.

a) Türk Ceza Kanununun 125 ila 139 uncu maddelerinde; 146 ila 157 nci maddelerinde; 161, 168, 169, 171, 172, 174 üncü maddelerinde; 312 nci maddenin 2 nci fıkrasında; (...); 499 uncu maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar,

Yukarıda belli edilen suçları işleyenler ile bunların suçlarına iştirak edenler, sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanırlar.

Ancak, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil Askeri Mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır."

Şeklindedir.

"Soruşturma usulü" başlıklı 10. maddesinde;

"...Bu Kanun kapsamına giren suçlar hakkında, suç görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılıklarınca doğrudan doğruya takibat yapılır." hükmü yer almaktadır.

5271 sayılı CMK'nın 6352 sayılı Kanun'un 105. maddesi ile ilga edilen 250. maddesi;

"(1) Türk Ceza Kanununda yer alan;

...

c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),

Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür.

...

(3) Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile (…) askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.",

Aynı Kanun'un 6352 sayılı Kanun'un 105. maddesi ile ilga edilen "Soruşturma" başlıklı 251. maddesi ise;

"(1) 250 nci madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez..."

Şeklindedir.

"Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü" başlıklı 3713 sayılı Terörler Mücadele Kanunu'nun 10. maddesinin 21.02.2014 tarihli 6526 sayılı Kanun'un 19. maddeleriyle yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli;

"Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayasıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.

Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;

a) Soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet başsavcılığınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.

b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316'ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26'ncı maddesi hükmü saklıdır." biçimindedir.

Mülga hükümlerin incelenmesinde de görülmektedir ki; silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'la kural olarak, soruşturmanın genel hükümlere göre, bu kanun uyarınca kurulmuş mahkemelerde görev yapan Cumhuriyet savcıları tarafından yapılacağı kabul edilmektedir. Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılmasından sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın 250. maddesi ile de bu genel kural aynen korunmuştur.

05.07.2012 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun'un 105. maddesi ile 3713 sayılı Kanun'un 10. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendi ile TCK'nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316 maddelerinde yazılı olup 3713 sayılı Kanun'un 3. maddesi uyarınca doğrudan terör suçu kabul edilen suçlar hakkında görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet Savcıları tarafından doğrudan soruşturma yapılacağı hüküm altına alınmış olup aynı Kanun maddesinin bendinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26. maddesi hükmünü saklı tutmuştur.

Daha sonra 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun'un 19. maddesi ile 3713 sayılı Kanun'un 10. maddesi yürürlükten kaldırılmış ve aynı Kanun'un 15. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 161. maddesine "Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ıncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır." hükmü 8. fıkra olarak eklenmiştir. Suç tarihinde bu hüküm yürürlüktedir.

Dolayısıyla suç tarihinde 5271 sayılı CMK'nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı terör suçları yönünden yapılacak soruşturmalarda görev ya da kişisel suç olup olmadığına bakılmaksızın Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSK üyelerine yönelik kendi özel kanunlarına ilişkin özel bir koruma öngörülmemiştir.

Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" başlıklı 12. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görevine giren davaların istisnası olarak yer verilen "Anayasa mahkemesi Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler askeri mahkemelerin görevine giren hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır." şeklindeki hüküm de kovuşturma aşamasında görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkin olup soruşturmanın usulüne ilişkin düzenleme içermemektedir.

Bu bağlamda ele alınması gereken ve 2575 ile 2797 sayılı Kanun'ların yürürlük tarihinden sonra, somut olayımızda suç tarihinden önce 06.03.2014 tarihli ve 28933 sayılı mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 15. maddesiyle, 5271 sayılı CMK'nın 161. maddesine eklenen sekizinci fıkrada "Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır." hükmüne ilişkin düzenlemede, aralarında silahlı örgüt suçunun da sayıldığı bazı suçların vahameti ve bu suçlarla korunan hukuki değer dikkate alınarak 2937 sayılı Kanun'da sayılan kişilere yönelik istisna haricinde, bu suçların soruşturmasının genel hükümlere göre yürütüleceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Buna göre Yargıtay Kanunu'nun 46. maddesinin 6. fıkrasında belirtilen kişisel suç ağır cezalık olmasa ve fail suçüstü hâlinde yakalanmasa dahi, CMK'nın 161. maddesinin 8. fıkrası gereğince doğrudan soruşturulabilecektir. Dolayısıyla TCK'nın 314. maddesinde yazılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle genel hükümlere göre soruşturma yapabilmek için suçüstü hâlinin bulunmasına gerek yoktur.

Ayrıca, 15.07.2016 tarihinde ülke genelinde başlayan ve 19.07.2016'e kadar devam eden hükûmeti devirmeye ve Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs edilmesi sebebiyle ve demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla ilan edilen olağanüstü hâlin varlığı, ülkede terör saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşen 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit ve tehlikenin boyutu, darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi amacıyla yapılan işlemlerin uygulanabilmesi ve demokrasinin korunarak hukuk devleti ilkesine bağlılığın sağlanması için ihtiyaç duyulan süre darbenin yapıldığı günle sınırlı olmamıştır. Mevcut iktidar tarafından Anayasal düzeni korumakla görevli kolluk güçleri ile soruşturma ve yargılama organları üzerindeki terör örgütünün kontrolünün boyutu bilinmediğinden zira üst düzey yöneticilerin en yakınındaki görevlilerin örgüt mensubu olduğunun anlaşıldığı ortamda, çağrı üzerine halkın günlerce meydanlarda demokrasi nöbeti tutarak güvenliğin sağlanmaya çalışıldığı bir süreçte; 15.07.2016 tarihinde başlayan ve sonrasında da devam eden darbe teşebbüsünün savuşturulması sürecinde sanığın yakalanıp gözaltına alındığı ve tutuklandığı hususları dikkate alındığında; sanığa isnat edilen suça ilişkin suçüstü hâlinin bulunduğu yönünde soruşturma ve kovuşturma mercilerince yapılan değerlendirmelerin olgusal ve hukuki temelden yoksun ve keyfî olduğu kabul edilemeyecektir.

d) Hâkim ve Savcılar Sınıfı:

Hâkim ve savcılarla ilgili olarak 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 82 ve müteakip maddelerine göre görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlardan dolayı soruşturma yapılması izne bağlanmış, aynı Yasa'nın 90. maddesi gereğince birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar için Yargıtayın ilgili ceza dairesi, birinci sınıfa ayrılmayan hâkim ve savcılar için de bağlı bulundukları yargı çevresindeki Ağır Ceza Mahkemesi kovuşturma mercii olarak belirlenmiştir. Hâkim ve savcıların kişisel suçları ile ilgili soruşturma, görev yerlerine en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılır. Bu suçlar yönünden kovuşturma mercii aynı yargı çevresindeki Ağır Ceza Mahkemesidir. (2802 sayılı Kanun'un 93. maddesi). Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlinde ise soruşturma genel hükümlere göre bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yapılacaktır. (Aynı Yasa'nın 94. maddesi) Hâkim ve savcıların görev suçları yanında görev sırasında işledikleri suçlar yönünden de özel soruşturma usulü benimsenmiştir. Ancak bu kuralın iki istisnası bulunmaktadır: ağır cezalık suçüstü hâli ve Türk Ceza Kanunu'nun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316. maddelerinde yer alan suçların işlendiği iddiasıyla yapılan soruşturmalardır. (CMK'nın 161/8. maddesi).

Görev suçlarında soruşturma sırasında alınması gerekli koruma tedbirleri bakımından 2802 sayılı Yasa'nın 85. maddesinde "Soruşturma sırasındaki tutuklama istemleri, son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci tarafından incelenir ve karara bağlanır." şeklinde açık biçimde düzenlenmiş iken, şahsi suçlar yönünden özel bir hüküm bulunmadığından kanun koyucu burada genel kuraldan ayrılmamış olup bu hâlde soruşturma yapan Cumhuriyet Başsavcılığının yargı çevresindeki sulh ceza hâkimleri yetkili olacaktır.

e) Yargıtay Başkanı ve Üyeleri:

Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Bu ilke Anayasal bir hak olarak korunmuş olup Anayasa'nın 37. maddesinde "Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz" şeklinde ifade edilmiştir.

Yargıtay, adli yargı içerisinde Anayasal boyutta bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak düzenlenmiş olup adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı mercisine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercisidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmakla görevli kılınmıştır. Yargıtay Başkan ve Üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak bu görevler kapsamındadır.

Bilindiği üzere, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra Milli Güvenlik Kurulu 20.07.2016 tarihinde yaptığı toplantıda demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20.07.2016 tarihinde, ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01.00'den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21.07.2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti 21.07.2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir.

Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 05.10.2016, 03.01.2017 ve 17.04.2017 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmıştır.

Olağanüstü hâl döneminde çıkarılan KHK'lar ile bazı yasalarda değişiklikler yapılmıştır.

2797 sayılı Kanun'un; Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı yapılacak inceleme, soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 46. maddesi suç tarihi itibarıyla;

"Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.

Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.

Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.

Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.

Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.

Sanık, Ceza Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yeniden incelenmesini isteyebilir." şeklinde düzenlenmişken, bu maddenin beşinci fıkrasında 680 sayılı KHK'nın 5. maddesiyle değişiklik yapılarak bu kişilerin kişisel suçlarında kovuşturma makamı Yargıtay Ceza Genel Kurulu yerine Yargıtay ilgili ceza dairesi olarak yeniden belirlenmiş ve maddenin altıncı fıkrası da yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklik 7072 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.

Son olarak, 2797 sayılı Kanun'un 46. maddesinin yürürlükten kaldırılan altıncı fıkrası bu kez 690 sayılı KHK'nın 2. maddesiyle yeniden düzenlenmiş ve bu fıkra;

"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır." biçiminde son hâlini almış ve bu düzenleme de 7072 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.

Söz konusu değişikliklerle birlikte, 2797 sayılı Kanun'un "Dairelerin Görevleri" başlıklı 14. maddesinde yine 680 sayılı KHK'nın 3. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan değişiklik sonucunda bu maddeye "Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulu bir veya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebilir. Bu durumda, görevlendirilen dairenin bakmakta olduğu işler, bir sonraki takvim yılı beklenmeksizin Birinci Başkanlık Kurulu tarafından başka dairelere verilebilir." biçiminde (f) bendi eklenmiştir.

2797 sayılı Kanun'un 14 ve 46. maddelerinde yapılan değişiklikler üzerine toplanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca öncelikle 11.07.2017 tarih ve 245 sayı ile; söz konusu düzenlemelere yer verildikten sonra kovuşturma işlemlerini yürütmek üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesinin görevlendirilmesine karar verilmiş ve bu karar 18.07.2017 tarihli ve 30127 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Gelinen aşamada, suç tarihi itibarıyla Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılayacağı kişilerin, şahsi suçları bakımından kovuşturma makamı Yargıtay Ceza Genel Kurulu iken, sonradan olağanüstü hâl döneminde yürürlüğe konulan 680 sayılı KHK ile bu makamın Yargıtay ilgili ceza dairesi olarak değiştirilmesinin ve yargılamanın bu doğrultuda Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının tabii hâkim ilkesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararında; Yargıtay Daireleri arasındaki görev ilişkisinin, adli yargı ilk derece mahkemeleri arasında var olan ve kamu düzenine ilişkin bulunan görev ilişkisi niteliğinde olmayıp 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun 6545 sayılı Kanun'la değişik 14. maddesinde yer alan "hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına göre çalışır" şeklindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere idari nitelikte iş bölümü ilişkisi olduğu, ancak kamu düzenine ilişkin görev ve bu husustaki uyuşmazlığın değerlendirilmesi açısından ilk derece yargılamasına konu dosyayı ele alan ve davaların birleştirilmesi hususunda farklı görüş bildiren Özel Dairelerin birbirinden farklı mahkemeler değil, istisnai hâllerde ilk derece yargılaması yapan "Yargıtay", dolayısıyla tek mahkeme olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Terör suçlarına ilişkin davalara yönelik kanun yolu incelemeleri Yargıtay 16. Ceza Dairesince yapılmakta iken, bu suçlardan kaynaklanan davalardaki artış, bu artışın Yargıtayın tali ve istisnai görevi olan ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma görevine de yansıması ve bu nedenle oluşan ciddi iş yoğunluğu, beraberinde daireler arasında bu hususta da iş bölümü yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda 2797 sayılı Kanun'da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçlarında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması hususunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi görevlendirilmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanınca hazırlanan Çalışma Yönergesi'ne göre ise iş yoğunluğu nedeniyle Dairede birden fazla heyet oluşturularak çalışma usulüne gidilmiştir.

Suç tarihinden önce ve sonrasında da 2018 yılının Eylül ayına kadar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 2797 sayılı Kanun'da ve Yargıtay İç Yönetmeliği'nde düzenlenen çalışma usulleri gereğince, değişken üyelerle haftada ancak bir kez toplanabilen ve zamanaşımı yakın, tutuklu iş niteliğinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının mahiyeti ve infaza dair olası hukuki sonuçları vb. nedenlerle önceliği bulunan dosyaların yoğun olarak görüşüldüğü bir karar organı olarak faaliyet göstermekteydi. Söz gelimi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen sayısal verilere göre; 2017 yılında özetle 271'i itiraz, 877'si direnme olmak üzere esasa kaydedilen toplam 1148 dosyanın toplam 524'ü karara bağlanmış, karara bağlanan dosya sayısı 2018 yılında da 698 olarak ortaya çıkmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunda suç ayrımı yapılmaksızın tüm dairelerden gelen dosyaların karara bağlanmasına, derdest dosyaların çokluğu ve niteliğine, çalışma usulleri gereği önceden değişken tek heyet, sonradan ise sabit tek heyet hâlinde ve haftada en fazla 1-2 gün toplanabilmesine karşın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bir uzmanlık mahkemesi biçiminde faaliyet göstermesi, bu Dairenin dahi yargılamaların makul sürede tamamlanabilmesi için haftanın bir çok günü ve birden fazla heyetle toplanarak yargılama yapıyor olması, mevcut çalışma prensipleri ve suç tarihinden sonra ortaya çıkıp belirginleşen iş yoğunluğu da dikkate alındığında, kişisel suçları nedeniyle Yargıtayda yargılanacak kişilerin kovuşturma makamının Yargıtay Ceza Kurulu olarak belirlenmesi, bu Kurulun önceden istisnai görevi olarak öngörülen yargılama yapma yetkisini asli görevi hâline getireceği, bu nedenle hem derdest dosyaların hem de kovuşturma yapılmak üzere gelen dosyaların adil yargılanma hakkına uygun olarak makul sürede tamamlanmasının imkânsızlaşacağı, dolayısıyla kovuşturma yapma yetkisinin Yargıtay ilgili ceza dairesine devredilmesine dair düzenlemenin, salt Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bu görevin yerine getirilmesindeki zorluk yerine adil yargılanma hakkının sağlanması ve davaların makul süre içinde sonuçlandırma gibi evrensel hukuk ilke ve kuralları açısından uluslararası üst normlardan kaynaklanan zorunluluğun gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu değişiklik üzerine kovuşturmanın Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılmasının usul ve kanuna uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

23.06.2021 tarih ve 31520 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 01.07.2021 tarihinde yürürlüğe giren Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.06.2021 tarih ve 196 sayılı kararının;

I bendinin 2. ve 3. maddeleri;

"...2) 28.01.2020 tarih ve 31022 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 23.01.2020 tarih, 2020/1 sayılı kararıyla 9. Ceza Dairesine bırakılan ve hâlihazırda dairede yargılaması devam eden ilk derece dosyalarına 9. Ceza Dairesinde bakılmasına devam edilmesine,

3) 28.01.2020 tarih ve 31022 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 23.01.2020 tarih, 2020/1 sayılı kararıyla ilk derece yargılama görevi 9. Ceza Dairesine verilen “Yargıtay 16. Ceza Dairesinin görev alanına giren ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakılması gereken işler”e 01.07.2021 tarihi itibariyle 16. Ceza Dairesi tarafından bakılmasına,

NOT: Daha önce 9. Ceza Dairesince ilk derece yargılaması olarak bakılmış dosyalardan kanun yolu incelemesinden dönenlere de 16. Ceza Dairesi tarafından bakılacaktır."

İ bendi;

"İ) 3713 sayılı Kanunun 4. maddesinde sayılan ve terör amacı ile işlenen suçlara ilişkin işlerin temyiz incelemesi ve ilk derece yargılamalarının suç tiplerine göre ilgili Dairelerince yapılmasına,"

II/1-a maddesi;

"Yargıtay 16. Ceza Dairesi numarasının Yargıtay 3. Ceza Dairesi olarak değiştirilmesine" şeklinde düzenlenmiştir.

Bu nedenle; dava konusu olayda sanığa atılı suç nedeniyle yargılamanın Yargıtay 9. Ceza Dairesinde, bozma sonrası yargılamanın da Yargıtay 3. Ceza Dairesince yapılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmaktadır.

f) Danıştay Başkanı ve Üyeleri:

Danıştay üyelerinin hukukî durumları 2575 sayılı Kanun'da düzenlenmiştir. Anılan Kanun'un 3. maddesinde Danıştay Başkanı, Danıştay Başsavcısı, Danıştay başkanvekili, daire başkanları ile üyelerin Danıştay Meslek Mensuplarını ifade ettiği, 4. maddesinde de bu görevlilerin yüksek mahkeme hâkimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve kanunların kendilerine sağladığı teminat altında görev yapacakları belirtilmiştir.

2575 sayılı Kanun'un "Soruşturma" başlıklı 76. maddesi;

"1-Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı, Danıştay Başkanının seçeceği bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından ilk soruşturma yapılır.

2-Danıştay Başkanı hakkında soruşturma, kendisinin katılmayacağı Başkanlık Kurulunca seçilecek bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından yürütülür.

3-Kurul, soruşturma sonunda düzenleyeceği fezlekeyi ve buna ilişkin evrakı Danıştay Başkanına, soruşturma Danıştay Başkanı hakkında ise fezlekeyi ve evrakı başkanvekiline verir. Bu husustaki dosya Danıştay Başkanı veya vekili tarafından gerekli karar verilmek üzere İdari İşler Kurulu Başkanlığına tevdi edilir. Bu Kurulun vereceği kararlar sanığa ve varsa şikayetçiye tebliğ olunur.

4-Yargılamanın men'i kararı kendiliğinden ve son soruşturmanın açılmasına dair kararlar itiraz üzerine İdari İşler Kurulu Başkan ve üyelerinin katılmayacağı Danıştay Genel Kurulunda incelenir.

5-Danıştay Genel Kurulunun bu toplantılarında yeter sayı en az otuzbirdir. Toplantıda hazır bulunanlar çift sayıda ise en kıdemsiz üye toplantıya katılmaz." ,

Aynı Kanun'un "Soruşturma dosyasının yargı yerlerine gönderilmesi" başlıklı 79. maddesi;

"76 ncı madde gereğince verilen son soruşturmanın açılmasına dair kararlar üst kurulca onanmak veya itiraz olunmamak suretiyle kesinleştikten sonra, soruşturma dosyası, gereği yapılmak üzere Danıştay Başkanı veya vekili tarafından Cumhuriyet Başsavcısına gönderilir.",

Aynı Kanun'un "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun uygulanacağı haller" başlıklı 81. maddesi;

"...belirtilen bu maddelere göre yapılacak soruşturmalarla verilecek kararlarda, bu Kanun'da hüküm bulunmayan hallerde, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun soruşturmaya ilişkin hükümleri uygulanır.

2. Soruşturma kurulları sorgu hakiminin yetkilerini haizdir."

Şeklinde düzenlenmiştir.

"Şahsi suçların kovuşturma usulü" başlıklı 82. maddesinin birinci fıkrasında ise Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin şahsi suçlarının takibinde Yargıtay Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı ve üyelerinin şahsi suçlarının takibiyle ilgili hükümlerin uygulanacağı öngörülmüştür.

Söz konusu hukuki düzenlemeler ile yukarıda Yargıtay üyelerine ilişkin kısımda yer verilen açıklamalar bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde;

Danıştay üyelerine atılı kişisel suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK'nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli kapsamında işlenmesi durumunda, soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 2797 sayılı Kanun'da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.

g) Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Seçimle Gelen Üyeleri:

Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerinin hukukî durumları 6087 sayılı Kanun'da düzenlenmiştir. Anılan Kanun'un "Haklarındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar" başlıklı beşinci kısmında yer alan "Üyelerin Hukuki Durumları" başlıklı birinci bölümünde düzenlenen 34. maddesi uyarınca, Kurulun seçimle gelen üyelerinir görevleri süresince Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanacakları hüküm altına alınmıştır.

Yine, 6087 sayılı Kanun'un Beşinci Kısmında yer alan "Üyeler Hakkındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar" başlıklı İkinci Bölümde, üyeler hakkında disiplin ve adli yönden yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerine dair düzenlemelere yer verilmiştir.

6087 sayılı Kanun'un "Üyelerin adli suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü" başlıklı 38. maddesi;

"(1)(Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.

(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.

(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.

(4) Soruşturma için seçilen üye, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.

(5) Soruşturmayı yürüten üye, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.

(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.

(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;

a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,

b) Kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine,

kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.

(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.

(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır..."

Biçiminde son hâlini almıştır.

Söz konusu hukuki düzenlemeler ile yukarıda Yargıtay üyelerine ilişkin kısımda yer verilen açıklamalar incelendiğinde;

Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine atılı suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK'nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli kapsamında işlenmesi durumunda, görev suçu ya da kişisel suç olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Bu hâlde soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 6087 sayılı Kanun'da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.

ğ) AİHM Kararı Işığında Suçüstü Hâlinin Uygulanmaması Durumunda Uygulanacak Usul Hükümleri:

Suçun işlendiği tarihte yüksek yargı mensubu olarak görev yapan sanığın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin suçüstü hâline ve mütemadi suça ilişkin kararı doğrultusunda, örgüt üyeliği eylemini suçüstü koşulları altında gerçekleştirmediğinin kabulü hâlinde hakkında uygulanacak hükümlerin değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.

Kişisel suçlar bakımından 2802 sayılı Hâkimler Savcılar Kanunu'nda olduğu gibi Yargıtay Kanunu, Danıştay Kanunu ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluş Ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun'da özel düzenlemelere yer verilmiştir. Sanık, anılan kanunlar gereğince yukarıda açıklandığı üzere özel soruşturma usulüne tabidir. Suç işlediği şüphesinin Yargıtay veya Danıştay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından öğrenilmesi hâlinde bu işin ön incelemesini yapmak üzere ilgiliden daha kıdemli bir üye veya başkan görevlendirilerek gerekli soruşturmanın yapılacağı, soruşturma sonrasında adli veya idari yönden bir suç işlendiği kanaatine varılması hâlinde düzenlenecek raporların Birinci Başkanlık Kuruluna sunulacağı, Başkanlık Kurulunca düzenlenecek talepnameyle ilgili hakkında dava açılacağı anlaşılmakta ise de sanığın mensup olduğu iddia edilen terör örgütünün Anayasal düzene yönelik darbe girişimi sonrasında açığa alınan ve hakkında disiplin soruşturması başlatılan sanık istifaya davet edilmiş, bu daveti kabul etmemesi üzerine görevine son verilmek suretiyle disiplin suçu bakımından en ağır yaptırım uygulanmıştır. Bu arada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülüp sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğince de tutuklandığı anlaşılmaktadır. Yargılamada gelinen bu aşamada yukarıda izah edilen özel soruşturma hükümlerinin uygulanmamasının, yargılamanın durması için bir neden teşkil edip etmeyeceği değerlendirildiğinde; usule ilişkin hakkın özüne dokunan ihlal gerçekleşmediği takdirde kovuşturma aşamasından soruşturma aşamasına dönülemeyeceği ilkesi gözetilip diğer taraftan ilgili mevzuata göre en ağır yaptırım gerektiren fiili işlemiş olması nedeniyle görevden sürekli şekilde uzaklaştırılmış bulunan sanık hakkında tekrar soruşturma izninin verilmesini talep etmenin yargılamayı uzatacağı ve yasanın kamu görevlileri hakkında özel soruşturma usulü konulmasındaki amacına hizmet etmeyeceği açık olup bu nedenle yargılamanın durdurulmasına gerek görülmemiştir.

2) SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇUNUN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİ:

Yargıtayın yerleşik uygulaması ve öğretideki ağırlıklı görüşlere göre örgüt kurma, yönetme ve üyelik suçları;

a) Genel Olarak:

Yapılanma biçimi ne olursa olsun kanunlarda suç olarak tanımlanan fiillerin işlenmesi amacıyla oluşturulmuş örgütlere suç örgütü denmektedir.

Örgüt kurma ve yönetme suçunda genel hükümlerden ayrı olarak kanun koyucu hazırlık hareketlerini suç sayarak kamu düzeninin ve güvenliğinin korunmasını sağlamak amacıyla bağımsız bir suç düzenlemesi yapmıştır. Bu suç somut tehlike suçudur.

Düzenleme ile amaç suçtan bağımsız olarak, hazırlık hareketlerini cezalandıran bir suç tipine yer verilmiştir.

Devletin şahsiyetine karşı cürümlere müteveccih çok kişinin iradesinin birleşmesinin doğuracağı ağır tehlikeyi ve ciddi bir suçun işlenmesi ihtimalinin muhakkaklığını göz önünde bulundurarak bu kolektif suç tehlikesini müstakil suç olarak cezalandırmış ve icra hareketlerine geçilmeden bir fiilin cezalandırılmayacağı prensibinden ayrılmıştır.

Devletin şahsiyetine karşı suçların çoğu teşebbüs suçudur, teşebbüs dahi tamamlanmış suç gibi kabul edildiğinden, zaten tehlike suçudur; bu bakımdan hazırlık hareketlerinin cezalandırılması tehlike tehlikesinin cezalandırılması şeklinde kabul edilmektedir. (Manzini, 1950, 606, atfen, Özek, ege. s. 348).

b) Örgüt kurma:

Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin, emir-komuta zincirinin hâkim olduğu yapılanmayı ifade eder. Böylece örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı mahiyetini kazanmaktadır. Bu bağlamda bir organize güç aracından, organize güç enstrümanından söz edilebilir.

Suç örgütünün varlığından söz edebilmek için belli bir amaç, maksat etrafındaki bir fiili birleşme yeterlidir. Bu örgütler mahiyetleri itibariyle devamlılık arz ederler. Bu itibarla belli bir suçu işlemek için bir araya gelme hâlinde bir suç örgütünün varlığından bahsedilemez.

Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, somut bir tehlike suçu olduğu için oluşturulan örgütün üye sayısı ve malzeme donanımı itibariyle güdülen amaçları gerçekleştirme açısından somut bir tehlike arzedip arzetmediği hâkim tarafından yapılacak değerlendirmeyle belirlenecektir. Somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluk için amacı gerçekleştirmeye yeterli üyenin, hiyerarşik örgüt yapısının, şiddete dayanan eylem programının varlığını aramak gerekir.

Örgütün silahlı olup olmaması ve sahip olunan silahların cins, nitelik ve miktarı somut tehlikenin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Örgütün, silahlı örgüt vasfını kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının olması gerekli ve yeterlidir.

c) Örgüt yönetme:

Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.

Örgüt yönetme, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir. Örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması, hedeflerinin belirlenmesi, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez.

Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından, örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir.

d) Örgüt üyeliği:

Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemedeki ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.

Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.

Bu ilkeler ışığında iç hukukumuzdaki düzenlemelere göz atıldığında;

Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terörü; "Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." aynı Kanun'un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu; "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi..." şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.

Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında 3713 sayılı Kanun'un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.

TCK'nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için;

Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir.

Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun'un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve Devletin Anayasal düzenine veya güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.

Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK'nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.

Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkânına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.

Türk halkı 40 yılı aşkın süredir etnik, ideolojik veya dini temellere dayalı çeşitli terör örgütleri tarafından yapılan saldırılara muhatap olmuş, binlerce insan hayatını kaybetmiş veya ağır şekilde yaralanmıştır. İnsanların refahı için harcanması gereken parasal kayıp hesap edilemeyecek boyuttadır. Örgütün baskısı yüzünden bazı insanlar en temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hâle gelmiş, yaşadıkları yerleri terk etmek ya da örgütün talimatları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmışlardır. Devlet, bu tehdidin devam ettiği zamanlarda dahi insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri imzalayarak kişisel hak ve özgürlükleri korumak iradesini ortaya koymuştur. Nitekim bu sözleşmelerdeki hakların, hiyerarşik olarak kanunlar üstü biçimde uygulanacağına dair Anayasal hüküm kabul edilmiş olması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisinin tanınması bu iradenin somut örneklerinden birisidir. 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu'nda 29 kez genel olarak özgürlükleri genişletme yönünde değişiklik yapılmıştır. Amaç suçlar bakımından tehlikelilik hâlinin somutlaşıp yakınlaşması durumunda halkta oluşan güvenlik kaygısının artmasına paralel kısıtlayıcı tedbirlere başvurulduğu görülmekle birlikte kişilerin barış ve güven içinde yaşama hakkına yönelik tehdidin azaldığı dönemlerde özgürlükleri genişleten düzenlemeler hız kazanmıştır.

Terörle Mücadele Kanunu'nun terör örgütlerini tanımlayan 7/1. maddesinde 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle yapılan değişiklik sonrası oluşan hukuki durumun değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. İlgili maddenin önceki hâli "Madde 7- “3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168. 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar. şeklindeki iken 2006 yılında yapılan değişiklik sonrası "7/1. cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır." hâlini almıştır.

Bu değişiklik karşısında; Terörle Mücadele Kanunu'nunda yapılan örgüt tanımı ile TCK'nın 314/1-2. maddesindeki örgüt tanımı çelişmekte midir; mevzuatta silahlı veya silahsız iki ayrı örgüt varlığını sürdürmekte midir soruları gündeme gelmektedir. Başka deyimle Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/1. maddesinin, TCK'nın 314. maddesine atfının unsur atfı mı yoksa ceza yaptırımına mı olduğu ortaya konulmalıdır. Silahlı terör örgütü suçunun unsurlarına TCK'nın 314. maddesinde yer verilmiştir. Yukarıda izah edildiği şekilde örgüt kurma, yönetme ya da üye olma, amaç suç bakımından hazırlık hareketi niteliğinde somut tehlike suçudur. Somut tehlike suçları zarar suçu niteliğinde olmayıp hazırlık hareketlerini cezalandıran istisnai düzenlemeler olması nedeniyle cebir ve şiddet içeren faaliyetlerde bulunma zorunluluğu yoktur, yeter ki cebre yönelik bir irade ortaya konulsun. Zira 5237 sayılı TCK'nın 221. maddesinin 1. bendinde örgüt kuran kişilerin, herhangi bir suç işlemeden örgütü dağıtmaları hâlinde cezai yaptırıma muhatap olmayacakları şeklindeki düzenleme bu görüşü doğrulamaktadır. Bu nedenle 3713 sayılı Kanun'un 7/1. maddesinde yapılan değişiklikle, failin örgüt üyesi olduğunun kabulü için cebir ve şiddet gerektiren fiili işlemesi zorunluluğu getirildiği ileri sürülemeyecektir. Bu değişiklik TMK'nın 1. maddesinde yazılı amaç suçların gerçekleştirilmesinde şiddetin gerekliliğini vurgulamanın yanında kurulan, yönetilen veya üyesi olunan örgütün cebir ve şiddeti araç olarak kullanma gerekliliğini ifade etmektedir. Aksi takdirde bu suçun tehlike suçu olma vasfını ortadan kaldırmış ve TCK'nın 220 ve 314. maddelerindeki unsurlarla çelişilmiş olacaktır.

e) Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi:

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün aşağıda açıklanan yapı ve görüntüsü itibariyle suçların manevi unsurunun tespiti bağlamında kusur ilkesi ve suçun kast unsurunun değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.

5237 sayılı TCK'ya esas alınan suç teorisi üç ilkeye dayanmaktadır. Bunlar: kusur ilkesi, hukuk devleti ilkesi ve insanilik ilkeleridir.

Kusur ilkesi; kusursuz ceza olmaz prensibine dayanmaktadır. Failin işlemiş olduğu suçtan dolayı şahsen kınanabildiği hâllerde cezalandırılmasını ifade eder. İlke ile amaçlanan, cezanın kusuru gerektirdiği ve kusurlu hareket etmeyen kişinin cezalandırılmayacağıdır. Bu ilkeden çıkarılacak birinci sonuç, netice sorumluluğunun kaldırılmış olması; ikinci sonuç ise cezanın kusur derecesini aşmayacağı yani ceza hukukunda kusurla orantılı ceza tayininin esas alınacağıdır.

