"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ... Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı istemi:
4. Davacı vekili; müvekkilinin mağazasından boşalttığı konfeksiyon mallarını ve demirbaş eşyalarını, davalının bedelsiz olarak saklamayı teklif etmesi üzerine mobilya atölyesine emanet olarak bıraktığını, depodaki malların zayi edildiğini öğrenmesi üzerine malları geri almak istediğinde davalının görüşmeye yanaşmadığını ve kalan malları da geri vermediğini, mevcut durumun tespiti için yaptırılan keşifte, malların söz konusu depoda olmadığının tespit edildiğini, davalı tarafa malların iade edilmesi, bu mümkün değilse bundan doğan zararın giderilmesi için ihtarda bulunulduğunu ancak davalının herhangi bir cevap vermediğini ileri sürerek malların aynen iadesine, bu mümkün değilse, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 10.000TL tazminatın temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; alınan bilirkişi raporu doğrultusunda 25.11.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 14.977,50TL’ye yükseltmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalı vekili; müvekkilinin, koruma ve gözetme yükümlülüğü olmaksızın davacıya ait malların deposuna konulmasına izin verdiğini, kendisi teslim almadığı için malların sayısından ya da türünden bilgisi olmadığını, davacının iddialarının gerçeklikten uzak olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.01.2016 tarihli ve 2012/565 E., 2016/12 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında vedia sözleşmesi olduğu, ücret kararlaştırılmamış olsa bile davalının kendi rızası ile kabul ettiği eşyalar üzerinde muhafaza ve özen görevini iyi niyet kuralları çerçevesinde yerine getirmeyerek eşyanın zayi olmasında ağır ihmalinin bulunduğu, davacının da teslim ettiği eşyalar ile uzun süre ilgilenmemesi nedeniyle ihmalinin bulunduğu, her iki tarafın eşit oranda kusurlu olduğu gerekçesiyle bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulü ile 14.977,50TL’nin temerrüt tarihi olan 15.09.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı :
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 30.04.2019 tarihli ve 2016/18118 E., 2019/5531 K. sayılı kararı ile; “…1-Mahkeme tarafından aldırılan 01/10/2015 tarihli bilirkişi raporunda, davacı tarafın verdiği dilekçelerindeki nitelikleri belirtilen konfeksiyon malzemelerinin serbest piyasa fiyatları araştırılmış ve her iki taraf da ½’şer oranında kusurlu kabul edilerek davalının sorumlu olduğu miktar hesaplanmıştır. Mahkemece, taraflar arasında yazılı bir sözleşme bulunmadığı ayrıca davacı tarafından davalıya teslim edilen ürünlerin miktar ve çeşidini gösteren herhangi bir belge de düzenlenmediği, tamamen ikili ilişkilere ve güvene dayalı olarak hareket edildiği, taraflar arasındaki bu sözlü sözleşme yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK nın 463 vd maddelerinde düzenlenen vedia sözleşmesi olduğu, emanet alanın esas borcunun vediayı emin bir yerde muhafaza etmek ve emanet verenin talebi halinde veya saklama süresi sonunda onu emanet verene iade etmek olduğunu belirtilmiştir. Somut olayda davalının kendi rızası ile kabul ettiği eşyalar üzerinde muhafaza ve özen görevini iyi niyet kuralları çerçevesinde yerine getirmeyerek eşyaların zayi olmasında ağır ihmalinin bulunduğu, davacının da davalıya teslim ettiği eşyaların akıbeti konusunda ilgisiz davranarak uzun süre teslim ettiği eşyalar ile ilgilenmemesi nedeniyle ihmalinin bulunduğu belirtilerek her iki tarafın 1/2'şer oranda kusurlu olduğu kabul edilmiş, alınan bilirkişi raporunda yapılan hesap doğrultusunda karar verilmiştir.
Somut olayda, davacı tarafından davalıya belirli bir süre saklaması için verilen malların teslimine dair herhangi bir tutanak ya da belgenin taraflarca düzenlenmediği her iki tarafın da kabulündedir. Ayrıca mahkemece, taraflar arasında yazılı bir sözleşme bulunmadığı davacı tarafından davalıya teslim edilen ürünlerin miktar ve çeşidini gösteren herhangi bir belge de düzenlenmediği tamamen ikili ilişkilere ve güvene dayalı olarak hareket edildiği belirtilmiştir. Bu durumda davacının davalıya teslim ettiğini iddia ettiği malları ispat etmesi gerekirken bunu ispatlayamadığı ve hükmün davacının tek taraflı olarak düzenleyip sunduğu davalının da kabul etmediği listeye dayanılarak verildiği görülmüştür. Mahkemece, sözleşme tarihinde yürürlükte olan BK.'nun 463.maddesi hükümleri değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken bilirkişi tarafından yapılan ve mahkemenin de kabulünde olan hesaplamanın davacının tek taraflı olarak sunduğu, davalının kabul etmediği bir listeye dayanılarak yapıldığı göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.11.2019 tarihli ve 2019/436 E., 2019/520 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davalının itirazına rağmen, davacının davalıya teslim ettiğini iddia ettiği malların belirtildiği listenin esas alındığı bilirkişi raporuna dayanılması suretiyle davanın kabulüne karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle vedia sözleşmesinin hukukî niteliğinin belirlenmesinde yarar bulunmaktadır.