Hata (yanılma); genel olarak kişinin tasavvuru ve zihinden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu, dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şeyin olduğundan farklı bir biçimde algılanması hâlinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi hâlinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası, bir algılama hatası olduğu hâlde; yasak hatası, bir değerlendirme hatasıdır.

Failin ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için kusurlu olması şarttır. Kusur, kınanabilirliktir. Kusurun ifade ettiği değersizlik yargısı ile fail hukuka uygun davranmaması, haklı olan lehine karar verebilme ve hukuka uygun davranma imkânına sahip olmasına rağmen haksız olan davranışı tercih etmesi nedeni ile kınanmaktadır. Kusur yargısının temeli insanın özgür iradesidir. İnsan, özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle haklı olan davranış ile haksızlık arasında bir tercih yapma ve haklı olan davranış lehine karar verebilme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme ve hukuk düzeninin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğine sahiptir. Kusur yargısının temelini oluşturan irade özgürlüğü, haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranış ile haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Fakat yasak yanılgısı her zaman failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz. İnsan, hukuk toplumunun bir üyesi olarak hukuka uygun davranmak ve haksız olan davranışlardan sakınmak yükümlülüğü altındadır. Failin açıkça yasak olduğunu bildiği davranışlardan sakınması bu yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına gelmez. Fail, aynı zamanda davranışlarının hukuk düzeninin gerekleri ile uyumlu olup olmadığını sorgulamakla yükümlüdür. Fail bu husustaki şüphesini tefekkür etmek veya bir uzmana danışmak yoluyla bertaraf etmek zorundadır. Ayrıca fail vicdan muhasebesi de yapmalıdır. Failden beklenen vicdan muhasebesinin ölçüsü, somut olayın koşulları ile onun sosyal ve mesleki çevresidir. Fail kendisinden beklenen vicdan muhasebesine rağmen davranışının haksızlığını idrak etmeye muktedir değilse yanılgısı kaçınılmazdır. Bu durumda fail kusurlu addedilemez. Buna karşılık fail kendisinden beklenen vicdan muhasebesiyle davranışının haksızlığını idrak edebilecek idiyse yasak yanılgısı kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz; fail kusurludur, ancak kusuru azalmıştır.

Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK'nın 30/1. maddesi), suçun nitelikli hâllerinde (TCK'nın 30/2. maddesi), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK'nın 30/1-3. maddesi) hata kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK'nın 30/3. maddesi) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK'nın 30/4. maddesi) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (TCK'nın 27/1. maddesi).

İlgisi nedeniyle suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı) üzerinde durmak gerekecektir.

TCK'nın 30/1. maddesinde suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre, böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden, maddi unsurların bilinmemesi hâlinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.

Unsur yanılgısı; haksızlığa temel teşkil eden, haksızlığı tipikleştiren objektif unsurlarda, yani suçun maddi unsurlarında yanılgıdır. Bu durumda haksızlığın kasten işlendiğinden söz edilemez. Fiilin taksirle işlenmiş şekli suç olarak tanımlanmış ise fail ancak taksirli suçtan sorumlu olur.

Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olduğunu eylem ve söylemleriyle açıkça ortaya koyabileceği gibi legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri, kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.

Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK'nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yararlanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hâli de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK'nın 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.

Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararında da belirtildiği üzere;

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için mahrem alan şeklinde örgütlenmesi ve Devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY'nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fetullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK'nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile ilgili dava dosyalarında yer alan belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihaî amacının açıkça ortaya konularak devleti ve hükûmeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması, Milli Güvenlik Kurulu'nun 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde hizmet hareketi adlı legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve Anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların Devlet ve Hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.

3) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ YAPILANMASI:

a) Genel olarak:

Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı, 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı ile 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararları ve bu suçların temyiz incelemesi ile görevli 16. Ceza Dairesinin kararlarında ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; Altın Nesil adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.

İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek üzerine kuruludur.

FETÖ/PDY'nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT'e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY'nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY'nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY'deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Nitekim hiyerarşik ilişki bakımından sıkı bir disiplinin hâkim olduğu Türk Silahlı Kuvvetlerinde dahi FETÖ/PDY mensuplarının darbeye teşebbüs sırasında genel olarak öğretmenlerden oluşan mahrem imam olarak adlandırılan sivil kişilerden aldıkları talimatlara göre hareket ettikleri veya alt rütbedeki subayların emirlerine uydukları birçok dava dosyasında görülmüştür.

Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK'da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi öldürülüp yaralanmıştır.

Söz konusu terör örgütü, nihaî amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihaî hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç hâline gelmek amacıyla hareket etmektedir.

Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliğinin bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak grup imamları tarafından emir talimat verilmesi ve üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için ByLock gibi haberleşme araçlarının kullanıldığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasa'da öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükûmet ve diğer Anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla Emniyet, Jandarma, MİT ve Genelkurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirdiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme ve Yargıtay kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;

FETÖ/PDY, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzere kurulan bir maşa olarak; Anayasa'da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından belirlenen ideoloji doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek için hareket etmiştir. Gerçekleştirilen eylemlerde kullanılan yöntem, bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkânlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi hâlinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK'nın 314. maddesi kapsamında bir silahlı terör örgütüdür.

b) Örgütün Yargı ve Yargıtay Yapılanması, HSK ve Yüksek Mahkeme Üyelikleri Seçimleri:

Örgütsel kadrolaşma açısından; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından kendi mensuplarına hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığı sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, örgüt mensubu öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün kendilerine referans olacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, söz konusu adayların örgüt mensubu olduklarının anlaşılmaması için kendi başlarına fakat örgütle irtibatı koparmayacak şekilde ev tutmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar hâlinde örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, bu kapsamda örgüt kurallarına göre iki evin irtibat hâlinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gelerek evde kalan adaylardan bilgi alıp tavsiyelerde bulundukları, bununla birlikte örgüte ait ışık evlerinin il bazında eyalet adı altında birden çok bölgeye ayrıldığı, her bölgenin sekiz ilâ on evi kapsadığı, bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi/ablası adı verildiği, örgütün Türkiye Adalet Akademisi stajındaki adayları staj dönemlerine göre ayırdığı, bazı örgüt mensubu adaylara Türkiye Adalet Akademisi yurdunda kalmaları tavsiye edilerek bu kişilerden, örgüt lehine ya da aleyhine konuşan aday arkadaşlarının bildirilmesinin istendiği, her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gelen örgüt mensubu murakıpların adaylara dinsel ve sosyal davranışları açısından telkinde bulundukları, örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının T1, T2, T3, T4 ve T5 şeklinde kategorize edilerek taşra ve devre yapılanmasının oluşturulduğu, bu yapılanmalarda belirli aralıklarla organizasyon ve görüşmelerin gerçekleştirildiği,

Eski Yargıtay üyelerinin görev yapmakta oldukları hukuk ve ceza dairelerine göre gruplar oluşturulduğu, eski yüksek yargı üyelerinin kod isimleri dikkate alındığında (H1, H2, H3, C1, C2, C3, C4) şeklinde gruplandırıldıkları, eski Yargıtay üyelerinin görevde bulundukları zaman içerisinde görev yaptıkları Yargıtay Daireleri göz önünde bulundurulduğunda "H" kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Hukuk Dairelerinde, "C" kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Ceza Dairelerinde görev yaptıkları, isimlendirmelerde yer alan 0, 1, 2, 3 rakamlarının grup içerisindeki hiyerarşiye ilişkin sıralamayı, "0" ile kodlamanın ise grup sorumlusunu gösterdiği, harf ve rakam ile gruplandırmalardan sonra (C3, H2 vb.) bazı isimlendirmelerde kullanıcının adı ve soyadının baş harflerinin eklenmesi suretiyle kod adı oluşturulduğu anlaşılmıştır.

c) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Teşebbüsü:

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443-4758 sayılı kararında açıklandığı üzere;

15 Temmuz 2016 günü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirilmesi amacıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000'in üzerinde askeri personel tarafından savaş uçakları dahil 35 uçağın, 3 geminin, 37 helikopterin, 74'ü tank olmak üzere 246 zırhlı aracın ve 4.000'e yakın hafif silahın kullanılarak; Cumhurbaşkanına suikasta teşebbüs edilmiş, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere birçok stratejik merkez bombalanmış, Başbakanın konvoyuna silahlı saldırı gerçekleştirilmiş, kalkışmaya karşı koyan güvenlik görevlileri ile sokaklara çıkan sivillere Devletin silahlı kuvvetlerine ait bu uçak, helikopter, tank ve silahlarla saldırılarak 4'ü asker, 63'ü polis ve 183'ü sivil olmak üzere toplam 250'den fazla kişi şehit edilmiş; 23'ü asker, 154'ü polis ve 2.558'i sivil olmak üzere toplam 2.735 kişi de yaralanmıştır.

Somut darbe teşebbüsü, TCK'nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylem vasfını aşarak Anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır.

d) 15 Temmuz 2016 Tarihindeki Darbe Teşebbüsünün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü İle İlişkisi:

Anayasa Mahkemesinin 30.06.2017 tarihli ve 30110 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20.06.2017 tarihli ve 2016/22169 başvuru numaralı kararında ayrıntılı olarak yapılan tespitler, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 03.03.2017 tarihli ...2017/7327 sayılı, E.2017/26 sayılı ve 2006/103583 soruşturma sayılı iddianamelerindeki belirlemelere göre; Yurtta Sulh Konseyi üyesi olan, sıkıyönetim komutanı olarak görevlendirilen, sıkıyönetim mahkemelerine ve kritik önemdeki askerî ve sivil makamlara ataması planlanan kişilerin büyük bölümünün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olduğunun, bu görevlendirmelerin yapılmasında örgüt içindeki hiyerarşinin dikkate alındığının ve haklarında örgüte üye olma suçundan işlem yapılan bazı emniyet mensupları ile mülki idare yetkililerinin darbe girişimi sonrasında ilan edilecek sıkıyönetim döneminde atanacakları resmî devlet kuruluşlarına gittiklerinin saptandığına dair bulgular, tanık olarak dinlenen Genelkurmay Başkanı ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca dinlenen gizli tanıklar (Şapka ve Kuzgun)'ın anlatımları, şüpheli olarak dinlenen Deniz Piyade Tugay Komutanı Tuğamiral H. İ. Y., Genelkurmay Başkanının emir subayı olan Yarbay L. T., Jandarma Genel Komutanlığında görev yapmakta olan Binbaşı H. H., Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığında görev yapmakta olan Yarbay F. E., Yüzbaşı F. T. Ç., Müşterek İstihbarat Koordinasyon Merkezi Başkanlığında görev yapan Jandarma Yarbay A. K., Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral G. Ş. S., Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Üretim Analiz Merkezinde görev yapmakta olan Yüzbaşı A. P., Kara Kuvvetleri Tayin Daire Başkanlığında astsubay olarak görev yapmakta olan T. F. D., TSK'da pilot olarak görev yapan Yarbay İ. A., Akıncı 4. Ana Jet Üssü Komutanlığında pilot olarak görev yapan Teğmen M. M. gibi çok sayıda şüphelinin itiraf içeren beyanları, açık kaynak bilgileri, 15 Temmuz darbe kalkışması ile ilgili verilen mahkeme kararları, derdest bulunan dava dosyaları ve yürütülen soruşturmalar ile resmî kurumların tespitleri değerlendirildiğinde; 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün, daha önce de bir çok kez yaşandığı üzere uluslararası güç odaklarının da desteğiyle, esas itibariyle Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği, kalkışmaya başka unsurların da katılmış olma ihtimalinin darbe teşebbüsünün bu karakterini değiştirmeyeceği değerlendirilmiştir. (Yargıtay 16. CD'nin 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443-4758 sayılı kararı).

4) HÜKME ESAS ALINAN BAZI DELİLLERİN HUKUKİ NİTELİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ:

A) BYLOCK İLETİŞİM SİSTEMİ:

Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı ile 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;

Gelişen teknolojiyle beraber hayatın her alanında kullanılan bilişim teknolojisi, muhakeme konusu olayların aydınlatılmasında etkin rol oynayan deliller arasında ön sıralarda yer almaktadır.

Kural olarak kişiler arasındaki haberleşme gizlidir. Ancak terör örgütlerinin yasa dışı amaçlarını gerçekleştirirken, mensuplarının ve faaliyetlerinin kolluk güçleri tarafından tespit edilememesi için çağın şartlarına uygun teknik olarak daha gelişmiş haberleşme sistemleri kullandıkları sıklıkla görülmektedir. Nitekim ByLock iletişim sistemi, global bir uygulama görüntüsü altında belli bir tarihten sonra yenilenen ve geliştirilen hâliyle münhasıran FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının kullanımına sunulmuş bir programdır. Benzer iletişim araçlarında olduğu gibi sisteme dahil olup kullanmak kişilerin istekleriyle değil örgüt yöneticilerinin inisiyatifi ile gerçekleşmiştir. Üyeler arasındaki haberleşmede zaman zaman gündelik işlerle ilgili mesajlar paylaşılsa da ağırlıklı olarak örgütsel talimatların iletildiği, faaliyetlerin değerlendirildiği, örgüt mensupları arasındaki bağlılığı artırıcı ve motive edici haberlerin paylaşıldığı bir sisteme dönüştüğü anlaşılmış olup ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacağı kabul edilmiştir.

ByLock sisteminin kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir.

2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock'un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra geliştirilen ve yenilenen sürümünün ancak örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve Bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesajlar ve e-postalardan anlaşılmıştır.

ByLock iletişim sisteminin hukuki alt yapısı;

2937 sayılı MİT Kanunu'nun 6. maddesinin "g" bendinde; telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, millî savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabileceği, 4. maddesinin "i" bendinde ise dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmakla görevli olmanın yanında Devletin güvenliğini ilgilendiren ve suç işlendiği şüphesi doğuran somut verileri terörle mücadele konusunda görevli idari ve adli birimlere ulaştırmakla yükümlüdür. Nitekim, ByLock uygulamasına ait sunucular üzerindeki veriler hakkında düzenlenen teknik analiz raporu ve dijital materyallerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve Emniyet Genel Müdürlüğüne ulaştırıldığı görülmektedir. Bu aşamadan sonra adli sürecin başlatılması ve bu noktadan sonra CMK hükümlerine göre soruşturma işlemlerinin yapılması zorunludur. Nitekim Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ByLock ile ilgili dijital materyallerin teslim edilmesi üzerine 2016/104109 sor. ve 2016/180056 numara üzerinden başlattığı soruşturma kapsamında, CMK'nın 134. maddesine göre gönderilen dijital materyallerle ilgili 09.12.2016 tarihli ve 2016/104109 soruşturma sayılı yazısı ile Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğine Milli İstihbarat Teşkilatınca teslim edilen 1-1 adet Sony marka HD-B1 model, üzerinde bBW3DEK69121056 seri numaralı ve ön yüzünde 1173d7a09195cf0274ce24f0d69ede96 yazılı harddisk, 2-1 adet Kingston marka DataTraveler, uç kısmında DTIG4/8GB 04570- 700.A00LF5V 0S7455704 yazılı flash bellek üzerinde CMK'nın 134. maddesi gereğince inceleme yapılmasına, 2 adet kopya çıkartılmasına, kopya üzerinde kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilmesini istendiği, Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince bu talep kabul ederek 09.12.2016 tarihli ve 2016/6774 D. İş nolu karar ile dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması, kopya çıkarılması ve kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak metin hâline getirilmesine ve bir kopyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.

Soruşturma aşamasında olayın aydınlatılması amacıyla el konulan veya talep edilen elektronik verilerden doğrudan suçla ilgili olanlar elektronik delil olarak kabul edilmektedir. Bir suçun işlendiği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, dijital veri ve delil elde etmek amacıyla bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında, bilgisayar kütüğünde, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütüklerinde ve çıkarılabilir donanımlarda arama yapılması gerekebilir. Bu konuda uygulanacak iki kural vardır. Birisi CMK'nın 134. maddesi, diğeri de 27.07.2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında çıkartılan 667 ve 668 sayılı KHK'larla Türk Ceza Kanunu'nun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü, beşinci, altınca ve yedinci bölümde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve bu suçlar kapsamına girip girmediğine bakılmaksızın, toplu yani en az üç kişinin iştiraki ile işlenen suçlarda uygulanabilecek 668 sayılı KHK'nın 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendidir. Bu düzenleme, 6755 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler İle Bazı Kurum Ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendinde aynen yer almıştır. Bu sebeple bilgisayarda arama, kopyalama ve el koyma konusunda CMK'nın 134 ve 6755 sayılı Kanun'un 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendi birlikte uygulanacaktır. Bu uygulama sırasında 6755 sayılı Kanun'un Soruşturma ve kovuşturma işlemleri başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasında sayılan suçlar yönünden öncelik aynı Kanun'un 3/1-j maddesi olacak, burada hüküm bulunmayan hâlde CMK'nın 134. maddesine göre hareket edilecektir. Olağanüstü hâl kaldırıldığı anda bilgisayarda arama, kopyalama ve el koyma konusunda öngörülen istisnai tedbirin uygulaması son bulacaktır. Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbiri, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 134'üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu koruma tedbiri, CMK'nın 116 ve 123. maddelerinde düzenlenen arama ve el koyma koruma tedbirlerinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır. Buna göre, bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması hâlinde Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına ve bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir. Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması hâlinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için bu araç ve gereçlere el konulabilir. CMK'nın 134. maddesindeki bilgisayar kütükleri ifadesi teknik anlamda sadece masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda bulunanları değil; CD, DVD, flash disk, disket, harddisk vs. tüm çıkarılabilir bellekler, telefon vb. dijital tabanlı mobil cihazlarda dahil olmak üzere herhangi bir bilgi işlem veya veri toplama araç ya da gerecinde bulunabilecek tüm dijital dosyaları kapsamaktadır. Adli Ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma" kenar başlıklı 17. maddesinde el koyma sırasında zorunlu kılınan yedekleme işleminin, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımlar hakkında da uygulanmasının dayanağı budur.

10 Kasım 2010 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan, 22.04.2014 tarihinde ve 6533 sayılı "Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesi" adı ile onaylanıp 02.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa'nın 90. maddesi gereğince iç hukukumuzun bir parçası olarak kabul edilen Avrupa Siber Suçlar Sözleşmesi'nde bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında, bilgisayar kütüklerinde, bilgisayar ağları ve verilerin saklandığı depolarda ve uzak bilgisayar kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbirlerinin uygulanabileceği kabul edilmiştir. Bilgisayar kütükleri (computer files) yalnızca kullanıcının kendi bilgisayarında yer alan bir bilgisayar programı aracılığıyla kullanılabilen, verilerin saklandığı depolama araçlarıyla sınırlı değildir. Bunun yanında bir bilgisayar aracılığıyla ağ üzerinden ulaşılabilen gerek kullanıcıya ait gerekse kullanıcıya ait olmayıp ancak ortak paylaşıma ve kullanıma açık diğer bilgisayarlardaki veri depolama araçlarına ulaşabilmek mümkündür. CMK'nın 134/1. maddesinde şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama ve kopyalama işleminin yapılabileceği belirtilmiştir. Kanun koyucu, söz konusu maddede arama ve kopyalama işlemlerinin yapılacağı araçların şüpheliye ait olmasını aramamış, şüphelinin fiilen bu araçları kullanıyor olmasını yeterli görmüştür. Maddede özellikle şüphelinin kullandığı ifadesine yer verilmiştir; zira üzerinde arama ve kopyalama işlemi yapılacak bilişim sisteminin şüpheliye ait olması gerekmez. Şüphelinin maliki olduğu, kiraladığı, ödünç aldığı ya da ortak kullanıma açık bir bilgisayarı eylemini gerçekleştirirken kullanması bu tedbirin uygulanması için yeterlidir. Ancak delile ulaşmak için sadece failin kullandığı bilişim sisteminde arama yapılması yeterli değildir. Bilgisayarlarda, bilgisayar programları, bilgisayar kütükleri veya diğer araçlarda yapılacak aramanın konusu elektronik veridir. Bu araçlarda arama işleminde amaç suçla bağlantılı her türlü elektronik veriye ulaşmaktır. Bu kapsamda bilgisayardaki mevcut klasördeki dokümanların tümü taranabilir. Bilgisayarda, şüpheli veya sanığın internet ortamında çeşitli programlar ya da sosyal iletişim siteleri (Msn Messenger, Facebook, Twitter vb.) vasıtasıyla gerçekleştirdiği iletişime ilişkin kayıtların aranması, CMK'nın 135. maddesine göre değil CMK'nın 134. maddesine göre yapılabilir. Zira CMK'nın 135. maddesinde düzenlenen telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri, teknik araçlarla iletişimin tespitini, dinlenmesini ve kayda alınmasını kapsamaktadır. CMK'nın 135. maddesine göre yapılan iletişimin dinlenmesi ve kaydı, geçmişe dönük olarak değil geleceğe dönük olarak yapılabilir. Diğer bir ifadeyle geçmişte gerçekleşen iletişimin dinlenebilmesi, kayda alınabilmesi mümkün değildir. Ancak internet ortamında gerçekleştirilen iletişime ilişkin kayıtlar, bilgisayar kütüğünde kayıt altına alındığından bu iletişim kayıtları hakkında CMK'nın 134. maddesindeki koruma tedbiri kapsamında arama, kopyalama ve elkoyma tedbirleri uygulanabilir. Bireyin e-posta, yazışma ve haberleşmeleri CMK'nın 135. maddesi kapsamında değerlendirilirken, bireyin kendisine e-posta ile gelen bir yazı, resim, görüntü veya ek dosyayı kullandığı bilgisayara veya taşınır belleğe kaydettiğinde, artık bu belge haberleşme hürriyetinin dolayısıyla iletişimin denetlenmesinden çıkıp CMK'nın 134. maddesi kapsamında bilişim cihazına kayıtlı bilgi ve belgeye dönüşecektir. Kriptolu haberleşme sonucunda silinmiş mesajların gerek bilgisayarda gerekse sistem üzerinde ele geçirilmesi de telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim denetimi kapsamında olmayıp bu gibi hâllerde CMK'nın 134. maddesinde düzenlenen bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbiri söz konusu olabilir.

Sonuç olarak, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının dijital materyaller üzerinde CMK'nın 134. maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinden aldığı inceleme kopyalama ve çözümleme kararına istinaden Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı uzmanlarınca düzenlenen 18.02.2017 tarihli ByLock raporu, açık kaynaklar, dosyadaki diğer bilgi ve belgeler, yasa, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler göz önüne alınarak yapılan tespit ve değerlendirmeler sonucunda; MİT tarafından yasal olarak elde edildiği kabul edilen dijital materyaller üzerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi ile CMK'nın 134. maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinden alınan inceleme kopyalama ve çözümleme kararına istinaden bilgisayardaki ve bilgisayar kütüklerindeki iletilerin tespiti işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Haklarında soruşturma işlemi başlamamış ya da soruşturması devam eden yüz binden fazla şüphelinin delil niteliğinde kişisel bilgisi bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı uzmanları tarafından üzerinde çalışma yapılan ByLock ana sunucusunun, henüz haklarında soruşturma işlemlerine başlanmamış kişiler açısından terör örgütü soruşturmasının selameti, diğer kişilerin ise masumiyet karinesinin korunması bakımından, ana sunucudaki bilgilerin sanıklara teslim edilmemesinde yasaya aykırılık görülmemiştir. Ancak yargılama sürecinde tarafların bu delile karşı somut itirazlarının inceleme ve değerlendirmeye tabi tutulması, gerektiği takdirde bilirkişi incelemesi yapılması zorunluluğu gözden kaçırılmamalıdır.

B) SABİT HATLARDAN ARAMA VE ARDIŞIK ARAMA YÖNTEMİ:

B-1) FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Askeri Mahrem Yapılanması:

Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 2017/956 Esas 2017/370 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleşen 16. Ceza Dairesinin ilk derece sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarihli ve 2015/3 Esas 2017/3 Karar sayılı ve aynı Dairenin temyiz mercii olarak verdiği 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443 Esas 2017/4758 Karar sayılı kararlarında nitelikleri ve özellikleri açıklanan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından 2019 yılı Ocak ayında düzenlenen rapora göre;

a) Genel Olarak Mahrem Hizmetler ve Mahrem Yapılanma:

Mahrem hizmetler, Devletin en kritik ve operasyonel birimlerine sızarak örgüt hesabına yürütülen gizli faaliyetleri ifade eder. Bu kurumlarda örgüt adına kadrolaşma, abinin veya imamın emrine göre organize hareket edip örgüt amacına yönelik verilen görevleri ifa etmektedir.

Mahrem hizmetlerde, Fetullah Gülen veya örgütün üst yönetim katından gelen talimatları, doğruluğunu veya akla uygunluğunu, dini, hukuki, ahlakiliğini sorgulamadan yerine getirecek mutlak itaat ve teslimiyet gösteren özel seçilmiş örgüt mensupları kullanılmaktadır.

Mahrem hizmetlerde istihdam edilecek örgüt mensuplarının, zihin kontrollerinin sağlanması, örgütün değerlerini ölümüne savunması, kör bir itaatkârlığa ulaşması zaman almaktadır. Bu nedenle örgüt, ağacın yaşken eğildiğinin bilincinde olarak, mahrem hizmetlerde ihtiyaç duyduğu tipte insanları, genellikle ortaokul/lise döneminden itibaren kazanmaya çalışmaktadır. Örgüt içinde en önemli iş; bu şahısların bulunması, örgüte kazandırılması, yetiştirilmesi, mahrem hizmetlere yönlendirilmesi ve yerleştirilmesidir.

Bu şekildeki bir sürecin ardından TSK içerisine sızdırılan örgüt mensubu sayısının zamanla artması ile birlikte FETÖ/PDY, TSK birimlerini yönlendirebilecek ve kontrol altında tutabilecek bir güce kavuşmuştur. Sözde TSK yapılanması, Emniyet ve MİT yapılanması ile birlikte örgütün silahlı kanadını oluşturmuştur.

15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi; örgütün, mensupları sayesinde TSK'nın her türlü imkân ve silah gücünü gerektiğinde çıkarları doğrultusunda kendi halkına ve halkının iradesine karşı kullanmaktan çekinmeyeceğini açıkça göstermiştir.

Örgüt dilinde mahrem yerler:

-TSK (Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları),

-Emniyet (EGM ve il emniyet müdürlükleri),

-Yargı (Adalet Akademisi, hâkimler/savcılar, HSK),

-MİT,

-Mülkiye (valiler/kaymakamlar),

-Bazı özel kurumları (TİB, ÖSYM, TÜBİTAK),

İfade eder.

Özel Hizmet Birimleri; TSK, Yargı, Emniyet, Mülkiye, MİT gibi kurumlardaki yapılanmadır. Örgüt asıl operasyonel gücünü bu birimlerden almıştır.

Örgütün gerek 17-25 Aralık 2013 öncesi ve sürecinde yapılan operasyonel faaliyetler gerekse 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminin planlama ve uygulaması Özel Hizmet Birimleri tarafından yürütülmüştür.

Özel Hizmet Birimlerinde hücresel yapılanma söz konusudur. Bu birimlerin deşifre olmasını önlemek için uygulanan hücresel yapılanmada bir örgüt mensubunun, en fazla bir üst sorumlusunu ve/veya bir altında bulunan örgüt mensubunu tanıması amaçlanmaktadır.

b) Mahrem Yapılanmanın İşleyişi:

Örgüt için en önemli kurumlar olan TSK, Emniyet, MİT ve Yargı organlarına yerleştirilecek öğrenciler, Talebe İmamları tarafından belirlenmekte ve durumlarına göre sınıflandırılarak o yönde ders çalışmaları sağlanmaktadır.

Bu öğrenciler talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan Özel Evlere yerleştirilmektedir.

Evlere yerleştirilen öğrencilere kod isim verilmekte ve özel derslere tâbi tutulmaktadır.

Örgütün mahrem yapısı tarafından ele geçirilen Askeri Liselere Giriş ve Polis Koleji Giriş Sınav soruları Talebe İmamları aracılığıyla bu okullar için hazırlanan öğrencilere ezberletilerek sınavlarda başarılı olmaları sağlanmaktadır.

Bu okullara giriş için yapılan çalışmaların boşa gitmemesi için öğrencilerin sağlık durumları önceden örgüt tarafından incelenmekte ve engel hâli bulunmayanlar seçilmektedir.

Her şeye rağmen sağlık raporunda bir sorun çıkması hâlinde ilgili hastanelerdeki örgüt mensupları aracılığı ile uygun raporun verilmesi sağlanmaktadır.

1985 yılında örgüte mensup bazı öğrencilerin askeri liselerden atılması üzerine örgüt tarafından strateji ve sistem değişikliğine gidilerek, askeri liselere ve Polis Kolejine yerleştirilen öğrencilerin bu okullardaki öğrenimleri süresince de kendilerini bu okullara hazırlayan Talebe İmamı tarafından takibi sağlanmıştır.

Talebe İmamı, sorumlu olduğu öğrenciyi genelde on beş günde bir kez ziyaret etmekte, ziyaret gerçekleşmezse ikinci buluşmanın ne zaman ve nerede gerçekleşeceği mutlak surette belirlenmektedir. Bu görüşmeler, katı kurallarla belirlenmiş yüksek gizlilik içerisinde gerçekleştirilmektedir.

15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrası TSK içerisindeki yapılanmaya yönelik yapılan soruşturmalar akabinde alınan ifadeler ve yapılan tespitler sonucu gün yüzüne çıkarılan bilgilere bakıldığında; örgütün TSK içerisinde farklı bir yapılanmaya gittiği, tamamen hücre tipi, birbirinden habersiz ve bağımsız üniteler oluşturulduğu, bu ünitelerin sivil abilerin/imamların sorumluluğunda üst düzey komutanlar (general, albay, yarbay, binbaşı), alt rütbede subaylar (yüzbaşı, üsteğmen, teğmen) ve astsubay gruplarından oluştuğu tespit edilmiştir.

c) Kadrolaşma Süreci:

Örgüt tarafından seçilerek yetiştirilen elemanlar, örgütün hedefleri doğrultusunda kamu ve özel sektörde istihdam edilmektedir. Kamudaki örgütlenme anlayışı, herhangi bir cemaatin üyelerinin devletin kademelerinde yer almasının ötesindedir.

Devletin kamu kurumlarına yerleşme, her vatandaşın hakkı olarak görülse ve Fetullah Gülen tarafından bu hak kılıf olarak kullanılmaya çalışılsa da gizlenmeye çalışılan bir gerçek vardır. Bu gerçek; FETÖ/PDY'nin sınav sorularını çalması, kumpas davalarıyla örgüt mensubu olmayanları tasfiye etmesi ve örgütün devlette monopol olmaya çalışması, hizmet asabiyetinin sonucu olarak örgüt mensuplarının hizmet aidiyetini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından üstün görmesi, sadakatin devlete değil örgüte sunulması, devlet hiyerarşisi yerine örgüt hiyerarşisinin konulması, emirlerin sivil örgüt imamlarından alınması gibi birçok somut olayda görülmektedir.

Bu gibi somut olaylar da göstermektedir ki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubunun devletin kamu kurumlarına yerleşmesi/yerleştirilmesi değil, sızması ve halk tabiriyle ayrık otu gibi bulunduğu yerleri işgal etmesi söz konusudur.

15.07.2016 tarihindeki darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki yapılanmasının Mahrem Hizmetler olarak isimlendirildiği ve yapılanmada gizliliğe azami derecede riayet edildiği bilinmektedir.

Genellikle ortaokul/lise döneminde kazanılan ve örgütsel ideolojiye uygun olarak yetiştirilerek örgüt mensuplarınca özel bir sınavdan geçirilen bu şahısların, örgütün mahrem yapılanmasını oluşturan birimlerde istihdam edilmesine örgütün oldukça önem verdiği ve mahrem hizmetlerde kullandığı görülmektedir.

Askeri mahrem yapılanmada yer alan bir örgüt mensubunun hayatını dört evrede özetlemek mümkündür:

-Birinci evre; Işık evi,

-İkinci evre; Hususi/özel ev,

-Üçüncü evre; Askeri okullardaki eğitim süreci,

-Dördüncü evre; Birim yapılanması,

Çocuk yaşta örgüte kazandırılan öğrenciler, talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan özel evlere yerleştirilmektedir.

Örgüt mensupları, ortaokul ve lise dönemlerinden itibaren düzenli olarak örgüt liderinin ses veya görüntü kaydı hâline getirilmiş vaazlarını, kitaplarını sohbet toplantılarında dinlemekte, izlemekte ve okumaktadır. Sohbet toplantıları, örgüt tarafından masum dini faaliyetler gibi gösterilmeye çalışılarak ardındaki örgütsel fikir ve idealler gizlenmektedir. Oysaki bu toplantılarda, dini kılıf altında ya da buz dağının görünmeyen yüzünü oluşturan kısımlarında örgütsel bir bakış açısı kazandırılmaktadır.

Bir örgüt mensubunun bütün bu hayat evreleri, sohbet toplantılarına katılmakla geçer. Örgütün temel direği, olmazsa olmazı bu toplantılardır. Nitekim terör örgütü lideri bu konuda şunları söylemiştir:

"Evvela kendimiz bu hizmetin büyüklüğünü kabul edelim, başkalarına anlatmadan. Evet, yani bu öyle bir hizmettir ki bunu mütevelli toplantısındaki bir akşam bile hiçbir şeye feda edilemez. Ne kadar feda edilemez yani? Mesela annemiz babamız ölse feda edilemez. Gider geçer, belli bir fasıldan sonra başında durur kaldırırız. Ama buraya gelinir. Çünkü bir arkadaş iki arkadaş buraya gelmeyince gelenlere gelinmiyor olabileceği fikri verilir. Gelenlerin şevki söndürülür. Kuvveyi maneviye si kırılır. Biz her bir yerlerimiz şu cemaatin Kuvveyi maneviye sini takviye etmek üzere el ele tutup omuz omuza verme mecburiyetindeyiz. İhlası salesinde buna temas ediyor. Birisinin geriye durması diğer arkadaşları (...) sarsabilir. Allah’ta diyor, o fabrikayı katar karıştırır, o saatin çarklarını katar karıştırır diyor. Demek biz öyle fabrikanın çarkları öyle saatin çarkları hâline gelmişiz ki bu çarklardan bir tanesi dursa muvakkaten bu durgunluk, duraklama bütün çarklara sirayet ediyor. Birbirimizle çok bütünleşmişiz. Bu bütünleşmenin manevi keyfiyetini yani tablonun öbür yanını ben göremiyorum, tahminde edemiyorum. Fakat Allah bir araya gelmeyi böyle bu bütünleşme adına çok önemli sayıyor. Önemli kabul buyuruyorsa şayet bizim için bu çok önemli olmalıdır. Biz burada bir cemaat teşkil ediyoruz ve Allah’ın eli cemaatle beraberdir. (...) Arkadaşlarımız cennete giden yollardaki tıkanıklıkları açacak, herkesi gelmeye mecbur edecekler. (...) O zaman bu fedakâr arkadaşlarımıza bir gece gelmemeye bir şey takdir edelim. Bir gece mütevelliye gelmezse acaba ne takdir edelim? Bugünkünü muaf tutacağız. Mesela ... Bey yok, (X) yok, mesela.... bey de yok. Başınız sağ olsun. O aksatmazdı da benim şeyimdi o, izin alması lazım giderken, manevi şeyin yanında bir şey takdir edelim. Veremezlerse ben vereyim onu. Öyle bir şey söyleyelim ki ben veremeyeyim onu. ....Bey diyor ki bir senelik burs versin. (Konuşmalar) Bir kere atlatana bir senelik burs takdir edelim. Ne güzel şey yine cennete giden yolda tıkanıklık açılıyor."

Sohbet toplantılarını, çeşitli alt başlıklar altında incelemek ve sınıflandırmak mümkündür. Ortaokul döneminde irtibata geçilen çocuk yaştaki kişilerin katıldığı sohbet toplantıları keyfiyet odaklıdır. Bu toplantı türünde, evlere gelenlere yoğun ideolojik eğitim programı uygulanmaktadır. Bunun haricinde sivil/bölge yapılanmalarında ve mahrem yapılanmalarda gerçekleştirilen toplantılar ise iki genel kısımdan oluşmaktadır. Birincisi keyfiyet denilen örgütsel bağ oluşumunu sağlayan, destekleyen ve geliştiren kısım, ikincisi ise örgüt idaresi ve stratejileri ile alakalı iş/meslek konularının görüşülmesi kısmıdır.

Keyfiyet odaklı toplantıların işleyişine bakıldığında;

-Pırlantalar olarak adlandırılan Fetullah Gülen'in kitaplarını okuma,

-Önceden kayda alınmış sesli ve görüntülü kayıtlarını dinleme ve izleme,

-Haftalık Bamteli sohbeti, Sızıntı, Çağlayan Dergisi vb. yazılarını okuma/izleme,

-Örgüt mensubu yazarların kitaplarından ve yazılarından kesitler okunması, anlatılması,

Gibi faaliyetlerle örgütsel değerler aşılanmaktadır.

Daha önce de açıklandığı gibi bu faaliyetler rastgele değildir; belli bir plan ve sistem dahilinde zamana yayılarak ışık evlerine gelmesi sağlanan herkese uygulanmaktadır. Bu toplantıların belli bir takvime göre, önceden belirlenmiş hedeflere ulaşılacak şekilde ayarlandığı ele geçirilen belgelerde açıkça görülmektedir. Bir yıl içinde sohbet toplantılarına katılan kişilere örgütün temel değerlerinin hemen hemen hepsinin eğitiminin verildiği anlaşılmaktadır. Ondan sonraki süreçte de her yıl, yine belli bir plan ve program doğrultusunda bu değerler çerçevesinde ideolojik örgüt eğitiminin verilmeye devam ettiği görülmektedir.

Sohbet toplantılarının fonksiyonlarına ve verilen ideolojik eğitimin içeriğine bakıldığında;

-Olağanüstü kişilik bilincinin aşılanması, (Fetullah Gülen'in insanüstü özelliklere sahip, ilahi irade tarafından seçilmiş ve özel bir misyonla dünyaya gönderilmiş, her dediği ilahi iradenin isteklerini yansıtan ve yanlış olması mümkün olmayan bir kişi olduğuna iman edilmesi)

-Kutsal dava fikrinin yerleştirilmesi, (Fetullah Gülen'in olağanüstülüğüne iman etmiş kişilerin, ona verilen kutsal görevleri, ona bağlanan kutsal ordusuyla başaracağına olan inanç)

-Ham olarak gelen hedef şahısların örgüt elemanına dönüştürülmesi, bu hedef şahıslara örgütün ideolojisi ile öğretilerinin empoze edilmesi,

-Toplantıya katılanların bireysel dönüşümlerinin sağlanması ve radikalleştirilmesi,

-Grup aidiyetinin keskinleştirilmesi,

-Dayanıklılık, katı disiplin ve mutlak itaatin sağlanması,

-Bağlılık, güven ve sadakatin oluşturulması,

-Birlik ruhunun sağlanması,

-Örgüt idealleri doğrultusunda mücadele ederken başa gelebilecek her türlü zorluk ve acıya (örgüt içinde imtihan olarak adlandırılır) karşı insanı kayıtsız kılan bir dayanıklılık kazanılması, psikolojik olarak önceden hazırlanılması,

-Hizmet uğruna ölmenin erdemi ve mükâfatının cennet olduğu bilincinin yerleştirilmesi,

-Moral değerlerin ve mücadele kapasitesinin yükseltilmesi,

Şeklinde olduğu görülmektedir.

Sohbet toplantılarının örgütün temellerinin dayandığı en önemli taşıyıcı sütun olması dolayısıyla gizlenmesi ve dış müdahalelere karşı çeşitli şekillerde korunması gerekmektedir. Örgüte hâkim olan gizlilik ilkesi, diğer uygulama ve faaliyetlerde olduğu gibi sohbet toplantılarının da koruyucu kalkanıdır. Bu toplantıların ne zaman, nerede yapıldığı açık ve şeffaf değildir. Özellikle mahrem hizmetler toplantılarının gizliliği için birçok tedbir uygulanmaktadır. Yine gizlilik ilkesi gereği bu toplantılar dini faaliyet, dini sohbet kılıfı altında hedef saptırma yöntemi kullanılarak ardındaki örgüt gerçekleri saklanmaya çalışılmaktadır.

Örgütün toplantılara bakışı gayet nettir. Elemanların örgüt içi değerinin toplantılara katılma durumuna göre belirlendiği örgütten ele geçirilen bütün belge ve dokümanlarda açıkça görülmektedir.

Toplantılara aksatmadan, düzenli katılanlar ele geçirilen bütün fişleme belgelerinde en sadık, en yüksek mertebede yer alan kişiler olarak nitelendirilmektedir. Ara sıra aksatanlar, bir alt basamakta yer almakta ve kendi içinde aksatma sıklığına göre sıralanmakta/sıralanabilmektedir. Aksatma sıklığı artanlar ve gelmemeye başlayanlar Ümit pozisyonuna düşürülmekte, bunlar da kendi içinde kategorilere ayrılarak tekrardan kazanılmak amacıyla özel stratejilerle yaklaşılmaktadır. Bu çabaların da sonuçsuz kalması ve kişinin irtibatı keserek toplantılara katılmaması örgütten çıkma anlamına gelmektedir.

Diğer terör örgütleriyle mukayese edilemeyecek ölçüde gizliliğe büyük önem veren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün; yasa dışı faaliyetlerinin bilinmesinin önüne geçmek ve meçhulde kalmasını sağlamak, örgüt mensubunun güvenliğini gerçekleştirmek ve kriptolanması ile deşifre olmasını engellemek, yapılması planlanan eylemin veya yasa dışı faaliyetin başarıya ulaşmasını temin etmek, yasa dışı faaliyetlerin akabinde mümkün olduğunca az iz ve emare bırakmak amacına yönelik olarak kod ad kullanılmakta ve yine mahrem hizmetlerde kullanılan evlere yerleştirilen öğrencilere özellikle kod adı verilerek özel derslere tabi tutulmaktadır.

Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi gizlilik de istismar edilen dini kavramlarla kamufle edilmekte, örgüt jargonunda tedbir olarak adlandırılmaktadır.

d) Örgütsel Toplantılar İçin İletişim Kurma Yöntemleri:

Dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösteren ve binlerce mensubu olan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü açısından iç haberleşme; talimatların alınıp verilmesi, gelişmelerin güvenli ve zaman kaybetmeksizin aktarılması ve faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi bakımından hayati öneme sahiptir.

Faaliyet alanlarının çeşitliliğine paralel olarak örgütün haberleşme yöntemleri de farklılık arz etmektedir. Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi haberleşme yöntemlerinde de gizlilik içerisinde iletişim sağlamaya özen gösterilmektedir.

Örgütün iletişimde kullandığı yöntemlerin;

-Yüz yüze/buluşma,

-Canlı kurye,

-Kriptolu IP hattı,

-Not ile haberleşme,

-Basın yayın üzerinden talimat verme,

-Sosyal medya (Facebook, Twitter vb.),

-Telefon (GSM, operasyonel hat, ankesör/büfe arama),

-İletişim/haberleşme programları (ByLock vb.),

Olduğu anlaşılmaktadır.

Canlı kurye kullanılması, en sağlıklı haberleşme yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Talimat almak ve faaliyetler hakkında bilgi vermek amacıyla doğrudan ABD/Pensilvanya'ya gidilerek örgüt lideri ile yüz yüze görüşülmekte ve talimatlar bizzat alınmaktadır. FETÖ/PDY elebaşısının çok önemli hususların yüz yüze (Ru Be Ru) görüşülmesi yönünde talimatlarının olduğuna dair bilgiler mevcuttur. Örgüt toplantılarında verilen talimatlar ufak kâğıtlara yazılmakta hatta bunların lüzumu hâlinde yok edilebilmesi için yenilebilir özellikte olması sağlanmaktadır.

Kiralık hatlar vasıtasıyla kriptolu IP telefon kullanılması, özellikle yurt dışındaki okullarla irtibatta kullanılan yöntemlerdendir.

En kolay ve önemli haberleşme araçlarından biri GSM hatlarıdır. Bu hatlar, genel olarak başkası adına kayıtlı ya da örgüt kontrolündeki kurum/kuruluş adına kayıtlı olan, abone bilgilerinin gerçek kullanıcısına kolaylıkla ulaşılamayan hatlardır. Genellikle yaklaşık 3 ayda bir yeni GSM hattı temin edilmekte ve eski hatla birlikte telefon cihazı da değiştirilmektedir. (Uygulanan tedbir şekline göre süre değişkenlik gösterebilir.)

Telefonların değiştirilmesi sürecinde eski telefonlar imha edilmekte ve parçalanarak farklı bölgelerdeki çöp kutularına atılmaktadır. Bu işlerin kamera olmayan yerlerde yapılmasına dikkat edilmektedir. Böylece tek numara ile görüşme yapan hat görüntüsünden uzaklaşılması ve örgütün kullandığı hatların tespitinin zorlaştırılması amaçlanmaktadır.

İletişimin telefonla kurulduğu dönemlerde (iletişim/haberleşme programlarının kullanılmadığı dönemlerde) telefonun akıllı olmaması ve internet bağlantısının bulunmamasına dikkat edilmiştir. Aynı zamanda mesaj atılması da istenmediği için yasaklanmıştır.

Örgüt mensuplarının kendi adlarına olmayan GSM hatları temin edip bunları belirli aralıklarla cihazlarıyla birlikte değiştirmeleri dahi legal olduğunu iddia ettikleri faaliyetlerinin illegal olduğunu ve bunları gizlemeye çalıştıklarını ortaya koymak açısından önemli bir veridir.

Türkiye'de Almanya, ABD ya da başka bir ülkeye kayıtlı GSM hatlarının kullanılması, örgütün üst düzey abilerinin kullandığı yöntemlerdendir. Abone bilgilerinden sadece hangi ülkeye ait olduğunun görülebilmesi nedeniyle zaman zaman tercih edilebilmektedir.

Örgüt mensupları, tedbir olarak haberleşme araçlarını değiştirdikleri gibi isim zikretmekten imtina ederek genel ifadeler kullanmaya özen göstermekte ve yaygın olarak KOD İSİM kullanmaktadırlar. Örgütsel görüşmeler sırasında hizmet, şakirt, Gülen, cemaat gibi kelimelerin telefonda zikredilmemesine özen gösterilmekte, buluşma yeri söyleneceği zaman şifreli ifadeler kullanılmasına önem verilmektedir.

Her ne kadar iletişimde esas olan usul randevulaşma sistemi olsa da örgütün mahrem sorumlularının, sevk ve idaresi altındaki askeri personel ile deşifre olmayı engellemek maksadı ile irtibat kurma yollarından birisinin de kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, iddia bayii ve lokanta gibi işletmelerde bulunan ve ücret karşılığı kullanılan sabit (kontörlü/voip) hatlar ile Türk Telekom'a ait ankesörlü telefon hatlar olduğu tespit edilmiştir.

Örgüt tarafından bu yöntemin kullanılma sebepleri ise;

-Pratik ve kolay ulaşılabilir bir iletişim modeli olması, (Örneğin, operasyonel hat ile iletişim için gerekli olan 2. bir telefon, çevresi tarafından şahsın durumunu şüpheli hâle getirebilir)

-Anonim bir iletişim modeli olması, (Açıklamaya ihtiyaç duyulduğunda gönül ilişkisi vb. bahaneler ileri sürülebilir)

-Teknolojik imkânların güvenilir olmadığı, (ByLock serverlarının elde edilmesi vb. toplu deşifrasyon olmayacağı inancı)

-Arayan mahrem sorumlusunun kimliğinin deşifre olmayacağı,

Düşüncelerine dayanmaktadır.

e) Büfe/Ankesörlü Sabit Telefon Hatlarıyla İrtibat Kurma Yönteminin Özellikleri:

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü sohbet olarak adlandırdığı örgütsel toplantıları devam ettirmek için elzem olan askeri personel ile irtibatlarında gizliliğe çok önem verdiği hususuna yukarıda ayrıntılarıyla değinilmiştir.

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü kapsamında yürütülen soruşturmalardaki şüphelilerin hatları ile kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye ve lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesinde;

-Ardışık arama (Yakın zaman diliminde birbirini takip eden peşi sıra),

-Periyodik arama (Farklı tarih ve zaman diliminde belirli gün aralığı dahilinde),

-Tek arama,

Şeklinde iletişim gerçekleştirildiği ve irtibat sağlandığı saptanmıştır.

Birim içerisinde sorumlu düzeyde bulunan örgüt mensuplarının, kendilerine bağlı askerlere ait telefon numaralarını, telefonlarına farklı isimler kullanarak veya not kâğıtlarına GSM numaraları üzerinde belirli değişiklikler yaparak kaydettikleri, iletişim kurmak istedikleri zamanlarda ise kamuya açık ve birbirinden bağımsız market/büfe/lokanta vb. işletmelerde kurulu bulunan kontörlü/voip (sabit) hatlar ile Türk Telekom'a ait ankesörlü telefonları kullanmak suretiyle kendilerine bağlı askerleri aradıkları belirlenmiştir.

Yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sırasında elde edilen bilgilerden, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Mahrem Yapısı içerisinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarının, kendi sorumlulukları altında bulunan özellikle asker ve diğer mahrem hizmetteki sivil şahısların telefon numaralarını, deşifre edilmelerinin önlenmesi ve örgütsel faaliyetlerinin sürdürülebilir olması amacıyla şifreleme metotları kullanarak kaydettikleri de tespit edilmiştir.

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca kullanılan ve şu ana kadar tespit edilebilen bazı şifreli kaydetme yöntemlerinin;

-On (10) Rakamına Tamamlama; Öğrencilerin telefon numaralarını telefona kaydetmek yasak olduğu için normal bir esnafın kartvizitinin arkasına veya herhangi bir kâğıda telefon numaralarının son dört rakamının her biri 10'a tamamlanarak kaydedilir. Yani kayıtlı telefon numarasının son dört rakamının her birini 10 sayısından çıkararak ortaya çıkan rakam yazılır. 10'a tamamlama sistemine örnek vermek gerekirse telefon numarasının son dört rakamı 46 05 ise not kâğıdına yazılan numaranın son dört rakama 64 05 olur. Bir başka örnekte ise telefon numarasının son dört rakamı 43 17 ise kartvizite yazılan numaranın son dört rakamı 67 93 olur.

-Sondan İkili Rakam Bloklarını Çapraz Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan rakam bloklarının yerlerinin çapraz olarak değiştirilmesi yöntemidir. Örneğin, 0 xxx 345 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 345 44 62 olarak kaydedilir.

-Rakam Bloklarını Ters Yazma; Telefon numarasının operatöre ait ilk 3 rakamları sabit kalmak şartıyla geri kalan rakamları ise rakam bloklarının kendi arasında ters yazılarak kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 345 62 41 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 543 26 14 olarak kaydedilir.

-Sondan 4 üncü Rakamı Dört (4) Arttırma; Telefon numarasının sondan dördüncü rakamına dört eklenerek kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx xxx 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx xxx 02 44 olarak kaydedilir.

-Sondan 2 nci ve 4 üncü Rakamı Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan ikinci ve dördüncü rakamlarının yerlerinin değiştirilerek kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx xxx 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx xxx 42 64 olarak kaydedilir.

-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamlara Bir Ekleme Bir Çıkarma; Telefon numarasını oluşturan rakamlara soldan başlayarak sırasıyla bir ekleme bir çıkarma yapılarak kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 444 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 535 53 35 olarak kaydedilir.

-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Kredi Kartı Numarasına Benzetme; Telefon numarasını oluşturan rakamlarının başına, sonuna rakamlar ekleyerek veya 16 haneli kredi kartı numarası şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 444 62 44 telefon numarası 5410 xxx4 4462 4454 olarak kaydedilir.

-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Servis Sağlayıcı Operatör Kodunun İl Alan Koduna Değiştirme; Operatör kodunun herhangi veya faaliyet gösterdiği il kodu şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, 0 505 xxx xx xx numaralı telefon kaydedilirken 0 312 xxx xx xx olarak kaydedilir.

-99'a Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 99'a tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 45 32 şeklinde yazılması,

100'e Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 100'e tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 45 33 şeklinde yazılması,

-Çaprazlama metodu; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son dört hanesinin ikili gruplar hâlinde kendi içinde çaprazlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 76 54 şeklinde yazılması,

Şeklinde olduğu saptanmıştır.

Mahrem imamların, kendilerine bağlı muvazzaf askerlerin (öğrenci) telefon numaralarını ajandalarına kaydederken yukarıda açıklamaları verilen örnek şifreleme yöntemlerini kullanmakla birlikte bazı mahrem imamların arama yapmadan önce numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker şahsı tekrar gerçek numarasından aradıkları da sıklıkla gözlemlenmiştir.

Kolluk birimlerinin yapmış olduğu çalışmalar ve soruşturmalarda alınan ifadelerden;

"Mahrem imamların belirledikleri periyodik zaman diliminde grubunda bulunan askeri personelle sohbet adı altında örgütsel toplantıları düzenledikleri, bir sonraki toplantının yerinin-zamanının ve saatinin yapılan bu toplantılarda yüzyüze görüşülerek belirlendiği, toplantı günü ve saatinde değişiklik veya farklı bir gelişme olduğu zaman mahrem imam tarafından sabit hatlardan (ankesör-büfe-market vb.) askeri personelin cep telefonu aranmak suretiyle irtibatın gerçekleştirildiği, mahrem imam tarafından gerçekleştirilen bu görüşmelerin genellikle çok kısa tutulduğu ve şifreli olarak anlatılmak istenilenin söylendiği, bu telefon görüşmelerinin kısa tutulmasının sebebinin mahrem imamın ve sabit hatlardan aranan askeri personelin deşifre olmasını engellemek olduğu, askeri personelle mümkün olduğu kadar sabit hatlardan az irtibat kurulmaya özen gösterildiği, askeri personelin çok aranmasının o personelle ilgili bir sıkıntının yani toplantılara gelmeme, terör örgütü ile irtibatını koparmaya çalışma gibi etkenlere işaret ettiği, mahrem imam tarafından sürekli arama yapılarak askeri personelin ikna edilmeye çalışıldığı, askeri personelin az aranmasının ise o personelin toplantılara düzenli geldiğinin, gerçekleştirilen toplantılarda yüz yüze alınan kararlar sonucunda bir sonraki toplantıya düzenli katıldığının göstergesi olduğu, katalog evlilik yapan askeri personelin eşleri ile toplantılara katıldıkları örgüt imamlarının eşlerinin askeri personelin eşleri ile ilgilendikleri, bu şekilde mahrem imamlarca yapılan görüşmelerin 2017 yılına kadar devam ettiği, bu tarihten sonra sabit hatlardan askeri personelin aranmamasına dikkat edildiği, bunun sebebinin ise yapılan örgütsel faaliyetin deşifre olması ve mahrem imamların takip edilmesinden korku duyulmasından kaynaklı olduğu, bu süreçten sonra askeri personel ile görüşme yapılmak istenildiği zaman; lojmanlarda oturmayan ve FETÖ Silahlı Terör Örgütü içerisinde faaliyet gösteren askeri personelin evlerine gidilerek irtibat kurulduğu ya da asker şahsın mahrem imamın evine gitmesi şeklinde irtibat kurulmaya çalışıldığı, subay, astsubay veya askeri öğrenciler ile ilgilenen mahrem imamların birbirinden farklı olduğu, örneğin subay ve astsubayların aynı grup içerisine dâhil edilmediği"

Anlaşılmıştır.

Sonuç olarak;

Yukarıda izah edilen açıklamalar, olgular ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne yönelik yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda alınan ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde;

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine sızmış mensuplarının çok az kısmına kriptolu haberleşme programı Bylock ve Eagle gibi programlar yüklediği, geri kalan mensupları ile özellikle geçmiş yıllarda kullandıkları bir sistem olan büfe, market vb benzeri yerlerdeki ücretli telefonlar veya kontörlü telefonlar ile haberleştikleri, örgütsel irtibatta asıl olan iletişim metodunun yüz yüze görüşme olduğu ve bir sonraki görüşmenin tarih ve yerinin bu esnada belirlendiği, bu mümkün olmaz ise tedbir anlamında her asker şahsın farklı ankesör ya da sabit hatlardan (market-büfe-bakkal vb.) aranmak (GEZEREK) suretiyle örgütsel iletişimin kurulduğu, arama işleminin genellikle tek taraflı ve kısa süreli olduğu, sadece sorumlu şahısların ARAMA işlemini yaptığı (askeri şahıs tarafından karşı arama yapılmadığı, askeri personelin de çok sık olmamakla birlikte mahrem sorumlusuna ulaşmak istedikleri durumlarda aradığı), sorumlu şahıs tarafından aranan askeri personelin büyük kısmının rütbe/makam olarak genelde denk olduklarının tespit edildiği (Örneğin; aranan Astsubay ise ardışık aranan kişi de Astsubay, Subay ise ardışık aranan da Subay gibi), aynı şekilde kuvvetlerin de denk olduğu (Örneğin; aranan jandarma ise ardışık Jandarma, aranan KKK personeli ise ardışık KKK personelinin arandığı gibi), genel olarak her sivil yöneticinin sorumluluğunda birden fazla hücre bulunduğu ve hücrelerin 2-3 asker şahıstan (askeri öğrenci ve/veya muvazzaf personel) oluştuğu, bu asker şahısların da aynı kuvvete mensup olup aynı rütbede bulundukları (istisnai olarak farklı rütbe ve/veya kuvvetlere mensup asker şahıslardan bir hücre oluşabildiği, örneğin; sivil sorumlunun astsubaylardan oluşan grubunun yanında astsubaylıktan subaylığa geçen askeri personelle de ilgilenebileceği), tek ankesör ya da sabit hattan (market-büfe-bakkal vb.) farklı asker şahısların aranmasının arka arkaya arama (ARDIŞIK ARAMA) şeklinde olması durumunda aramanın örgütsel olduğu kanısını güçlendirdiği, ayrıca aynı ankesör/sabit (büfe-market vb.) hattan arka arkaya (ARDIŞIK) arama yapılmasının mahrem sorumlu şahsın tedbirsizliği ve işin kolayına kaçmasından kaynaklandığı, daha çok gizliliğe uymayan mahrem imamlar tarafından yapıldığı, aramaların kısa olmasının nedeninin ise askeri personelin daha önceden yeri ve zamanı kararlaştırılan görüşmeye gelinmemesi gerektiği veya gelip gelemeyeceğinin teyit edilmesi ya da görüşmeye gelmeyen kişiye gelecek görüşme yer ve zamanının bildirilmesi veya daha önceden kararlaştırılan yer/tarihin değişmesinden dolayı yapılan aramalar olmasından kaynaklı olduğu, aramaların genellikle mesai saatleri dışında yapıldığı, sorumlu şahsın askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı alakasız kişileri de ankesörle arayarak hedefin kaybolmasını amaçladığı, genellikle on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez iletişime geçilerek buluşmaların/toplantıların gerçekleştirildiği, bu görüşmede bir sonraki buluşma tarihinin kararlaştırıldığı, bir aksaklık olmadığı müddetçe yeniden aramaya ihtiyaç duyulmadığı, bazen mahrem sorumlu tarafından sorumluluğundaki gruplarla ilgili grup içerisindeki tek şahsın arandığı ve bu şahıstan gruptaki diğer şahsa veya şahıslara bilgi vermesini istediği, aramanın sadece büfe, lokanta, market vs. kontörlü arama yapılabilen yerler olmadığı, ayrıca ankesörlü telefonlar ile kontörü olmadığından bahisle rica yolu ile iş yerlerinde mevcut sabit hattan da arama işlemi yapılabildiği, genel olarak yüzbaşı ve üstü rütbedeki subaylarda birebir sorumluluk esasının geçerli olmasından dolayı birden fazla asker şahsın oluşturduğu hücre sisteminin tercih edilmediği, mahrem yapı sorumlusunun kural olarak sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğu, istisnai olarak sözde TSK yapılanmasının bölge esaslı teşkilatlanması nedeniyle yakın ilde bulunan hatlarla da iletişim kurulabildiği, mahrem yapı sorumlusunun sorumlu olduğu örgüt mensubu asker şahısları aramasından sonra belirlenen buluşma yerinde aranılan hatların takılı bulunduğu cihazların götürülmemesi veya götürülse bile kapatılmasına yönelik tedbir uygulanmaya çalışıldığı, bu tedbirin ortak yer baz istasyonundan sinyal verilmesini ve/veya dinleme yapılmasını önleme amaçlı olduğu, daha önceden kararlaştırılan noktaya gelinmediği takdirde ya da mahrem imam il dışında ise ve periyodik zamanlarla bir araya geliniyorsa (2 haftada bir Cumartesi gibi) bir gün önce mahrem imamın arayarak çağrı bıraktığı, arama işlemi sonrasında gizlilik (son aradığı numaranın telefon hafızasında kalmasını önlemek) ve tedbir amaçlı olarak ilgisiz rastgele numaraların çevrildiği ve redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışıldığı, sivil yönetici unsurun sorumlusu olduğu asker şahsın numarasının son iki rakamını kendi telefon rehberinde "10", "100" veya "99" rakamına tamamlayacak şekilde kayıt etmesinin en fazla başvurulan tedbir yöntemlerinden biri olduğu, bu nedenle yanlışlıkla numaraların şifrelenmiş hâliyle yapılan aramaların da gerçekleşebildiği, yapılanmada her yönetici sivil unsurun deşifre olmamak amacıyla kendi tedbir ve iletişim metodunu kendisinin belirlediği, (Bu metotlardan birisine örnek vermek gerekirse kısa süreli arama, cevapsız çağrı bırakma, aynı hattan parça parça kısa süreli arama vb.), mahrem yapı içerisindeki irtibatın ve şifreleme tekniğinin deşifre olmaması amacıyla çok sayıda şifreleme tekniğinin kullanıldığı,

Belirlenmekle;

Günümüzde iletişim aracı olarak cep telefonlarının kullanılmasının hayatın olağan akışına uygun ve kabul edilen bir gerçek olmasına karşın, kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatlar üzerinden asker şahıslarla GEZEREK ya da ARDIŞIK şekilde yapılan aramaların; örgütün gizlilik ve deşifre olmama kuralına uygun olarak Askeri Mahrem Yapılanmasının irtibat kurma yöntemlerinden biri olup FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün MAHREM İMAMLARI tarafından örgütsel amaçlı, örgütsel haberleşmeyi sağlamak amacıyla gerçekleştirildiği sonucuna varılmıştır.

B-2) Bir İletişim Aracı Olarak Ankesörlü/Sabit Hatlardan Periyodik Veya Ardışık Aramaların Hukuki Niteliği:

a) Ulusal ve Uluslararası Mevzuat:

Konuyla İlgili Ulusal ve Uluslararası Düzenlemeler;

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi:

Madde 8 - Özel ve aile hayatına saygı hakkı

(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

Özel hayatın gizliliği ve korunması

Özel hayatın gizliliği

Madde 20- Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.

Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış mercinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili mercin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

...

Haberleşme hürriyeti

Madde 22- Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.

Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.

İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.

Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar

Madde 38- (6)- Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.

Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma

Madde 90/5- Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre;

İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması

Madde 135 – (1) (Değişik: 21/2/2014–6526/12 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi (…) dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. (Mülga son iki cümle: 24/11/2016-6763/26 md.)

...

(3) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.

...

(6) (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir. (Ek cümleler: 24/11/2016-6763/26 md.) Cumhuriyet savcısı kararını yirmi dört saat içinde hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde kayıtlar derhâl imha edilir.

...

(8) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:

a) Türk Ceza Kanunu’nda yer alan;

...

15. (Değişik: 2/12/2014-6572/42 md.) Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (madde 302),

16. (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),

17. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları,

Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi

Madde 160 – (1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri

Madde 161 – (1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir.

(2) Adlî kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirler emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.

...

(4) Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.

Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi

Madde 206-(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:

(a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.

..

Delillerin Takdir Yetkisi

Madde 217 – (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.

Hükmün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken Hususlar

Madde 230 – (1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:

...

(b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.

Hukuka Kesin Aykırılık Hâlleri

Madde 289 – (1) Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır:

...

(i) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması.

Şeklinde düzenlenmiştir.

b) Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Hukukiliği:

Çağımızda hukukun değişmez niteliği; evrensel, herkes için, bağımsız, tarafsız, insan haklarına saygılı, eşitlikçi, özgürlükçü, adil, haksızlığa karşı vazgeçilmez oluşudur.

Bir ülkede bu ilkelerin benimsenip güçlendirilmesi ve içselleştirilmesi için demokratik düzenin bütün kurum ve kuruluşlarıyla oluşturulması, demokratik hakların etkin biçimde kullanılması, devletin bütün işlemlerinin hukuk sınırları içinde ve hukuk devleti ilkelerine uygun olması kadar çağdaş bir ceza yargılamasının sağlanması da gerekmektedir.

İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve öğretide ifade edildiği üzere, ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunmasıdır. Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 23.02.2016 tarihli ve 2014/5.MD-98 Esas 2016/83 sayılı ve 10.12.2013 tarihli ve 2013/359 sayılı kararlarına göre ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğin belirlenmesinde kullanılan yegane araç deliller olup nitekim 5271 sayılı CMK'nın "Delillerin takdir yetkisi" başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasında "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir." denilerek aynı amaca işaret edilmiştir. Bu açıklama ile ayrıca delillerin serbestliği ilkesine de vurgu yapılmaktadır. Buna göre, ceza muhakemesinde hangi hususu hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp yargılama yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır.

Ceza muhakemesinde maddi gerçek ortaya çıkarılırken, kişisel hak ve özgürlüklere saygı ile toplumsal düzenin sağlanması arasında bir denge kurulması temel amaçtır. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğretide ve uygulamada delil yasakları olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Anayasa'nın 38. maddesinin 6. fıkrasında, CMK'nın 206. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde, 217. maddesinin ikinci fıkrasında, 230. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde ve 289. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin esas alınamayacağı belirtilmiştir. Delilin hukuka aykırı bir yöntemle elde edilmiş olup olmadığına ise yargı makamı karar verecektir.

Delillerin yerindeliği incelemesi yapmayan ve bu konunun ulusal yargı organlarının takdirinde olduğunu belirten AİHM, elde edilen deliller dahil olmak üzere yargılamayı bir bütün olarak inceleyip bu çerçevede ilgilinin adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğine karar vermektedir (AİHM, Khan/Birleşik Krallık, 12.05.2000, B.No:35394/97, &34). AİHM, delillerle ilgili olarak, başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini esas almaktadır. (Bykov/Rusya, 10.03.2009, B.No:4378/02, & 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, 25.07.2013, B.No:11082/06, 13772/05, & 700).

Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir. Bu manada esas olan, delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaksızın, yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.

Görüldüğü gibi delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ulusal mahkemelerin takdirindedir.

c) Mukayeseli Hukuk ve AİHM Kararı Bağlamında Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi Delillerin Niteliği ve Hukukiliği:

Karşılaştırmalı hukukta iletişimin tespitine ilişkin düzenlemeler farklılık göstermektedir. Örneğin Fransa, İngiltere ve Avusturya'da iletişimin tespitine ilişkin bilgiler denetim kapsamında kabul edilmemekte ve herhangi bir sınırlamaya tabi bulunmadan bu bilgiler soruşturma ve kovuşturmada kullanılmaktadır.

Avrupa Birliğince (AB) 24.10.1995 tarihinde "Kişisel Verilerin İşlenmesinde Gerçek Kişilerin Korunması ve Serbest Dolaşımı"na ilişkin 95/46 nolu Yönerge kabul edilmiştir. Ancak söz konusu yönerge hükümlerinin savunma, kamu güvenliği veya ceza hukuku açısından uygulanmayacağı da belirtilmiştir. 95/46 nolu Yönerge temel alınarak düzenlenen telefon konuşmaları ve e-postaları da kapsayacak şekilde elektronik iletişimde özel yasanın gizliliği ve kişisel verinin korunmasına dair 2002/58 nolu Yönerge'nin amacı, Avrupa Birliğine üye ülkeler tarafından, haberleşmenin gizliliğine yetkisi bulunmayan kişilerce erişilmesini engellemek, kamu telekomünikasyon şirketleriyle ve kamuya açık telekomünikasyon servisleriyle sağlanan telekomünikasyon gizliliğini korumak amacıyla önlemlerin alınmasını sağlamaktır. (Hayrünisa Özdemir, Haberleşmenin Gizliliği ve Kişisel Veriler, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.13, S:1-2, 2009, s. 286) Bununla birlikte bu yönerge; devletlerin elektronik iletişimi, hukuka uygun denetleme veya AİHS'ye uygun olarak önlem alma imkânlarını etkilememektedir. (Saadet Yüksel, Özel Yaşamın Bir Parçası Olarak Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Gizliliğine Önleyici Denetimle Müdahale, Beta, 1. Baskı, 2012, s. 89-99).

AİHM, kişisel verilerin elde edilmesini her durumda özel yaşamın gizliliği hakkına bir müdahale olarak görmemekte ve kişisel verilere ilişkin AİHS'nin 8. maddesi çerçevesinde iki aşamalı bir değerlendirme yapmaktadır. Öncelikle müdahalenin yasal dayanağı olup olmadığı ve ulaşılabilirliği, daha sonra ise ulusal güvenlik gibi meşru bir amaç bağlamında müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını değerlendirmektedir. (Saadet Yüksel, a.g.e, s. 103).

Bu bakımdan AİHM devletlerin, ulusal güvenliklerini korumak amacıyla, yetkililere kamunun ulaşamadığı kişisel verileri barındıran kayıtlarda bilgi toplama ve kaydetme yetkisini veren kanuni düzenlemeler yapmasını uygun görmektedir. (Leander/İsveç, 26.03.1987, B.No: 9248/81, & 59).

Nitekim AB'nin 95/46 ve 2002/58 nolu Yönerge'leri doğrultusunda tanzim edilen 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun "İstisnalar" başlıklı 28. maddesinde de kişisel verilerin milli savunmayı, milli güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini sağlamak için kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşlar tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında veya soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi hâllerinde söz konusu kanun hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir.

AİHM, bir devletin terörle mücadele etmek için önlem almadan önce felaketin gelip çatmasını beklemesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. (A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 19.02.2009, B.No: 3455/05, & 177).

Görüldüğü üzere AİHM, Sözleşme'nin 8. maddesinde herkesin kendi özel yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğunun açık bir şekilde belirtilmesine karşın terörle mücadele, terör saldırılarını engellemeye yardımcı olabilecek bilgilerin toplanması, terör şüphelilerinin yakalanıp yargılanması amacıyla özel gözetleme yöntemlerinin kullanmasına cevaz vermektedir.

d) Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Kabul Edilip Edilmeyeceğine İlişkin Hukuki Değerlendirme:

ByLock için yapılan değerlendirmeler ışığında; demokratik kurumlara, hukuk devletine, demokrasiye ve insan haklarına karşı 15.07.2016 tarihindeki darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip bir çok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün çok büyük bir önem verdiği silahlı kanadını oluşturan askeri mahrem yapılanmasına yönelik yapılan soruşturmada, şüphelilere ve suç delillerine ulaşılması amacıyla Ankara merkezli ve diğer illerde Cumhuriyet Başsavcılıklarının yasal yetkisine dayanarak hâkim kararıyla geçmişe dönük elde ettiği iletişimin tespiti (HTS) kayıtlarının, hukuka uygun bir delil olarak hükme esas alınmasında herhangi bir hukuki isabetsizlik bulunmadığı, yapılan işlemin demokratik bir ülkede gereklilik ve orantılılık ilkelerine uygun olduğu, kanunda yazılı esas ve usullere göre bu tedbire başvurulmasının iletişim özgürlüğü hakkının özünü ortadan kaldırmayacağı kanaatine varılmıştır.

İçeriğine müdahale edilmeden, iletişim araçlarının diğerleri ile kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespitine yönelik işlem olması ve daha çok dış bağlantı verilerini ifade etmesi nedeniyle iletişimin tespiti, Cumhuriyet savcısının soruşturma yetkisini düzenleyen CMK'nın 160 ve 161. maddeleri kapsamında istenebilecek delillerdendir. Cumhuriyet savcısı, soruşturmanın ayıklayıcılık ve kişilerin lekelenmeme hakkı ilkelerini dikkate alarak, delil toplarken Anayasa'da ve yasada düzenlenen orantılılık ilkesini göz önüne almak durumundadır. İletişimin tespitinin istenmesi her zaman aleyhe sonuç doğurmaz. Bazen suça katılmayan kişilerin erkenden tespiti ile haklarında başkaca ceza muhakemesi tedbirine başvurmama imkânını da sağlayabilir.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 135/6. maddesindeki (Ek: 2/12/2014-6572/42 maddesi) şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Daha önce uygulamada Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 160 ve 161. maddelerinde düzenlenen Cumhuriyet savcısının delil toplama yetkisi kapsamında iletişimin tespitinin yapıldığı, yapılan değişiklikle bu yetkinin hâkime verildiği, gecikmesinde sakınca olduğu hâllerde Cumhuriyet savcısının bu yetkiyi kullanabileceği düzenlenmişti.

Ancak yeni ceza yargılaması sisteminde soruşturma evresi, suç işlendiği izlenimini veren hâlin öğrenilmesi ile başlar ve iddianamenin kabulü kararı verilinceye kadar devam eder. Soruşturma evresi üç aşamada gerçekleşir. Bunlar: başlangıç soruşturması, kısa soruşturma ve ara soruşturma aşamalarıdır. İlk aşama, Cumhuriyet savcısının araştırmalara başlama kararı ile gerçekleşen başlangıç soruşturmasıdır. Bu aşamada, kural olarak henüz suçun kim tarafından işlendiği konusunda bir bilgi mevcut bulunmadığı için şüpheli de yoktur. Bu aşamada bir suç işlendiğine dair basit şüphe oluşmazsa kovuşturmama kararı verilecektir. Aksi takdirde soruşturmanın diğer aşamalarına geçilip ortaya çıkan şüpheli/şüphelilere ilişkin deliller toplanarak suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı bir iddianame düzenleyecektir.

Ayrıntıları ilgili bölümde açıklanan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün iletişim yöntemi olarak ankesörlü/sabit hatlardan periyodik veya ardışık aramalar yaptıkları yönündeki tespitlerden sonra, soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK'nın 160/1. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının sohbet olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market, büfe vb. yerlerde kurulu bulunan ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatları özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi üzerine CMK'nın 135/6. maddesi gereğince sabit hat ve ankesörlü hatlara yönelik iletişimin tespiti kararları alınarak uygulamaya konulması, bu cümleden olarak şüpheli kişilerin hatlarıyla kamuya açık, birbirinden bağımsız büfe, market vb. yerlerde kurulu bulunan sabit veya ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesi, üçüncü kişilere ait verilerin ayıklanması ile yapılan analizler sonucunda şüphelilere ulaşılmasında hukuka aykırı yöntemlerin kullanıldığı ileri sürülemeyeceği gibi ihlal edildiği iddia edilen hakka nazaran kamu güvenliğinin korunması ve suçla mücadele için sağlanan yararın üstünlüğünden de kuşku duyulmaması gerekecektir.

Şüphelinin/sanığın mahrem yapıda yer alıp sabit hat ve/veya ankesörlü telefonlar üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadığının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından; suçun ispatı açısından belirleyici nitelikte olması nedeniyle bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında taraflar huzurunda tartışılması ve savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca bu delillerin teyidi açısından;

Mahrem imamların büfe/ankesörlü sabit telefon hattı ile hedef şahıslarla görüşmelerinde gizliliği sağlamak için genellikle kullandığı yöntem olarak belirlenen;

Hedef şahsın telefon numarasının deşifre edilmesinin önlenmesi amacıyla çeşitli şifreleme metotları kullanarak kaydedilmesi,

Bazı mahrem imamların arama yapmadan önce ajandada kayıtlı numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker şahsı tekrar gerçek numarasından aramış olmaları,

Aramaların tek taraflı ve kısa süreli olması veya sadece çağrıdan ibaret bulunması,

Aranan askeri personel ise genellikle rütbe/makam olarak ve bağlı bulunduğu kuvvetlerin de denk olmaları,

Mahrem imamlar tarafından gerçekleştirilen arka arkaya aramanın (ardışık arama) örgütsel amaçlı olduğuna dair karine oluşturması,

Aramanın mesai saatleri dışında yapılması, sorumlu şahsın askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı alakasız kişileri de ankesörle arayarak bu bütün içerisinde hedeflerin kaybolmasını sağlama çabası,

Aramanın on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez olmak üzere periyodik olması,

Mahrem imamın sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğunun gözetilmesi,

Asker şahısların hatların takılı bulunduğu cihazların toplantı yerine götürülmediği veya götürülse bile kapalı tuttukları,

Mahrem imamlarca hedef şahıs arandıktan sonra ilgisiz rastgele numaraların çevrilerek redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışılması,

Hususlarını da ortaya koyan, bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında kişiselleştirilmiş, emniyet birimlerince büfe/ankesörlü sabit telefon hatlarıyla irtibat kurma yöntemine ilişkin olarak düzenlenen ayrıntılı analiz raporunun temin edilerek dosyaya konulması,

-Emniyet kayıtlarının yanı sıra BTK'dan alınan baz istasyonunu gösterir HTS kayıtlarının "0" saniyeli çağrılar da dahil olmak üzere getirtilmesi,

-Şüpheli/sanığın görev yaptığı diğer şehirlerde ardışık aramalarının olup olmadığı araştırılarak sabit hat ve ankesörlü telefon kullandığına ilişkin analiz raporunun da istenmesi,

-Şüpheli/sanıkla ilgili sabit hat veya ardışık aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde tanık sıfatıyla dinlenilmeleri,

-Ardışık aramalar kapsamında diğer şahıslar hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya ibrazı sağlanarak değerlendirilmesi suretiyle maddi gerçeğin ortaya konulması,

Gerekmektedir.

Bu kapsamda;

Yukarıda açıklanan özellikler doğrultusunda; mahrem hizmetlerde görevlendirilen asker veya sivil şahsın, örgütün gizlilik ve deşifre olmama kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağında kuşku yoktur.

C) HABERLEŞME İÇİN OPERASYONEL HAT KULLANILMASI:

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün örgütsel toplantılar için iletişim kurma yöntemlerinden biri olan operasyonel (patates) GSM hatlarıyla görüşme yapıldığı yönünde şüphe oluşması durumunda soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK'nın 160/1. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda örgüt mensuplarının sohbet olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market ve büfe gibi yerlerde kurulu olup ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar dışında operasyonel GSM hatlarını da özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi hâlinde şüphelinin/sanığın askeri mahrem hizmetler yapılanmasında veya sivil şahıslardan olup örgütteki konumu itibariyle operasyonel hat üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadığının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında şüpheli/sanığın hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi bakımından; özellikle suçun ispatında belirleyici delil niteliğinde olması hâlinde bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda sabit hat veya ardışık arama için yapılan açıklamalar ışığında, taraflar huzurunda tartışılması ve savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Burada şüpheli/sanık tarafından kullanılan GSM hattı ile mahrem imam tarafından kullanılan hatlara ait HTS raporları karşılıklı mukayese edildiğinde her iki hattın ortak baz bilgileri bulunduğu, her iki GSM hattının da aynı tarih ve yakın saatler aralığında aynı yerde baz verdiği, görüşmelerin ağırlıklı olarak tek bir GSM numarasıyla olduğu hususlarının mevcudiyeti hâlinde başkası üzerine kayıtlı bu hattın operasyonel hat olarak kullanıldığının tespiti mümkün olabilecektir.

Bu kapsamda;

Sanığın FETÖ/PDY'nin operasyonel hat kullanmak suretiyle oluşturulan hücresel haberleşme ağında yer aldığının teknik verilerle belirlenmesi,

Sanığın kullandığı operasyonel hat ile örgüt mahrem imamının kullandığı hattın aynı baz istasyonunda sinyal alıp almadığının tespitinin yapılması,

Sanığın silahlı terör örgütünün mahrem imamları ve yöneticileriyle iletişim kurma yöntemleri, zaman aralıkları, çeşitlilikleri, sanığın asker mi sivil şahıs mı olduğu, irtibat kurduğu kişilerin örgütün mahrem imamı olup olmadıkları hususlarının tespiti,

Operasyonel hat olarak kullanılan telefon numarasının kimin adına, ne zaman, nerede alındığına ilişkin GSM operatörlerinden belgelerin getirtilerek belgelerin incelenmesi, bu hattın kim tarafından alındığına yönelik araştırma yapılıp gerekli tespitlerin yapılması,

Operasyonel hat olarak kullanılan GSM hattının faturalarının nerede, kim tarafından ve hangi yöntemlerle ödendiğine ilişkin tespitlerin yapılması,

Yine operasonel hattın kontürlu hat olarak kullanılması durumunda kontürlerin nerede, ne zaman, kim tarafından yüklendiği ve ücretlerinin nasıl ödendiğinin tespiti,

Operasyonel hat ile bu hattı kullanan askeri şahısların görüştüğü mahrem imamların GSM hatlarının HTS kayıtlarının ve diğer iletişim bilgilerinin getirilmesi,

Sanığın kullandığı operasyonel hat ile asker ve sivil imam şahısların kullandığı operasyonel hatların ortak bazlarının bulunup bulunmadığı ve mahrem imamlar tarafından kendisi gibi asker olan başka dosya şüphelileri ile farklı tarihlerde ardışık olarak aranıp aranmadığı, arama sayısı ve aramaların periyodik olup olmadığı, aramaların gerçekleştirildiği zaman, konuşma süreleri, sanığın farklı sabit hatlardan aranması, aranmaların makul görünüp görünmediği konusunda uzman teknik bilirkişiden inceleme raporu ve operasyonel hat/HTS veri analiz raporu alınması,

Gerektiğinde operasyonel hat ile mahrem imamın kullandığı hattın diğer iletişim bilgilerinden olan; abone ismi, adresi, abone kimlik bilgileri, telefon numarası, IMEI numarası sorgusu veya eşleştirmesi (IMEI numarasından kullanıcı, kullanım tarihi, kimlik ve adres bilgisi araştırması), IP sorgusu bilgileri, sim kart bilgisi ve eşleştirmesi, IMSİ bilgisi, PUK numarası bilgisi, kontör kartları bilgisi ve eşleştirmesi, Roaming bilgisi, telefonun açık olup olmadığı bilgilerinin temin edilmesi,

Sanıkla ilgili operasyonel hatla aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde bu kişilerin tanık sıfatıyla dinlenmesi,

Operasyonel hat aramaları kapsamında diğer asker şahıslar (hücresel iletişim ağında yer alan) hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya getirilmesi,

Böylece elde edilen tüm bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilerek maddi gerçeğin ortaya çıkarılması,

Gerekmektedir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ve tespitler doğrultusunda; sanığın, örgütün gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla operasyonel (patates) hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı veya kendisinin aradığı her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağı kabul edilebilecektir.

D) TANIKLIK:

a) Genel Olarak:

Ceza Muhakemesinde önemli yer tutan tanıklık, yargılamaya konu fiilin fail tarafından işlenip işlenmediği ya da nasıl işlendiği konusunda yargılama makamının kanaate ulaşmasını sağlayan kanıtlardan birisidir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251 Esas 2013/454 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere tanık, kendisine karşı yürütülmeyen bir ceza soruşturmasında, olay hakkında beş duyu ile edindiği algılamaları ifadesiyle açığa vuran kişidir.

Kural olarak ceza muhakemesinde taraf sıfatı bulunanların tanık olarak dinlenmemesi gerekir. Bu nedenle davanın tarafı olan sanık ve şüphelinin tanık olarak dinlenmesini Ceza Muhakemesi Kanunu düzenlememiş ancak şeriklerin tanıklığına imkân sağlamıştır.

Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre, görülmekte olan davada yargılanan sanığın, suç ortağı hakkında tanık olarak dinlenilmesi mümkündür. CMK'nın 50. maddesinde soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar tanık olarak dinlenebilirler, ancak bu tanıkların yeminsiz olarak dinlenmeleri gerekmektedir. Suç ortağının vereceği ifade, kendisinin de suçlanması sonucunu doğuracaksa tanıklıktan çekinme olanağına sahiptir. CMK'nın 48. maddesinde temelini Anayasa'nın 38/5. maddesinden alan ve adil yargılanma hakkını güvenceye bağlayan bir düzenlemeye yer verilmiştir.

Çekinme hakkı hatırlatılmadan tanığa bu tür soruların yöneltilmesi sonucu alınan cevaplar hukuka aykırı biçimde elde edilen kanıt niteliğindedir, (CMK'nın 206/a ve 217/2. maddeleri) hukuka aykırı delil de hükme esas alınamaz. (Yargıtay CGK'nın 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251, 2013/454 sayılı kararı)

Sanığın kendisinin de katıldığı suçlarla ilgili tanık sıfatıyla dinlenmemesi, sanığın açıklamalarının delil niteliği taşımayacağı anlamına gelmemektedir. Örneğin, diğer örgüt üyeleri kabul etmediği hâlde örgüt üyelerinden birisinin suçu birlikte nasıl işlediklerini samimi olarak anlatması ve destekleyici kanıtların da bulunması hâlinde elbetteki bu beyan delil olarak değerlendirilecektir. Bu bakımdan bir anlatımın tanık beyanı veya sanık beyanı olarak adlandırılmasının çok önemi de bulunmamaktadır.

b) Çağrı ve dinleme:

Sanık duruşmaya tanık getirebileceği gibi mahkemeye davet de ettirebilir. (CMK'nın 179. maddesi).

Mahkeme tanığın dinlenmesi için belirlenen gün ve saati sanığa ve müdafisine bildirmelidir. (CMK'nın 181/1. maddesi).

Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinlenme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmez. (CMK'nın 210/1. maddesi).

Sanık ancak suç ortaklarının veya tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilmesi hâlinde, dinleme sırasında mahkeme salonundan çıkarılabilir, ancak tekrar getirildiğinde tutanaklar okunup ve gerektiğinde içeriği anlatılır. (CMK'nın 200. maddesi).

Tanıktan, tanıklık edeceği konulara ilişkin bildiklerini söylemesi istenir ve tanıklık ederken sözü kesilmez. Tanıklık edilen konuları aydınlatmak, tamamlamak ve bilgilerinin dayandığı durumları gereğince değerlendirebilmek için tanığa ayrıca soru yöneltilebilir. (CMK'nın 59. maddesi).

Tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı okunarak hatırlamasına yardım edilir. Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışır.

CMK'nın 201. maddesine göre, Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilir. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer soru sorabilir. Heyet hâlinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir.

c) Gizli tanıklık:

Kovuşturmanın aleniliği, yargılamanın doğrudan doğruyalığı ve kovuşturma aşamasında tüm yargılama süjeleri huzurunda delillerin tartışılıp maddi hakikate ulaşılması ilkelerine aykırı olmakla beraber kanun koyucu, suç örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda maddi gerçeğe ulaşmak adına bu prensiplerden vazgeçmeyi göze almıştır.

Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçların ortaya çıkarılması için başvurulabilecek tanıkların, muhatap oldukları tehlike nedeniyle temininde zorluk yaşanmaktadır. Bu nedenledir ki 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu'nda ve CMK'nın 58/2-5. fıkralarında tanıkların korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiş ve gizli tanıklığın esasları düzenlenmiştir. Gizli tanıklığa başvurabilmek için CMK'nın 58/5. maddesinde tanıklığa konu eylemin bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş bir eylem olması aranırken örgütün faaliyeti dışında işlenen tüm suçlar kapsam dışı bırakılmıştır. Tanık Koruma Kanunu'nda örgütlü suçlar için cezanın alt sınırının iki yıl ve daha fazla olması şartı getirilmiştir. Sadece terör örgütünün faaliyetleri kapsamında değerlendirilen suçlar için alt sınır konulmamıştır. (TKK'nın 3/1-b maddesi) Bunun yanında örgüt kapsamında işlenmese bile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve alt sınırı on yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren tüm suçlar Tanık Koruma Kanunu kapsamında değerlendirilmiştir.

Tanığın taraflar huzurunda dinlenilmesi, tanık ya da yakınları adına ağır tehlike oluşturmalı ve bu tehlike başka türlü önlenemiyor olmalıdır. Tanık Koruma Kanunu'nun 1. maddesi uyarınca tehlikenin ağır ve ciddi olması gerekmektedir. Tehlikenin niteliği, tanığın subjektif algılaması ile değil yetkili makamlarca her somut olayın özelliğine göre yapılacak değerlendirmeyle saptanmalıdır.

CMK'nın 58/2. maddesine göre gizli tanığın kimliğinin ortaya çıkmaması için mahkeme 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu'nun 9. maddesinde belirtilen tedbirlere başvurabilir.

Gizli tanık kovuşturma aşamasında, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan dinlenilebileceği gibi tarafların huzurunda ancak, duruşma salonunun dışında başka bir odada görüntü ve sesi salona aktarılarak gerektiğinde ses ve görüntüsü değiştirilerek ya da duruşma salonunda bulunmakla birlikte kabin, perde gibi tanınmasını engelleyecek şekilde tedbirler alınarak dinlenebilir.

Gizli tanık, tanıklık ettiği olayları hangi nedenle öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlü olduğu gibi bu bilgiyle de beyanının gerçeğe uygunluğu denetlenmeli, bunun yanında sanık ve tarafların tanığın kimliğini ortaya çıkaracak soru sorması engellenmelidir.

Tanık Koruma Kanunu'nun 9/8. maddesine göre gizli tanık beyanı tek başına hükme esas alınamaz. Özellikle mahkumiyet kararı, ek başka delil olmadıkça, yalnızca gizli tanık beyanı esas alınarak verilemez. Dinlenen gizli tanığın birden fazla olmasının da önemi yoktur. Delil türü olarak yalnızca gizli tanık beyanına dayanılarak mahkumiyet kararı kurulamaz.

Kovuşturma aşamasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla beraber eğer bir mahkumiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında sorgulama ve sorgulatma olanağı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları AİHS'nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bir tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise bu tanık mutlaka duruşmada dinlenmeli ve taraflara soru sorma imkânı sağlanmalıdır.

AİHS'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına, tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğine işaret etmektedir. (Sadak ve diğerleri/Türkiye; B. no;29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, s.67).

Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli husus, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dahil dermeyan ettikleri delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi hâlinde yargılama makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir. (AİHM Vidal/Belgium, B.No. 12351/86, 22/04/1992).

d) Etkin Pişmanlık Hakkından Yararlanan Sanıkların Tanıklığı:

Örgütsel faaliyetlerin büyük bir gizlilik içinde yürütülmesi nedeniyle örgüt mensuplarının ve eylemlerinin tespitinde önemli zorluklar yaşanmaktadır. Bu suçların ispat araçlarından birisi de bizzat örgüt mensuplarının beyanlarıdır. Uygulamada itirafçı olarak adlandırılan bu tanıklar suçların aydınlatılması açısından önemli bir kaynaktır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2008 tarihli ve 9-18-78 sayılı kararında; etkin pişmanlık hükümlerinin amacı, bir yandan terör ve örgütlü suçlarla mücadele bakımından stratejik önemi nedeniyle en etkili bilgi edinme ve mücadele araçlarından olan örgütün kendi mensuplarını kullanmak, diğer taraftan da suç işlemeyi önlemek, mensup olduğu yasa dışı örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olanları ve işlediği suçtan pişmanlık duyanları cezalandırmayarak ya da cezalarında belli oranlarda indirim yaparak yeniden topluma kazandırmaktır şeklinde açıklanmıştır.

Örgüt mensubu olup etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak amacı ile tanıklık yapanların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerekecektir.

CMK'nın "Kendisi veya yakınları aleyhine tanıklıktan çekinme" başlıklı 48. maddesi "Tanık, kendisini veya 45 inci maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Tanığa cevap vermekten çekinebileceği önceden bildirilir." şeklinde hükümler içermektedir.

Tanıklıktan çekinmede, bütün hâlinde tanığın çekinme hakkı gündeme gelmekte; burada ise tanık, kendisine sorulan sorulardan kendisi ya da sayılan yakınlarını ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olanlar bakımından cevap vermeme takdirine sahiptir. Bu kapsam dışında kalan hususlarda tanığın, salt bu madde uyarınca çekinme hakkı bulunmamaktadır.

Diğer yandan, CMK'nın "Yemin verilmeyen tanıklar" başlıklı 50. maddesi;

"(1) Aşağıdaki kimseler yeminsiz dinlenir:

a) Dinlenme sırasında onbeş yaşını doldurmamış olanlar.

b) Ayırt etme gücüne sahip olmamaları nedeniyle yeminin niteliği ve önemini kavrayamayanlar.

c) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar." şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Doktrinde genel kabul gören görüşe göre örgütlü suçlar, anlaşma suçlarının bir türü olup çok failli suçlardandır. Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olmak da genel iştirak hükümlerinin ötesinde örgüt kurmak ve yönetmekten ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve cezai yaptırıma bağlanmıştır. Dolayısıyla, bu suç tipi açısından müşterek faillik suretiyle iştirak söz konusu olamayacaktır.

Bu bağlamda, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olduğu iddiasıyla farklı yürütülen bir muhakemenin şüpheli ya da sanık sıfatıyla süjesi olan failin, aynı örgüte üye olduğu iddiasıyla yargılanan diğer kişilerin varsa örgüt içerisindeki konumlarının ve örgütsel faaliyetlerinin tanığı konumunda olup bu kişiler hakkında görülmekte olan davalarda tanık sıfatıyla dinlenmesinde bir sakınca bulunmadığı gibi diğer sanığa atılı örgüt üyeliği suçuna müşterek fail sıfatıyla iştiraki de mümkün olmadığından, bu kişilerin eylemlerine ilişkin tanıklık yaptığı noktada tanıklıktan ve yeminden çekinme hakkı da söz konusu olmayacaktır.

Diğer yandan, 5237 sayılı TCK'nın "Etkin pişmanlık" başlıklı 221. maddesinde; suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olma suçlarını işledikten sonra soruşturma veya yargılama aşamasında etkin pişmanlık gösteren failler hakkında şahsi cezasızlık veya cezada indirim yapılmasını gerektiren hâller olarak kabul edilmiştir.

05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun, 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun ve 29.07.2003 tarihli 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu'na benzer şekilde 5237 sayılı TCK'nın 221. maddesinde yapılan düzenlemeyle; kanun koyucu, örgütlerle etkin mücadele edebilmek için, örgütleri ortaya çıkarıp dağıtmayı, örgüt elemanlarını devletin yanına çekerek bir yandan zayıflatıp diğer yandan da örgütlerin deşifre olmasını sağlayarak örgüt bünyesinde faaliyet gösteren failleri yakalamayı, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan sanıkları topluma kazandırmayı, örgüt bünyesinde gerçekleştirilen eylemleri açığa çıkarmayı ve benzer suçların tekrar işlenmesini önlemeyi amaçlamaktadır.

Etkin pişmanlık hükümleri kanunda failin cezasının kaldırılmasını veya cezada indirim yapılmasını öngören bir şahsi hâl olarak düzenlendiğinden, örgütlü suçluluk kapsamında savunmasının alınması sırasında kişiye bu hükümlerin hatırlatılması CMK'nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kanuna aykırı bir vaat niteliğinde olmadığı gibi kişinin de kendi iradesiyle bu hükümlerden yararlanmayı kabul ederek ifade vermesinde ve bu ifadenin başka kişiler hakkında görülmekte olan davalarda adil yargılanma hakkına uygun olarak o davaların sanığına etkin itiraz yolları tanınması suretiyle delil olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Dosyanın incelenmesinde; beyanları hükme esas alınan tanıkların kendi haklarında yürütülen soruşturmalarda müdafileri huzurundaki ifadelerinde kendi iradeleriyle beyanda bulunmuş olmaları, aşamalarda herhangi bir kimse tarafından kendilerine kanuna aykırı vaatte bulunulduğuna ya da bu yönde zorlandıklarına dair delile dayanan somut iddialarının bulunmaması, kovuşturma aşamasındaki oturumlarda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere söz konusu tanıkların sanığa atılı suça ilişkin beyanda bulunmaları ve bu suça müşterek fail sıfatıyla iştirak etmemeleri nedeniyle tanıklıktan ve yeminden çekinme haklarının bulunmaması, bununla birlikte sanık ve müdafisinin de hazır olduğu ortamda beyanda bulunan tanıklara karşı sanık ve müdafisine tanıklara soru sorma ve bu beyanlara karşı savunma yapma haklarının etkin şekilde tanınmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde tanıkların dinlenilme usulleri ve bu beyanların değerlendirilerek hükme esas alınması açısından mahkeme hükmünün hukuka aykırı delile dayanmadığı anlaşılmaktadır.

Bazı hâllerde müdafisi huzurunda veya yargılandığı mahkemede etkin pişmanlık kapsamında beyanda bulunan şüpheli veya sanıklar, tanık sıfatıyla başka mahkemelerde dinlendiğinde, örgütten korkması veya değişik sebeplerle önceki anlatımından vazgeçtiği görülmektedir. Bu durumda hâkim önünde verilmiş bulunan ifadenin delil değeri yargılamayı yapan mahkemece tartışılıp değerlendirilmelidir.