13. Vedia sözleşmesi (genel saklama sözleşmesi) somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 463 ilâ 470. [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 561 ilâ 580.] maddeleri arasında “vedia” başlığı altında düzenlenmiştir.
14. Borçlar Kanunu’nun 463. (TBK m. 561) maddesinde vedia sözleşmesi; “İda, bir akittir ki onunla müstevdi, müdi tarafından verilen şeyi kabul ve onu emin bir mahalde hıfzetmeği deruhte eder. Ücret şart edilmedikçe veya hal, müstevdiin ücrete intizarını icabetmedikçe müstevdi ücret istiyemez” şeklinde tanımlanmıştır. Görüldüğü üzere vedia sözleşmesinin konusu taşınır bir maldır. Bu taşınır mal, misli bir mal olabileceği gibi misli olmayan bir mal da olabilir. Buna göre, vedia sözleşmesi; vedia alanın (saklayan) vedia veren (saklatan) tarafından verilen taşınırı kabul ve onu güvenli bir mahalde muhafaza etme yükümlülüğü altında olduğu ve sözleşmede ayrıca kararlaştırılmadığı takdirde vedia alanın herhangi bir ücret talep edemeyeceği sürekli bir sözleşmedir.
15. Vedia sözleşmesi, rızaya dayalı bir sözleşme olup sadece tarafların anlaşmasıyla ve taşınırın tesliminden önce meydana gelmektedir. Sözleşmenin kurulmuş olması için taşınırın teslimi şart değildir. Ancak muhafaza borcu doğaldır ki taşınırın vedia alan tarafından teslim alınmasını ve koruma altına koyulmasını ifade eder. Başka bir deyişle vedia alanın muhafaza borcunun doğması için taşınırın teslimi gerekmekte olup teslim almadan kaçınılması hâlinde bir “yüküm” ihlali olarak vedia alanın borçlu temerrüdüne düşmesine yol açar.
16. Borçlar Kanunu’nun 466. (TBK’nın 564.) maddesi gereğince, vedia sözleşmesinde teslim edilen taşınır için bir vade tayin edilmiş olsa bile, vedia veren bu vadeye bağlı kalmaksızın, taşınırın iadesini her zaman talep edebilir. Zira Kanun’da açıkça düzenlenmemiş ise de vedia alanın taşınırı geri verme borcu, vedia sözleşmesinin en önemli ve zorunlu unsurlarından biridir. Çünkü vedia alan ancak taşınırı geri vermekle muhafaza borcunu tam olarak yerine getirmiş olur.
17. Vedia sözleşmesi, eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşme niteliğindedir. Vedia alanın esas borcu taşınırı emin bir yerde muhafaza etmek ve vedia verenin talebi hâlinde veya belirlenen vadede bunu vedia verene geri vermektir. Vedia veren ise sözleşmede açıkça ücret kararlaştırılmış olması veya hâl ve şartların vedia verenin ücret ödemesini gerekli kılması hâli dışında hiçbir borç altına girmemektedir. Sadece vedia alanın sözleşmeyle üstlendiği borçların yerine getirilmesiyle bağlantılı giderler ile muhafaza edilen taşınırın vedia alana verdiği zararları gidermek zorundadır. Bu nedenle vedia sözleşmesi esas itibariyle ivazsız bir sözleşmedir.
18. Vedia sözleşmesinde vedia alanın muhafaza borcu, bu sözleşmenin konusunu ve amacını oluşturmaktadır. Vedia alan, taşınırı, vedia verenin belirlediği yerde ve onun istediği şekilde muhafaza etmekle yükümlüdür. Bu husus sözleşmede açıkça belirtilmemişse, vedia alan taşınırı güvenli bir yerde ve değeriyle orantılı bir dikkat ve özenle muhafaza etmek zorundadır. Vedia sözleşmesinde muhafaza borcu mutlak nitelikte olup açıkça veya zımnen izin verilmedikçe, vedia alan tevdi edilen taşınırı kullanamaz veya üçüncü kişilere kullandıramaz.
19. Vedia alan kusursuz olduğunu ispat etmedikçe, taşınırı geri vermemekten veya kötü bir durumda geri vermekten doğan zararı tazmin etmek zorundadır. Zira burada BK’nın 96. (TBK’nın 112.) maddesinin uygulanacağı kuşkusuzdur. Başka bir deyişle geri verme vedia alanın kusuru sonucunda gerçekleşemiyorsa geri verme borcu yerini tazminat borcuna bırakacaktır.
20. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının konfeksiyon mağazasını boşaltması üzerine mağazada bulunan mallarını davalıya emaneten bıraktığı, davalının bu durumu ücret karşılığında değil arkadaşlık ilişkisine dayanarak kabul ettiği hususları tarafların kabulündedir. Anılan durum, yukarıda da açıklandığı üzere, en yalın hâliyle vedia sözleşmesidir. Ne var ki davacı, eşyayı istediğinde geri alamamış, bunun üzerine eşyanın bıraktığı yerde olmadığını mahkeme aracılığı ile tespit ettirmiştir. Bu durumda vedia alanın yükümlülükleri kapsamında davalının davacının zararından sorumlu olduğu açıktır. Nitekim, bu husus da Mahkeme ve Özel Daire arasında da çekişme bulunmaktadır. Taraflar arasındaki çekişme; sorumluluğun kapsamı noktasındadır.
21. Vedia alan davalının kendi rızası ile kabul ettiği eşya üzerinde muhafaza ve özen görevini iyi niyet kuralları çerçevesinde yerine getirmemesi nedeniyle eşyanın zayi olmasında ağır ihmali bulunmaktaysa da, dosya kapsamından davacının arkadaşlık ilişkisi kapsamında eşyasını ücretsiz şekilde davalıya emanet ettiği ve aradan geçen uzun süreye rağmen eşyanın akıbeti konusunda ilgisiz davrandığı anlaşılmaktadır.
22. Mahkemece, taraflara eşit kusur yüklenmek suretiyle davacının teslim ettiğini iddia ettiği mallarını gösterir liste esas alınarak bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmişse de, Özel Dairece karar, davacının ibraz ettiği listenin davalı tarafından kabul edilmemesi nedeniyle hükme esas alınmaması gerektiği gerekçesiyle isabetli olarak bozulmuştur.
23. Gelinen aşamada davalının sorumluluğunu tayinde dikkate alınması gereken hükümlere dikkat çekmek gerekir.
24. Borçlar Kanunu’nun 44. maddesinde (TBK m. 52); “Tazminatın tenkisi” başlığı altında; “Mutazarrır olan taraf zarara razı olduğu yahut kendisinin fiili zararın ihdasına veya zararın tezayüdüne yardım ettiği ve zararı yapan şahsın hal ve mevkiini ağırlaştırdığı takdirde hakim, zarar ve ziyan miktarını tenkis yahut zarar ve ziyan hükmünden sarfınazar edebilir.
Eğer zarar kasden veya ağır bir ihmal veya tedbirsizlikle yapılmamış olduğu ve tazmini de borçluyu müzayakaya maruz bıraktığı takdirde hakim, hakkaniyete tevfikan zarar ve ziyanı tenkis edebilir” hükmü düzenlenmiştir. Buna göre; zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir. Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir.
25. Sorumluluğun kapsamının ele alındığı diğer bir hüküm BK’nın 98. maddesi (TBK m. 114) olup “Mesuliyetin vüsati” başılığı altında; “Borçlu, umumiyet itibariyle her kusurdan mesuldur. Bu mesuliyetin vüsati işin hususi mahiyetine göre çok veya az olabilir. Hususiyle iş borçlu için bir faideyi mucip olmadığı surette, mesuliyet daha az şiddetle takdir olunur.
Haksız fiillerden mütevellit mesuliyete müteallik hükümler, kıyasen akde muhalif hareketlerede tatbik olunur.” şeklindedir. Buna göre; borçlu, genel olarak her türlü kusurdan sorumludur. Borçlunun sorumluluğunun kapsamı, işin özel niteliğine göre belirlenir. İş özellikle borçlu için bir yarar sağlamıyorsa, sorumluluk daha hafif olarak değerlendirilir. Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanır.
26. Haksız fiil sorumluluğunda, zararın tayinini düzenleyen BK’nın 42. maddesinde (TBK m. 50) “Zararı ispat etmek müddeiye düşer, zararın hakiki miktarını ispat etmek mümkün olmadığı takdirde hakim, halin mutat cereyanını ve mutazarrır olan tarafın yaptığı tedbirleri nazara alarak onu adalete tevfikan tayin eder.” hükmü bulunmakta olup, buna göre zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.
27. Somut olayda, miktarı ve çeşidi davacı tarafından ispatlanamamış olmakla birlikte, davalının da kabulünde olduğu üzere birtakım eşyanın davalıya teslim edildiği açıktır. Dosya kapsamından, anılan eşyanın da zayi olduğu tespit olunduğuna göre hakkaniyet ilkesi gözetilerek davalının sorumluluğuna hükmetmek gerekir. O hâlde, yukarıda belirtilen düzenlemeler kapsamında yapılacak değerlendirme sonucu davalının sorumluluğunun kapsamı tayin edilmeli ve sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacı vedia verenin, davalıya teslim ettiği malları ispat etmesi ve ona göre davalının sorumluluğunun tayini ve tespiti gerektiği, davacının teslim ettiği malları ispatlayamadığı dolayısıyla davanın reddinin gerektiği, direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
29. Hâl böyle olunca, direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmüne göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 24.11.2022 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.