Diğer delillerin ibrazında olduğu gibi beyan delili niteliğindeki tanıklar; kanuna aykırı olarak elde edilmiş ise, delille ispat edilmek istenen olayın karara etkisi yoksa veya istem sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa mahkemece reddedilebilecektir. (CMK'nın 206/2. maddesi).

Delilin ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez. (CMK'nın 207/1. maddesi).

Somut olayda, bir kısım tanıkların dinlenilmesinin reddedilmesi, ispatı gereken olayın karara etkisi bulunmadığından hukuka aykırı görülmemiştir.

E) BANK ASYA:

Bank Asya, ülkemizde faaliyet gösteren dört katılım bankasından biri olarak 24 Ekim 1996 tarihinde Asya Finans Kurumu A.Ş. unvanıyla kurulmuş ve 20.12.2005 tarihinde ise Asya Finans Kurumu A.Ş. olan ünvanı Asya Katılım Bankası A.Ş. olarak değiştirilmiştir. Kuruluş itibariyle, Asya Katılım Bankası A.Ş.'nin ödenmiş sermayesi 900.000 TL olup bunun 360.000 TL'si A grubu, 540.000 TL'si ise B grubu paylardan oluşmaktadır. Bank Asya'nın halka açıklık oranı %54,04 olup 2014 yılı sonu itibariyle yaşadığı mali sıkıntılar sebebiyle aktif büyüklüğü ile sektörde 21. ve emsal grup (katılım bankaları) arasında ise 4. sıraya gerilemiştir.

Terör örgütleri faaliyetlerini devam ettirebilmek için paraya ihtiyaç duyarlar. Örgüte finansal olarak kaynak sağlamak için legal görünümlü ekonomik getirisi olan ticari işletmeler kurulabildiği gibi uyuşturucu veya silah ticareti, kara para aklamak şeklinde yasa dışı faaliyetler ile ya da mensupları ile sempatizanlarından bağış, himmet adı altında para toplayarak ekonomik kaynak sağlayabilmektedirler. FETÖ/PDY'nin de finansal gücünün en önemli ayaklarından biri olan Asya Katılım Bankası A.Ş.'nin esasen ekonomik prensipler ve ticari hükümler çerçevesinde faaliyet göstermesi beklenmekte iken, kuruluş tarihinden itibaren örgütün yurt dışı ve yurt içi kurumlarının finansmanı amacıyla kullanıldığı, 2008 yılından itibaren başlayan birtakım mali ve kurumsal sıkıntıların yoğunlaştığı Aralık 2013-Ocak 2014 döneminde bankanın 29.05.2015 tarihinde fona devrine kadarki süreçte kamu oyu ve ekonomik çevrelerde kaybettiği itibar nedeniyle yaşadığı finansal krizi aşabilmek adına; rasyonel ekonomik gerekçelere ve kurumsal yönetim ilkelerine aykırı bir şekilde sözde örgüt liderinin ve örgütün yönlendirmesiyle mevduat toplama kampanyaları düzenlediği BDDK'nın 28.05.2015 tarihli mali analiz raporundan anlaşılmaktadır. Bankanın bahse konu finansal krizin aşılabilmesi için örgüt lideri Fettullah Gülen tarafından 25.12.2013 tarihinde Bank Asya'ya para yatırılması yönünde talimat verildiği, söz konusu talimatın banka yönetimi tarafından Kamuyu Aydınlatma Platformunda tekzip edilmediği gibi bankanın Genel Müdürü ...'dan Yönetim Kurulu Başkanı ... ve Yönetim Kurulu Üyeleri .... ... ...., .... ve ....'e 06.01.2014'de iletilen 05.01.2014 tarihinde banka çalışanı ...'in ...'a gönderdiği "Affınıza mahçuben" konulu elektronik posta mesajının içeriğinde "....Bizim iklimimizden bir ağabeyim .... Bankamız için seferberlik ilan ettik, aynen 2001'de olduğu gibi, neyimiz varsa namusumuz bildiğimiz bankamız için yarından tezi yok getireceğiz .... Arkadaşlar evini arabasını satacak, gerekirse başka bankalardan kredi çekecek bankamıza mevduat koyacağız..." ifadeleri yer almaktadır. Bu doğrultuda talimat kapsamındaki ekonomik ve rasyonel saike dayanmayan bir şekilde hesabı olmayan kişilerin bankada hesap açtıkları, hesabı olan kişilerin ise cari ve katılım hesaplarında bulunan mevduatlarında artışa gittikleri veya muhtelif bankacılık işlemleriyle bankaya likitide sağladıkları anlaşılmaktadır.

İkinci talimat ise 28.08.2014 tarihi olup bu talimat sonrasında da Eylül - Ekim aylarında para yatırılmasına ilişkin yoğun bir kampanya gerçekleştirildiği görülmektedir.

Bank Asya'ya para yatırılması talimatlarından üçüncüsü BDDK'nın bir kısım banka imtiyazlı pay sahibine tedbir uyguladığı ve akabinde fon yönetimi tarafından banka yönetiminin değiştirildiği tarih olan 04.02.2015'dir. Bu tarihte sosyal medya paylaşımları ve banka şubeleri önünde yapılan eylemlerle kişilerin bankaya para yatırılmaya yönlendirildiği ve sembolik (50-100 TL) olsa dahi yeni hesap açma ve para yatırma işlemlerinin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Rutin bankacılık işlemleri dışında talimat sonrası açılan hesap sayısı ve işlem hacmine ilişkin veriler aşağıda yer almış olup ortaya çıkan rakamlardan talimatın yerine getirildiği bankacılık işlemlerinde mutad olmayan artışların sağlandığı görülmektedir.

Yıl Ay Toplam Kendisi Eşi Eski Eşi Oğlu/Kızı Kardeşi Annesi Babası

2013 12 3809 1256 700 11 109 1073 145 287

2014 1 66483 25482 16847 204 2251 17350 2817 3176

2014 2 39654 15431 10069 129 1362 10568 2329 2454

2014 3 22361 8244 5018 85 665 5957 1400 1758

2014 4 15737 5552 3388 63 426 4205 839 1398

2014 5 13679 4614 2767 45 329 3668 616 1025

2014 6 12546 4441 2713 58 395 3510 587 911

2014 7 11560 4174 2431 36 441 3403 424 719

2014 8 20681 7159 4826 74 1090 5860 854 985

2014 9 65130 25807 18366 180 3496 17039 2613 2427

2014 10 38771 13486 8774 113 1990 11496 1689 2043

2014 11 42992 14032 9567 161 1985 11776 2055 2638

2014 12 13782 5379 3439 38 603 3758 546 778

2015 1 14257 5705 3617 39 548 3940 634 827

2015 2 41978 13729 10979 124 6125 10539 2179 1776

2015 3 17545 6699 4513 57 1059 4813 844 864

2015 4 12630 3794 3077 34 711 3452 628 778

2015 5 11623 4247 2954 21 618 3148 567 721

Tablodan anlaşılacağı üzere rutin bankacılık faaliyeti dışında örgüt liderinin talimatı doğrultusunda kişisel yarar amacı güdülmeksizin örgütün finans kaynaklarından olan bankanın krizden kurtarılması için örgüt liderinin talimatı doğrultusunda hareket edilip zaman zaman başka bankalardan kredi kullanmak suretiyle Bankasya'ya para yatırılması örgüte ve liderine bağlılığı gösteren bir faaliyet olarak değerlendirilmiştir. Bu faaliyetin tek başına örgüt üyeliği için yeterli kriter olarak kabul edilmesi mümkün değil ise de terör örgütüne yardım etme olarak değerlendirilebilecektir.

F) ETKİN PİŞMANLIK:

Terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulması, alınabilecek diğer tedbirlerle birlikte bu örgütlerin etkisizleştirilip ortadan kaldırılmaları, geçmişte meydana gelen terör eylemlerinin aydınlatılması, gelecekte işleyebilecekleri suçların engellenmesi ve terör örgütüne üye olanların tekrar topluma kazandırılması amacı taşıyan etkin pişmanlık;

5237 sayılı TCK'nın 221. maddesinde; "(1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler hakkında cezaya hükmolunmaz.

(2) Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.

(3) Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.

(4) Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.

(5) Etkin pişmanlıktan yararlanan kişiler hakkında bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine hükmolunur. Denetimli serbestlik tedbirinin süresi üç yıla kadar uzatılabilir.

(6) (Ek: 6.12.2006 – 5560/8 md.) Kişi hakkında, bu maddedeki etkin pişmanlık hükümleri birden fazla uygulanmaz." şeklinde düzenlenmiştir.

Kurumun uygulama alanıyla ilgili gerekli açıklamayı içeren madde gerekçesi ise şu şekildedir:

"Madde metninde, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak suçları ile ilgili olarak etkin pişmanlık hali düzenlenmiştir.

Birinci fıkrada, örgüt kurucu veya yöneticileri ile ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Buna göre; suç işlemek amacıyla örgüt kurmak veya yönetmek dolayısıyla haklarında soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç ilenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kişiler hakkında cezaya hükmolunmaz.

İkinci fıkrada, suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olan kişilerle ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Örgütün üyesinin, etkin pişmanlık hükmünden yararlanabilmesi için, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması ve ayırca, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi gerekir. Bu koşulların gerçekleşmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmayacaktır. Bu koşullar gerçekleştirten sonra, kişi hakkında örgüt üyesi olmaktan dolayı soruşturma başlatılmış olması veya örgütün faaliyeti çerçevesinde başkaları tarafından suç işlemiş olmasının, etkin pişmanlık yararlanma açısından bir önemi bulunmamaktadır.

Üçüncü fıkrada ise, yakalanan örgüt üyesi ile ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Yakalanmış olmasına rağmen, bu fıkrada belirlenen şartların gerçekleşmesi halinde örgüt üyesi cezalandırılmayacaktır. Bu şartlardan birisi, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suç işlenişine iştirak etmemiş olmak; diğeri ise, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi veriş olmaktır. Verilen bilginin, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli olup olmadığını takdir yetkisi mahkemeye aittir.

Kişi, suç işlemek için kurulmuş olan örgütün kurucusu, yöneticisi veya üyesi olmamakla birlikte, örgütün ulaştığı yapılanma itibariyle dağılmasını sağlama imkanından yoksun olabilir. Bu durumda bile, söz konusu sıfatları taşıyan kişilerin belli şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanması sağlanabilmelidir. Bu düşüncelerle maddenin dördüncü fıkrası düzenlenmiştir. Buna göre, suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkı örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmayacaktır.

Kurucu, yönetici veya üyenin, örgüt yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgileri yakalandıktan sora vermesi halinde, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı hakkında verilecek cezada belli oranda indirim yapılması kabul edilmiştir.

Etkin pişmanlıktan yararlanarak serbest bırakılan kişiler açısından güvenlik ve topluma uyum sorunu yaşandığı bilinmektedir. Bu nedenle, etkin pişmanlıktan yararlanana kişiler hakkında bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine hükmedilir. Bu bir yıllık süre, kişinin serbest bırakıldığı andan itibaren işlemeye başlar. Denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması açısından, etkin pişmanlık nedeniyle kişi hakkında cezaya hükmolunmaması ile indirilmiş cezaya hükmolunması arasında bir fark gözetilmemiştir. Uygulanmasına başlanan denetimli serbestlik tedbirinin süresi hakim kararıyla uzatılabilecektir. Ancak süre üç yıldan fazla olamaz."

06.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun'la madde metnine eklenen altıncı fıkranın gerekçesi de şöyledir:

"5237 sayılı Kanunun 221'inci maddesi bir fıkra eklenmek suretiyle örgütlü suçlulukta, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmaya sınırlama getirilmiştir." (İzzet Özgenç, Suç örgütleri, s. 34-35)

Hukuki niteliği itibarıyla cezayı kaldıran veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplerden olan etkin pişmanlık, doktrinde, gönüllü vazgeçmenin tamamlanmış suçlardaki görünüm şekli (Koca-Üzülmez, Genel Hükümler, s. 385), suçun bütün unsurları ile tamamlanmasından sonra failin bazı pişmanlık gösteren hareketler yapması durumunda, bu hareketler dolayısıyla faile ceza verilmemesini veya cezasında indirim yapılmasını ifade eden kurum (Hakeri, Ceza Hukuku, s. 452) olarak tanımlanmaktadır. Bu hâliyle gönüllülük esasına dayanan ve etkin bir pişmanlık gerektiren kurumla, suçun bütün unsurları ile tamamlanmasından sonra faile gerçekleştirilen/gerçekleştirdiği haksızlığın sonuçlarını mümkün mertebe gidermeye çalışmasına imkan verilmektedir.

Etkin pişmanlık hükümlerinin amacı, bir yandan terör ve örgütlü suçlarla mücadele bakımından stratejik önemi nedeniyle en etkili bilgi edinme ve mücadele araçlarından olan örgütün kendi mensuplarını kullanmak, diğer taraftan da suç işlemeyi önlemek, mensup olduğu yasa dışı örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olanları ve işlediği suçtan pişmanlık duyanları cezalandırmayarak yeniden topluma kazandırmaktır.

Bu husus Genel Kurulun 08.04.2008 tarihli ve 18-78 sayılı kararında şu şekilde ifade edilmiştir:

"Terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulabilmesi, alınabilecek diğer tedbirlerle birlikte bu örgütlerin etkisizleştirilip ortadan kaldırılmaları, geçmişte meydana gelen terör eylemlerinin aydınlatılabilmesi, gelecekte işleyebilecekleri suçların engellenmesi ve terör örgütüne üye olanların tekrar topluma kazandırılabilmeleri bakımından 05.06.1985 tarih, 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Yasa kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Bu Yasanın 2 yıllık yürürlük süresinin bitmesi üzerine aynı amaçlara yönelik olarak 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Yasa çıkarılmış, Yasanın 1. maddesi süreli, diğer maddeleri ise süresiz olarak yürürlüğe girmiştir. Anılan 1. maddenin sona eren yürürlük süresi zaman içinde 3618, 3853, 4085, 4450, 4537 sayılı Yasalarla uzatılmış ve beklenen amaca ulaşmaması nedeniyle bu kez 4959 sayılı Topluma Kazandırma Yasası 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe konulmuştur."

Yargısal uygulamalar ve doktrindeki görüşler dikkate alındığında etkin pişmanlık düzenlemesi yapan yasaların, bir af yasası olmayıp terör örgütü mensubu sanıkların topluma kazandırılabilmesinin yanında esasen terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulabilmesi, örgütün etkisizleştirilip ortadan kaldırılması ve işlenen suçların aydınlatılabilmesi amacına yönelik düzenlemeler olduğu görülmektedir.

5237 sayılı TCK'nın 221. maddesinde yapılan düzenleme ile daha önceki yasalarda olduğu gibi süreli değil, belli süreye bağlı olmaksızın kalıcı bir uygulama imkanı getirilmiştir.

Türk Ceza Kanunu'nun 314/3. maddesindeki atıf nedeniyle, anılan Kanun'un 220. maddesine bağlı olarak düzenlenen 221. maddesindeki etkin pişmanlık hükmünün, TCK'nın 314. maddesinde tanımlanan silahlı örgüt mensupları ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında kalan terör örgütleri bakımından da uygulanabileceğinde kuşku yoktur.

Özel Daire ve Genel Kurulca benimsenen istikrar kazanmış uygulamaya göre örgütle ilgili suçlamaları kabul etmeyen örgüt mensupları ve etkin pişmanlık olarak değerlendirilebilen önceki ifadelerinden rücu eden failler hakkında TCK'nın 221. maddesinin uygulanma imkanı bulunmamaktadır.

Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için failin, örgütün dağılmasına veya mensuplarının yakalanmasına, örgütün yapısına ve faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin elverişli bilgi vermesi gerekir. Bu bilginin elverişliliği; örgütün örgütlenme biçimi, failin örgüt yapılanmasındaki konumu ile örgütte geçirdiği süre ve katıldığı faaliyetler gibi kıstaslar göz önüne alınarak mahkemece takdir edilecektir. Tam bir gizlilik esasına ve hücre tipi yapılanmaya dayanan örgütlerde her örgüt mensubundan örgütü dağıtacak, yapılanma şemasını ortaya koyacak bilgiler vermesi beklenemez. Ancak, konumu gereği bilmesi beklenen bilgileri de samimi olarak ortaya koymalıdır.

Her hâlükarda elverişli bilgi; örgütte zafiyet yaratacak, örgüte önemli boyutta zarar verecek, örgüt faaliyetlerini belli ölçüde sekteye uğratacak boyutta olmalıdır.

Cumhuriyet savcısı, suçun işlendiği konusunda yeterli şüpheye ulaşsa dahi, cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlığın varlığı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verebilir (CMK'nın 171/1. maddesi). Bu karara karşı itiraz kanun yoluna başvurulamaz. (CMK'nın 173/5. maddesi)

TCK'nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlığın uygulanma koşulları:

I) Birinci fıkranın uygulanma şartları:

a) Örgüt kurma ve yönetme suçu tamamlanmış olmalıdır.

b) Örgütün amacı doğrultusunda henüz bir suç işlenmemiş olmalıdır.

c) Örgüt kurma suçu ile ilgili henüz bir soruşturmaya başlanmamış olmalıdır.

d) Örgüt kurucusu ya da yöneticisi örgütü dağıtmalı veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlamalıdır.

e) Dağıtma veya bilgi verme bizzat örgüt kurucusu ya da yöneticisi tarafından yapılmalıdır.

Bu şartlar gerçekleşmişse faile ceza verilemeyecektir.

II) İkinci fıkranın uygulanma şartları:

a) İşlenen suçun örgüt üyeliğinden ibaret olması,

b) Sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde bir suçun işlenişine iştirak etmemesi,

c) Gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara iletmesi gerekmektedir. İlgili makam, adli makamlar olabileceği gibi soruşturma mercisine haber vermekle yükümlü olan valilik veya kaymakamlık gibi idari makamlar da olabilir (CMK'nın 158/2. maddesi). Elçilik ya da konsolosluklar da olabilir (CMK'nın 158/3. maddesi). (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.04.2009 tarihli ve 2008/9-223 Esas 2009/87 Karar sayılı kararı)

Sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde bir suçun işlenişine iştirak etmemesinden anlaşılması gereken nedir?

İlgili Özel Daire ve Genel Kurulca benimsenen yerleşik uygulamaya göre; işlenen suçun, amaç suçlar (TCK'nın 302 ve 309. maddeleri) yönünden öldürme ve öldürmeye teşebbüs, nitelikli yaralama, yağma, işkence, bir kısım nitelikli hürriyeti tahdit suçları gibi vahim nitelikte eylemlerden olmaması gerekir.

Bu fıkranın uygulanabilmesi için örgüt mensubu hakkında suç soruşturmasının bulunmaması, bu kişinin suç işlediği yetkili mercilerce bilinmemesine rağmen örgüt üyesi olduğunu ve örgütten rızasıyla ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi gerekir. Bu kişilerin yasadan yararlanabilmesi için örgüt hakkında bilgi vermesi de zorunlu değildir.

"Örgüt üyesi olup örgütten kendiliğinden ayrılarak teslim olan ve pişman olduğunu beyan eden ve buna göre de konumu 5237 sayılı TCK'nın 221/2. maddesi kapsamında bulunan sanığın, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenmesine iştirak edip etmediği İçişleri Bakanlığı’ndan da sorulup araştırılarak, 5237 sayılı TCK'nın 314. maddesinin 3.fıkrasının "suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümleri bu suç açısından da aynen uygulanır" amir hükmü karşısında, örgüt kurma suçu kapsamında bulunan 5237 sayılı TCK'nın etkin pişmanlığa ilişkin 221. maddesinde 765 sayılı TCK'nın 170. maddesinin uygulanabilmesi için aranan silahlı örgüt tarafından amaç suçun işlenmemiş ya da amaç suçun işlenilmesine kalkışılmamış olması gerektiğine ilişkin bir koşul öngörülmediği de gözetilmek suretiyle, sanığın hukuki durumunun sonucuna göre tayin ve takdir edilmesi gerekir." (Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19.12.2006 tarihli ve 2006/5670 Esas 2006/7410 Karar sayılı kararı)

Bu şartlar gerçekleştiğinde örgüt üyesi hakkında soruşturma aşamasında kovuşturmaya yer olmadığına, kovuşturma safhasında ise ceza verilmesine yer olmadığına karar verilecektir.

III) Üçüncü fıkranın uygulanma şartları:

a) Fail, örgüt üyesi olmalıdır. Kurucuya ve yöneticiye bu hak tanınmamıştır.

b) TCK'nın 221/2. maddesinde olduğu gibi örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suça iştirak etmeden yakalanmış bulunmalıdır.

c) Örgüt üyesi pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermelidir. Verdiği bilgi tek başına örgütü çökertecek nitelikte olmasa bile, zafiyete uğramasına ve önemli sayılabilecek miktarda üyesinin ya da silah veya malzemesinin ele geçirilmesini sağlaması gereklidir. Bu koşulların gerçekleşmesi cezasızlık sebebidir.

IV) Dördüncü fıkranın uygulanma şartları:

TCK'nın 221/4. fıkrası örgüt suçlarında etkin pişmanlığın en geniş şekilde uygulanma alanı bulduğu düzenlemedir.

Söz konusu fıkrada iki tür pişmanlık hükmüne yer verilerek failin gönüllü teslim olduktan sonra bilgi vermesi cezayı ortadan kaldıran, yakalandıktan sonra bilgi vermesi ise cezayı azaltan sebep olarak kabul edilmiştir.

a) Örgüt kurma, yönetme, üye olma, örgüt adına suç işleme veya örgüte yardım etme suçunun faili olmalıdır.

b) Kişi gönüllü olarak teslim olmalıdır. Örgüt mensupları ile anlaşmazlığa düşmesi veya ailevi nedenlerden dolayı teslim olmasının önemi yoktur. Önemli olan, teslim olmanın iradi olması ve dış etkenlerin zorlamasıyla olmamasıdır.

c) Failin, örgütün yapısı ve faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi gerekir. Örgüt mensuplarının işlediği suçlar hakkında bilgi vermelidir. Sadece örgüt üyelerinin isimlerini söylemesi yeterli değildir. Genel olarak örgütün yapısı, kurucusu, yöneticisi, örgütün büyüklüğü, amaçları, faaliyetleri, gelir kaynakları, varsa silahları gibi hususlarda bilgiler vermelidir. Örgütün genişliği veya gizliliği nedeniyle bilgileri sınırlı ise verdiği bilgilerin samimiyeti çerçevesinde etkin pişmanlıktan yararlanabilir.

Etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için örgüt üyeliği suçunun kabul edilmesi ve bunun mahkemede ifade edilmesinin zorunlu olup olmadığı değerlendirildiğinde; sanık, faaliyetlerinin örgüte üye olma suçunu oluşturduğunu kabul etmemekle birlikte tüm eylemlerini ve bildiği örgüt mensuplarını ayrıntılı olarak anlatmış, yargılama sürecinde ilgili kişilerin derdest davalarında tanıklıkta bulunmuştur. Bir fiilin işlendiğinin kabulü için tipikliği oluşturan icrai hareketlerin anlatılması ve kabullenilmesi yeterlidir. Kabullenilen ve tespit edilen eylemin hukuki nitelendirmesi yargılama yapacak makamlara aittir. Bu nedenle, sanığın kabul etmiş olduğu eylem ve faaliyetler pişmanlığını gösterir nitelikte görülmüştür.

VII) HÜKMÜN İSABETLİ OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA MADDİ HUKUKA İLİŞKİN YAPILAN TEMYİZ İNCELEMESİ:

Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi ve temyiz nedenleri bu şekilde değerlendirildikten sonra sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün; sanığın fiilinin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulup kurulmadığı, hükmün doğru tesis edilip edilmediği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, dosyaya yansıyan ve hükme etki edebilecek delillerin karar yerinde tartışılıp tartışılmadığı, bu bağlamda maddi sorunun isabetli bir şekilde tespit edilip edilmediği gibi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılık iddiaları ile usul hükümlerine uygunluk bakımından ve 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinde yazılı bulunan hukuka kesin aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden temyiz denetimine geçilmiş; silahlı terör örgütü suçunun özellikleri, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün mahiyeti ve yargı yapılanması, hükme esas alınan bazı delillerin hukuki niteliği hususlarında Ceza Genel Kurulunun 17.03.2021 tarihli ve 495-116 sayılı kararında belirtilen açıklamalara atıfla yetinilmiştir.

Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi ve Genel Kurulun birçok kararında vurgulandığı üzere;

Örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet katı bir kuraldır. Teslimiyet, hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır. Örgüt sivil toplumu kendi hâline bırakmayıp kendine hizmet eden bağlı unsurlara dönüştürmektedir. Kadrolaşma yoluyla yargı, ordu, emniyet ve bakanlık birimleri bu gücün denetimine girip örgütsel amaçlar doğrultusunda kullanılabilmektedir.

Örgütün hiyerarşik yapılanmasındaki tabaka sistemi kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkündür ama dördüncü tabakadan sonrasını önder belirler.

Ayrıntıları yukarıda açıklandığı üzere hizmet denen işleri ilk üç katmandakiler yürütmektedir.

Dördüncü Kat, Teftiş Kontrol Tabakası: Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgüte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar.

Beşinci Kat, Organize Eden ve Yürüten Tabaka: Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanırlar. Devletteki yapıyı organize edip yürüten tabakadır. Evlililiklerinin örgüt içinden olması zorunludur.

Altıncı Kat, Has Tabaka: Fethullah Gülen ile alt tabakaların irtibatını sağlar. Örgüt içi görev değişiklikleri yapar. Azillere bakar. Örgüt liderince bizzat atanırlar.

Yedinci Kat, Kurmay Tabaka: Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen 17 kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir.

Yedi katmanın en üstünde "Fethullah Hoca arşı" yer almaktadır. Beşinci, altıncı ve yedinci katmanlar örgütü yöneten katmanlardır. Altıncı ve yedinci katmandakilerin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmez. Altıncı katmandakiler örgüt liderinin bildiği ve takip ettiği hayati önemi haiz gördükleri hizmetleri yapan kişilerdir. Beşinci katmanda çok nadir hâlde örgütten kopma olmuştur. Bu katmanda olup örgütten ayrılanlar takip edilerek etkisiz hâle getirilmiştir. Dördüncü katman örgütü bir arada tutar ve alt katmandakilerin teftiş ve kontrolünü yapar.

Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hâkim ve önder Fethullah Gülen olup örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar. Örgüt yukarıdan aşağıya doğru tekçi (monist) yapıda örgütlenmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi örgütün lideri "kâinat imamı, kutsal insan, mesih, mehdi, hoca efendi" gibi sıfatlarla anılmaktadır. Kâinat imamlığı, örgütün her türlü işiyle ilgilenip üst karar veren temel, ideolojik ve doktriner birimdir. Bütün işler onun talimatıyla yürütülmektedir.

Örgütün mahrem yapılanması ve faaliyetlerinde gizliliğe riayet uluslararası boyuttaki istihbarat örgütleri gibidir. Nitekim, mahrem hizmetler sınıfı oluşturularak Devletin en kritik ve operasyonel birimlerine sızmak suretiyle bu kurumlarda örgüt adına kadrolaşma, abinin veya imamın emrine göre organize hareket edip örgüt amacına yönelik verilen görevleri ifa etmişlerdir.

Mahrem hizmetlerde Fetullah Gülen'den veya örgütün üst yönetim katından gelen talimatları, doğruluğunu veya akla uygunluğunu, dine, hukuka veya ahlaka aykırı olup olmadığını sorgulamadan yerine getirecek "mutlak itaat ve teslimiyet gösteren özel seçilmiş" örgüt mensupları kullanılmaktadır.

Mahrem hizmetlerde istihdam edilecek örgüt mensuplarının; zihin kontrollerinin sağlanması, örgütün değerlerini ölümüne savunması, kör bir itaatkarlığa ulaşması zaman almaktadır. Bu nedenle örgüt, ağacın yaşken eğildiğinin bilincinde olarak, mahrem hizmetlerde ihtiyaç duyduğu tipte insanları, genellikle ortaokul/lise döneminden itibaren kazanmaya çalışmaktadır. Örgüt içinde en önemli iş; bu şahısların bulunması, örgüte kazandırılması, yetiştirilmesi, mahrem hizmetlere yönlendirilmesi ve yerleştirilmesidir.

Örgüt tarafından seçilerek yetiştirilen elemanlar, örgütün hedefleri doğrultusunda kamuda ve özel sektörde istihdam edilmektedir. Kamudaki örgütlenme anlayışı, herhangi bir cemaatin üyelerinin Devlet kademelerinde yer almasının ötesindedir.

Devletin kamu kurumlarına yerleşme, her vatandaşın hakkı olarak görülse ve Fetullah Gülen tarafından bu hak kılıf olarak kullanılmaya çalışılsa da gizlenmeye çalışılan bir gerçek vardır. Bu gerçek; FETÖ/PDY'nin sınav sorularını çalması, kumpas davalarıyla örgüt mensubu olmayanları tasfiye etmesi ve Devlette monopol olmaya çalışması, hizmet asabiyetinin sonucu olarak örgüt mensuplarının hizmet aidiyetini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından üstün görmesi, sadakatin Devlete değil örgüte sunulması, Devlet hiyerarşisi yerine örgüt hiyerarşisinin konulması, emirlerin sivil örgüt imamlarından alınması gibi birçok somut olayda görülmektedir. Nitekim, örgüt lideri tarafından hizmet insanı "örgüte bağlı kişinin azimli, kararlı, hizmete karşı itaatkar, her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesini değil de hizmetin rütbesini ön planda tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını, canını, sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması" şeklinde tanımlanmıştır.

Suç vasfının tekrar tartışma konusu yapılıp yapılmayacağı hususu Genel Kurulda ön sorun olarak gündeme alınarak değerlendirilmiştir.

Silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılama sonucunda; Özel Dairece sanığın eyleminin silahlı terör örgütüne üye olmak suçu olarak vasıflandırılmıştır. Kararın sanık müdafii ve Yargıtay Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.06.2022 tarih, 247-394 sayılı kararı ile sanığın eyleminin silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu oluşturduğu, kabul edilerek örgüt üyeliği suçundan temel ceza belirlenirken üst sınıra yakın bir ceza verilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Özel Daire, Genel Kurulun suç vasfı yönünden bozma kararına uygun olarak yaptığı uygulamaya sanık lehine olarak kanun yoluna başvurulmuş olması nedeniyle yapılan temyiz incelemesinde;

20.07.2016 tarihinde Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte İstinaf Kanun Yolu İlk Derece Mahkemelerinde uygulamaya girerek kanun yollarında ikili aşamadan üçlü aşamaya geçilmiştir. Esasen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 7 nolu protokolün 2’nci maddesine göre “İlgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı” hallerde iki dereceli yargılama hakkının istisnaya tabii tutulabileceği hükme bağlanmıştır.

Nitekim sanıkların sıfatları gereği Özel Yetki kuralları uyarınca Yargıtay’ın ilgili Ceza Dairelerinde yargılanmaları halinde İstinaf Kanun Yolu öngörülmemiştir. Yani kanun yolu bakımından bu kişilere istisna getirilmiş olup Genel Hükümlerden ayrık düzenleme yapılmıştır. Zira 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 14/2’nci fıkrasının (d) bendi gereğince “hüküm veren dairenin, Ceza Genel Kurulu kararına uymayarak kendi kararında direnmesi halinde Ceza Genel Kurulunca verilecek ikinci karar kesin olup ilgili dairece uyulması zorunludur” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Görüldüğü üzere ilk derece yargılaması ile Yargıtay Özel Dairesinde yargılanan kişilerin kanun yolları bakımından farklı statü benimsenmiştir. İlk Derece olarak yapılan yargılamalarda özel daireye bir kez direnme hakkı verilmiş olup Genel Kurulun direnme sonrası verdiği karara uymak zorunludur. Düzenlemedeki amaç ceza yargılamasında en üst merci olan Genel Kurul kararlarının bağlayıcı bulunmasıdır. Aksine kabul Genel Kurulun her oturumunda değişen üye yapısı nedeniyle yargılama sürecinin sonlanmasına imkân vermeyecek biçimde devam etmesi neticesini doğuracaktır. Bu nedenle suç vasfı yönünden Genel Kurul tarafından kabul edilen uygulamanın özel daire tarafından da benimsenmiş olması halinde uyuşmazlık konusunun kalmadığını göstermektedir. Konunun tekrar tartışılıp başka bir sonuca ulaşılması hukuk güvenliği ilkesini de zedeleyeceğinden Özel Daire ile Genel Kurul suç vasfı yönünden arasında uyuşmazlık bulunmayan konuda tekrar tartışmasında hukuki yarar görülmemiştir.

Bu açıklamalar çerçevesinde dosya kapsamındaki sanık savunması, tanık beyanları ile diğer bilgi ve belgelere göre; 1988 yılında hâkim olarak göreve başlayan, 1997 yılının Şubat ayında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğüne tetkik hâkimi olarak atanan, Bakanlıkta Genel Müdür Yardımcılığı ve Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulunan, Danıştay üyeliği ve Adalet Akademisi Başkanlığı yapan, 2010 yılındaki HSYK seçimi neticesinde Ekim 2010 ile Ekim 2014 tarihleri arasında HSYK 3. Daire Başkanlığı ve HSYK Başkan Vekilliği görevlerinde bulunan sanığın; lise yıllarında örgütle irtibat kurarak örgütün kamplarına katılması ve üniversitede evlerinde kalması, bu irtibatını hâkimlik görevi sırasında da örgüte ait evlerdeki sohbet toplantılarına katılarak ve zaman zaman para yardımında bulunarak sürdürmesi, Adalet Bakanlığına tetkik hâkimi olarak atanmasından sonra da örgütsel sohbetlere iştirak etmeye devam etmesi, HSYK üyeliği süresince eski HSYK Genel Sekreteri ... tarafından organize edilen ve örgüt mensubu olduğu belirtilen HSYK üyelerinin katıldığı örgütsel mahiyetteki sohbet toplantılarına iştirak etmesi, gerek Bakanlıktaki gerekse HSYK'daki resmî görevlerinin mahiyeti itibarıyla örgüt mensuplarının yargı teşkilatında kadrolaşmasında katkısının olması, bu katkısının 2010 yılında yapılan seçim sonrasında yeniden yapılandırılan HSYK'nın sekretaryasının oluşturulmasında ve tetkik hâkimleri ile müfettişlerin belirlenmesinde de görülmesi, 24.02.2011 tarihinde gerçekleştirilen Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinden önce HSYK Genel Sekreteri... ile HSYK Üyesi ...'nin evlerinde düzenlenen ve örgüt mensubu olduğu belirtilen HSYK üyelerinin bulunduğu gayriresmî toplantılara katılarak bu toplantılar neticesinde belirlenen büyük çoğunluğu örgüt mensubu hâkim ve savcılardan oluşan listenin Bakanlık ve örgüt mensubu olmayan diğer HSYK üyeleri nezdinde kabul görmesine aracılık etmesi, 21.12.2013 tarihinde Adli Kolluk Yönetmeliğinde yapılan değişikliğe karşıt nitelikte görüşlere yer verilen ve bildiri şeklinde kamuoyuna açıklanan HSYK Genel Kurulunun 25.12.2013 tarihli ve 1024 sayılı karar metninin hazırlanmasına katkıda bulunması ve Genel Kurul gündemine alıp kabul edildikten sonra yayımlanmasını sağlaması, örgütün yargı eliyle gerçekleştirdiği operasyonları resmi görevinin mahiyeti itibarıyla yakından görmesine ve bu operasyonların amacına vâkıf olmasına rağmen HSYK'da görev yaptığı dönemde alınan kararlarda aşamalardaki ifadelerinde de açıkça belirttiği üzere örgüt mensubu hakim ve savcıları koruma amacıyla lehlerine olacak şekilde diğer örgüt mensubu üyelerle birlikte hareket etmesi ve örgütsel tavırla faaliyet göstermesi, aynı tavır doğrultusunda HSYK'da görev yapan örgüt mensubu tetkik hâkimleri ve müfettişlerin uzaklaştırılması için yapılan toplantılara katılmayarak çoğunluk sağlanamaması suretiyle bu konuda karar alınmasına engel olması şeklinde sübuta eren eylemleriyle Genel Kurulun 21.12.2021 tarihli ve 347-653 sayılı kararında belirtilen örgüt yöneticiliğinin kıstaslarına ilişkin açıklamalara göre örgütün hiyerarşik yapılanması itibarıyla 5. katta veya daha üst konumda olmaması ve ayrıca idari ve yargısal konularda karar alınmasında etkin konumda olmakla birlikte örgütün mahrem yapılanmasında yer aldığına ilişkin herhangi bir delil bulunmaması nedeniyle örgüt yöneticisi olarak kabul edilmesine imkân bulunmayan sanık hakkında silahlı terör örgütünde örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihai amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında Danıştay ve HSYK üyeliğine yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyonla hareket ederek örgüt adına faaliyetlerde bulunduğu, bu suretle FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olduğu ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine ilişkin dosya kapsamındaki delillere uygun kabulde isabetsizlik görülmemiştir.

Suç tarihi itibarıyla FETÖ/PDY'nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanığın kanuni yönden sorumlu tutulmasına engel teşkil etmeyecektir. Ayrıca örgüt piramidi içindeki konumu itibarıyla mahrem alan yapılanmasında yer alması, sanığın eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumu itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu ve amaçlarını bilebilecek durumda olduğu anlaşıldığından sanık hakkında TCK'nın 30. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanmamasına ilişkin kabul kanuna aykırı görülmemiştir.

Bu itibarla, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün 5271 sayılı CMK'nın 289. maddesinde sayılan hukuka kesin aykırılık hâlleri ile sanık müdafiinin temyiz itirazları doğrultusunda incelenmesi sonucunda, yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği, TCK'nın 62. maddesi uyarınca cezanın indirilmesi esnasında belirlenen takdiri indirim oranının yerinde olduğu anlaşılmıştır.

Öte yandan, temel cezanın belirlenmesinde Genel Kurulun 02.06.2022 tarihli ve 247-394 sayılı kararı da göz önünde bulundurulmak suretiyle Anayasa'nın 138/1. maddesi hükmü, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, örgüt içindeki konumu, kaldığı süre, faaliyetlerinin nitelik, süreklilik ve çeşitliliği gözetilerek işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ve hakkaniyete uygun olacak şekilde üst sınıra daha yakın bir ceza belirlenmesi gerektiği hususunun gözetilmemesinin isabetli olmadığı değerlendirilmiştir.

Ancak hükmün sadece sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi ve aleyhe temyiz başvurusu da bulunmaması gözetildiğinde, hükmün bu şekilde onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.

Bu itibarla, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün, bu suçtan üst sınıra daha yakın bir ceza belirlenmesi gerektiği hususunun gözetilmemesinin isabetsiz olduğu kanaatine varılmakla beraber, aleyhe temyiz bulunmayan hükmün eleştirilerek onanmasına karar verilmelidir.

Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Sayın çoğunluğun, temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunun ön sorun kabul ederek, önceki bozma kararlarında bozma nedeni yapılmayan konularda bozma kararına uyularak özel daire tarafından kurulan hükmün yeniden yapılan temyiz incelemesi sırasında önceki bozma kararında belirtilen sebepler dışında inceleme yaparak bozma kararı veremeyeceğine ilişkin kararı ile sanık ...’nin eyleminin örgüt yöneticiliği olmasına karşın bu yönde oylama yapılmaması ve örgüt yöneticisi olduğu halde örgüt üyeliğinden cezalandırmaya ilişkin özel daire kararının onanması yönündeki kararı yerinde değildir. Şöyle ki;

Yargıtay 3. Ceza Dairesi ilk derece mahkemesi sıfatıyla yaptığı yargılama sonucu sanık ...’nin Fethullahçı silahlı terör örgütüne etkin pişmanlık altında üye olmak suçundan cezalandırılmasına karar vermiş, sanığın temyizi üzerine temyiz incelemesi yapılmak üzere dosya Ceza Genel Kuruluna gelmiştir.

1) Öncelikle ön sorun ve oylama Ceza Muhakemesi Kanunu’na ve yerleşik içtihatlara aykırıdır. Temyiz incelemesi sonucu hükmün bozulmasıyla birlikte önceki hüküm varlığını tamamen yitirecektir. Bozmaya uyan özel daire de sanığın hukuki durumunu yeniden serbestçe değerlendirerek yeni bir karar verecektir. Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulu ise önceki temyizlerde bozma konusu yapılmayan hususları lüzumu halinde bozma konusu yapabilmekte, hatta ilk bozma kararından tamamen farklı olacak şekilde bozma kararı verebilmektedir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.02.2015 tarih ve 2013/1-622 E, 2015/16 K sayılı kararında; 'Bozmadan sonra serbestlik kuralı' uyarınca bozma kararına uyma ya da direnme kararlarından birini verme konusunda serbest olan ilk derece mahkemelerinin Özel Dairelerinin bozma kararlarına uymayı tercih etmeleri durumunda, bu kez 'uymadan sonraki serbestlik kuralı' devreye girecektir. Serbestlik kuralı ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araştırılması ve en isabetli kararın verilmesi amacının zorunlu bir sonucu olup, mahkemenin bozma kararına uyulmasına karar verdikten sonra da, sanığın hukuki durumunu yeniden serbestçe değerlendirme hak ve yetkisi bulunmaktadır. Temyiz edilen önceki hüküm bozma kararı verilmesiyle ortadan kalkmış olduğundan, yerel mahkemece önceki karardan farklı olarak, suçun sübutu ve niteliği de dahil olmak üzere sanığın hukuki durumuyla ilgili tüm hususlarda, CMK'nun 217. maddesi uyarınca ulaşılan vicdani kanaat doğrultusunda serbestçe karar verilebilecektir. Nitekim, Yargıtay Özel Daireleri tarafından da ilk temyiz incelemesinde yerinde görülerek bozma konusu yapılmayan hususlar, lüzumu halinde hükmün yeniden temyizen incelenmesi sırasında bozma konusu yapılabilmekte, hatta ilk bozma kararından tamamen farklı olacak şekilde bozma kararı verilebilmektedir.

Bu konuda öğretide; 'Uymadan sonraki duruşmanın bozmadan önceki duruşmanın devamı niteliğinde olması, mahkemenin uymadan sonraki serbestliğini de açıklar. Gerçekten mahkeme bozmaya uymadan sonra ikinci son kararında kaide olarak serbesttir. Gerek Yargıtay'ın görüşü ile gerek eski kararı ile bağlı değildir... Serbestlik kaidesi ceza muhakemesinde hakikatın araştırılması ve en isabetli kararın verilmesi gayesinin tabii ve mantıki sonucudur. Gerçekten, temyiz yolu davası açılmakla son kararın yargılaşmasının önüne geçilmiştir. Yargıtay son kararı bozduğu, mahkeme de buna uyduğu için son karar ortadan kalkmıştır. Ortada, değil yargı, son karar dahi olmadığından, yargının otoriteleri de bahis konusu olmamak gerekir. O halde mahkeme hakikate en uygun ve en isabetli kararı vermek imkanına malik bulunmalıdır... Nitekim Yargıtay da ilk bozma kararı ile bağlı değildir.' (Nurullah Kunter, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 1989, 9. Bası, s.1112-1114);demektedir.

Yukarda anlattığımız ve Ceza Genel Kurulunun bu kararında da açıkça belirtildiği üzere, temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulu 'uymadan sonra serbestlik kuralı' gereğince önceki bozma nedeni dışında kalan hususlarda Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 307/5 inci maddesi de gözetilerek, suçun vasfı da dahil olmak üzere sanığın hukuki durumunu yeniden serbestçe değerlendirebilecektir. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.07.2013 tarih ve 2012/1-1589 E, 2013/349 K sayılı ilamı ile benzer mahiyetteki süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında da belirtildiği şekliyle, suç vasfının hatalı belirlendiği hallerde aleyhe temyiz bulunmasa bile bozma kararı verilmesi zorunlu olup, sadece Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 307/5 inci maddesi de gözetilerek sanığın cezada kazanılmış hakkının saklı tutulması gerekir. Dolayısıyla sayın çoğunluğun kabulü yasa ve yerleşik içtihatlara aykırı olup, yapılan temyiz incelemesi sırasında sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesine karar verilmemesi yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum.

2) Sanık ...’nin terör örgütü yöneticiliğinden cezalandırılması yerine örgüt üyeliğinden cezalandırılması da dosya kapsamına uygun değildir. Sanık savunması ve dosyadaki tüm delillere göre, örgütün kamuoyu tarafından tanınırlığı az iken sanığın 1977 yılında daha lisede okurken örgüte katıldığı sabittir. Sanık hakimliğe girdikten sonra sürekli olarak örgütün amaçları doğrultusunda hareket etmiştir. Bu cümleden olarak; dosyada ayrıntısı bulunduğu üzere, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğündeki ve Müsteşar Yardımcılığı görevinde bulunduğu dönemlerde örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda Adalet Bakanlığında kadrolaşma sağladığı, 2008 yılında Danıştay üyeliğine seçilen sanığın kısa bir süre sonra Adalet Akademisi Başkanlığına atandığı, Adalet Akademisinde örgüt üyesi olan başkan yardımcılarıyla birlikte Akademi kadrosunu örgüt mensuplarından oluşturduğu, Akademide öğrenim gören Hakim ve Savcı adaylarının örgüte kazandırılması yönünde çalışmalar yapıp örgütün amaçları doğrultusunda eğitim verdirdiği, 2010 yılında Akademi kadrosundan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçilip, silahlı terör örgütünün özel gayreti ile çoğunluğu örgüt üyelerinden oluşan Yüksek Kurul Başkanvekilliği ve 3 üncü Daire Başkanlığı yaptığı, 2011 yılı Ocak ayında yapılan Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçiminden önce örgüt mensubu olan Kurulun Genel Sekreteri... ile örgüt mensubu Kurul üyesi olan ...’nin evinde diğer kurul üyelerine haber vermeksizin toplantı yaparak yüksek mahkemelere seçilecek örgüt üyelerini belirledikleri, HSYK 3. Daire Başkanı olarak çalıştığı sürede örgüt mensubu hakim ve savcılarla ilgili şikayetleri, kendisine bağlı teftiş müessesesini işletmeyerek karşılıksız bıraktığı anlaşılmaktadır. Sanığın, silahlı terör örgütüne katıldığı andan itibaren örgüte himmet verip toplantılarına katılmak suretiyle örgütle sürekli olarak organik bağını sürdürdüğü sabittir.

Dosya kapsamı, sanığın aşamalardaki savunmaları, tanık ve itirafçı beyanları ile yukarda anlatılanlar birlikte değerlendirildiğinde, sanığın silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki kadrolaşmasının odağında yer aldığı, örgütle süreklilik arz eder şekilde organik bağının bulunduğu, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olup, örgütün disiplin ve stratejisine uygun hareket ederek yargı içerisindeki hücre yapılanmasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda özel göreve haiz yönetici sıfatında olan sanığın örgüt yöneticiliğini düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 314/1 inci madde ve fıkrasından cezalandırılmasına karar verilmesi gerekçesiyle bozulması ve oylamanın da sanığın örgüt yöneticiliğinden mi yoksa örgüt üyeliğinden mi cezalandırılması gerekip gerekmediğine yönelik Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 229 uncu maddesine uygun yapılması yerine, Özel Dairenin örgüt üyeliğinden kurulan hükmün onanması yada aleyhe temyiz olmaması nedeniyle temel cezanın belirlenmesinde eleştirilerek onanması yönündeki oylama ve eleştirilerek onanması yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum."

Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "1- Usule İlişkin Sanığın Kendisinin Lehe Temyizi Dışında Aleyhe Temyiz Olmaması Nedeniyle Vasfa İlişkin Bozma Yapılıp Yapılamayacağı Hususu Hakkındaki Ön Mesele

Ceza Genel Kurulu tarafından Sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün isabetli olup olmadığına ilişkin temyiz incelemesi 20/03/2024 tarihli 1. Müzakere ve 27/03/2024 tarihli 2.müzakerede yapılarak sonuçlandırılmıştır.

Ceza Genel Kurulu’nda 20/03/2024 taihli 1. müzakerede bir kısım üyeler tarafından Sanığın eylemlerinin TCK’ nın 314/1 maddesindeki terör örgütü yöneticiliği ve TCK’ nın 314/2 terör örgütü üyeliği olup olmadığına ilişkin oylama yapılması talep edilmesi üzerine sanığın kendisinin lehe temyizi dışında aleyhe temyiz olmaması nedeniyle vasfa ilişkin bozma yapılıp yapılamayacağı hususu ön mesele yapılarak oylamaya sunulmuştur. 1.müzakerede nisap sağlanamaması üzerine, 27/03/2024 taihinde yapılan ikinci müzakerede sanığın kendisinin lehe temyizi dışında aleyhe temyiz olmaması nedeniyle vasfa ilişkin bozma yapılamayacağı oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

Ceza Genel Kurulunun sanığın kendisinin lehe temyizi dışında aleyhe temyiz olmaması nedeniyle vasfa ilişkin bozma yapılmayacağına ilişkin verdiği bu kararına aşağıda belirtilen nedenlerle katılmamaktayım.

Cezayı aleyhe bozma yasağı öğreti ve uygulamada; 'temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması' şeklinde tanımlanabilmektedir.

Latince 'reformatio in pejus' olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, 'lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı' olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.

Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu'nun, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin son fıkrasında; 'Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz' şeklinde kanuni düzenlemeye kavuşturulmuştur. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK’nın 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir 'cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi' veya 'aleyhte düzeltme yasağı'nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 307. maddesinin dördüncü fıkrasında da; 'Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz' düzenlemesine yer verilmek suretiyle aleyhe bozmama ilkesi korunmuştur.

Belirtildiği üzere aleyhe değiştirme yasağı münhasıran 'cezalar' ile ilgili ve sınırlı olup, fiilin nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Cezalar 5237 sayılı TCK'nın 45. maddesinde; hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik tedbirleri ile diğer müesseselerin bu yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilmiştir.

1412 sayılı CMUK'nın, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 320. maddesinde; 'Yargıtay, temyiz dilekçesi ile layihasında irad olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder',

321. maddesinde; 'Yargıtay, aleyhine itiraz olunan hükmü hangi cihetten kanuna muhalif görmüşse o cihetten bozar.

Hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti, bu hükme esas olarak tespit edilen vakıalarda olmuş ise bu muameleler dahi aynı zamanda bozulur' hükümleri yer almaktadır.

Temyiz yargılama makamı olan Yargıtay'ın görevi, kural olarak, denetimini yaptığı hükümde hukuka aykırılık bulunup bulunmamasına göre hükmü bozmak veya onamaktır. Temyiz incelemesi sırasında Yargıtay, temyiz nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir karar verecektir. Temyiz edilen hükümde hukuka aykırılık bulunmaması hâlinde hüküm onanacak, hukuka aykırılık bulunması hâlinde ise CMUK'nın 321. maddesine göre hüküm bozulacak ya da bozulan hüküm yerine aynı Kanun'un 322. maddesine göre Yargıtayca davanın esasına hükmedilecektir. Buna göre; Yargıtay temyiz dilekçesinde ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın son karara etkili olan tüm kanuna aykırılıkları inceleyip, aykırılık saptaması hâlinde de bozma kararı verme hak ve yetkisine sahiptir. Bu konuyla ilgili olarak getirilen sınırlamalar, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin son fıkrasında yer alan, 'Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz' kuralı ile 05.03.1941 tarihli ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, katılanın münhasıran kendi şahsi haklarına hasrettiği temyiz istemi üzerine, sanık lehine bozma yapılamamasıdır. Bu iki istisna dışında, Yargıtayca incelenen ve kanuna aykırılık taşıdığı belirlenen bir hükmün, temyiz edenin sıfatı nazara alınarak sanık lehine veya aleyhine bozulmasına bir engel bulunmamaktadır.

Temyiz nedenini oluşturacak hukuka aykırılıklar CMUK'nın 307 ve 308. maddelerinde gösterilmiştir. CMUK'nın 307. maddesinin 1. fıkrasında, 'Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur' denildikten sonra 2. fıkrasında, 'Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesini' kanuna muhalefet olarak belirtilmiş, 308. maddesinde ise sekiz bent hâlinde gösterilen hususlarda kanuna 'mutlak muhalefet' edilmiş sayılacağı kabul edilmiştir.

Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm hukuka aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilecektir. Yargıtayca yapılacak denetimde, mevcut delillerin yerel mahkemece yanlış değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelendirmenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa, karar esastan bozulmakla birlikte, uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilmelidir. Lehe temyiz davasında ise, suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın tür ve miktarı yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı şartı ile kanuna aykırı olan hükmün bozulmasına karar verilmeli, suç niteliği dışındaki sair hâllerde ise, yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek, aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hüküm onanmalıdır.

Buna göre eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa, uyarıcı ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak 'onama' kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Aksi takdirde sanığın; önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.

Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlı olacaktır. Sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığı durumda kanun koyucu suçun niteliği veya adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır. Yargıtayca suç niteliğinde yanılgıya düşüldüğü saptandığında aleyhe temyiz bulunmasa bile, cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı kalmak şartıyla hükmün bozulmasına karar verilecektir. Aksinin kabulü hukuk kuralları ile kanuni düzenlemelerin ülke genelinde farklı uygulanmasına yol açar ki, bu durum eşitlik, adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturacaktır. Zira aynı eylem nedeniyle farklı mahkemelerde yargılanan sanıklardan, suçunun hukuki niteliği doğru olarak belirlenen sanığın mahkûmiyeti ile zamanaşımı, süreli veya süresiz olarak bir kamu görevini üstlenmekten yoksun bırakılma, seçme ve seçilme hakkının kaybı gibi hak yoksunluklarının yanında, muhtemel bir genel veya özellikle de özel af karşısında farklı sonuçlarla karşılaşmasına rağmen, suç vasfı hatalı olarak belirlenen sanığın, açıklanan sonuçlarla karşılaşmaması söz konusu olabilir ki, bu durum eşitlik ilkesi ile hak ve adalet duygusuna da uygun değildir. O hâlde, lehe temyiz davası üzerine suç vasfının saptanmasında hataya düşüldüğünün belirlenmesi hâlinde cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı tutularak hükmün bozulmasına karar verilmelidir.

Bu konuya ilişkin geçmişe yönelik Yargıtay uygulaması incelendiğinde, sanığın kendisinin lehe temyizi dışında aleyhe temyiz olmaması halinde vasfa ilişkin bozma yapılacağına dair Ceza Genel Kurulunun ve Ceza Dairelerinin istikrarlı kararlarının da bu yönde olduğu görülmektedir.

Ceza Genel Kurulu 2015/4-1189 esas ve 2018/377 sayılı kararında ;

Aleyhe temyiz bulunmayan davada, sanık hakkında TCK'nın 106. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi yerine, aynı fıkranın ikinci cümlesi uyarınca hüküm kurulduğundan bahisle 'eleştiri ile onama' mı yoksa aleyhe değiştirme yasağı gözetilerek 'bozma' kararı mı verileceğinin değerlendirmesinde: yukarıda yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın 'Bu evi de seni de yakarım' demek suretiyle katılanı tehdit ettiği kabul edilerek TCK’nın 106/1-2. cümlesi uyarınca cezalandırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmünün, Özel Dairece, eylemin daha ağır cezayı gerektiren TCK'nın 106/1-1. cümlesinde düzenlenen tehdit suçunu oluşturduğunun kabulü ile hükmün yalnızca sanık lehine temyiz edilmiş olması nedeniyle eleştirilerek onanmasına karar verilmiş ise de; 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu'nun, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin 4. fıkrası uyarınca aleyhe değiştirme yasağı münhasıran 'cezalar' ile ilgili ve sınırlı olup fiilin nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Yargıtayca suç niteliğinde yanılgıya düşüldüğü saptandığında, aleyhe temyiz bulunmasa bile, cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı kalmak şartıyla hükmün bozulmasına karar verilmelidir. Zira Yargıtayca yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hükmün onanması hâlinde, 5275 sayılı CGTİHK'nın 5. maddesi uyarınca mahkemece kesinleşen cezaya ilişkin hükmün, cezanın infazı için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderecek olması, eleştirinin hükümde dikkate alınamaması ve infazının söz konusu olmaması nedenleriyle farklı sonuçlara sebebiyet verebilecektir. Aksinin kabulü, sanığın mahkûmiyeti ile zamanaşımı, süreli veya süresiz olarak bir kamu görevini üstlenmekten yoksun bırakılma, seçme ve seçilme hakkının kaybı gibi hak yoksunluklarının yanında, muhtemel bir genel veya özellikle de özel af hâllerinde eşitlik ilkesi ile hak ve adalet duygusuna da uygun düşmeyen sonuçlarla karşılaşmasına neden olabilecektir. Açıklanan nedenlerle, Özel Dairece sanığın eyleminin daha ağır cezayı gerektiren TCK'nın 106. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde düzenlenen tehdit suçunu oluşturduğunun kabulü ile hükmün yalnızca sanık lehine temyiz edilmiş olması nedeniyle eleştirilerek onanmasına karar verilmesinin isabetli olmadığı kabul edilmelidir. Şeklinde belirtilerek aleyhe temyiz olmasa dahi vasfa ilişkin bozma yapılması gerektiği belirtilmiştir.

Ceza Genel Kurulunun aynı konuya ilişkin benzer kararlarının da bu yönde olduğu görülmektedir.

Yargıtay Ceza Dairelerinin de kararlarının istikrarlı olarak; lehe temyiz davası üzerine suç vasfının saptanmasında hataya düşüldüğünün belirlenmesi hâlinde cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı tutularak hükmün bozulmasına karar verilmelidir. şeklinde olduğu görülmektedir.

Yargılama Ve Temyiz Aşaması ( Safahatı)

Sanık hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.12.2018 tarihli ve 2017/208 soruşturma, 2018/118 esas ve 2018/62 iddianame numarası ile Sanık ... hakkında;

'Şüphelinin, örgütsel konumu ile ilgili anlatımlar içeren tanık beyanları, HSYK Genel kurul kararları, HTS kayıtları, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 2. Dairesinin, 16.07.2016 tarih ve 2016/4 tedbir ve 2016/345 sayılı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu'nun 24.08.2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararlarındaki tespitler, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 3. Daire bilgileri ile tüm dosya kapsamından; Şüpheli ...'nin, sanığın kendi ikrarı ile de teyit edildiği üzere 1977 yılında henüz lisede okuduğu sırada örgüt ile tanıştığı, evlerinde kalıp, kamplarına katıldığı, stajını Ankara'da yaptığı sırada FETÖ sanığı örgüt mensubu... ile irtibatlı olup, askerliği sırasında ve mesleğin icrası sırasında da bu irtibatın devam ettiği, Lise döneminde sanığın katıldığı örgütsel kampların örgüt abisi konumundaki... ...'nın ölümü sonrası onun eşiyle evlenmiş olan Yargıtay eski üyesi ....'nin sohbet abiliğini yaptığı örgütsel toplantılara .... ile birlikte katıldığı, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürülüğü'nde; örgüt yöneticisi olmaktan kamu davası açılmış bulunan ..., ..., ...'ın bulunduğu birimde görevlendirildiği, örgüt amaçları doğrultusunda kadrolaşmayı sağladıkları, ..., ..., ..., ... ile ... ile birlikte sırayla her birinin evinde yapılan örgütsel toplantılara katıldığı, himmet verdiği, 2008 yılında Danıştay üyeliğine, kısa bir süre sonra Adalet Akademisi Başkanlığı'na seçildiği, Adalet Akademisi başkanlığı yaptığı, yardımcılarının örgüt şüpheli/sanıkları ... ... ile...olduğu, akademi kadrosunun örgüt mensuplarından oluşturulması noktasında aktif faaliyet yürüttüğü, sonrasında bu etkinliği ve konumu nedeniyle Adalet Akademisi kontenjanından HSYK üyeliğine ve devamında HSYK Başkan vekilliği ile 3. Daire Başkanlığına getirildiği, HSYK içerisinde eski genel sekreterler... ve sonrasında... organizesinde yapılan örgütsel toplantılara katıldığı, HSYK 3. dairesinde başkan olarak görev yaptığı, yüksek yargıya üye belirlemeye dönük diğer HSYK üyelerinin katılımı sağlanmaksızın... ve ...'nin evinde yapılan toplantılara katıldığı, HSYK üyesi seçildikten sonra da HSYK eski genel sekreterleri... ve sonrasında ... tarafından organize edilen örgütsel toplantılara .... ile birlikte katıldığı, himmet verdiği, Şüphelinin, çalıştığı 3. Dairede, örgüt mensubiyeti bulunan hakim ve savcılar hakkındaki şikayetlere ilişkin olarak, teftiş müessesenin işletilmeyerek karşılıksız bırakıldığı, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, İzmir Askeri Casusluk, Selam Tevhid, MİT müsteşarının ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık operasyonları ile MİT tırları soruşturmalarını yürütme görev ve yetkisini ByLock kullanıcısı örgüt şüphelisi/sanıkları konumundaki ... gibi daha çok sayıdaki örgüt mensuplarına bıraktığı, Danıştay üyeliği sırasında da bir kısmına sivil imamların katıldığı örgütsel toplantılara iştirak ettiği ve bu hususun ... tarafından; "sohbet grubunda benimle birlikte ...,... ve HSYK başkan vekilliği görevi biten ...'de bir süre katıldı. ... bizim lojmanda oturmadığı halde kendisine bir sohbet grubu arandı, önce bizim sohbet grubuna dahil oldu, burada da yaklaşık altı ay kaldı. Bilahare başka bir gruba gittiğini biliyorum, sohbet temsilcisi olan .... bu grupta bulunan kişilerden aidat paralarını toplardı. Bu toplantılarda ayrıca Danıştayda yapılacak seçimler ve atamalar ile ilgili eğer üyeler oy kullanacaksa ne yönde hareket edilmesi gerektiği, kimin destekleneceği tartışılır ve telkinde bulunulurdu. Bu bizim grup sorumlumuz ... tarafından gerçekleştirilirdi.' şeklinde ifade edildiği, ByLock kullandığı tespit edilen FETÖ/PDY şüphelisi ....'ın protestosu ile içerik ve zamanlama itibariyle birebir örtüşen ve bu şahsın adeta 'büyüklerimden destek bekliyorum' yönündeki talebini karşılayan Aralık 2013 tarihinde, Adli Kolluk Yönetmeliği ile ilgili HSYK Genel Kurul kararına imza koyduğu, Tamamı ByLock kullanıcısı ve FETÖ/PDY şüphelisi/sanığı konumunda bulunan kumpas soruşturma ve davalarını yürüten örgüt mensuplarının bu soruşturma ve kovuşturmalardan uzaklaştırılması noktasındaki tasarruflara muhalefet şerhi koyduğu, bu şahısların örgütsel soruşturmalardan uzaklaştırılması noktasındaki Devlet refleksinin akim bırakılması yönünde aktif faaliyet yürüttüğü, 2014 yılı başlarında, HSYK'da görev yapan örgüt mensubu olan tetkik hakimi ve müfettişlerin kuruldan uzaklaştırılması konusu gündeme geldiğinde, genel kurul toplantılarına katılmadığı ve muhalif kaldığı, Bu suretle örgütün amaçları doğrultusunda, paralelinin oluşturularak, Anayasal sistemin yok edilmesi yönündeki faaliyetlere destek verdiği, ünvanlı kadrolara ataması yapılanlardan ihraç olanların sayısı düşünüldüğünde, engellenemeyecek düzeyde aşırılığa giden tasarrufların niteliğinin ortaya çıktığı, şüphelinin de bu tasarrufların odağında yer aldığı, Şüpheli ...'nin eylemlerinin; HSYK'nın kurumsal yapısına ilişkin istatistiki veriler ışığında, HSYK Başkan vekilliği ve 3. Daire Başkanlığı ünvanı ile takdir hakkı gibi lanse edilen tasarruflarının örgütsel faaliyet olduğu tüm açıklığı ile ortaya çıktığı, Bu şekilde 2010 yılından 2014 yılının ikinci yarısına kadar olan süreçte yargı erki içerisinde yer alan Cumhuriyet Başsavcılığı, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığı gibi organların tamamına yakını ByLock kullanıcısı ve örgüt şüphelisi/sanığı olan şahıslara bırakılmak suretiyle örgütün amaçları doğrultusunda, paralelinin oluşturularak, Anayasal sistemin yok edilmesi yönündeki faaliyetlere destek verdiği, diğer örgüt mensupları ile iştirak içerisinde süreklilik ve çeşitlilik arzeder şekilde örgütle organik bağ içerisinde gerçekleştirdiği, Milli Güvenlik Kurulunun, FETÖ/PDY hakkındaki 26.02.2014 tarihi ve sonrasında çok sayıda kararında, 'Ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, legal görünümde illegal yapılanma, paralel devlet yapılanmasına ilişkin olarak yıllardır yaptığı yukarıdaki açıklamalara rağmen örgütün tasfiyeye yönelik yaptığı soruşturma ve kumpaslara destek vermeye devam ettiği, HSYK 3. Dairesi'nin, mesleğe kabul, teftiş, ihbar ve şikayetler hakkında karar vermek gibi çok sayıda önemli işlevi içermesi nedeniyle bütün yargı mensupları üzerinde önemli bir tasarruf ve insiyatif alanı sağladığı, şüphelinin örgütteki temin ettiği güç ve sadakati ölçüsünde yükselip elde ettiği statüsüne eşdeğer/paralel olacak şekilde kamusal bürokrasi de konumlandırılmak suretiyle bağımsız hareket kabiliyetine kavuşturulduğu, iddianamenin bütününde işlenen örgütsel yapı ile şüphelinin dahil olduğu karar süreçleri ve yürüttüğü faaliyetler nazara alındığında, verilen özel bir yetki ile örgüt adına görev icra ettiğinin anlaşıldığı, Örgüt içerisindeki konumu ve örgütün, adeta silah olarak kullandığı yargı yapılanmasının en üstünde yer alan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkan vekilliği ve 3. Daire başkanlığı sıfatları ve unvanları itibarı ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki hiyerarşik yapılanmasında, örgüt ve kamusal yapı içerisindeki konumu, temadi eden örgütsel ve etkin nitelikteki faaliyetleri nazara alındığında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün deşifre olmasını engellemek, örgüt mensupları hakkında yapılan soruşturmaların sonuçsuz kalmasını sağlamak, örgüt faaliyetlerinin belli bir disiplin içinde istikrarlı bir şekilde devamı için diğer örgüt yöneticileriyle birlikte fikir ve eylem birliği içinde hareket etmek suretiyle hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, haiz olduğu görev ve sorumluluk alanları ile emir ve talimat verme noktasındaki yetkileri gözetildiğinde, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün, hücre yapılanmasında, HSYK kurumu içerisinde özel göreve haiz yönetici sıfatında olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütünün yöneticisi olmak suçundan yargılamasının yapılarak eylemine uyan TCK’nun 314/1, 221/4-5 3713 sayılı TMK’nun 5/1, TCK’nun 53, 58/9. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi' talep edilmiştir.

Daire Kararı (1): İlk derece Mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 26.12.2019 tarih ve 76-170 sayı ile;

'Somut olay değerlendirildiğinde; dinlenen tanıkların beyanlarından ve dosyaya yansıyan deliller ve somut verilerden sanığın, faaliyetlerinin örgütün amaç ve etkinliği bakımından önem ve yoğunluğu, örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevleri, örgütün güttüğü amaç ve etkinliği bakımından hangi önemde olduğunun belirlenemediği, sanığın örgüt politikalarını belirleyen, tek başına emir ve talimat veren bir konumda olduğunun da her türlü şüpheden uzak bir şekilde tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eylem ve faaliyetlerinin yoğunluğu da gözetilerek eylemlerinin örgüt üyeliği kapsamında kaldığı kanaatine ulaşılmıştır.' şeklinde belirtilerek

Sanık ...'nin, üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği sabit görülmekle, eylemine uyan 5237 sayılı TCK'nın 314/2, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 5/1. maddesi 5237 sayılı TCK'nın 221/4 ,53,63 maddeleri uyarınca neticeten 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, karar verilmiştir.

Ceza Genel Kurulu Kararı (1): Hükmün sanık müdafisi ve Yargıtay Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 02.06.2022 tarih ve 247-394 sayı ile;

'TCK'nın 221/4-2. cümlesi uyarınca yapılan indirim oranı isabetli ise de, temel cezanın belirlenmesinde Anayasa'nın 138/1. maddesi hükmü, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, sanığın örgüt içindeki konumu, kaldığı süre, faaliyetlerinin nitelik, süreklilik ve çeşitliliği gözetilerek işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek, üst sınıra daha yakın bir ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde eksik ceza tayin edilmesi isabetli görülmemiştir. Bu itibarla, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün temel cezanın belirlenmesinde hakkaniyete uygun şekilde üst sınıra daha yakın bir ceza tayin edilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir

Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 26.12.2019 tarihli ve 76-170 sayılı; sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün temel ceza belirlenirken üst sınıra daha yakın bir cezaya hükmedilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, oy çokluğuyla karar verilmiştir.'

Daire Kararı (2): İlk derece Mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 24.01.2023 tarih ve 34-1 sayı ile;

Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 26/12/2019 tarih ve 2018/76 Esas 2019/170 Karar sayılı kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02/06/2022 tarih 2020/9.MD-247 Esas, 2022/394 Karar sayılı bozma ilamına CMK'nın 307/4 maddesi gereğince DİRENİLMESİNE karar vermiştir.

Ceza Genel Kurulu Kararı (2): Hükmün sanık müdafisi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 24.05.2023 tarih, 192-295 sayı ve oy çokluğu ile;

'Yargıtay 3. Ceza Dairesince; direnme kararına konu hükme ilişkin gösterilen gerekçede, Yargıtay Cumhuriyet savcısının bozmadan sonra verdiği esas hakkındaki görüşüne ve sanığın bozmadan sonraki savunmalarına yer verilmediği, ayrıca direnme nedenleri gösterilmeden ve bozmaya niçin uyulmadığı açıklanmadan bozulmakla ortadan kalkan önceki hükmün gerekçesinin iddia makamının esas hakkındaki mütalaası da aynen alınarak tekrarlanması suretiyle hüküm kurulduğunun anlaşılması karşısında, direnme kararına konu hükmün Anayasa'nın 141 ve CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçeyi içermediği kabul edilmelidir.. Açıklanan nedenlerle; 1) Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 24.01.2023 tarihli ve 34-1 sayılı direnme kararına konu hükmünün, Anayasa'nın 141 ve CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanunî ve yeterli gerekçeyi içermemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına,' karar verilmiştir.

Daire Kararı (3): İlk derece Mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 12.12.2023 tarih ve 11-23 sayı ile;

Ceza Genel Kurul Kararının Bozma kararına uyularak, sanık ...'nin, üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği sabit görülmekle, eylemine uyan 5237 sayılı TCK'nın 314/2, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 5/1. maddesi 5237 sayılı TCK'nın 221/4 ,53,63 maddeleri uyarınca neticeten 2 yıl 7 ay 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, karar verilmiştir.

Ceza Genel Kurulu Kararı (3): 27/03/2024 tarihli 2. müzakerede Sanık hakkında verilen Mahkumiyet kararında cezanın eksik tayin edildiği, Etkin pişmanlık hükümlerine göre yapılan indirmin fazla yapıldığı gerekçesiyle eleştirili onama kararı verildiği,

Ceza Genel Kurulunun ikili eleştirili onama şeklindeki verdiği bu karara Sanığın örgüt yönetici olduğu, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmaması, uygulansa bile üst sınırdan uygulanmaması gerekçesiyle Daire kararının CMUK‘nun 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı saklı kalmak kaydı ile vasfa ilişkin olarak bozulması gerektiği düşüncesiyle aşağıda belirtilen nedenlerle karşıyım.

Sanık hakkında TCK‘nın 61. maddesi uyarınca bireyselleştirme yapılırken cezanın eksik belirlendiği, ayrıca etkin pişmanlıktan dolayı TCK’nın 221/4 maddesi uyarınca 4/3 indirim yapılmasının uygun olmadığı kabul edilerek Daire kararının eleştirili onanmasına karar verildiği,

20/03/2024 tarihli 1. oturumda ve 27/03/2024 tarihli 2.oturumda bir kısım üyeler tarafından sanığın Terör Örgütü yöneticisi olduğu belirtilmesi nedeniyle sanığın terör örgütü yöneticisi olup olmadığına ılişkin ayrıca bir oylama yapılarak bu hususun açıklığa kavuşturulması gerekirken yapılmamıştır.

Ceza Genel Kurulun bu kararına sanık ...’nin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.12.2018 tarihli ve 2017/208 soruşturma, 2018/118 esas ve 2018/62 iddianamesinde belirtildiği şekilde Örgüt Yöneticisi olarak kabul edilmesi gerektiği ve etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığı, kabule göre ise, etkinlik pişmanlıktan indirimin üst sınırdan uygulanmaması gerekçesiyle TCK’nun 326/son maddesi dikkate alınarak Daire kararının bozulmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle katılmıyorum.

2-Yargı Safahatı anlatıldıktan sonra İkinci giderilmesi gereken husus; Terör Örgütü üyeliğinden mahkumiyet kararı verilen sanık ...’nin eylemlerinin terör örgütü yöneticiliği suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkindir.

Silahlı terör örgütünü yönetme/üyeliği suçu ile ilgili 5237 sayılı TCK ve 3713 sayılı TMK'daki y asal düzenlemelere yer verilmiştir.

'Suç işlemek amacıyla örgüt kurma' suçu 5237 sayılı TCK'nın 220, 'silâhlı örgüt' suçu (yönetme/üyelik dahil) aynı kanunun 314 maddelerinde düzenlenmiş, 'terör örgütleri' hakkında ise 3713 sayılı TMK'nın 7. Maddesinin '... terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.' düzenlemesi nedeni ile TCK'nın 314. maddesine atıf yapmıştır.

TCK'nın 314/3. fıkrasının 'Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.' hükmü gereği silahlı terör örgütü suçu ile ilgili genel kriterler de suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna dair 220. maddedeki esaslara göre değerlendirilmiştir. Örgütü yönetmekten bahsedebilmek için öncelikle TCK'nın 220. maddesinde öngörülen şartlarla birlikte, amaç-saik, yöntem ve elverişlilik kriterleri itibariyle de terör örgütü vasfını haiz bir örgütün bulunması gerekir. Doktrin ve yerleşik uygulamalara göre; Terör örgütünü yönetmek örgüt hiyerarşisinin çeşitli basamaklarında örgütün amaçlarına ve yöntemlerine uygun biçimde örgüt faaliyetlerini sevk ve idare etmek olarak tanımlanabilir. Yönetici suç ortaklığına komuta eden ve örgütün kurallarını gösteren kişidir. (Simeone I Reati Associativi, op.cit.s 257 aktaran Turinay.... Terör Amaçlı Örgütlenme Suçu sh.269) Suç veya terör örgütünü yönetmek; onu sevk ve idare etmek, kısmen veya tamamen, bölgesel, yerel veya genel olarak yönetip yönlendirmek, hiyerarşik yapıya ve varsa işbölümüne uygun olarak emir ve talimat vermek, bunların yerine getirilmesini bekleyip denetlemek, gerekli olduğunda da emrine veya örgütün talimatlarına riayet etmelerini cezalandırmaktadır.Kişinin somut olayda yönetme kudretine, sevk ve idare yeteneğine fiilen sahip olup olmadığına bakılmalıdır (Şen E.-Eryıldız S. Suç Örgütü sh.107). Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda, icrasında; harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir. Örgüt yönetmek; örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir. Örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanmasını, hedeflerinin belirlenmesini, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler, bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez. Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin, örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından, örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir. 56 Örgüt yöneticileri, hiyerarşik açıdan emir ve talimat vermeye yetkili olduğu mensupların, örgütün amaçları doğrultusunda işledikleri suçlardan dolaylı fail olarak sorumludurlar (TCK 220/5m.). Failin örgüt yöneticisi olup olmadığı, örgütün organizasyon yapısı, hiyerarşisi ve kişilere verilen görevlerin önemi esas alınmak suretiyle belirlenecektir (Baltacı Vahit Terör Suçları ve Yargılaması sh.183). Bu tespitte belirleyici olan, failin örgüt hiyerarşisi içindeki sıfatı değil ve fakat yönetip yönlendirdiği faaliyetlerin, örgütün amaç ve etkinliği bakımından önemidir. Bu nedenle failin hiyerarşik konumu, üstlendiği görevler esas alındığında dahi belli bir hiyerarşik seviyenin üstünde bulunan kişilerin yönetici olarak kabulünde zaruret vardır. Zira gerek kanun koyucunun aynı cezai yaptırımı öngörerek örgüt yöneticiliğini, örgüt kurma fiili ile aynı ağırlıkta bir ihlal olarak görmesi, gerek mülga 765 sayılı TCK'nın 168 maddesinde yer alan, 'silahlı çetede amirliği ve kumandayı haiz olmak' ve 141. maddesindeki, 'cemiyetlerin faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare etmek' kavramları ile mer'i 3713 sayılı Kanunun 7/1 maddesinde yer verilen 'örgütün faaliyetlerini düzenleyenlerin de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılacağına' dair kavramlar gerekse örgütle kurulan 'organik bağın' sonucu olarak her seviyede belli ölçüde talimat alma-verme, astları yönetme olgusunun, örgütlü suçların doğasında mündemiç bulunması birlikte değerlendirildiğinde, yöneticilikten maksadın hiyerarşik yapının belli seviyede üst katlarını ifade ettiğini kabul etmek gerekir. Ayrıntıları yukarıda 'Yargıtay Ceza Genel Kuruluna göre FETÖ/PDY örgütü' başlığı altında değerlendirilen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 2017/16.MD-956 - 2017/370 sayılı kararında belirtildiği üzere; FETÖ'nün dikey yapılanması şöyledir; Örgütün sorumlu yöneticisi 'imam' olarak isimlendirilir. Hiyerarşi içerisinde yer alan örgütün yöneticisi, raporları toplayan ve emirleri veren kişidir. Kainat imamı, kıta imamı, ülke imamı, bölge imamı, şehir imamı, semt ve mahalle imamı, kurum imamı gibi bir çok değişik pozisyonu vardır. Örgütün lideri, mensuplarınca kainat imamı, mehdi, mesih olarak kabul edilmektedir. Kainat imamına bağlı olarak üst kurullar örgütün birimlerini yönetmekte faaliyetlerini düzenlemektedirler. Bu kurullar 'istişare kurulu', 'mollalar', 'tayin heyeti' ve 'özel hizmet' birimleridir. Örgütün yurt içi yapılanmasında ise, 'Türkiye imamı', 'bölge imamları', 'il imamları', '... il ve bölge imamları', 'ilçe imamları', 'semt imamları', 'mahalle imamları', 'ev imamları (abileri)', 'talebe imamları', 'serrehberler', 'belletmenler' şeklinde hiyerarşik bir yapı izlenmekte ve örgüt tabana yayılmaktadır. Türkiye’den sorumlu imama, beş bölge imamı, onlara da bu beş bölgeyi oluşturan şehirlerden sorumlu imamlar bağlıdır. Her şehir, büyüklüğüne göre alt bölgelere, bölgeler semtlere bölünmüş olup, her semte ayrı bir imam atanmaktadır. Semt imamlarının altında ise semte bağlı ışık evlerinin imamları yer almaktadır. Bunun yanı sıra kamuda, bakanlıklar ve taşra teşkilatı, yerel yönetimler, üniversiteler, kamu iktisadi teşebbüsleri alanlarında faaliyet gösteren kurumlara da örgüt tarafından imamlar atanmaktadır. ... Örgütün bir nev’i omurgasını oluşturan ve günümüz itibariyle elde ettiği konumu kazandıran özel hizmet birim imamları, örgüt ve lideri Gülen’in en çok önem verdiği imamlardır. Bu birim en geniş şekilde yargı, emniyet, mülkiye, TSK, MİT, Milli Eğitim ve akademik kadro imamlarından oluşmaktadır. Hizmet 57 birimlerinde gizliliğe çok önem verilerek hücre tipi yapılanmaya gidilmiştir. Örgüt mensubu en fazla bir üst sorumlusunu ve bir altında bulunan mensubunu tanımaktadır. ... Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanma, İsmailiye mezhebinden ve köken olarak da Zerdüştlük dininden alınmıştır. Zerdüştlük dini ve ondan mülhem İsmailiye mezhebinden yedi kat gök gibi örgütlenmişlerdir. Bu mezhep, sofilerini yedi dereceye ayırmıştır. Tarikatın piri yedinci derecede oturur ki, bu mertebe Allah’tan doğrudan emir alan imamlık makamıdır. İmam helali haram ve haramı helal yapabilir. Ona mübah olmayan hiçbir şey yoktur. Örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet, katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır. Örgüt sivil toplumu kendi haline bırakmayıp, kendine hizmet eden bağlı unsurlara dönüştürmektedir. Kadrolaşma ile yargı, ordu, emniyet ve bakanlık birimleri bu gücün denetimine girip, örgütsel amaçlar doğrultusunda kullanılabilmektedir. Örgütün hiyerarşik yapılanmasındaki tabaka sistemi kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkündür ama dördüncü tabakadan sonrasını önder belirler. Katlar şu şekildedir; - Birinci Kat, Halk Tabakası: Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların birçoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir. Genellikle faaliyetlerden habersizdirler. Bu katmandakileri örgüte bağlayan ana unsur istismar edilen İslami duyarlılık ve din duygularıdır. - İkinci Kat, Sadık Tabaka: Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt sohbetlerine katılır, düzenli aidat öder, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir. -Üçüncü Kat, İdeolojik Örgütlenme Tabakası: Gayri resmi faaliyetlerde görev alırlar. Örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerden oluşur. - Dördüncü Kat, Teftiş Kontrol Tabakası: Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar. - Beşinci Kat, Organize Eden ve Yürüten Tabaka: Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanır. Devletteki yapıyı organize edip yürüten tabakadır. Evlililiklerinin örgüt içinden olması zorunludur. - Altıncı Kat, Has Tabaka: Fethullah Gülen ile alt tabakaların irtibatını sağlar. Örgüt içi görev değişiklikleri yapar. Azillere bakar. Örgüt liderince bizzat atanırlar. - Yedinci Kat, Kurmay Tabaka: Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen 17 kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir. Yedi katmanın en üstünde 'Sözde Fethullah Hoca arşı' yer almaktadır. Beşinci, altıncı ve yedinci katmanlar örgütü yöneten katmanlardır. Altıncı ve yedinci katmandakilerinin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmez. Altıncı katmandakiler örgüt liderinin bildiği ve takip ettiği hayati önemi haiz gördükleri hizmetleri yapan kişilerdir. Beşinci katmanda çok nadir halde örgütten kopma olmuştur. Bu katmanda olup örgütten ayrılanlar takip edilerek etkisiz hale getirilmiştir. Dördüncü katman örgütü bir arada tutar ve alt katmandakilerin teftiş ve kontrolünü yapar. Hizmet denen işleri ise ilk üç katmandakiler yürütmektedir. Şu hale göre; anılan örgüt yönünden, örgütün lideri Fetullah Gülen ile beşinci, altıncı ve yedinci katmanlarda yer alanların, bu cümleden olarak kıta imamı, ülke imamı, 'Türkiye imamı' ve 'bölge 58 imamlarının', her halükarda örgütün üst düzey yöneticisi olduklarında kuşku yoktur. Ancak örgütü bir arada tutan ve alt katmanlardakilerin teftiş ve kontrolünü yapan dördüncü katman örgüt mensupları ile ilgili olarak, il ve ilçe sorumluları/imamları ile kamu kurumları imamlarının yönetici olup olmadıkları, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, somut olayın özellikleri, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevleri, sorumluluk sahalarında sevk ve idare ettiği örgütsel faaliyetlerin örgütün amaç ve etkinliği bakımından önem ve yoğunluğu ile kontrol ettikleri kamu personelinin devletin güvenliği bakımından ifade ettiği stratejik değer de gözetilerek belirlenmelidir. Örgüt yöneticisinin mutlaka illegal faaliyetleri yönetmesi gerekmez. Örgütün amacına ve varlığının devamına katkı sunan sözde legal faaliyetleri sevk ve idare etmek de bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Silahlı FETÖ Terör Örgütü yöneticiliği ile ilgili olarak yukarıda açıklanan doktrin ve Yargıtay uygulamaları kapsamında Sanık ... Silahlı FETÖ Terör Örgütü yöneticisi mi yoksa terör örgütü üyesi mi kabul edilmelidir ?

Aşağıda açıklanacak sebeblerle Sanık ... ... Silahlı FETÖ Örgüt Yöneticisi olarak kabul edilmelidir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yukarıda tarih ve sayısı açıkça belirtilen iddianamesinde; ‘HSYK Başkan vekili olan Şüphelinin, çalıştığı HSYK 3. Dairesinde, örgüt mensubiyeti bulunan hakim ve savcılar hakkındaki şikayetlere ilişkin olarak, teftiş müessesenin işletilmeyerek karşılıksız bırakıldığı, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, İzmir Askeri Casusluk, Selam Tevhid, MİT müsteşarının ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık operasyonları ile MİT tırları soruşturmalarını yürütme görev ve yetkisini ByLock kullanıcısı örgüt şüphelisi/sanıkları konumundaki ... gibi daha çok sayıdaki örgüt mensuplarına bıraktığı, açıkça belirtilmiştir.'

Bu durum Sanık hakkında İlk derece kavuşturması yapan Yargıtay 3.Ceza Dairesi, 9. Ceza Dairesi ile Temyiz İncelemesi yapan Ceza Genel Kurul kararı ile de kabul edilmiştir.

Bu hususun anlaşılması için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Yargıtay 3.Ceza Dairesi, 9. Ceza Dairesi ile Temyiz İncelemesi yapan Ceza Genel Kurul’unun Sanığın etkisini ve sorumluluğunu kabul ettikleri yukarıda soruşturma ve kovuşturmaların örneklerle somutlaştırılması gerekir.

Sanığın HSYK Başkanvekili ve HSYK 3. Ceza Daire Başkanlığı yaptığı 2010-2014 yıllarında olan olayların bir kısmı aşağıda açıklanmıştır.

Sanık Yargıda FETÖ Silahlı terör örgütü yapılanmasında etkili olmuştur.

HSYK Başkanvekili ve HSYK 3. Ceza Daire Başkanlığı yapan, yargının en üst noktasında bulunan Sanığın görev yaptığı 2010-2014 yıllarında Yargıda FETÖ terör örgütünün yapılanması en üst düzeye çıkmıştır

HSYK Başkanvekili ve HSYK 3. Ceza Daire Başkanlığı yapan Sanık, Yargıda daha sonra Silahlı terör Örgütü Kurma veya yönetme suçundan 15 yıl hapis cezası ile mahkum olan ve cezası 19.10.2021 tarihinde Yargıtay 3.Ceza Dairesi ile ONANAN M……. B…..’ı HSYK genel sekreterliği makamına getirmiştir.aynı şekilde Örgütü üyeliği suçundan 15 yıl hapis cezası ile 19/09/2019 tarihinde Yargıtay 9.Ceza Dairesi tarafından ilk derece Mahkemesi sıfatıyla Mahkum edilen M…..K… ‘yı da HSYK Genel Sekreterliğine getirmiştir.

Sanık kendi oluşturduğu bu HSYK vasıtasıyla da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda tarih sayısı açıkça belirtilen iddianamesinde; ‘hakkında İlk derece kavuşturması yapan Yargıtay 3.Ceza Dairesi, 9.Ceza Dairesi ile Temyiz İncelemesi yapan Ceza Genel Kurul kararı ile de belirtildiği üzere, çalıştığı HSYK 3. Dairesinde, örgüt mensubiyeti bulunan hakim ve savcılar hakkındaki şikayetlere ilişkin olarak, teftiş müessesenin işletilmeyerek karşılıksız bırakıldığı, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, İzmir Askeri Casusluk, Selam Tevhid, MİT müsteşarının ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık operasyonları ile MİT tırları soruşturmalarını yürütme görev ve yetkisini ByLock kullanıcısı örgüt şüphelisi/sanıkları konumundaki .... gibi daha çok sayıdaki örgüt mensuplarına bırakılmasında etkili olmuştur.'

Sanık Yargıda oluşmasına katkı sağladığı yukarıda belirtilen yapılanma ile de aşağıda belirtilen olayların gerçekleşmesine sebeb olanlar arasında yer almıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı olan ...Ergenekon soruşturmaları kapsamında Terör Örgütü Yöneticiliği Suçundan 06 Ocak 2012 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Genelkurmay Başkanı Terör Örgütü Yöneticiliği Suçundan tutuklanmıştır.Bu durum kamu oyunda Uluslararası ölçekte ve Ulusal ölçekte Türk Ordusuna, Türk Milletine yapılan en büyük itibar suikastı olarak değerlendirilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı olan ... 7 Şubat 2012 tarihinde terör örgütleri ile ilişkilendirilerek tutuklanmak üzere ifadeye çağrılmıştır.

O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Cuhurbaşkanı ... başlatılan 17- 25 Aralık Soruşturmaları kapsamında 17- 25 Aralık 2013 tarihlerinde Hastanede ameliyat olduğu esnada tutuklanmak istenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait yardım Tırlarına MİT e ait olduğu bilindiği halde Hukuka aykırı olarak 1 Ocak 2014 tarihinde Hatay Kırıkhan da ve 19 Ocakta 2014 tarihinde de Adana Ceyhan da medya organları çağrılarak işlem yapılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri komuta kademesini teşkil eden Amiraller Balyoz soruşturmaları kapsamında 2010-2014 yılları arasında Tutuklanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri’nde görev yapan Deniz Kuvvetlerinin en büyük bağımsızlık projesi olan Milgem Projesinin mimarı Oramiral ...., Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda Kara Kuvvetleri Komutanlığında Pkk terör örgütüne karşı düzenlenen büyük kara hareketlerinde komuta kademesinde görev yapan PKK terör örgütü elebaşının yakalanarak Türkiye ye getirilmesinde büyük rolü bulunan Korgeneral ...., Erzincan 3. Ordu Komutanı olan Orgeneral ... gibi birçok komutana soruşturmalar açılarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde planlı şekilde oluşturulan komuta kademesi tasfiye edilerek 15 Temmuz darbesini yapan kişilerin Türk Silahlı Kuvvetlerinde etkin konuma gelmelerine sebeb olunmuştur.

Daha sonra Ergenakon, Balyoz gibi soruşturma ve Kovuşturmalar beraatle neticelenmiş yargıtay incelemesinden de geçerek kesinleşmişlerdir. Yukarıda yargılanan Komutanlar da beraat etmişlerdir.

Bu şekilde bu dönemde İhbar, Soruşturma ve kovuşturmalar neticesinde Tasfiye edilen Komutanların yerine gelen FETÖ terör örgütü ile iltisak ,irtibat ,aidiyet ve üyelik bağları ile bağlı kişiler 15 Temmuz gecesinde darbe yapmaya kalkışmışlardır.

Söz konusu darbeyi yapanlar tarafından, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanına suikast yapılmak istenmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk Milletinin en büyük kurumu olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin tam ortasına bomba atılması, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi,Ankara Emniyet Müdürlüğü, Gölbaşı Özel Hareket Müdürlüğü gibi Ülkemizin en stratejik kurumlarının bombalanması gibi talimatları da verilmiş.ayrıca Türk halkının üzerine de bombalar atılmış, 256 vatandaşımız bu bombalamalar sonucu şehit olmuştur.

Terör ögütü üyeliğinden 2 yıl hapis 7 ay 25 gün hapis alan Sanık ... Hamsicinin FETÖ terör örgütü içersindeki konumu, yukarıda anlatılan Doktirin ve Yargıtay uygulamaları ışığında ,Sanığın etkin ve sorumlu olduğu dönemde gerçekleşen olaylar değerlendirildiğinde Terör örgütü üyeliğinden mahkum olan 9 yıl 9 ay ,7 yıl 6 ay , 6 yıl 3 ay hapis alan esnaf, hemşire, öğretmen, polis, uzman çavuş ile aynı olamaz. Sanığın eylemleri bir bütün halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.12.2018 tarihli ve 2017/208 soruşturma, 2018/118 esas ve 2018/62 iddianamesinde belirtildiği şekilde TCK’nın 314/1 maddesinde belirtilen Örgüt Yöneticiliği olarak kabul edilmesi gerekir.

3-Giderilmesi gereken üçüncü husus Sanığın TCK’nın 221/4 maddesinde belirtilen Etkinlik pişmanlıktan faydalandırılıp faydalandırılmayacağına, yapılan 4/3 oranında en üst hadden indirimin yerinde olup olmadığına ilişkindir.

Etkin Pişmanlık: Terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulması, alınabilecek diğer tedbirlerle birlikte bu örgütlerin etkisizleştirilip ortadan kaldırılmaları, geçmişte meydana gelen terör eylemlerinin aydınlatılması, gelecekte işleyebilecekleri suçların engellenmesi ve terör örgütüne üye olanların tekrar topluma kazandırılması amacı taşıyan etkin pişmanlık; 5237 sayılı TCK'nın 221. maddesinde; '(1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler hakkında cezaya hükmolunmaz. (2) Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz. (3) Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz. (4) Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır. (5) Etkin pişmanlıktan yararlanan kişiler hakkında bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine hükmolunur. Denetimli serbestlik tedbirinin süresi üç yıla kadar uzatılabilir. (6) (Ek: 6.12.2006 – 5560/8 md.) Kişi hakkında, bu maddedeki etkin pişmanlık hükümleri birden fazla uygulanmaz.' şeklinde düzenlenmiştir. Kurumun uygulama alanıyla ilgili gerekli açıklamayı içeren madde gerekçesi ise şu şekildedir: 'Madde metninde, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak suçları ile ilgili olarak etkin pişmanlık hali düzenlenmiştir. Birinci fıkrada, örgüt kurucu veya yöneticileri ile ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Buna göre; suç işlemek amacıyla örgüt kurmak veya yönetmek dolayısıyla haklarında soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç ilenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kişiler hakkında cezaya hükmolunmaz. İkinci fıkrada, suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olan kişilerle ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Örgütün üyesinin, etkin pişmanlık hükmünden yararlanabilmesi için, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması ve ayırca, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi gerekir. Bu koşulların gerçekleşmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmayacaktır. Bu koşullar gerçekleştirten sonra, kişi hakkında örgüt üyesi olmaktan dolayı soruşturma başlatılmış olması veya örgütün faaliyeti çerçevesinde başkaları tarafından suç işlemiş olmasının, etkin pişmanlık yararlanma açısından bir önemi bulunmamaktadır. Üçüncü fıkrada ise, yakalanan örgüt üyesi ile ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Yakalanmış olmasına rağmen, bu fıkrada belirlenen şartların gerçekleşmesi halinde örgüt üyesi cezalandırılmayacaktır. Bu şartlardan birisi, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suç işlenişine iştirak etmemiş olmak; diğeri ise, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi veriş olmaktır. Verilen bilginin, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli olup olmadığını takdir yetkisi mahkemeye aittir. Kişi, suç işlemek için kurulmuş olan örgütün kurucusu, yöneticisi veya üyesi olmamakla birlikte, örgütün ulaştığı yapılanma itibariyle dağılmasını sağlama imkanından yoksun olabilir. Bu durumda bile, söz konusu sıfatları taşıyan kişilerin belli şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanması sağlanabilmelidir. Bu düşüncelerle maddenin dördüncü fıkrası düzenlenmiştir. Buna göre, suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkı örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmayacaktır. Kurucu, yönetici veya üyenin, örgüt yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgileri yakalandıktan sora vermesi halinde, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı hakkında verilecek cezada belli oranda indirim yapılması kabul edilmiştir. Etkin pişmanlıktan yararlanarak serbest bırakılan kişiler açısından güvenlik ve topluma uyum sorunu yaşandığı bilinmektedir. Bu nedenle, etkin pişmanlıktan yararlanana kişiler hakkında bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine hükmedilir. Bu bir yıllık süre, kişinin serbest bırakıldığı andan itibaren işlemeye başlar. Denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması açısından, etkin pişmanlık nedeniyle kişi hakkında cezaya hükmolunmaması ile indirilmiş cezaya hükmolunması arasında bir fark gözetilmemiştir. Uygulanmasına başlanan denetimli serbestlik tedbirinin süresi hakim kararıyla uzatılabilecektir. Ancak süre üç yıldan fazla olamaz.' 06.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun'la madde metnine eklenen altıncı fıkranın gerekçesi de şöyledir: '5237 sayılı Kanunun 221'inci maddesi bir fıkra eklenmek suretiyle örgütlü suçlulukta, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmaya sınırlama getirilmiştir.' (İzzet Özgenç, Suç örgütleri, s. 34-35) Hukuki niteliği itibarıyla cezayı kaldıran veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplerden olan etkin pişmanlık, doktrinde, gönüllü vazgeçmenin tamamlanmış suçlardaki görünüm şekli (Koca-Üzülmez, Genel Hükümler, s. 385), suçun bütün unsurları ile tamamlanmasından sonra failin bazı pişmanlık gösteren hareketler yapması durumunda, bu hareketler dolayısıyla faile ceza verilmemesini veya cezasında indirim yapılmasını ifade eden kurum (Hakeri, Ceza Hukuku, s. 452) olarak tanımlanmaktadır. Bu hâliyle gönüllülük esasına dayanan ve etkin bir pişmanlık gerektiren kurumla, suçun bütün unsurları ile 70 tamamlanmasından sonra faile gerçekleştirilen/gerçekleştirdiği haksızlığın sonuçlarını mümkün mertebe gidermeye çalışmasına imkan verilmektedir. Etkin pişmanlık hükümlerinin amacı, bir yandan terör ve örgütlü suçlarla mücadele bakımından stratejik önemi nedeniyle en etkili bilgi edinme ve mücadele araçlarından olan örgütün kendi mensuplarını kullanmak, diğer taraftan da suç işlemeyi önlemek, mensup olduğu yasa dışı örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olanları ve işlediği suçtan pişmanlık duyanları cezalandırmayarak yeniden topluma kazandırmaktır. Bu husus Genel Kurulun 08.04.2008 tarihli ve 18-78 sayılı kararında şu şekilde ifade edilmiştir: 'Terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulabilmesi, alınabilecek diğer tedbirlerle birlikte bu örgütlerin etkisizleştirilip ortadan kaldırılmaları, geçmişte meydana gelen terör eylemlerinin aydınlatılabilmesi, gelecekte işleyebilecekleri suçların engellenmesi ve terör örgütüne üye olanların tekrar topluma kazandırılabilmeleri bakımından 05.06.1985 tarih, 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Yasa kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Bu Yasanın 2 yıllık yürürlük süresinin bitmesi üzerine aynı amaçlara yönelik olarak 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Yasa çıkarılmış, Yasanın 1. maddesi süreli, diğer maddeleri ise süresiz olarak yürürlüğe girmiştir. Anılan 1. maddenin sona eren yürürlük süresi zaman içinde 3618, 3853, 4085, 4450, 4537 sayılı Yasalarla uzatılmış ve beklenen amaca ulaşmaması nedeniyle bu kez 4959 sayılı Topluma Kazandırma Yasası 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.' Yargısal uygulamalar ve doktrindeki görüşler dikkate alındığında etkin pişmanlık düzenlemesi yapan yasaların, bir af yasası olmayıp terör örgütü mensubu sanıkların topluma kazandırılabilmesinin yanında esasen terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulabilmesi, örgütün etkisizleştirilip ortadan kaldırılması ve işlenen suçların aydınlatılabilmesi amacına yönelik düzenlemeler olduğu görülmektedir. 5237 sayılı TCK'nın 221. maddesinde yapılan düzenleme ile daha önceki yasalarda olduğu gibi süreli değil, belli süreye bağlı olmaksızın kalıcı bir uygulama imkanı getirilmiştir. Türk Ceza Kanunu'nun 314/3. maddesindeki atıf nedeniyle, anılan Kanun'un 220. maddesine bağlı olarak düzenlenen 221. maddesindeki etkin pişmanlık hükmünün, TCK'nın 314. maddesinde tanımlanan silahlı örgüt mensupları ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında kalan terör örgütleri bakımından da uygulanabileceğinde kuşku yoktur. Özel Daire ve Genel Kurulca benimsenen istikrar kazanmış uygulamaya göre örgütle ilgili suçlamaları kabul etmeyen örgüt mensupları ve etkin pişmanlık olarak değerlendirilebilen önceki ifadelerinden rücu eden failler hakkında TCK'nın 221. maddesinin uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için failin, örgütün dağılmasına veya mensuplarının yakalanmasına, örgütün yapısına ve faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin elverişli bilgi vermesi gerekir. Bu bilginin elverişliliği; örgütün örgütlenme biçimi, failin örgüt yapılanmasındaki konumu ile örgütte geçirdiği süre ve katıldığı faaliyetler gibi kıstaslar göz önüne alınarak mahkemece takdir edilecektir. Tam bir gizlilik esasına ve hücre tipi yapılanmaya dayanan örgütlerde her örgüt mensubundan örgütü dağıtacak, yapılanma şemasını ortaya koyacak bilgiler vermesi beklenemez. Ancak, konumu gereği bilmesi beklenen bilgileri de samimi olarak ortaya koymalıdır. Her hâlükarda elverişli bilgi; örgütte zafiyet yaratacak, örgüte önemli boyutta zarar verecek, örgüt faaliyetlerini belli ölçüde sekteye uğratacak boyutta olmalıdır. 71 Cumhuriyet savcısı, suçun işlendiği konusunda yeterli şüpheye ulaşsa dahi, cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlığın varlığı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verebilir (CMK'nın 171/1. maddesi). Bu karara karşı itiraz kanun yoluna başvurulamaz. (CMK'nın 173/5. maddesi) TCK'nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlığın uygulanma koşulları: I) Birinci fıkranın uygulanma şartları: a) Örgüt kurma ve yönetme suçu tamamlanmış olmalıdır. b) Örgütün amacı doğrultusunda henüz bir suç işlenmemiş olmalıdır. c) Örgüt kurma suçu ile ilgili henüz bir soruşturmaya başlanmamış olmalıdır. d) Örgüt kurucusu ya da yöneticisi örgütü dağıtmalı veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlamalıdır. e) Dağıtma veya bilgi verme bizzat örgüt kurucusu ya da yöneticisi tarafından yapılmalıdır. Bu şartlar gerçekleşmişse faile ceza verilemeyecektir. II) İkinci fıkranın uygulanma şartları: a) İşlenen suçun örgüt üyeliğinden ibaret olması, b) Sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde bir suçun işlenişine iştirak etmemesi, c) Gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara iletmesi gerekmektedir. İlgili makam, adli makamlar olabileceği gibi soruşturma mercisine haber vermekle yükümlü olan valilik veya kaymakamlık gibi idari makamlar da olabilir (CMK'nın 158/2. maddesi). Elçilik ya da konsolosluklar da olabilir (CMK'nın 158/3. maddesi). (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.04.2009 tarihli ve 2008/9-223 Esas 2009/87 Karar sayılı kararı) Sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde bir suçun işlenişine iştirak etmemesinden anlaşılması gereken nedir? İlgili Özel Daire ve Genel Kurulca benimsenen yerleşik uygulamaya göre; işlenen suçun, amaç suçlar (TCK'nın 302 ve 309. maddeleri) yönünden öldürme ve öldürmeye teşebbüs, nitelikli yaralama, yağma, işkence, bir kısım nitelikli hürriyeti tahdit suçları gibi vahim nitelikte eylemlerden olmaması gerekir. Bu fıkranın uygulanabilmesi için örgüt mensubu hakkında suç soruşturmasının bulunmaması, bu kişinin suç işlediği yetkili mercilerce bilinmemesine rağmen örgüt üyesi olduğunu ve örgütten rızasıyla ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi gerekir. Bu kişilerin yasadan yararlanabilmesi için örgüt hakkında bilgi vermesi de zorunlu değildir. 'Örgüt üyesi olup örgütten kendiliğinden ayrılarak teslim olan ve pişman olduğunu beyan eden ve buna göre de konumu 5237 sayılı TCK'nın 221/2. maddesi kapsamında bulunan sanığın, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenmesine iştirak edip etmediği İçişleri Bakanlığı’ndan da sorulup araştırılarak, 5237 sayılı TCK'nın 314. maddesinin 3. fıkrasının 'suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümleri bu suç açısından da aynen uygulanır' amir hükmü karşısında, örgüt kurma suçu kapsamında bulunan 5237 sayılı TCK'nın etkin pişmanlığa ilişkin 221. maddesinde 765 sayılı TCK'nın 170. maddesinin uygulanabilmesi için aranan silahlı örgüt tarafından amaç suçun işlenmemiş ya da amaç suçun işlenilmesine kalkışılmamış olması gerektiğine ilişkin bir koşul öngörülmediği de gözetilmek suretiyle, sanığın hukuki durumunun sonucuna göre tayin ve takdir edilmesi gerekir.' (Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19.12.2006 tarihli ve 2006/5670 Esas 2006/7410 Karar sayılı kararı) 72 Bu şartlar gerçekleştiğinde örgüt üyesi hakkında soruşturma aşamasında kovuşturmaya yer olmadığına, kovuşturma safhasında ise ceza verilmesine yer olmadığına karar verilecektir. III) Üçüncü fıkranın uygulanma şartları: a) Fail, örgüt üyesi olmalıdır. Kurucuya ve yöneticiye bu hak tanınmamıştır. b) TCK'nın 221/2. maddesinde olduğu gibi örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suça iştirak etmeden yakalanmış bulunmalıdır. c) Örgüt üyesi pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermelidir. Verdiği bilgi tek başına örgütü çökertecek nitelikte olmasa bile, zafiyete uğramasına ve önemli sayılabilecek miktarda üyesinin ya da silah veya malzemesinin ele geçirilmesini sağlaması gereklidir. Bu koşulların gerçekleşmesi cezasızlık sebebidir. IV) Dördüncü fıkranın uygulanma şartları: TCK'nın 221/4. fıkrası örgüt suçlarında etkin pişmanlığın en geniş şekilde uygulanma alanı bulduğu düzenlemedir. Söz konusu fıkrada iki tür pişmanlık hükmüne yer verilerek failin gönüllü teslim olduktan sonra bilgi vermesi cezayı ortadan kaldıran, yakalandıktan sonra bilgi vermesi ise cezayı azaltan sebep olarak kabul edilmiştir. a) Örgüt kurma, yönetme, üye olma, örgüt adına suç işleme veya örgüte yardım etme suçunun faili olmalıdır. b) Kişi gönüllü olarak teslim olmalıdır. Örgüt mensupları ile anlaşmazlığa düşmesi veya ailevi nedenlerden dolayı teslim olmasının önemi yoktur. Önemli olan, teslim olmanın iradi olması ve dış etkenlerin zorlamasıyla olmamasıdır. c) Failin, örgütün yapısı ve faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi gerekir. Örgüt mensuplarının işlediği suçlar hakkında bilgi vermelidir. Sadece örgüt üyelerinin isimlerini söylemesi yeterli değildir. Genel olarak örgütün yapısı, kurucusu, yöneticisi, örgütün büyüklüğü, amaçları, faaliyetleri, gelir kaynakları, varsa silahları gibi hususlarda bilgiler vermelidir. Örgütün genişliği veya gizliliği nedeniyle bilgileri sınırlı ise verdiği bilgilerin samimiyeti çerçevesinde etkin pişmanlıktan yararlanabilir. Etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için örgüt üyeliği suçunun kabul edilmesi ve bunun mahkemede ifade edilmesinin zorunlu olup olmadığı değerlendirildiğinde; sanık, faaliyetlerinin örgüte üye olma suçunu oluşturduğunu kabul etmemekle birlikte tüm eylemlerini ve bildiği örgüt mensuplarını ayrıntılı olarak anlatmış, yargılama sürecinde ilgili kişilerin derdest davalarında tanıklıkta bulunmuştur. Bir fiilin işlendiğinin kabulü için tipikliği oluşturan icrai hareketlerin anlatılması ve kabullenilmesi yeterlidir. Kabullenilen ve tespit edilen eylemin hukuki nitelendirmesi yargılama yapacak makamlara aittir. Bu nedenle, sanığın kabul etmiş olduğu eylem ve faaliyetler pişmanlığını gösterir nitelikte görülmüştür.

Etkin Pişmanlık ile igili olarak yukarıda açıklanan Doktirin ve Yargıtay’ın yerleşik uygulamaları eşliğinde Sanık ... Etkin pişmanlıktan faydalanmalımıdır?

Eğer faydalandırılacaksa Sanığın ifadeleri TCK221/4 maddesinde belirtilen en üst oran olan 4/3 maddesine göre indirim yapılması için elverişli midir?

Sanık yargılama aşamasındaki savunmasında; 'Yine Amerika'nın Michigan eyaletinde bulunan bir hattan 2013, 2015 ve 2016 yıllarında aranmışım beni arayan kişi ardından eski Yargıtay üyesi ...'nu ve hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım... kod isimli ... isimli bir sivil imamıda aradığı iddianamede belirtilmiş bunu ben hatırlayamıyorum Başkanım ama şöyle olabilir yani ben plak meraklısıyım, ses sistemleri, müzik sistemleri meraklısıyım. Amerika'ya giden mesela ...'a plak ısmarlamıştım yine bakanlıktan Amerika'ya giden ... diye bir genel müdür yardımcısıydı herhalde ona bir plak ısmarlamıştım. Yani o ... bana dönüş yaptığını net hatırlıyorum birinin plağını buldum alıyorum gibi. Bunu çözemedim.' Şeklinde belirtmesi ,

Sanık savunmasının bir kısmında; Hakkında Fetö Terör Örgütü Üyeliğinden kamu davası açılan ve mahkumiyet kararı verilen ... ile ilgili olarak; '15 Temmuz 2016 tarihi akşamı darbe, o darbenin olduğu akşam ... beni telefonla aradı Başkanım ben o tarihten bir hafta önce ameliyat olmuştum bana geçmiş olsun dedi. O aradığı saat itibariyle benim darbeden haberim yoktu yani erken saat diye hatırlıyorum onunla ilgili de birşey söylemedi.' dediği devamındaki ifadelerinde ise Sanık 15 Temmuz akşamı, akşam üzeri erken saatlerde ...'nin kendisini aradığını ancak niye aradığını bilmediğini söyleyerek bir soru üzerine 'yani yer tespiti anlamında olabilir. Çünkü beni aylarca hiç aramayan adam o gece niye aradı', şeklinde açıklama yapması ,

Sanığın Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından FETÖ terör örgütü Yöneticiliğinden hakkında 17 yıl 4 ay hapis cezası verilen H….. Y……. ile müzik plağı için konuştuğunu, hakkında Fetö Terör Örgütü Üyeliğinden kamu davası açılan ve mahkumiyet kararı verilen B…… Ç….. ile ilgili olarak da ilk önce geçmiş olsun konuşması sonra da yer tesbiti için konuşmuş olabileceğini belirtmesi Sanığın etkin Pişmanlık ile ilgili samimi olmadığının tesbiti için yeteridir.

Sanık bütün savunmalarında, sadece daha önce Kolluk güçleri, İddia Makamı ve İlk derece Mahkemesince tesbit edilen konuları açıklamıştır. Özel Daire ve Genel Kurulca benimsenen istikrar kazanmış uygulamaya göre; 'Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için Sanığın, örgütün dağılmasına veya mensuplarının yakalanmasına, örgütün yapısına ve faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin elverişli bilgi vermesi gerekir. Bu bilginin elverişliliği; örgütün örgütlenme biçimi, failin örgüt yapılanmasındaki konumu ile örgütte geçirdiği süre ve katıldığı faaliyetler gibi kıstaslar göz önüne alınarak mahkemece takdir edilecektir. Tam bir gizlilik esasına ve hücre tipi yapılanmaya dayanan örgütlerde her örgüt mensubundan örgütü dağıtacak, yapılanma şemasını ortaya koyacak bilgiler vermesi beklenemez. Ancak, konumu gereği bilmesi beklenen bilgileri de samimi olarak ortaya koymalıdır. Her hâlükarda elverişli bilgi; örgütte zafiyet yaratacak, örgüte önemli boyutta zarar verecek, örgüt faaliyetlerini belli ölçüde sekteye uğratacak boyutta olmalıdır.’’Sanık ... Hamsicinin yaptığı savunmalar bu koşulları taşımamaktadır. Dolayısı ile Sanık hakkında etkinlik pişmanlık hükümleri uygulanmamalıdır.

Kabule göre ise; Daire tarafından Sanık hakkında TCK 221/4 maddesi uyarınca etkin Pişmanlıktan üçte birden dörtte birine kadar indirim yapılması gerekirken verdiği ifadeler ile örtüşmeyecek şekilde en üst hadden 4/3 oranında indirim yapılması da kanuna aykırıdır.

4-Giderilmesi gereken dördüncü husus Yargıtay 3.Ceza Dairesi tarafından, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin olarak yapılan değerlendirme sonucu verilen cezanın yerinde olup olmadığına ilişkindir.

Sanık ... ile benzer durumda olanların cezalarını incelemekte fayda vardır.

Sanık Savunmalarında; HSYK Başkan Vekili ve 3.Daire başkanı olduğu dönemlerde FETÖ terör örgütü yöneticiliğinden haklarında kamu davası açılan M…..K… ve M……. B…..’ın HSYK da genel sekreter olmalarını ve daha öncesinde Adalet Bakanlığına gelmelerini kendisinin sağladığını kabul ettiği ,

Gaziantep 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.04.2019 tarih ve 2014/230 Esas, 2019/178 sayılı kararı ile M……. B….. hakkında silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan TCK’nın 314/1, 3713 Sayılı TMK’nın ,5/1 TCK’nın 62/53, 58, 63 maddeleri uyarınca 15 yıl hapis cezası verildiği Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi tarafından söz konusu kararla ilgili istinaf talebinin esastan reddine karar verildiği Yargıtay 3. Ceza Dairesi 2021/2812 Esas, 2021/9609 Karar sayılı 19.10.2021 tarihli karar ile de bu kararın onanmasına karar verildiği,

M….. K… ile ilgili olarak da Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından İlk Derece Mahkemesi olarak FETO/PYD örgütü üyesi olması suçundan TCK’nın 314/2, 3713 Sayılı TMK’nın 5/1 maddesi uyarınca 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği söz konusu hükmün Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından 07.09.2021 tarihinde bozulmasına karar verildiği, daha sonra Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından 22.03.2023 tarihli 2022/6 Esas, 2023/6 sayılı karar ile Sanığın neticeten 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,

Sanık ...’nin Adalet Bakanlığı’na gelmesine, HSYK Genel Sekreteri olmasına sebeb olduğu M…… B……’ın terör örgütü yöneticisi olarak kabul edilmesi ve bu nedenle 15 yıl hapis cezası alması, bu kararın da Yargıtay tarafından onanması karşısında Sanık ...’nin M……. B…..’ın üst konumunda olan HSYK Başkan Vekili olması, 3. Daire Başkanı olması karşısında 2 yıl 7 ay 25 gün ceza almasının ve terör örgütü üyesi olmasının sanığın örgütteki konumuna uygun olmadığı,

Aynı şekilde Yargıtay 9.Ceza Dairesi tarafından hakkında 15 yıl hapis cezası verilen M…..K…’nın yanında Sanığın aldığı 2 yıl 7 ay 25 gün hapis cezasının da Sanığın örgütteki konumuna uygun olmadığı,

Hemşire olarak görev yapan İ…… B……… hakkında Uşak 2. Ağır Ceza Mahkemesi 2017/145 Esas ve 2017/166 Karar sayılı 25.08.2017 tarihli karar ile FETÖ terör örgütü üyesi olmaktan dolayı 9 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararda, Sanığın subuta Eren FETÖ/PYD terör örgütü suçu yönünden kamuda hemşire olarak görev yapması sebebiyle kamuda çalışmayan kişiye nazaran üyesi bulunduğu örgüt lehine kamusal yetkileri kullanarak sergileme ihtimali bulunan eylemlerinin daha ağır nitelik taşıması nedeniyle TCK 61.maddesi uyarınca ceza miktarı belirlenirken alt sınırdan ayrılarak hüküm kurulduğu İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi 16.11.2017 gün ve 2017/2729 Esas, 2017/2809 sayılı kararı ile istinaf talebinin esastan reddine karar verildiği,

Yargıtay Başsavcılığının 12.01.2018 tarihli 2017/72152 sayılı tebliğnamesi ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin kararının 'TCK'nun 61 maddesinde cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ilkekerin 'Hâkim, somut olayda; a) Suçun işleniş biçimini, b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları, c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,d) Suçun konusunun önem ve değerini, e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, g) Failin güttüğü amaç ve saiki, Göz önünde bulundururarak, işlenen suçun kanunî tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler...' şeklinde sayılı olarak açıklanmasına karşın, Yerel Mahkemenin Gerekçeli kararında '...Sanığın üzerine atılı sübuta eren FETÖ/PDY terör örgütü üyeliği suçu yönünden, kamuda hemşire olarak görev yapması sebebiyle, kamuda çalışmayan bir kişiye nazaran üyesi bulunduğu örgüt lehine kamusal yetkileri kullanarak sergileme ihtimali bulunan eylemlerinin daha ağır nitelik taşıması..., şeklinde belirtilerek TCK'nun 61 maddesinde gösterilmeyen yasal olmayan bir ölçüt olarak Sanığın yaptığı hemşirelik mesleğinin cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesinde dikkate alınarak cezanın belirlenmek suretiyle yazılı yazılı şekilde karar verilmesi,' nedeniyle bozulmasının talep edildiği

Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2018/608 Esas ve 2018/1786 Sayılı 17.05.2018 tarihli kararı ile İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin tebliğnameye aykırı olarak onanmasına karar verildiği,

Hemşire olan sanık İ….. B……’ın hemşire olması nedeniyle ceza kişiselleştirilmesi esnasında cezasının bu nedenle artırılması 9 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılması bu cezanın da Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından onanması karşısında HSYK Başkan Vekili olan 3. Daire Başkanı olan Ergenekon balyoz mit tırları 17-25 aralık soruşturmaları gibi bir çok FETÖ terör örgütü tarafından organize edildiği belirtilen soruşturmaları yapan cumhuriyet savcılarının hakkındaki şikayetlere bakan konumunda olan ...’nin 2 yıl 7 ay 25 gün hapis cezası alması Yargıtayın yukarıda belirtilen hemşire kararı ile karşılaştırıldığında genel uygulamaları ile çok büyük çelişkiler oluşturmaktadır. Sanığın örgüt içerisinde ki konumuna uygun düşmemektedir. bu nedenle Ceza Genel Kurulu’nun yukarıda belirtilen Bozma ve eleştirili onma kararlarında belirtildiği şekilde, Sanık hakkında temel cezanın belirlenmesinde Anayasa'nın 138/1. maddesi hükmü, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, sanığın örgüt içindeki konumu, kaldığı süre, faaliyetlerinin nitelik, süreklilik ve çeşitliliği gözetilerek işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek, üst sınıra daha yakın bir ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde eksik ceza tayin edilmesinden dolayı Daire Kararı CMUK’nun 326/son maddesi dikkate alınmak suretiyle bozulmadır.

Sonuç:

Sanığın temyizi üzerine 27/03/2024 tarihli oturumda Ceza Genel Kurulunun 2024/93 sayılı esas dosyası üzerinde yapılan 2. Müzakerede

Sanık ... hakkında TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, sanığın örgüt içindeki konumu, kaldığı süre, faaliyetlerinin nitelik, süreklilik ve çeşitliliği gözetilerek işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek, üst sınıra daha yakın bir ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde eksik ceza tayin edilmesi isabetli görülmemiştir. Bu itibarla, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün temel cezanın belirlenmesinde hakkaniyete uygun şekilde üst sınıra daha yakın bir ceza tayin edilmemesi isabetsizliğinden ve ayrıca etkin pişmanlıktan dolayı TCK’nın 221/4 maddesi uyarınca 4/3 indirim yapılmasının uygun olmadığından dolayı Daire kararının ikili olarak eleştirili onanmasına karar verilmiştir.

Ceza Genel Kurulunun ikili eleştirili onama kararına aşağıda belirtilen nedenlerle katılmıyorum.

1- Usule ilişkin sanığın kendisinin lehe temyizi dışında aleyhe temyiz olmaması nedeniyle vasfa ilişkin bozma yapılıp yapılamayacağı hususu hakkındaki ön mesele yapılarak oylamaya sunulması, Ceza Genel Kurulu‘nun yakın tarihte verdiği 'Özel Dairece sanığın eyleminin daha ağır cezayı gerektiren TCK'nın 106. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde düzenlenen tehdit suçunu oluşturduğunun kabulü ile hükmün yalnızca sanık lehine temyiz edilmiş olması nedeniyle eleştirilerek onanmasına karar verilmesinin isabetli olmadığı kabul edilmelidir.' şeklindeki aleyhe temyiz olmasa dahi vasfa ilişkin bozma yapılması gerektiğine ilişkin 2015/4-1189 esas ve 2018/377 sayılı kararı ve buna ilişkin Ceza Genel Kurulu’nun, Yargıtay Dairelerinin Yerleşik uygulamaları ile ters düşmüştür.

2-20/03/2024 tarihli 1. oturumda ve 27/03/2024 tarihli 2.oturumda bir kısım üyeler tarafından Sanığın Terör Örgütü yöneticisi olduğuna ilişkin oylama talep etmeleri i nedeniyle Sanığın terör örgütü yöneticisi olup olmadığına ilişkin ayrıca bir oylama yapılarak bu hususun açıklığa kavuşturulması gerekirken yapılmamıştır.bu durumda usule aykırıdır.

3-Terör ögütü üyeliğinden 2 yıl hapis 7 ay 25 gün hapis alan Sanık ... Hamsicinin FETÖ terör örgütü içersindeki konumu yukarıda anlatılan Doktirin ve Yargıtay uygulamaları ışığında, sanığın etkin olduğu dönemde gerçekleşen olaylar değerlendirildiğinde Terör örgütü üyeliğinden mahkum olan 9 yıl 9 ay, 7 yıl 6 ay , 6 yıl 3 ay hapis alan esnaf, hemşire, öğretmen, polis, uzman çavuş ile aynı olamaz. Sanığın eylemleri bir bütün halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.12.2018 tarihli ve 2017/208 soruşturma, 2018/118 esas ve 2018/62 iddianamesinde belirtildiği şekilde TCK’nın 314/1 maddesinde belirtilen Örgüt Yöneticisi olarak kabul edilmesi gerekir.

4- Sanık yargılama aşamasındaki savunmasında; Yine Amerika'nın Michigan eyaletinde bulunan bir hattan 2013, 2015 ve 2016 yıllarında aranmışım beni arayan kişi ardından eski Yargıtay üyesi ...'nu ve hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım... kod isimli ... isimli bir sivil imamıda aradığı iddianamede belirtilmiş bunu ben hatırlayamıyorum Başkanım ama şöyle olabilir yani ben plak meraklısıyım, ses sistemleri, müzik sistemleri meraklısıyım. Amerika'ya giden mesela ...'a plak ısmarlamıştım yine bakanlıktan Amerika'ya giden ... diye bir genel müdür yardımcısıydı herhalde ona bir plak ısmarlamıştım. Yani o ... bana dönüş yaptığını net hatırlıyorum birinin plağını buldum alıyorum gibi. Bunu çözemedim.' şeklinde belirtmesi ,

Sanık savunmasının bir kısmında hakkında Fetö Terör Örgütü Üyeliğinden kamu davası açılan ve mahkumiyet kararı verilen ... ile ilgili olarak; 15 Temmuz 2016 tarihi akşamı darbe, o darbenin olduğu akşam ... beni telefonla aradı Başkanım ben o tarihten bir hafta önce ameliyat olmuştum bana geçmiş olsun dedi. O aradığı saat itibariyle benim darbeden haberim yoktu yani erken saat diye hatırlıyorum onunla ilgili de birşey söylemedi.dediği devamında ki ifadelerinde ise Sanık 15 Temmuz akşamı, akşam üzeri erken saatlerde ...'nin kendisini aradığını ancak niye aradığını bilmediğini söyleyerek bir soru üzerine 'yani yer tespiti anlamında olabilir. Çünkü beni aylarca hiç aramayan adam o gece niye aradı,' şeklinde açıklama yapması

Sanığın Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından FETÖ terör örgütü Yöneticiliğinden hakkında 17 yıl 4 ay hapis cezası verilen ... ile müzik plağı için konuştuğunu, hakkında Fetö Terör Örgütü Üyeliğinden kamu davası açılan ve mahkumiyet kararı verilen B…..Ç….. ile ilgili olarak da ilk önce geçmiş olsun konuşması sonra da yer tesbiti için konuşmuş olabileceğini belirtmesi Sanığın etkin Pişmanlık ile ilgili samimi olmadığının tesbiti için yeteridir. Sanık hakkında bu nedenlerle Etkin pişmanlık koşulları oluşmamıştır.

5-Sanık ...’nin Adalet Bakanlığına gelmelerine, HSYK Genel Sekreteri olmasına sebeb olduğu M…….. B…..’ın terör örgütü yöneticisi olması ve bu nedenle 15 yıl hapis cezası alması bu kararında Yargıtay tarafından onanması karşısında Sanık ...’nin M…….B….’ın üst konumunda olan HSYK Başkan Vekili olması 3. Daire Başkanı olması karşısında 2 yıl 7 ay 25 gün ceza almasının ve terör örgütü üyesi olmasının sanığın örgütteki konumuna uygun olmadığı,

Aynı şekilde Yargıtay 9.Ceza Dairesi tarafından hakkında 15 yıl hapis cezası verilen M….. K…… yanında Sanığın aldığı 2 yıl 7 ay 25 gün hapis cezasının da Sanığın örgütteki konumuna uygun olmadığı

Hemşire olan sanık İ….. B…….’ın hemşire olması nedeniyle ceza kişiselleştirilmesi esnasında cezasının bu nedenle artırılması 9 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılması bu cezanın da Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından 12/01/2018 tarih 2018/608-2018/1786 sayılı kararı ile onanması karşısında HSYK Başkan Vekili olan 3. Daire Başkanı olan Ergenekon balyoz mit tırları 17-25 aralık soruşturmaları gibi birçok FETÖ terör örgütü tarafından organize edildiği belirtilen soruşturmaları yapan cumhuriyet savcılarının hakkındaki şikayetlere bakan konumunda olan ...’nin 2 yıl 7 ay 25 gün hapis cezası alması Yargıtayın yukarıda belirtilen hemşire kararı ve dairenin benzer nitelikteki diğer kararları ile karşılaştırıldığında genel uygulamaları ile çok büyük çelişkiler oluşturmaktadır. Sanığın örgüt içerisindeki konumuna uygun düşmemektedir. Bu nedenle Ceza Genel Kurulu’nun yukarıda belirtilen bozma ve eleştirili onma kararlarında belirtildiği şekilde, sanık hakkında temel cezanın belirlenmesinde Anayasa'nın 138/1. maddesi hükmü, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerle 3/1. maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği zarar ve tehlikenin ağırlığı ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, sanığın örgüt içindeki konumu, kaldığı süre, faaliyetlerinin nitelik, süreklilik ve çeşitliliği gözetilerek işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde hakkaniyete uygun bir cezaya hükmedilmesi gerekirken teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek, üst sınıra daha yakın bir ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde eksik ceza tayin edilmesi nden dolayı Daire Kararı yerinde değildir.

Bu nedenlerle Ceza Genel Kurulunun ikili eleştirili onama şeklindeki verdiği bu kararına, Sanık ...’nin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.12.2018 tarihli ve 2017/208 soruşturma, 2018/118 esas ve 2018/62 iddianamesinde belirtildiği şekilde, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında Örgüt Yöneticisi olarak kabul edilmesi gerektiği ve etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığı, oluştuğunun kabülü halinde ise etkin pişmanlıktan yapılan indirimin üst hadden uygulanmaması gerektiği, TCK'nın 61. maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi esnasında eksik ceza belirlendiği gerekçeleri ile Daire kararının CMUK'nun 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı saklı kalmak kaydı ile vasfa ilişkin olarak ve belirtilen nedenlerle bozulması gerektiği düşüncesiyle karşıyım."

Düşünceleriyle karşı oy kullanmışlarıdır.

Açıklanan nedenlerle;

1) Genel Kurulun 02.06.2022 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği kabul olunan sanık hakkında suç vasfının tekrar tartışılarak oylanmasının mümkün olmadığına dair bir kısım üyelerce çıkarılan ön sorun bakımından, Genel Kurulca daha önceden görüşülüp nispi olarak karar verilen bir hususun tekrar oylanmasında hukuken imkân bulunmadığına,

2) Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 12.12.2023 tarihli ve 11-23 sayılı; sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün, bu suçtan üst sınıra daha yakın bir ceza belirlenmesi gerektiği hususunun gözetilmemesinin isabetsiz olduğuna, hükme karşı aleyhe temyiz istemi bulunmadığından, bu husus bozma nedeni yapılmadan hükmün bu yönden eleştirilerek ONANMASINA,

3) Dosyanın, Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, ön sorun bakımından 20.03.2024 tarihinde yapılan ilk müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 27.03.2024 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla, hükmün temyiz incelemesi bakımından oy birliğiyle karar verildi.